İsrail’in Lübnan Harekâtı: Askerî Kazanımları Aşan İstihbarat Başarıları
Giriş
7 Ekim 2023’te gerçekleşen saldırı sonrasında başlayan ve Gazze’de hâlen devam eden İsrail harekâtı, henüz burada savaşın açıklanan amaçlarına ulaşamamıştır. 1 Ekim 2024’te başlayan Lübnan’ın güneyine yönelik kara harekâtında ise sahada belirgin bir ilerleme gözlemlenmemesine karşılık, İsrail ile Hizbullah arasında ekim ayı sonu itibarıyla diplomatik çözüm için kapının aralandığına yönelik haberlerde artış gözlemlenmektedir. Gazze ve Lübnan sahalarının kendisine özgü şartları olmakla beraber İsrail’in iki cephede savaştığı iki örgüt arasında kapasite açısından da ciddi farklar bulunmaktadır. Lübnan’ın güneyindeki harekâtı için daha kısıtlı amaçlar belirleyen İsrail’in eylül ayı ortası itibarıyla Hizbullah’a verdiği tahribat, ekseriyetle istihbari faaliyetlerle lider kadrosunun hedef alınması ve güçlü istihbarata dayalı hava harekâtlarından kaynaklanmaktadır. İsrail’in karadan ilerlemesine bakıldığında ise bir aylık sürede katedilen mesafenin kısıtlı olduğu ifade edilebilir. Bu noktada bölgesel güvenlik denklemi ve doğrudan İran’dan kaynaklanan tehditle oluşan risk çeşitliliği, İsrail adına zorlayıcı şartlar oluşturmaktadır. Yakın zamanda diplomatik çözüme ulaşılmasından bağımsız olarak önümüzdeki yıllarda, İsrail’in Tahran-Beyrut bağlantısını kesmeye yönelik faaliyetlerinin artması muhtemel görünmektedir. Bu ise İsrail’in tehdit algıladığı İran destekli yapılara yönelik kapsamlı bir askerî faaliyetin olası ön hazırlığı olarak değerlendirilmektedir.
İsrail’in Hizbullah Angajmanı: Aşamaları ve Riskleri
İsrail’in Lübnan’da yürüttüğü kara harekâtının birinci ayına yaklaşırken ordunun kuzeyde güvenli bölge oluşturmaya çalıştığına yönelik stratejisi giderek belirginleşmektedir. Şu ana kadar Lübnan’ın güneyine yönelik İsrail’in stratejisinin dört ana aşaması olduğu gözlenmiştir. İlk aşama; 8 Ekim 2023 itibarıyla Hizbullah’ın özellikle lider kadrosunun hedef alınması ve istihbari çalışmalara ağırlık verilmesidir. Bu aşamada İsrail, örgütün kapasitesini hedef alırken topyekûn bir çatışmadan kaçınılması adına hassasiyet göstermiştir. İkinci aşama; 17-18 Eylül 2024 tarihinde gerçekleşen ve ilk aşamada hazırlığı yapılan çağrı cihazı saldırılarını takip eden süreçtir. Bu süreç 1 Ekim’de İsrail’in kara harekâtının başlamasına kadar devam etmiştir. Bu aşamada, 7 Ekim’den sonra Hasan Nasrallah da dâhil olmak üzere lider kadrosuna yönelik suikastlarda ciddi bir ivme gözlemlenmiştir. İsrail içine bakıldığında ise ikinci aşamanın zamanlaması, savaş kabinesindeki en önemli anlaşmazlıklardan birisi olmuştur. Keza eski genelkurmay başkanları ve Ulusal Birlik bünyesinde ortak siyaset yürüten Benny Gantz ve Gadi Eisenkot’un önerdiği plana göre acilen rehinelerin dönüşünün sağlanması ve İsrail ordusunun yönünü kuzeye dönmesi önerilmiştir. Gantz ve Eisenkot, savaş