Türkiye-İsrail İlişkileri: Durum Değerlendirmesi

Selen Tonkuş, ORSAM Uzman Yardımcısı
Türkiye ve İsrail arasındaki 1990'ların özellikle ikinci yarısında “stratejik” olarak adlandırılmaya başlanan yakın ilişkilerin geleceği son bir yıl içinde ardı ardına yaşanan krizler nedeniyle sorgulanmaya başlandı. Türkiye İsrail’den uzaklaşıyor mu, iki ülke arasındaki stratejik bağlar tarih mi oluyor soruları gündeme oturdu. Dönem dönem böyle krizler yaşanmasına rağmen devamlılık arz eden ilişkiler, esasen 2000'lerin başında bozulmaya başlamıştır. Son dönemde yaşanan krizler, daha çok İsrail’de, dönemsel yani geçici olarak yaşanan bir çıkar uyuşmazlığı ve Türkiye’deki mevcut hükümetin dış politikasına özgü olarak yorumlanıyor. Oysa ki İsrail kurulduğundan bu yana, mevcut hükümetlerin politikalarından çok jeopolitik gereklilikler çerçevesinde gelişen Türkiye-İsrail ilişkileri, bugün de aynı çerçevede seyretmektedir.

Türkiye İsrail’i, Sovyet yanlısı bir devlet olacağına yönelik şüphelerinden dolayı kuruluşundan bir yıl sonra tanımış ve kısa süre içinde diplomatik ve ekonomik ilişkilerini geliştirmiştir. Türkiye ve İsrail bir taraftan iki ülke için de bölgede izolasyon tehlikesi yaratan Arap milliyetçiliğine diğer taraftan da bölgedeki Sovyet etkisine karşı de facto bir ittifakın parçası olmuşlardır. Fakat Türkiye 1950'li yıllarda Bağdat Paktı için Arap ülkelerin desteğini çekmeye çalıştığından İsrail ile tam anlamıyla normal ilişkiler kurmaktan çekinmiştir. Yani 1950 ve 60'larda Türkiye, batı yanlısı fakat her zaman İsrail yanlısı olmayan bir siyaset gütmüştür. Nitekim günümüze benzer krizler bu dönemde de da ikili ilişkileri meşgul etmiştir. Örneğin Sovyet tehdidine karşı oluşturulmasına rağmen Türkiye’nin Bağdat Paktı’na dâhil olması nedeniyle ve 1956 Süveyş Savaşı sırasında ilişkiler kopma noktasına gelmiştir. 

1960'ların ortasında Türkiye hem İsrail’den hem de Batılı müttefiklerinden Kıbrıs konusunda umduğunu bulamayınca çok yönlü bir dış politika uygulamaya karar vermiş, bu çerçevede 1960'ların ortalarından 1980lerin başlarına kadar Arap devletleri ile ilişkilerini iyileştirmiştir. Arap devletlerinin sempatisini kazanmak için çaba sarf ettiği 30 yılın sonunda bu kez de onların Kıbrıs konusunda ve Türk Dış Politika’sının odağı olan diğer meselelerde Türkiye’nin umduğu desteği sağlamaması Türkiye’nin yüzünü İsrail’e döndürmüştür. 1986 yılı, Türkiye’nin kıdemli bir diplomatı olan Ekrem Güvendiren’i Tel Aviv Büyükelçiliğine atamasıyla ilişkilerin düzelmesi için bir fırsat oldu. Fakat 1988 yılında çıkan I.İntifada ve İsrail’in buna yönelik tutumu nedeniyle beklenen yakınlaşma sağlanamadı.  Yine de belirtmek gerekir ki, Türkiye’nin Arap ülkelerine yönelik çaba sarf ettiği 30 yıllık süreçte, Süveyş Savaşı sonrası güçlenen radikal Nasırcı pan-Arap dalga, Türkiye ve İsrail istihbaratları arasında güçlü işbirliği zarar görmeden devam etmiştir. 
 
