Mavi Marmara’ya Yapılan Saldırıyı Anlamak

Yrd. Doç. Dr. Tarık Oğuzlu, Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, oguzlu@bilkent.edu.tr
İsrail Savunma Kuvvetlerinin aralarında Türk menşeli Mavi Marmara gemisinin de bulunduğu, amacı Gazze Şeridi’nde yaşayan Filistinlilere insani yardım ulaştırmak olan filoya düzenlemiş olduğu askeri saldırı uluslararası gündemin merkezine aniden oturdu. İsrail daha önceden, bu filonun kontrolden geçmeden Gazze’ye ulaşmasına izin vermeyeceğini ve gerekirse zor kullabileceğini belirtmişti. Bu bağlamda, geçtiğimiz Ocak ayında Mısır’dan hareket eden bir yardım konvoyunun zor kullanılarak durdurulması bir örnek oluşturabilirdi. Ama İsrail’in önceden defaatle uyarmasına ve gemilerin ablukayı delmek istemek durumunda ne tür bir karşılık verileceğini açıklamasına rağmen gereken güvenlik önlemlerinin alınmadığı görülmektedir.   1 Mayıs sabahı itibariyle yaşananlar İsrail’in daha önceden yapmış olduğu uyarıları maalesef ki doğrulamaktadır. Neticede filo zorla durdurulmuş, İsrailli komandolar Türk gemisine inmişler, komandolarla gemidekiler arasında bir arbede yaşanmış ve sayıları tam olarak bilinmese de birçok kişi ölmüş ya da yaralanmıştır. Kimsenin beklemediği İsrail’in bu kadar pervasız bir şekilde güç kullanabilmesi olmuştur. İsrail’in uyguladığı elektronik karartma yüzünden ölenlerin ve yararlananların sayısı şu an için tam olarak bilinmemektedir.    İsrail’in saldırısının uluslararası hukuka aykırı olduğu ne kadar kesinse, Gazze’ye yardım kampanyası düzenleyerek Gazze üzerindeki İsrail ambargosunu delmek isteyenlerin amaçlarına ulaşamadıkları da bir o kadar ortadadır. Ambargo delinemediği gibi birçok insan da hayatını kaybetmiştir. Ayrıca, bu menfur olay sonrasında Türkiye-İsrail ilişkilerinin daha da gerginleşeceği beklenebilir. İsrail tarafından askeri müdahelede bulunulan geminin Türk bandıralı olması ve ölenler arasında Türk vatandaşlarının bulunması İsrail’in kesin bir şekilde Türkiye’yi hedeflediği anlamına gelmez. Ayrıca bu gemiler Türkiye Cumhuriyeti devletini temsil etmemektedirler. Ama ölenlerin Türk vatandaşı olması ve İsrail’in ilk kez Türk vatandaşlarını hedef alan bir operasyon düzenlemesi ikili ilişkilerde bir ilktir ve umarız ki son olur.   Bu saldırının ertesinde İsrail’in dış politikasının üzerine oturduğu temel parametreler, İsrail’in uluslararası alandaki konumuna ilişkin algılamalar, İsrail-Filistin sorununun çözümüne dair atılacak adımlar ve de Türkiye-İsrail ilişkilerinin geleceği gündemimizi daha fazla işgal edecektir.   2007 senesinin Haziran ayından bu yana İsrail’in, Gazze Şeridi’ndeki Hamas yönetimi altında yaşayan Filistinliler üzerinde uyguladığı ambargo bir süredir uluslararası tepkileri üzerine çekmekteydi. Şu ana kadar bu amborgoyu delmek adına çeşitli girişimler olmuştur. İsrail bazen yardımların ulaşmasına izin vermiş, çoğu zaman da güç kullanarak bu yardımları engellemiştir. İsrail’in başlangıçtaki amacı Hamas’ı zor kullanarak etkisiz hale getirmek, Hamas’ın Filistinlilerin gözündeki meşruiyetini kırmak ve bu bölgenin güvenliğinin sadece kendisinden sorulduğunu göstermekti.   