Ortadoğu’yu Yeni Bir Savaş mı bekliyor?

Selen Tonkuş, ORSAM Ortadoğu Uzman Yardımcısı
Ortadoğu’da İsrail ile Hizbullah, dolayısıyla Lübnan arasında artan gerilim, Suriye ile İsrail arasında Dışişleri Bakanları arayıcılığıyla yürütülen savaş sözleri düellosu, İsrail’in halkına gaz maskesi dağıtmaya hazırlanması, ABD’nin Körfez’deki müttefiki olan ülkelere Patriot füze sistemleri yerleştirme kararı gibi gelişmelerin ardı ardına cereyan etmesi ile yeni bir savaş çıkacağına ilişkin endişeler baş gösterdi. Birçok yorumcu, tüm bu gelişmelerin Irak Savaşı öncesi dönemi andırdığını ifade ediyor. Yeni savaşın İsrail ile Hizbullah arasında ya da Suriye, Lübnan, Hizbullah ve İran’dan oluşan cephe arasında çıkacağı düşünülüyor. 

Bu gelişmelerin gerçekten yeni bir savaşın, başka bir deyişle III. Lübnan Savaşı’nın ya da daha kapsamlı bölgesel bir savaşın habercisi olup olmadığı sorusuna cevap alabilmek için endişe sebebi gelişmeleri tek tek değerlendirmek gerekir. Bir süredir Lübnan ile İsrail arasında karşılıklı tehdit algılamaları ve açıklamaları vuku buluyor. Hemen hemen her gün Lübnan basını, İsrail savaş uçaklarının Lübnan hava sahasını ihlal ettiğini yazıyor. Buna ek olarak, İsrail kuzeyinde yani Lübnan sınırında geniş çaplı bir askeri harekât düzenliyor. Buna karşılık olarak Lübnan Başbakanı Saad Hariri hem Lübnan’da hem de yurtdışı gezilerinde yaptığı açıklamalarda İsrail’in son 2 aydır her gün Lübnan’ın hava sahasını ihlal ettiğini, bunun 2006 Lübnan Savaşı’nı sonlandıran BM’nin 1701 sayılı kararına aykırı olduğunu söylüyor. İsrail’den saldırı tehdidi algıladıklarını vurgulayan Hariri, uluslararası camianın dikkatini bölgeye çekmeye çalışıyor. Geçtiğimiz günlerde Hariri, olası bir İsrail saldırısı halinde Hizbullah’ın yanında yer alacaklarını ifade etti. İsrail Başbakanı Netanyahu Hariri’ye yönelik Lübnan hükümetinin Hizbullah’ın askeri kapasitesi artırmasına göz yumması yönünde suçlamalarda bulunurken Hizbullah ise Lübnan’ın güneyinde ve Bekaa Vadisi’nde İsrail saldırısına karşı hazırlıklarda bulundu.

Hizbullah’ın ve Lübnan’ın bu kaygısı Suriye tarafından da paylaşılıyor. Her ne kadar İsrail ABD ve BM aracılığı ile askeri tatbikatlarının saldırı amacı taşımadığını ifade etse de, açıkça, Şam ve Beyrut İsrail’in kuzeyinde yürüttüğü askeri tatbikatın amacının bu bölgeden Suriye’ye yönelik bir hava saldırısı düzenledikten sonra, Hizbullah üzerinde bir sıçrama noktası yaratmaya çalışmak olduğunu düşünüyor. Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim daha önce kendisinde eşi görülmemiş sert bir üslupla İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Liebermann ile söz dalaşına girdi. Muallim'in "Eğer savaş açarsanız, savaş sizin şehirlerinize kadar uzanacak" şeklinde açıklamasına dikkat çeken Lieberman "Şayet Esad bize karşı savaşırsa hem savaşı hem de yönetimi kaybedecek. Baba Esad, savaşı kaybetmişti. Fakat yönetimde kalmıştı. Esad bilmeli ki sadece savaşı kaybetmeyecek kendisi ve ailesi de yönetimde kalmayacak" şeklinde yanıt verdi. Zaten Saad Hariri’nin Hizbullah’ın yanında yer alacaklarına ilişkin açıklaması bu 2 günlük söz düellosu ardından geldi.

İsrail istihbaratına yakınlığı ile bilinen İsrail haber servisi DEBKAfile, Suriye’nin 4.derece seferberlik alarmı ilan ettiğini ve Golan Tepeleri’ne ilave asker gönderdiğini ifade etti.