İlişkilerin 1990'ların ikinci yarısında stratejik olarak adlandırılacak şekilde ilerlemesini sağlayan süreç aslında 1980lerin ilk yarısında başladı. Yani bu dönemde şekillenmeye başlayan bir sonraki 10 yılda yerleşen küresel ve bölgesel dinamikler Türkiye-İsrail stratejik ortaklığının temelini oluşturmuştur. Stratejik ortaklığa zemin hazırlayan ve bölgesel faktör ile iç içe geçmiş küresel faktör, Soğuk Savaş’ın bitiminin ardından oluşan yeni dünya düzeni olmuştur. Bu düzen Körfez Savaşı ile bölgesel düzeyde tezahür etmiş, bu çerçevede Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmak için düzenlenen Madrid Konferansı ve Oslo Barış Süreci, Türkiye’nin İsrail’e yakınlaşması için uygun atmosferi oluşturmuştur. Ayrıca her iki ülkenin tehdit algılamaları da rol oynamıştır. 1980lerin ilk yarısından itibaren, Irak ve Suriye ile GAP projesi nedeniyle başlayan su sorunu ve Suriye’nin PKK ve ASALA’ya verdiği destek nedeniyle Türkiye, bu iki ülkeden tehdit algılamıştır. İsrail açısından tartışmasız bir tehdit unsuru olan Suriye’ ye ek olarak İran da batı karşıtlığı ve radikal rejimini ihraç etme politikasıyla Türkiye ve İsrail’in paylaştığı ortak bölgesel tehditler olmuşlardır. Sonuç olarak 1990ların 2.yarısında üst düzey ziyaretlerin sayısı artmış, 1994’da imzalanan Güvenlik Gizlilik Anlaşması, 1996`da imzalanan Askeri Eğitim ve İşbirliği Anlaşması ve Savunma Sanayii İşbirliği Anlaşması ile ilişkiler stratejik boyut kazanmıştır.  Stratejik ittifak, 1996 Serbest Ticaret Anlaşması ile de teyit edilmiştir. Nisan 1996`da sekiz İsrail F-16 savaş uçağı ilk defa Türk hava sahasında, Konya’da Anadolu Kartalı adıyla eğitim uçuşu gerçekleştirmiştir.

Türkiye-İsrail ilişkileri 2000'den itibaren gerilemeye başlamıştır. Bunun nedeni İsrail ve Türkiye’yi bir önceki on yılda stratejik ortak yapan sistemik dinamiklerin değişimidir. Türkiye’nin komşularıyla tehdit algılaması üzerine kurduğu ilişkiler yapıcı bir değişim geçirmeye başlamıştır. Ayrıca 2000’deki el-Aksa İntifadası ve aynı yıl barış sürecinin sona ermesi de ilişkilerin gerilemesindeki bölgesel nedenlerdir. Şüphesiz küresel anlamda ABD’de iktidara gelen yeni muhafazakâr yönetim, 11 Eylül saldırısı ve ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik sertleşen politikası çerçevesinde başlatılan 2003 Irak işgali İsrail ile Türkiye ilişkilerinin eski konumundan uzaklaşmasının küresel ve bölgesel zeminini oluşturmuştur. Irak Savaşı bu kez Türkiye ile, 1990larda hem Türkiye hem İsrail için ortak ulusal tehdit arz eden, Suriye ve İran’ın ortak tehdit ve çıkar algılamalarına sahip olması gerçeğini doğurmuştur.

Son dönemdeki proaktif dış politikası gereği, Türkiye’nin Hamas, İran ve Suriye ile kurduğu ilişkiler İsrail’in tepkisini çekmiştir. Aslında Türkiye bölgedeki tüm ülke ve gruplara eşit mesafede olma prensibi çerçevesinde İsrail ile de ilişkilerine büyük önem atfetmiş, bu nedenle Suriye ve İsrail arasındaki barış müzakerelerinde arabuluculuk rolü üstlenmiştir. Fakat görüşmeler sürerken İsrail’in Gazze’ye operasyon düzenlemesi Türkiye'nin İsrail'e duyduğu tepkinin artmasına neden olmuştur. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Türkiye’nin Gazze Savaşı’ndan duyduğu şaşkınlığı, "Gazze’ye saldırısından bir gün önce İsrail ve Suriye arasında barış yapılmasına çok yakındık. Bir gün sonra Gazze savaşı başladı” sözleriyle ifade etmiştir ve Gazze Savaşı’nın İsrail-Türkiye ilişkilerinde bir dönüm noktası olduğunu, yaşanan gerginliğin, İsrail’de sanıldığı gibi Türkiye’nin AB’ye üye olamadığı için dış politika eksenini değiştirmesiyle ilgisi olmadığını belirtmiştir.