Mısır ile işbirliği çerçevesinde uygulanmakta olan ambargo şu ana kadar İsrail tarafından umut edilen sonuçları doğurmadığı gibi tam aksine İsrail’in uluslararası ortamda daha da yalnızlaşmasına neden olmuştur. Söz konusu saldırının kuşatılmışlık duygusuyla yapılmış olması kuvvetle muhtemeldir. Birleşmiş Milletler adına Gazze savaşı sırasında herhangi bir savaş suçu işlenip işlenmediğini tespit etmek amacı ile oluşturulan heyetin hazırlamış olduğu rapor, Gladstone raporu, İsrail’in aşırı ve orantısız güç kullandığı göstermiş ve İsrail’in kuşatılmışlık duygusunu perçinlemiştir.   Son zamanlarda İsrail’in hem Gazze üzerinde uyguladığı ambargo hem de takip etmekte olduğu dış politika yüzünden uluslararası aktörler tarafından şiddetli bir şekilde eleştirilmekte olduğunu gözlemlemekteyiz. Bunda, ABD Başkanı Obama’nın İsrail-Filistin sorununa ilişkin takınmış olduğu tutum kadar AB üyelerinin görüşleri ve Türkiye’nin politikaları etkili olmaktadır.   İsrail-Filistin sorununda Obama’nın müzakerelere şans vermek istemesi, iki devletli bir çözümün takipçisi olacağını belirtmesi ve İsrail’in Batı Şeria’daki yasal olmayan yerleşim politikalarını eleştirmesi İsrail ile ABD arasındaki ilişkileri germekteydi. İsrail lobisinin ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik takip etmekte olduğu dış politikayı olumsuz etkilediğini öne süren çalışmalar son yıllarda artmıştı. Bunların bir çoğu bundan böyle ABD’nin Ortadoğu’ya ilişkin politikalarını İsrail’in politikalarından bağımsız olarak tanımlamasını tavsiye etmekteydi. Aksi takdirde, ABD’nin radikal teröre karşı verdiği mücadelenin zayıflayacağına inanılmaktaydı.   Türkiye’nin Batı ile İran arasındaki nükleer krizde araya girerek nükleer takas mutabakatının imzalanmasına öncülük etmesi son günlerde İsrail’in aşırı tepkisini çekmiştir. İran ile Batı arasındaki sorunun çözülmesi İsrail’in İran’a ilişkin takip etmekte olduğu sertlik yanlısı politikaların uluslararası alandaki meşruiyetini azaltacaktır. Türkiye- İsrail ilişkilerinde son aylarda yaşanan gerginlikleri dikkate almadan ve bu bağlamda Türkiye’nin İran krizinde oynadığı arabuluculuk rolünü hesaba katmadan İsrail’in Gazze’ye yönelik ambargoyu kırma girişimine bu sertlikte cevap vermesini anlayamayız.     İsrail’in tamamen sivil amaçlarla yol alan ve kendi kara sularına girmemiş bir gemiyi durdurması ve zor kullanarak bazı insanların ölümüne sebep olması açık bir şekilde uluslararası hukuka aykırı bir eylemdir. Beyaz bayrak çekmiş ve insani yardım taşıyan bir gemi başka yollardan da Gazze’ye ulaşmaktan alıkonulabilirdi. Burada İsrail’in Türkiye’ye bir mesaj vermesi söz konusu olabilir.   Üzerinde durulması gereken bir diğer nokta söz konusu İsrail saldırısının nükleer silahların yayılmasının önlenmesine ilişkin toplanan uluslararası konferansta alınan kararların hemen ertesinde gerçekleşmesidir. Bu konferansta aralarında ABD’nin de bulunduğu 180 civarındaki ülke İsrail’i Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’na katılmaya davet etmiştir. İsrail’in nükleer silahlara sahip olduğu bir ortamda İran’ın nükleer politikalarından dolayı cezalandırılması ve Ortadoğu bölgesinin nükleer silahlardan arındırılmış bir bölgeye dönüşmesi ne meşru ne de kolay olacaktır.   Netice itibariyle denilebilir ki, yaşadığımız bu üzücü olay son yıllarda ortaya çıkan ve İsrail’in yalnızlık duygusunu pekiştiren bir dizi gelişmenin akabinde olmuştur. Bundan böyle İsrail’in politikalarının meşruiyeti çok daha sorgulanır hale gelecektir.