Bu gelişmelerin ardından İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak ve Başbakan Netanyahu Suriye ile girişilen diyalogtan rahatsız olduklarını ifade ettiler. Netanyahu Suriye’ye ilişkin tek politikalarının “önşartsız” müzakerelere başlamak olduğunu, Barak ise Suriye ile barış yapılmazsa İsrail’in kendini bölgesel bir savaşın içinde bulacağını söyleyerek Liebermann “hatasını” bir kez daha telafi etmeye çalıştılar. Bir kez daha denmesinin sebebi, İsrail ile Türkiye arasında çıkan son krizde de benzer bir tablo yaşanmasıdır. Bilindiği gibi Liebermann’ın yardımcısı Ayalon’un tutumundan dolayı hem Ayalon’un hem Liebermann’ın tavrı İsrail’de geniş çevrelerce eleştirilmiş, İsrailli liderler bu iki liderin tutumunu telafi etmek için çeşitli açıklamalarda bulunmuşlardı.

İsrail’in halkına gaz maskesi dağıtma kararı ise ilginç bir karardır. Çünkü gaz maskesi bilindiği üzere yalnızca biyolojik ve kimyasal silahların kullanıldığı yani konvansiyonel olmayan savaşlarda kullanılır. İran ya da Hizbullah ya da Suriye’nin bu tür silahlara sahip olduğuna ilişkin edinilmiş bir bilgi yok. Fakat İsrail sık sık ismi geçen güçlerden konvansiyonel olmayan bir tehdit algıladığını ifade ediyor.

Ortadoğu’nun Irak Savaşı öncesi döneme benzer bir dönemden geçtiği, dolayısıyla bunun yeni bir savaş doğuracağına ilişkin endişelerin en büyük kaynağı ise ABD’nin hamleleri oldu. ABD bilindiği gibi Körfez ülkelerin hemen hepsinde askeri üsse sahip ve Körfez’de şu anda yaklaşık 270 bin asker bulunduruyor. Son 2 yılda ABD Körfez’e yaptığı silah satışlarından ise 25 milyar dolara yakın bir kazanç sağladı. Yeni planı gereğince ABD, silah satışlarının artırılmasına ek olarak Körfez’deki müttefik Arap ülkelerinin orduları ile ortak askeri tatbikatlar düzenleme, Körfez’deki ABD askeri sayısını artırma ve son olarak da en son teknolojiyle üretilmiş füzesavar Patriot füzelerini müttefiklerinin topraklarına yerleştirme kararı aldı. Neden olarak ise ABD basını, Körfez ülkelerinin İran’dan algıladıkları tehdidin boyutlarının arttığını ve bu hamlenin bu ülkeleri İran saldırısına karşı korumak amaçlı olduğunu yazıyor. Körfezin artık İsrail’i değil, asıl tehdit olarak İran’ı gördüğü belirtiliyor.

Tüm bu gelişmelere bakıldığında yeni bir savaş çıkacağı izlenimine kapılmak muhtemeldir. Ancak gelişmeler yüzeysel okunmamalı, söylemlerin ve politikaların altında yatan nedenler değerlendirilmelidir.

Öncelikle İsrail’in tutumunun 2 türlü açıklaması olabilir. İsrail bir süredir üzerinde uluslar arası bir baskı hissediyor. Gazze Savaşı sırasında İsrail’in eylemlerini kınayan ve savaş suçu işlendiğini iddia eden Goldstone Raporu İsrail’in imajını uluslar arası arenada oldukça zedeledi ve İsrail’i yalnızlaştırdı. Ayrıca Avrupa’nın çeşitli başkentlerinde İsrailli generaller ve liderler hakkında tutuklama kararı çıkıyor. Bu atmosferde İsrail barış sürecine yeniden başlamak gerektiği gerçeği ile karşı karşıya bırakılıyor. ABD Özel Temsilcisi George Mitchell ABD’nin bu konudaki kararlılığını teyit etmek için yaptığı bölge ziyaretini henüz tamamladı. Fakat İsrail Filistinlilerle barışın ancak belli tavizler vererek olacağını ve bunların başında yerleşim inşaatına son vermek ve Doğu Kudüs’ün kurulacak Filistin Devleti’nin başkenti olacağını kabul etmek olduğunu biliyor. Dolayısıyla İsrail’in agresifleşmesini barış sürecinden kaçar bir yol sağlamak olduğu düşünülebilir. Yani İsrail zorunlu olarak karşı karşıya bırakıldığı Filistin meselesini arka plana itmeye çalışıyor olabilir. İkinci bir açıklama ise, ki gaz maskesi dağıtımının ardında yatan sebep bu olabilir, İsrail Lübnan ve Suriye ile savaşa girerek İran’ı da bu savaşın içine çekip, İran’ın nükleer tesislerine yapacağı “önleyici” saldırının meşruiyet zeminini hazırlamak istiyor olabilir.

