Davutoğlu Suriye’de: Sonun Başlangıcı

Hasan Kanbolat, ORSAM Başkanı
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 6 Ağustos Cumartesi günü Suriye’ye “sabrımız taşıyor” mesajı verdi. Erdoğan, “Mesajlarımız artık kendilerine kararlı bir şekilde iletilecektir. Bundan sonraki süreç verilecek cevaba ve uygulamaya göre şekillenecektir. Çünkü, Suriye konusunu bir dış mesele olarak, bir dış sorun olarak görmüyoruz. Suriye meselesi bizim bir iç meselemizdir. Çünkü, bizim Suriye ile 850 km sınırımız var. Akrabalık, tarih, kültür bağımız var. Dolayısıyla, burada olup bitenler asla bizim seyirci kalmamızı fırsat vermez. Tam aksine, oradaki sesleri duymak zorundayız. Duyuyoruz ve gereğini yapmak zorundayız” dedi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu sıcak gelişmeleri görüşmek üzere 9 Ağustos Salı günü Suriye’ye gidiyor. 7 Ağustos’da Esad’ın Siyaset ve Medya Danışmanı Dr. Bouthina Şaban’dan Ankara’ya sert bir yanıt geldi. Şaban, “Eğer, Davutoğlu Suriye’ye sert bir mesaj iletecek olursa sivillere, ordu ve polis üyelerine karşı silahlı terörist grupların acımasızca öldürmelerini ve cinayetlerini kınamayan Türkiye’nin tutumu konusunda daha sert bir yanıt alır” dedi.
  Suriye üzerine yapılan açıklamalarda Türkiye, Fransa ve Rusya Federasyonu’nun pozisyonuna dikkat edilmelidir. Üç ülkenin de açıklamalarında sertleşme var. Türkiye ile Suriye, Osmanlı Devleti devrinde (1516-1918) yaklaşık 400 yıl aynı devlet çatısı altında yaşadı. Ancak, Osmanlı Devleti öncesi de Hititlerden Anadolu Selçuklularına kadar her zaman aynı devlet çatısı paylaşıldı. Fransa ise sömürge devrinden (1921-46) beri Suriye ve Lübnan siyasetinde, kültürel yaşamında ve ekonomisinde etkin bir güç. Bölgedeki Hıristiyan Arapların koruyucu gücü. Rusya Federasyonu ise Soğuk Savaş yıllarından beri Suriye ile özel ilişkilere sahip.
  Suriye’de mart ayında spontane başlayan olaylar orantısız güç kullanılarak bastırılınca ülke kan gölüne döndü. Esad yönetimi ne yapmak istiyor? Suriye’de ekonomik reformları gerçekleştiren liberal kadrolar siyasi reformların da yapılmasının gerekliliğini vurguluyorlardı. Ancak, Suriye’de siyasi reformların yapılması demek Esad ve -nüfus olarak azınlıkta olan- Alevi-Nusayri iktidarının kendi isteği ile sona ermesi demekti. Bu durum intihar olacağı için Suriye’de siyasi reformların yapılması imkansızdı. Bundan dolayı Suriye’de mart ayında olayların başlamasıyla birlikte rejim kendini korumak için birkaç ay içinde liberal kanadı tasfiye etti. Örneğin, Türkiye’ye Büyükelçi olarak gelmesi beklenilen ve ekonomik reformların mimarı eski Başbakan Yardımcısı Abdullah al-Dardari Lübnan’a yerleşmek zorunda kaldı. Beyrut’ta BM’de çalışmaya başladı. Esad’ın Batılı yüzü olan Samir al-Taqi Dubai’ye yerleşerek kendi düşünce merkezini kurdu. Böylece, son birkaç ay içerisinde Suriye’de ordu ve bağımsız birimlerden oluşan derin devlet iktidarı tamamen ele geçirdi. Ordu ve derin devlet ilk aşamada mezhep çatışması (Sünni-Alevi Nusayri) çıkarmayı amaçlıyor. Bunun için Sünni yerleşim yerlerinde şiddet uygulamaya başlandı. İkinci aşama, mezhep çatışması sonrasında olaylara Hıristiyan Arapları çekmek ve Sünni Arapların Hıristiyanlara karşı şiddet uyguladığına dünyayı inandırmak. Üçüncü aşama, Hıristiyan azınlığın Batı’ya zorunlu göçünü önlemek için siyasi ve ekonomik reformlara devam edeceğini belirten Şam’a Batı’nın kerhen desteğini almak. Dördüncü aşama, Batı’yı ‘Esad’a rağmen Esad ile birlikte’ yaşamaya zorlamak.
  Bu planda birkaç yanlış var. Birincisi, Soğuk Savaş döneminde yaşamıyoruz. 1982 Hama Katliamı sırasındaki Soğuk Savaş dengeleri şimdi yok. İkincisi, Arap Baharı Suriye’ye sıçradı. Suriye halkı ‘sonsuza kadar Esadlarla yaşamak’ seçeneğine karşı çıkıyor ve kararlı biçimde sokağa çıkmaya devam ediyor. İsyanın gücü orantısız güç kullanımıyla kırılamıyor. Suriye, baharını yaşamak istiyor. Üçüncüsü, düzeni sağlamak için ve oyun içinde oyun oynamak için şiddeti sürdürebilmek günümüz dünya koşullarında imkansız. Bu nedenle Şam, tehditler savuracağına, mevcut baskıcı rejiminde sonun başlangıcında olduğunun farkına varmalıdır.