Mayıs Ayında Gerçekleşen Kahire Görüşmeleri Ekseninde Gazze Savaşı ve Netanyahu’nun Stratejisi

Giriş
İsrail, 7 Ekim saldırısının ardından birçok stratejik meydan okuma ve iç sorunla karşı karşıya gelmiştir. Saldırının, önceki örneklerine kıyasla görülmemiş niteliği, İsrail'in hazırlık durumunun ciddi bir şekilde değerlendirilmesini gerektirmiş ve yoğun eleştirilere yol açmıştır. Dahası İsrail ordusunun hazırlıklarının ve Gazze’ye yönelik önlemlerinin başarısız olması, gelişmiş teknolojik sistemlerin böylesine geniş kapsamlı ve koordineli bir saldırı karşısında etkisiz kalması, İsrail’in güncel güvenlik doktrinlerine dair ciddi tartışmaları beraberinde getirmiştir. Hâlihazırda İsrail'de hükûmet ve ordu gerek acil durum kaynaklı tehditlerle gerekse hükûmet içindeki anlaşmazlıklardan ileri gelen kapsamlı bir sorunlar yumağıyla mücadele etmek durumunda kalmıştır. Bu durum özellikle Binyamin Netanyahu’nun siyasi açıdan sorumluluk almasına yönelik çağrılara cevap alınamaması ve savaş sonrasında giderek kaçınılmaz duruma gelen erken seçime gidilmesi olasılığı nedeniyle daha da karmaşık bir hâl almaktadır. Sonuç olarak gelecekteki güvenlik tehditlerinin etkili bir şekilde nasıl ele alınacağına dair belirsizlikler İsrail’de temel bir sorun oluşturmaktadır. Ortadoğu’da özellikle İran kaynaklı tehditler temelinde, İsrail’de stratejik adaptasyon ve güçlü savunma mekanizmalarına duyulan ihtiyacın giderek daha belirgin hâle geldiği karmaşık ve gelişmiş bir güvenlik katmanının gerekliliği söz konusudur.

Gazze Savaşı ve Gelişmeler
Hâlen süren savaş bağlamında Gazzeli grupların idari ve askerî kapasitesini tamamen yok etmeye yönelik çabalar ile rehinelerin kurtarılmasını amaçlayan bir ikilem çerçevesinde harekât 9. ayını geçmiştir. İsrail’in, teknolojik açıdan yeryüzündeki en gelişmiş ordulardan birisine sahip olmasına rağmen imkân ve kabiliyetler çerçevesinde çelişkili görünen bu iki hedefi aynı anda gerçekleştirme çabası şu ana kadar başarıya ulaşamamıştır. Bu bağlamda İsrail’de Gazzeli gruplarla anlaşılması ve rehinelerin geri alınması yönünde kapsamlı protestolar düzenlenmekte olup asker ve rehine aileleri şeklinde bu iki ayrı hedef etrafında kümelenen kesimler arasında tartışmalar su yüzüne çıkmaktadır. Bu durum Knesset’e ve hatta koalisyon içine dahi yansımaktadır. Zira her iki hedefin başarılmasına yönelik çabalar aynı oranda sonuç vermemiş özellikle rehinelerin kurtarılmasına yönelik askerî faaliyetler akim kalmıştır. Dahası birçok operasyon rehinelerin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanmıştır. Savaş ilerledikçe Hamas ve diğer Gazzeli grupların kısıtlılıkları artmaya devam etse de çatışmaların uzaması nedeniyle İsrail üzerindeki baskılar daha da hissedilir hâle gelmektedir. Bu durum, 7 Ekim sonrası tabloda ortaya çıkan büyük sorunlar yumağının yalnızca bir kısmına yönelik olan zaman zaman birbiriyle de çelişen çözümlerin öne sürülmesine neden olmaktadır.