kabinesinden istifa ederken yaptıkları açıklamalarda Başbakan Binyamin Netanyahu’nun kendi siyasi çıkarları uğruna Şubat 2024’ten beri başlaması için çağrı yaptıkları Refah harekâtını bilinçli olarak ertelediğini iddia etmişlerdir. Bu doğrultuda Hamas’ın, İsrail ordusunun Gazze’den tamamen çekilmesine yönelik isteğinin karşılanabileceğini ve gerekirse ordunun bölgeye tekrar dönebileceğini iddia eden Ulusal Birlik temsilcilerinin tavsiyeleri Netanyahu tarafından kabul görmemiştir. Dahası Netanyahu’nun rehine pazarlıklarına direndiği hatta bunları zaman zaman baltaladığı, Eisenkot ve Gantz’ın, hatta ordunun baskılarına duyarsız kaldığı anlaşılmaktadır. Netanyahu’nun kendi stratejisini ön plana çıkardığı ortamda, Lübnan’a yönelik harekâtın ertelenmesini gerektiren bir başka neden ise Gazze’deki çatışmaların en hararetli döneminin atlatılmasına duyulan ihtiyaç olarak değerlendirilmektedir. İfade edildiği üzere Philadelphi Koridoru’nun kontrol edilmesi burada kritik bir dönemeç olarak görülmektedir.
İsrail ikinci aşama ile beraber Hizbullah’ın içine düştüğü karmaşadan istifade etmiş, hedef gözeterek düzenlediği saldırılara hız vermiştir. Bu aşamada, yaklaşık iki hafta içinde Nasrallah da dâhil olmak üzere düzenlenen yüksek profilli saldırılar şu şekildedir:
- 20 Eylül 2024’te Hizbullah Operasyonlar Birimi Radwan Güçleri Komutanı, İbrahim Akil’in öldürülmesi
- 24 Eylül’de, Hizbullah’ın füze ve roket biriminin başındaki İbrahim Muhammed Kubeysi’nin (Ebu İsa), Beyrut'ta gerçekleştirilen hava saldırısıyla öldürülmesi,
- 26 Eylül’de, Hizbullah’ın hava birimi komutanı Muhammet Hüseyin Sarur’un, Beyrut, Dahiye’de öldürülmesi
- 27 Eylül’de, Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın, beraberindeki Cihad Konseyi Üyesi Ali Karaki ile Dahiye’de öldürülmesi
- 30 Eylül 2024’te, Şura Konseyi Üyesi ve Önleyici Güvenlik Birimi yetkilisi Nabil Kavuk’un (Nabil Kauk) öldürülmesi
Üçüncü aşama ise 1 Ekim 2024’te İsrail’in, Hizbullah’a yönelik “Gazze’deki harekâta göre daha kısıtlı amaçları olduğu” ifade edilen kara harekâtı ile başlamıştır. Ancak bu açıklamadaki çerçevenin nihai olmadığı, harekâtın ilerleyen aşamalarındaki gelişmelere göre amacın revize edilmesi muhtemel görünmektedir. Keza Hizbullah’ın Litani Nehri’nin kuzeyine itilmesinin mümkün olup olmadığı hâlen belirsizliğini korumaktadır. Zira örgüt, yaşadığı tahribata rağmen İsrail ordusuna kayıp verdirecek kapasitesini korumaktadır. Diğer yandan lider kadrosunda yaşanan kayıpların telafisi adına Devrim Muhafızları tarafından kurmay kapasite transfer edilmekte Suriye üzerinden lojistik destek devam etmektedir. Bunun sonucu olarak İsrail Suriye sahasında da saldırılar gerçekleştirmekte, Beyrut Havaalanı baskı altına alınmakta, bazı uçakların girişine müdahale edilmektedir. Ancak bu saldırıların, lojistik hatları kesmek adına yeterli olmadığı ifade edilebilir.
