Kudüs'teki "Camp David'den Bugüne Barış Müzakereleri" Toplantısından Notlar ve Gözlemler
Selen Tonkuş Kareem, ORSAM Ortadoğu Uzman Yardımcısı, selentonkus@orsam.org.tr
İsrail ve Filistinlilerin ortak yürüttükleri tek düşünce kuruluşu olan Kudüs merkezli Israel-Palestine Center for Research and Information (İsrail-Filistin Araştırma ve Bilgi Merkezi), Alman Kalkınma Ajansı Ramallah Şubesi ve Konrad-Adenauer Vakfı Ramallah Şubesi'nin katkılarıyla, 19 Ekim 2010 tarihinde Kudüs'te bulunan Ambassador Hotel'de "From Camp David 2000 Until Today Israeli-Palestinian Negoatiations: Insights and Lessons Learned" (Camp David 2000'den Bugüne İsrail-Filistin Barış Görüşmeleri: Alınan Dersler ve Görüşler) başlıklı bir panel düzenledi. Panel, Alman Kalkınma Ajansı Ramallah Şubesi Başkanı Rudolf Rogg, Konrad-Adenauer Vakfı Ramallah Şubesi Başkanı Felix Dane ve İsrail-Filistin Araştırma ve Bilgi Merkezi Eş Başkanı Hanna Siniora'nın açılış konuşmalarıyla başladı. ORSAM Ortadoğu Uzman Yardımcısı Selen Tonkuş Kareem'in dinleyici olarak katıldığı panelde genel olarak İsrail-Filistin barış görüşmelerinin tarihi, geçtiğimiz ay yeniden başlatılan müzakereler ve gelecek hakkında öngörüler ele alındı. Üç bölüm halinde gerçekleştirilen panelin birinci bölümünde ilk olarak "The Truth About Camp David" (Camp David Hakkındaki Gerçek) kitabının yazarı ve el Cezire muhabirlerinden olan Clayton Swisher, Camp David Görüşmelerinin arka planında neler olduğu ve görüşmelerin başarısız olmasının nedenlerini değerlendirdi. Swisher Camp David'in başarısızlığını Arafat'ın müzakere masasını terk edişi olarak yansıtan yaygın görüşü eleştirdi. Müzakerelerde bizzat bulunan bir kişi olarak, Camp David'ten dünyaya yansıyan görüntünün ABD Başkanı Bill Clinton ve İsrail Başbakanı Ehud Barak'ın Filistin Kurtuluş Örgütü temsilcisi Arafat'ı masaya dönmeye ikna çabaları olduğunu fakat görüşmelerin arka planının çok farklı olduğunu söyledi. Camp David'te asıl hatayı ABD'nin tarafsız bir arabulucu olmamasına, İsrail-yanlısı bir tutumda olmasına bağlayan Swisher, ABD'nin asla dürüst bir arabulucu olamayacağını söyledi. ABD'nin Ortadoğu Özel Temsilcisi George Mitchell'in son derece ılımlı ve profesyonel bir yaklaşım ile görevini yaptığını fakat arka planda dış politikanın Dennis Ross gibi şahinler tarafından yürütüldüğünü söyledi ve Başkan Obama ve ekibi için "Bush-2" benzetmesini yaptı. Son olarak Clayton Swisher, iki devletli bir çözüm için tüm umudunu yitirdiğini, tek mantıklı çözümün tek devlet olduğunu düşündüğünü belirtti. Swisher'den sonra söz alan Peres Center for Peace Genel Direktörü ve 1993 Oslo Barış sürecinde İsrail müzakere ekibinin üyesi olan Ron Pundak, öncelikle Oslo sürecini anlattı. Pundak, Oslo'da 4 ay süren resmi olmayan müzakerelerde İsrail Başbakanı Rabin ve Devlet Başkanı Peres'in Filistin Kurtuluş Örgütü'nün beklediklerinden çok daha ılımlı olduğunu gördükleri ve barış için gerçek bir ortağa sahip olduklarını düşünmeleri üzerine resmi görüşmelere geçildiğini ifade etti. Resmi görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanması nedeniyle herkesin Oslo sürecini eleştirdiğini belirten Pundak, Oslo'nun çok önemli bir başarıya imza attığını, ilk defa iki tarafın birbirlerinin ulusal haklarını tanıdıklarını belirtti. Daha sonra Oslo'dan bu yana iki tarafında yanlışlar yaptığını ifade eden Ron Pundak, İsrail'in tüm hükümetlerinin paylaştığı iki temel hatayı ortaya koydu. İlkinin yerleşim inşaatlarına devam ederek, Filistinlilere barış konusunda ciddi olmadıkları imajının verilmesi ve diğerinin de İsrail'in hiçbir zaman resmen 1967 sınırlarını temel aran, Kudüs'ün paylaşılmasını ve mülteciler sorununu çözmeyi öngören bir çerçeve içinde müzakere yürüttüğünü açıklamaması, bunu bir hükümet politikası olarak beyan etmemesi olduğunu belirrti. Filistin tarafının hatasını ise terörist faaliyetler olarak ortaya koyan Pundak, bunun şiddet konusunda paranoyası olan İsrail halkına çok olumsuz bir mesaj verdiğini ifade etti. Camp David görüşmeleri hakkında ise İsrail Başbakanı Ehud Barak'ın agresif ve kibirli bir tavır takındığını, Arafat ile yalnız görüşmeye yanaşmadığını, dolayısıyla Camp David'te asıl oyunbozanın Barak olduğunu dile getirdi. Mevcut görüşmeler hakkında ise, barışın çerçevesinin herkes tarafından bilindiğini, ihtiyaç duyulan şeyin gerçek bir kolaylaştırıcı, arabulucu olduğunu, ABD'nin 1979'da Mısır ve İsrail arasındaki barış sağlayan Camp David görüşmelerindeki gibi taraflara fikirler sunması, olumlu araçlarla baskı yapması, dayatmalardan kaçınması gerektiğini ifade etti. Ron Pundak "İki milletin birbirini öldürmesi bir bile bir çözümdür, fakat tek devlet asla bir çözüm olamaz, İsrail'in kuruluşun nedeni Yahudilere yaşayacak bir yer sağlamak değildir, bir ulus-devlet inşaa etmektir, tüm milletlerce, Filistinlilerce de tanınan bir Yahudi devleti inşaa etmektir" diyerek konuşmasına son verdi. Panelin ilk bölümünde son olarak Filistin eski ABD, Rusya ve İngiltere Büyükelçisi ve el Fetih'in şimdiki Uluslararası İlişkiler Temsilci Vekili olan Afif Safieh söz aldı. Konuşmasına barış sürecinin başından beri doğru yolda ilerlemediğini söylerek başlayan Safieh, zaten çatışan taraflara gereğinden fazla sorumluluk bırakıldığını ifade etti. Dolayısıyla hatanın önemli kısmının İsrail-Filistin barış sürecinde arabulucu rolüne soyunmuş taraflar olduğunu, fakat şuanda içinde bulunulan çözümsüz durumun temel sorumlusunun Filistin'in varolma hakkını inkar eden İsrail olduğunu söyledi. Filistin tarafınca sunulan hiçbir teklifin İsrail tarafından kabul edilmediğini, terörizmi de kışkırtanın İsrail olduğunu ekledi. Dinleyicilere "İsrail demokratik mi?" sorusunu soran Safief, İsrail'in Yahudiler için çok demokratik bir devlet olduğunu söyledi. Diğer yandan Filistinlilere yapılan ve demokratik olarak desteklenen baskı ve zulümün en kötüsü olduğunu belirtti. Safieh Filistin'in İsrail tarafından yapılan ve uygulamaya konan ciddi bir teklife derhal olumul karşılık vereceğini ve istikrar yanlısı bir aktör olarak bölgede