2009’un Ocak ayında Davos Zirvesi’nde yaşanan krizle Türkiye ve İsrail arasındaki gerginlik açığa vurulmuşsa da bu durum, geçici olduğu düşünüldüğü ve hem İsrail hem Türkiye’de bazı çevreler bunu iç politikaya yönelik bir çıkış olarak değerlendirildiği için fazla ciddiye alınmamıştı. Bundan sonraki kriz 2009’un Ekim ayında yukarda bahsi geçen geleneksel Anadolu Kartalı adlı uluslararası tatbikatın gerçekleşmemesiyle çıkmıştır. Türkiye her ne kadar tatbikatın uluslararası bölümünün ertelenmesinden siyasi bir anlam ve sonuç çıkartılmasının doğru olmadığını ifade etse de, Türkiye-İsrail ilişkisinin itici gücü olan askeri kanadında böyle bir gelişme yaşanması İsrail’de bazı çıkarımlar yapılmasına sebebiyet verdi. İsrail’de ilişkilerin geldiği noktanın sorumlusu olarak Türk Dış Politikası’nın radikal İslamcı bir eksene kayması gösterilmeye başlandı. Bu yorumlar, ilk önce İsrail’in Gazze’ye en son saldırısını ele alan Ayrılık dizisi, ardından İsrail karşıtı sahne ve söylemlere yer veren Kurtlar Vadisi dizisi nedeniyle iki ülke arasında yaşanan gerginliğin İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Daniel Ayalon’un Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisi’ne karşı sergilediği diplomatik olmayan tavır nedeniyle bir krize dönüşmesinin ardından ivme kazandı. Daha da önemlisi, bu yorumlar yalnızca siyasetçiler, akademisyenler ya da medya mensupları tarafından yapılmıyor ve İsrail halkının önemli bir kısmı tarafından da paylaşılıyor. İsrail’de gerçekleştirilen bir ankete göre, tatil turlarının önemli bir kısmını pazarlayan şirketlerdeki Çalışanlar Komiteleri’nin, Davos krizi sonrasında başlattıkları Türkiye "boykotuna" devam ettiği, komitelerin yüzde 72’sinin turlarından Türkiye’yi sildiği belirlendi. İsrail’in Yediot Ahronot gazetesinin internet sitesi Ynet’in haberine göre de Türkiye’den edinilen ancak resmi olmayan bir veriye göre 2009’da 2008’e göre Türkiye’yi ziyaret eden İsrailli turistlerin sayısında yüzde 40’lık bir düşüş gerçekleşti. İsrail kamuoyunun son krize tepkisi ise açıkça İsrail haber sitelerinde yayınlanan ve Türkiye’nin İsrail’e yönelik değişen tutumunu İslamcılık ve benzeri ifadelerle açıklayan makalelerin altına yapılan destekleyici hatta radikal okuyucu yorumlarından görülüyor. Dışişleri Bakanı Lieberman’ın Türkiye’deki Yahudilerin hayatının tehlikeye girdiğini ve Türkiye’de anti-semitizmin yükseldiğini söylemesine ilişkin haberlerin okuyucu yorumları bölümleri de bu tür yorumlara ev sahipliği yaptı.

Görüldüğü gibi İsrail ve Türkiye arasında siyasi boyutta başlayan, ekim ayında askeri boyuta da sıçradığı düşünülen kriz, kültürel boyuta da sıçradı. Bu veriler sonucunda Türkiye ile İsrail “aşkı”nın sona erdiği çıkarımlarının yanında her iki ülkede de hala ilişkilerin askeri boyutunun, ilişkilerin kopmasına engel olacağı ümidi var. Bunun dayanağı ise iki ülkenin savunma bakanlıkları arasındaki ziyaretler oldu. Koltuk krizinin hemen ardından, henüz Ayalon Türkiye’nin beklediği özrü dilememişken, İsrail Savunma Bakanlığı’na bağlı SIBAT (İsrail Savunma Bakanlığı Savunma İhracat Ajansı) Başkanı Udi Şani, Türkiye Savunma Sanayi Müsteşarlığı’na iki ülke arasında askeri teçhizat üretimi ve ithalatı dâhil birçok konunun konuşulduğu bir resmi ziyarette bulundu. Ardından aynı hafta, İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak Türkiye’ye geldi. Hâlihazırda Türkiye ve İsrail arasında, İsrail’den Türkiye’ye 1 milyar doları aşan değerde askeri teçhizat arzına ilişkin kontratlar mevcut. Ayrıca son ziyaretlerin konularından biri de Türkiye’nin İsrail’den 10 tane Heron insansız hava aracı talebi oluşturuyor.