Lübnan’daki Kısıtlı İlerleme ve Diplomatik Çözüm Çıkışları
İstihbari faaliyetler ve hava saldırıları devam ederken Lübnan’ın güneyine yönelik başlatılan kara harekâtında, Metula, Misgav Am ve Kfar Giladi’den başlanarak Rosh Hanikra’dan Metula’ya kadar hemen hemen bütün sınır hattındaki stratejik noktalardan Lübnan’a girilen bir strateji izlenmektedir. Kontrol altına alınan sınırdaki köylerde sivillere ait meskenler ve diğer sivil altyapının İsrail ordusu tarafından tümüyle tahrip edildiği gözlemlenmektedir. İddialara göre bunun iki istisnası Hristiyan köyleri Alma eş-Şaab ve Rmaych olmuştur. Söz konusu tahribat, İsrail’in burada bir güvenli bölge tesis etmek istediği yönündeki iddiaları teyit etmektedir. Diğer taraftan, bölgeye sivillerin dönüşünün önüne geçilmekte ve çatışma şehir savaşı konseptinin dışına taşınmaktadır. Dolayısıyla İsrail’in Hizbullah’a yönelik keşif ve gözlem faaliyetlerinin kolaylaştırılması, örgütün mobilizasyon kabiliyetlerinin zayıflatılması da mümkün olmaktadır. “Dahiye” ya da Gadi Eisenkot tarafından geliştirilmesine istinaden “Eisenkot Doktrini” olarak anılan doktrine göre hasımların caydırılması adına orantısız güç kullanılması, bu çerçevede sivil altyapının da hedef alınmasını ön görülmektedir. Sınır hattında ve Lübnan’a yönelik hava harekâtlarındaki tahribata bakılarak bu doktrinin parametrelerinin de sahada aktif olarak uygulandığı ifade edilebilir.
Diğer yandan yaklaşık bir aydır devam eden kara harekâtının hâlen çeperlerde devam ediyor olması oldukça dikkat çekicidir ki karadan ilerleme 3-5 km civarında gerçekleşmiştir. Dahası Hizbullah sınır eksenindeki ilk savunma hattında kayda değer bir direniş göstermemiş ve büyük oranda merkeze doğru çekilmiştir. Dolayısıyla İsrail ordusunun, henüz karadan merkeze derinlemesine ilerlemediği şartlarda, Hizbullah’ın asıl asimetrik kapasitesi ile henüz yüzleşmemiş olması önemli bir ayrıntıdır. Bunlara ek olarak örgüt hâlen Tel Aviv’e kadar olan geniş bir sahaya yönelik özellikle Hayfa ve Celile üzerinde baskı oluşturan füze, roket ve drone kapasitesini sergileyebilmektedir. Bu durum esasen ekim ayı sonu itibarıyla İsrail tarafından “diplomatik çözüm” yönündeki haberlerin yeniden gündeme gelmesiyle daha anlamlı hâle gelmektedir. 30 Ekim'de Baalbek'te yaşandığı gibi İsrail’in şiddetli saldırılarla Hizbullah'ı ateşkes koşullarını kabule zorlamaya çalıştığı görülmektedir. Bu süreçte, sivil altyapıya verilen hasar üzerinden Hizbullah’a yönelik toplumsal tepkilerin artması hedeflenmektedir. Böylelikle yalnızca Lübnan siyasetinde değil aynı zamanda Şii toplum nezdinde de örgütü zayıflatma amacı güdülmektedir. Keza hâlihazırda büyük bir ekonomik krizin yaşandığı Lübnan’da, savaşın getireceği ekstra yükün önümüzdeki süreçte çok daha fazla hissedilir olacağı açıktır.