yerini alacağını belirtti. Son olarak Afif Safieh, altı günde işgal edilen bir toprağın, 6 günde de boşaltılabileceğini, yerleşimlerin buna engel oluşturmayacağını, örneğin Filistinli mülteciler için kullanılabileceğini söylerek konuşmasını bitirdi. Panelin ikinci bölümünün konusunu mevcut İsrail-Filistin direkt müzakere süreci oluşturdu. İlk olarak İsrail eski Başbakanı Ehud Barak'ın Siyaset ve Dış politika danışmanı olan Pini Median söz aldı. Median İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın kapalı kapılar ardında bir uzlaşıya vardığını ve herkese güzel bir süpriz hazırladıklarını düşündüğünü söyleyerek sözüne başladı. Bunun altında yatan nedeni ise Netanyahu'nun müzakereleri kendi başına yürütmesi, ekibine hiçbir bilgi vermemesi olarak gösterdi. Gerçek gündemi henüz bilmediğimiz için, şu anda görüp duyduğumuz herşeyin aldatıcı bir gürültüden ibaret olduğunu ve İsrail'in şuanda Filistin ile bu barışa en çok ihtiyaç duyduğu dönemden geçtiğini belirtti. Bu ihtiyacın nedeninin İran'a karşı bir koalisyon oluşturmak olduğunu çünkü İran'ın İsrail'e tehdit oluşturmanın yanısıra ılımlı Arap devletlerine tehdit oluşturduğunu ve İsrail için de tehditin Filistin değil, İran olduğunu belirtti. Barışa ulaşılması durumunda iki devletli bir çözümün olmazsa olmaz olduğunu ve İsrail'in yalnızca "garanti edilmiş bir güvenlik" istediğini, bunun sunulması halinde yerleşimleri boşaltmanın zor birşey olmadığını ifade etti. Ayrıca Kudüs'ün üçüncü bir parti tarafından kontrol edilmesi gerektiğini ve Filistinli mültecilere geri dönme hakkının tanınması gerektiğini de ekledi.
Pini Median'ın ardından Filistin eski Başmüzakerecisi ve Dışişleri Bakanı Nabeel Shaath söz aldı. Sözüne Filistin halkının her geçen gün topraklarının bir kısmının daha yenilip yutulduğuna şahit olarak yaşadığını ifade ederek başlayan Shaath, Gazze'nin durumu hakkında kısa bir bilgi verdi. Gazze ekonomisinin tamamen yok olduğunu, üretecek hiçbirşey kalmadığını, halkın yüzde 75'inin insani yardıma bağlı hayatta kaldığını ve eskiden Gazze'nin Filistin bankacılık sektörüne yüzde 40 civarında katkı yaparken, şimdi ise yalnızca yüzde 15 oranında katkı yapabildiğini söyledi. Nabeel Shaath, şimdiye kadar barış sürecinde üzerinde anlaşılan hiçbirşeyin uygulamaya konmadığını ve şuanda da Abbas ve Netanyahu arasında gizli olarak varılmış hiçbir uzlaşma olmadığına emin olduğunu belirtti. İsrail ve Filistin hükümeti arasında büyük mesafe olduğunu ve üçüncü bir tarafça yapılan herhangi bir baskının da bulunmadığını söyleyen Nabel Shaath, Mahmud Abbas'ın barışçıl çözüme sadık olduğunu fakat taviz vermeyeceğini belirtti. Filistinlilerin 1948'de yaşadıkları "Felaket"'i unutamayacaklarını, buna rağmen zaten Filistin tarafının 1967 sınırlarını temel alan bir barışa razı olduklarını, yani zaten yeteri kadar taviz verdiklerini ifade etti. 2000 Camp David görüşmelerinde bizzat Filistin ekibi arasında bulun Shaath, Ehud Barak'ın aynı masada otururken dahi kendilerine bakmadığını, şimdi Netanyahu'nun da