ABD'deki Seçim Mevsiminde Ortadoğu'daki Türk-Amerikan Uzlaşmasının Sınırları

Doç. Dr. Tarık Oğuzlu, ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Uluslararası Antalya Üniversitesi
George W. Bush'un başkanlık dönemi ile kıyaslandığında, Obama dönemindeki Türk-Amerikan ilişkilerinde bir iyileşme gözlenmektedir. Aralık 2010'da baş gösteren sözde Arap Baharı'ndan bu yana, ikili ilişkilerdeki olumlu hava daha da çok ivme kazanmıştır. Bugün,  Suriye'deki kriz, Arap Baharı'nın genel dinamikleri, balistik füze savunma sistemi, büyük Avrasya bölgesindeki enerji politikası, küresel terörizmle mücadele, NATO'nun dönüşümü vb. konularda Ankara ve Washington benzer düşünceleri paylaşmaktadırlar.      
 
İsrail konusunda ise, Ankara ile Washington birbirlerine yönelik tarafsız bir tutum sergilemektedirler. Mayıs 2010'daki Filo krizi sonrası Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkiler düzeldiği takdirde ABD yönetimi bundan kesinlikle memnuniyet duyacaktır ama şu ne Ankara ne de Washington Türk-İsrail ilişkilerinde başarılı bir radikal adım atılması noktasında umutludur. Her ne kadar Obama'nın Netanyahu'nun politikalarını eleştirdiği biliniyor olsa da, görünüşe bakılırsa Obama seçim mevsiminde İsrail'in politikalarına sert eleştiriler getirme konusunda oldukça tereddütlüdür. İsrail'in İran nükleer tesislerine karşı tek taraflı önleyici saldırı girişiminde bulunmasını engellemek için Obama'nın büyük bir çaba gösterdiği ortadadır; zira böylesi bir saldırı, artan petrol fiyatlarıyla birlikte bölgesel ve küresel düşmanlıklara ve çatışmalara yol açacak ve büyük bir ihtimalle hassas Amerikan ekonomisini yerle bir edecektir. Aynı zamanda Netanyahu'nun da Obama'ya karşı Cumhuriyetçi adayları desteklediği ve seçim mevsiminde Obama'nın barış yanlısı görünümüne katkıda bulunmak maksadıyla İran'a karşı herhangi bir askeri yola başvurabileceği tahmin edilmektedir.      
 
Öte yandan, Ortadoğu'da yükselen dinamikler yakın gelecekte Türkiye'yi İsrail'e yakınlaştırma ihtimali taşıdığından, Türk liderler, İsrail ile ilişkilerdeki kriz seviyesini çok ileriye götürmeme konusunda son derece dikkatli davranmaktadırlar. Son zamanlarda Türkiye'nin, Esad yönetimindeki Suriye, Maliki yönetimindeki Irak ve Ahmedinejad yönetimindeki İran ile ilişkilerindeki soğuma, ortaya çıkan reel politik etkenler de dikkate alındığında Türkiye ve İsrail'i bir kez daha birbirlerine yakınlaştırabilir.    
 
Ancak, Türkiye ve ABD'nin birbirleriyle anlaşmazlık içinde göründüğü iki özel konu vardır. Bunlardan ilki Irak'ın iç siyasetinde hangi tarafın destekleneceği hususunda taraflar arasında söz konusu olan görüş ayrılığıdır. Bir taraftan Ankara Irak Başbakanı Maliki'nin mezhepsel ve otoriter politikaları konusunda büyük bir tedirginlik duyarken ve bu bakımdan Sunni ve Kürt gruplara destek olmaya çalışırken; diğer taraftan ABD Maliki'nin hem Irak'ı bir arada tutabilecek, hem Irak'taki İran etkisini kontrol edebilecek, hem Washington ve Tahran arasında tampon görevi üstlenebilecek ve hem de işgal sonrası Irak'ta ABD varlığının meşru görünmesine yardımcı olabilecek en uygun ve kabul edilebilir Iraklı Şii lider olduğunu düşünmektedir. Sadr'ın Amerika karşıtı ve İran yanlısı tutumu göz önüne alındığında, ABD için Maliki çok daha iyi bir seçenektir. Öte yandan Türkiye'ye göre Maliki’nin bölgesel politikaları ile İran'ınkiler arasında benzerlikler vardır ve Maliki Sunniler ile Kürtler pahasına ülkenin tamamı üzerindeki hakimiyetini güçlendirmeye çalışmaktadır. Maliki'nin Esad'a olan desteği İran'ın bölgesel öncelikleri ile aynı doğrultuda iken, Türkiye'nin Esad'ın görevi bırakması için yapmakta olduğu çağrılar ortadadır.             
 
Görünüşe bakılırsa Türkiye ile ABD'nin arasını bozan bir başka husus şudur: Türkiye İran'la olan ekonomik işbirliğini İran ve Batı arasındaki herhangi bir askeri çatışma sonucu ortaya çıkacak bozuşmalardan kurtarmaya çalışmakta ama ABD'nin İran’ın nükleer politikası hakkında giderek setleşen tutumu bunu zorlaştırmaktadır. Ancak şu kesindir ki, Ortadoğu'daki Türk-İran rekabeti Arap Baharı sürecinde artış gösterse de Türk yöneticiler, İran ve Batı arasındaki nükleer krizin askeri olmayan yöntemlerle çözülmesinin ve İran'ın meşru bir aktör olarak bölgesel ve küresel siyasi düzene yeniden katılmasının hâlâ mümkün ve uygun olacağını düşünmektedirler.