İsrail-İran Doğrudan Yüzleşmesinin Etkileri
İsrail ve İran arasında nisan ayındaki yüzleşmeden sonra ekim ayında yenilenen doğrudan çatışmalar, Tahran adına angajman kurallarının değişip değişmediği konusunda soru işaretlerini sonlandırmıştır. İsrail adına gerginlik tırmandırma üstünlüğünün muhafazası kritik bir husus olsa da çatışmaların karşılıklı olarak neden olduğu tahribata bakıldığında İran’ın daha fazla aşama kaydeden taraf olduğu değerlendirilebilir. İran’ın asimetrik savaşı inşa ederken odaklandığı avantajlardan birisi savunmayı saldırı unsurları üzerine inşa etmesidir. Bu durum hasımlarının saldırılarında bir zayıflığa neden olmaktadır. Bu doğrultuda İsrail’in İran’a dönük saldırılarının başarılı olması şaşırtıcı görülmemektedir. Keza gerek askerî gerekse de sivil kayıpların her iki toplumda neden olduğu hassasiyetin seviyesi de farklıdır. Sonuç olarak 1 Ekim ve 26 Ekim’de gerçekleşen karşılıklı saldırıların İran’daki ve İsrail’deki yansımaları birbirinden farklıdır. İran’ın nisan ayında gerçekleştirdiği sofistike saldırıda -batılı ülkelerin de İsrail’e hava savunma desteği vermesiyle- dronelar ve seyir füzelerinin büyük çoğunluğunun önlenmesine karşılık Nevatim’in balistik füzelerle vurulması, İsrail hava savunmasındaki zafiyetlere dair ilk işaretleri vermiştir. Esasen bu saldırı hem İran’ın füze teknolojisinin İran’a ulaşması hem de kısmen hava savunmasını geçebilmesi itibarıyla askerî denge açısından önemli bir referans, İran’ın doğrudan İsrail’e saldırması bağlamında da siyasi açıdan önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu durum iki önemli hususun altını çizmektedir; ilki İsrail ve ABD’nin artık İran’ın doğrudan İsrail’e saldırmasına mâni olamadığı, ikincisi ise Tahran’ın bölgede edindiği kapasitenin kendisine bu özgüveni sağlamış olmasıdır.
İsrail’in istihbarat alanındaki kabiliyetleri, ekim ayına kadar geçen sürede İran’a karşı psikolojik üstünlük sağladığı alan olmuştur. 31 Temmuz’da, Tahran’da gerçekleşen İsmail Haniye suikastı İsrail adına bu alanda en yüksek profilli saldırılardan birisidir. 1 Ekim’e gelindiğinde ise nisan ayındaki çatışmanın ikinci aşamasına geçilmiş İran, İsrail’i 180 balistik füzeyle hedef almıştır. Nisan ayında az sayıda füzenin Nevatim Üssü’nü vurmuş olmasına karşılık, ikinci saldırı İsrail’in hava savunma sistemlerini etkili bir biçimde satüre etmiş ve çok sayıda uzun menzilli balistik füze Nevatim ve Tel Nof üslerinin yanı sıra Tel Aviv’de Mossad Karargâhı yakınlarını vurmuştur. Sonuç olarak İsrail’in hava savunma şemsiyesinin aşıldığına dair görüntüler saatler içinde dünyaya servis edilmiştir. Burada kritik hususlardan birisi de Arrow Hava Savunma Sistemlerinin etkinliğinin ve popülaritesinin de bu durumdan olumsuz etkilenmesi olmuştur. Bu durumun, İsrail'in İran'dan gelebilecek muhtemel saldırılara karşı savunma zafiyetlerini de gözler önüne serdiği değerlendirilmektedir. Buna bağlı olarak İsrail'in 26 Ekim'deki karşı hamlesini çok daha dikkatli bir hesaplamayla gerçekleştirdiği düşünülmektedir. Nitekim 13-14 Nisan 2024’te, İran’ın, İsrail tarafından Şam’daki konsolosluğunun vurulmasına cevaben yaptığı saldırıya yalnızca 5 gün sonra cevap veren İsrail, çok daha kapsamlı tahribata neden olmasına karşılık 1 Ekim’deki saldırıya cevabını bir aya yakın bekletmiş ve başta füze savunma sistemleri olmak üzere Tahran ve İlam’daki hava savunma sistemleri ve füze üretim tesisleri gibi kritik askerî altyapıları hedef almıştır. Saldırının, F-35 savaş uçakları da dâhil olmak üzere son derece gelişmiş sistemlerle düzenlendiği ve hedeflerin hassasiyetle seçildiği açıklanmıştır.