aynı hatayı yaptığını söyledi. Shaath, kısa süre önce 1979 Mısır-İsrail anlaşmasına imza atan ABD Başkanı Carter'a bu barışı nasıl sağladığını sorduğunda, kendisinden "Bir ABD başkanının yapması gerektiği gibi tüm enerjimi verdim" cevabını aldığını dinleyiciler ile paylaştı. Son olarak Nabel Shaath, barışa ulaşmak için bu kez, 2000 Camp David'teki hataların tekrarlanmaması gerektiğini söyledi. Üçüncü bölümde barış sürecinin güvenlik boyutu ele alındı. İlk olarak İsrail Milli Güvenlik Kurulu Eski Başkan Vekili Itamar Yaar söz aldı ve 2000'den 2010'a İsrail'in güvenlik algılamasındaki değişiklikleri, barış sürecine olumlu ve olumsuz yansıyan faktörler olarak değerlendirdi. Yaar öncelikle, İsrail'in güvenlik algılamasının savunma ve bölgesel bir yaklaşımı içerdiğini belirtti. İyileşme gösteren güvenlik öğeleri olarak, Batı Şeria'yı örnek göstererek yerel güvenlik durumunu; İsrail'in "güvenlik duvarı"'nın yakaladığı başarıyı örnek göstererek terörizmle mücadeleyi, ve 2000'de İsrail güvenlik uzmanlarının ülkede uluslararası güçlerinin varlığını asla kabul etmez durumdayken, şimdi iki devletli çözüme ulaşıldığında belli bazi bölgelerin üçüncü bir uluslararası güç tarafından kontrol edilmesini kabul etmesini olumlu gelişmeler olarak gösterdi. Olumsuz olarak ise Filistin otoritelerinin güvenlik düzenlemelerini uygulamaktaki kapasitelerinin kötüleştiğini, Gazze'deki durumun buna bir örnek olduğunu söyledi. Olumsuz bir diğer ve en önemli gelişmeyi ise, bölgedeki güvenlik durumunun oldukça kötüleşmesi olarak gösterdi. İsrail'in "Doğu Cephesi" ismini verdiği Irak, Suriye, Ürdün, Lübnan, İran, Hizbullah ve Hamas'a karşı kendisini nasıl savunması gerektiğinin İsrail için şuanda ne büyük güvenlik sorusu olduğunu belirtti. Ürdün ve Irak'ın şuanda tehdit olarak görünmediğini fakat İsrail'in güvenliği düşündüğünde, 100 yıl ötesini düşünerek adım attığının altını çizdi. Sunumlar Filistin Kurtuluş Örgütü Destek Ünitesi'nin Eski Güvenlik Politikası Danışmanı olan Yaser Dajani, 2000'den bu yana İsrail ve Filistin arasındaki güvenlik düzenlemeleri ve uygulamaları hakkında kısaca bilgi vermesi ile sona erdi. Sunumların ardından geçilen soru-cevap bölümünde, ORSAM Ortadoğu Uzman Yardımcısı Selen Tonkuş Kareem'in "İsrail'in bölgesel güvenlik algılaması açısından Türkiye ile mevcut ilişkilerini göz önüne aldığınızda Türkiye'yi nerede görüyorsunuz?" sorusu üzerine, İsrail Milli Güvenlik Kurulu Eski Başkan Vekili Itamar Yaar, İsrail'in Türkiye'yi hiçbir zaman bir güvenlik tehditi olarak görmeyeceğini söyledi. İsrail ve Türkiye ilişkilerinin geçmişte çok yakın olduğunu ve şimdi ise kötüye gitmediğini, sadece dengeyi bulmak için normal bir değişim geçirdiğini söyleyen Yaar, iki ülke arasında devam etmekte olan birçok işbirliği alanının olduğuna dikkat çekti. İlişkilerdeki mevcut kötüleşmeyi "çıkarların oyunu" olarak değerlendiren Yaar, uzun döneme bakıldığında ilişkilerin ortak çıkarlar çerçevesinde bir denge bulacağını fakat eskisi kadar yakın olmayacağını ifade etti.