Tüm bu gelişmelerin ardından Türkiye ve İsrail ilişkilerinin geleceği hakkında şunlar söylenebilir. İsrail, Türkiye ile ilişkilerinin bölgedeki güç dengesini derinden etkileyeceğini düşünüyor. Türkiye’nin İran ve Suriye’nin dâhil olduğu bloğa dâhil olmasından duyduğu endişe bu yüzden. Bu sebeple, İsrail, şüphesiz, ulusal güvenliğinin önemli öğelerinden biri olan Türkiye ile ilişkilerini, hele Türkiye’nin bölge ülkeleri ile tarihi ve kültürel bağlarına vurgu yaparak yakın ilişkiler kurduğu bir dönemde, riske edemez. Türkiye açıkça İsrail’den Filistinlilere yönelik tutumunu değiştirmesini ve barış görüşmelerine başlanmasını talep ediyor. Ahmet Davutoğlu, bu durumda Türkiye’nin İsrail’e tutumun değişeceğini söylüyor. Türkiye’nin bu talebine duyarlılık gösterdiği takdirde iki ülke arasındaki buzlar eriyebilir. Yukarda değinildiği gibi, 1990larda Türkiye ile İsrail yakınlaşmasına imkân veren nedenlerden biri de barış süreciydi.

Türkiye de bölgedeki stratejik derinliği olarak gördüğü bölgedeki proaktif politikasına devam etmek istiyor ise, örneğin bunun için Filistin meselesinin çözümünde rol oynamak veya Suriye ile İsrail barış görüşmelerinde arabuluculuk yapmak istiyor ise, İsrail ile ilişkilerini risk atamaz. ABD’nin son krize tepkisi Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Philip Crowley tarafından, “Türkiye ve İsrail bizim iki önemli müttefikimiz. Türkiye'nin Orta Doğu barışıyla ilgili oynadığı aracı role değer veriyoruz ve devamını bekliyoruz”  şeklinde ifade edildi. Bu açıklamadan da anlaşılacağı gibi, ABD İsrail’in yanında Türkiye’ye karşı bir pozisyonda yer almaz. Bunun nedeni tabi ki sadece Türkiye’nin bölge barışında oynadığı rol değil. ABD de İsrail ile bölgedeki güç dengesine ilişkin endişeyi paylaşıyor.

Sonuç olarak, Türkiye ve İsrail ilişkilerinin kopması beklenemez. Fakat bunun nedeni sanıldığı gibi iki ülke arasında var olan “askeri karşılıklı bağımlılığın” ötesindedir.  Ortadoğu bölgesel siyaset sistemine dâhil tüm ülkeler arasındaki ilişkiler gibi Türkiye-İsrail ilişkileri de yerel, bölgesel ve küresel dinamiklerin etkileşimi çerçevesinde belirlenmektedir. Yani İsrail kurulduğundan bu yana, ilişkiler iki ülkenin iç siyaseti, dış politika tavrı ve iç meselelerinden etkilenmiştir fakat bu etki bölgesel ve uluslararası sistemin süzgecinden geçerek ikili ilişkilere etki etmiştir. Günümüzde stratejik ilişkinin krizlerle sarsılmasının nedeni de yalnızca mevcut hükümetlerin tavrı gibi iç siyasi dinamiklerle açıklanamaz, ilişkilerin geleceği de yalnızca bu seviyeye bakılarak kestirilemez. 1990lardaki sistemik faktörlerin değişime uğraması ile iki ülke arasındaki ilişkiler eski istikrarını kaybetmiştir fakat bölgesel ve uluslararası sistem Türkiye ve İsrail ilişkilerinin kopacağına da işaret etmemektedir.