Bu gelişmelerle birlikte İsrail’in nitelikli askerî üstünlüğü teyit edilmiştir. Ancak İsrail’in bu kapasitesi, 7 Ekim öncesinde de bütün taraflarca bilinen bir husustur ve yaşanan gerginlik çerçevesinde İran’ın derinliklerinin vurulması gibi sonuçları tahmin edilebilmiştir. Öte yandan İran’ın özellikle 1 Ekim saldırısı ve İsrail’in hava savunma sistemlerini etkin bir şekilde aşabilmesi yeni bir gerçekliktir. Gelişmelerin daha açıklayıcı bir değerlendirmesi, “İran’ın kapasitesi ile İran’ın algılanan kapasitesi” ya da “güç dengelerine dair gerçeklik ile algı arasındaki makasın daralması” şeklinde yapılabilir.
Sonuç
7 Ekim 2023'te başlayan ve Lübnan Hizbullahı’nı da içine alarak bölgesel bir nitelik kazanan savaş, 7 Ekim öncesi genel olarak fark edilmese de bölgedeki çatışmasızlık denkleminin kırılganlığını ve tarafların stratejik zafiyetlerini ortaya koymuştur. İsrail’in ulusal güvenliği bağlamında 7 Ekim öncesindeki güç dengesi değerlendirilecek olursa Hizbullah başta olmak üzere İran destekli devlet dışı aktörlerin kapasitesinin Tel Aviv’in tahammül edebileceğinden ötesine geçtiği bir gerçektir. Ancak o dönemin şartları, İsrail’in Ortadoğu’da derinlemesine nüfuz kazanan bu aktörlere karşı kapsamlı bir harekâta girişmesi adına şartların uygun olmadığı yönündeki kanaati güçlendirmiştir. Hem İsrailli güvenlik otoritelerinin açıklamaları hem de yıllardır süren ordunun hazırlıkları, 2023 yılında değilse de bölgede İsrail’in bu aktörlere karşı bir inisiyatifini zorunlu kılmıştır. 7 Ekim saldırısı ise müteakip gelişmelerle birlikte böylesi bir hamlenin erkene alınmasını gerektirmiştir. Dolayısıyla İsrail’in Hizbullah’a yönelik angajmanını da olgunlaşmayan şartlarda yapılması gereken bir hamle olarak görmek mümkündür. Nitekim 28 Ekim sonrasında, İsrail ordusunun Lübnan sınır hattı boyunca hâlen 5 km civarında ilerlediği vaziyette, İsrail tarafından gelen “ateşkes için alan açıldığı” minvalindeki ifadeler de bunu teyit etmektedir.
İsrail’in başarılarının sahadaki muharebelerden daha çok son derece sofistike istihbarat operasyonlarından ve bunlara yaslanan hava harekâtlarından kaynaklandığı ifade edilebilir. Hizbullah’ın özellikle üst düzey lider kademesinin hedef alınması örgüt üzerinde ağır bir baskı yaratmıştır. Lübnan sahasında bu kabiliyetleri sayesinde İsrail, Hizbullah’ın kapasitesini önemli ölçüde zayıflatmıştır. Dolayısıyla kara harekâtının birinci ayı dolarken İsrail’in Hizbullah’a yönelik operasyonlarında asıl başarının istihbari üstünlükten kaynaklandığı, kara harekâtının ise sınırlı ilerleme kaydettiği ifade edilebilir. Ancak önümüzdeki süreçte bir diplomatik çözüm olacaksa da bunun bölgedeki gerginliği bitirmeyeceğini düşünmek için eldeki verilerin yeterli olduğu ifade edilebilir. Özellikle savaş sonrası sürecin, Tahran-Beyrut hattında ardıl saldırılara gebe olduğu değerlendirilmektedir.