Tüm bunlar değerlendirilirken, sert söylemlerin Ortadoğu ülkelerinde sık görüldüğü üzere, iç politikaya yönelik hamleler olduğunu da göz önünde bulundurmak gerekir. İsrail son zamanlarda iç politikasında çalkantılı bir dönemden geçiyor. İktidardaki bir yılının ardından Netanyahu hükümetinin etkinliği sorgulanıyor. Dışişleri Bakanı Liebermann yoğun eleştirilerle karşı karşıya kalıyor ve İsrail basınında Liebermann’ın ülkenin meşruiyetini kaybetmesine sebep olduğu ve ülkeye zarar verdiği ifadeleri yer alıyor. Ana muhalefet partisi Kadima ile Netanyahu arasında soğuk rüzgârlar dinmiyor. Dolayısıyla İsrail’in bu sert söylemleri, kendi kamuoyunun tepkisini azaltmak için sarf ediyor olması muhtemeldir.

Suriye açısından bakıldığında, İsrail ve Suriye arasındaki düello aslında Ortadoğu siyasetinin rutin bir parçasıdır. İki ülke benzer sözleri sıklıkla sarf ederler fakat 1973’ten bu yana sıcak bir savaşa girişmemişlerdir. Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad, iktidardaki ilk yıllarının aksine babasının pragmatizmini benimsemiş durumdadır. Suriye yönetimi bu gibi radikal söylemleri yeri geldiğinde, ihtiyaç duyduğunda kullanmaktan çekinmemektedir, zira bunlar Esad rejiminin devamlığı için hayatidir. Ayrıca son günlerdeki artan diyalog ile Lübnan üzerinde de etkisini yeniden kazanabileceği sinyalini alan Suriye, kendisini daha güçlü hissetmektedir. Türkiye ile ilişkileri de İran’ın desteğini her zaman arkasında hisseden Suriye’ye dış politikada serbesti sağlamaktadır.

Lübnan hükümetinin tavrı ise Hizbullah’ın ülke siyasetine bakılarak anlaşılmalıdır. Bilindiği gibi Hizbullah 2006 savaşından askeri olmasa da siyasi bir zaferle çıkmıştır. 2009 seçimlerinde Hizbullah’ın içinde bulunduğu 8 Mart ittifakı kazanan taraf olamamış fakat galip gelen 14 Mart İttifakı’nın en güçlü bileşenin lideri Saad Hariri Hizbullah’sız bir kabine kurmayı göze alamamıştır. Hizbullah şu anda etkin bir ana muhalefet partisidir. Dolayısıyla Hariri’nin Hizbullah’ı destekler sözlerine bu çerçevede bakılmalıdır.

Son olarak ABD’nin Körfez bölgesinde askeri varlığını ve kapasitesini artırma çabalarını ise, İran üzerinde kurmak istediği dolaylı bir baskı olarak tanımlamak mümkündür. İran da geçen seneki seçimlerden beri durulmayan karışıklıklar nedeniyle iç politikasında sıkıntılı günlerden geçmektedir. ABD’nin uyguladığı planın zamanlaması, ABD’nin iç karışıklıklarından yararlanarak İran üzerinde baskı kurup, İran’ı dize getirmek istediğini göstermektedir. ABD İsrail-Lübnan-Suriye arasında yaşanan gelişmeler nedeniyle oluşan gerginlikten yararlanmak da istemektedir. Yani ABD’nin bölgede “kontrollü bir gerilim” ortamı yaratmak ve bu vasıtayla hedeflerine ulaşmak istediğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Sonuç olarak barış umutlarının yeniden yeşertilmeye çalışıldığı Ortadoğu’da yeni bir savaş beklendiğine ilişkin kesin bir çıkarım yapmak güçtür. İsrail homojen bir yapı olmadığı ve içinde farklı sesler yükseldiği için, liderlerin agresif açıklamalarını hükümete ya da devlete mal etmek çok doğru değildir. Bilindiği gibi Türkiye ile yaşanan son kriz de Dışişleri Bakanı Yardımcısı Daniel Ayalon ve Dışişleri Bakanı Avigdor Liebermann’ın şahıslarına mal edilerek, İsrail’in sorumlu tutulamayacağı Cumhurbaşkanı Peres dâhil birçok İsrailli lider tarafından dile getirilmiştir. Ayrıca bakıldığında, İsrail’in savaş kararı alması İsrail’de her zaman Başbakandan sonra en önemli 2.adam olan Savunma Bakanı, yani şimdi bu görevi yerine getiren Ehud Barak’ın sözlerinden anlaşılabilir, Dışişleri Bakanının değil. Barak’ın bu yönde bir açıklaması henüz olmamıştır. Tabiki İsrail varoluşuna karşı bir tehdit algıladığında her zaman askeri seçeneği de masada tutan ve buna başvuran bir ülkedir. Fakat şu anda İsrail’in ileriki adımın ne olacağını kestirmek zordur. Yine de bu gelişmeler Ortadoğu’da yeni bir savaş çıkacağına ilişkin çıkarımda bulunmak için yeterli değildir.