Harekâta Dair Ayrışmalar ve Koalisyon İçi Sorunlar
Temmuz 2024 ortalarına gelindiğinde hareket serbestisi artmasına rağmen İsrail ordusu Gazze’nin yaklaşık %35’lik bölümüne hiç girmemiş durumdadır. Kuzeyde başlayan ve üç noktadan bölgenin çevrilmesi ve periferiden merkeze doğru kuzeyin tamamında kontrolünü sağlayacak şekilde tasarlanan harekât tedrici olarak güneye sarkmış ancak Gazzeli grupların tünelleri aktif olarak kullanımı ile şehirde İsrail ordusunun alan hâkimiyetini geniş bir alanda sürdürmesi gerekliliği hasıl olmuştur. Diğer yandan Refah harekâtı, harekâtın mevcut durumu ve akabinde İsrail’in kontrol altına aldığı Philadelphi Koridoru’ndaki hassas denge, Mısır’ın da muhalif pozisyonunu içine alan kritik durum bağlamında önemini sürdürmektedir.

Diğer yandan yakın zamanda savaş kabinesinin dağılması gibi gelişmeler sırasında hatta öncesinde de izlendiği üzere iç siyasi ortam, giderek daha fazla siyasi çıkarların ve istikbal kaygılarının ön plana çıktığı bir zemin hâline gelmiştir. Bu noktada özellikle Başbakan Netanyahu’nun, makamının getirdiği avantajları 7 Ekim sonrası süreçte yitirdiği toplumsal desteği geri kazanmak üzere kullandığı ve önümüzdeki süreçte bunu yoğunlaştıracağı anlaşılmaktadır. Keza Netanyahu’nun bu konuda 2018 itibarıyla yaşanan siyasi istikrarsızlık döneminde de görüldüğü üzere kabarık bir sicili bulunmaktadır. Ayrıca koalisyon içinde de ciddi bir çıkar çatışması yaşanmaktadır. Likud, Ultra-Ortodoks partiler ve Dindar Siyonist kampın öncelik verdiği politik çıkarların aynı anda muhafazasına duyulan ihtiyaç, Netanyahu’nun dengeleri koruma çabalarının sonuç vermesini zorlaştırmaktadır. Bunların baskısı Gazze’deki savaşın gidişatına yönelik kararları da etkilemekte ve karmaşık hâle getirmektedir. Bu noktada İsrail’in harekâtına hedef teşkil eden iki husus üzerinden süren tartışmaların, söz konusu siyasi çıkar dengeleri üzerinde incelikle strateji yürütülen meseleler olduğu gözlemlenmektedir. Bunlar kalıcı ateşkes ve rehinelerin geri döndürülmesi meseleleridir ki nisan ayı sonu ve mayıs ayı başında Kahire’de yaşanan gelişmelerde İsrail’in stratejisini de bu hususların etkilediği değerlendirilmektedir.

Şu ana kadar siyasi/stratejik kaygıların odak noktası, Netanyahu ve İsrailli yöneticilerin 7 Ekim krizini derinleştirip genişleterek stratejik bir kazanıma dönüştürmek istedikleri yönündedir. Bu süreçte Filistinlilere yönelik toplu cezalandırma, katliam ve aç bırakma gibi insanlık dışı yöntemlere başvurulmuş ve Hizbullah’a, hatta İran’ın diplomatik temsilciliklerine saldırılar düzenlenerek bölgesel bir savaşa yol açılmak istenmiştir.

Kritik Bir Referans Noktası Olarak Mayıs Ayı Kahire Görüşmeleri
Daha önce yapılan birçok görüşmeye paralel olarak mayıs ayında gerçekleşen Kahire görüşmelerinde de yukarıda bahsedilen ve hayati olarak görülen hususlar, tarafların taviz vermemek adına oldukça katı davrandığı şartlar olmuştur. Gazzeli gruplar açısından, kasım ayındaki geçici ateşkesin aksine, Kahire’deki görüşmelerde çatışmaların tamamen sonlandırılması ve İsrail ordusunun tamamen çekilmesi en temel şartlar olarak belirginleşmiştir. Görüşmeler öncesinde yapılan karşılıklı açıklamalar, âdeta propaganda savaşı niteliğinde olmuştur. Hamas’tan, “iki devletli çözümün” sağlanması durumunda silah bırakacağı ve tamamen siyasi bir yapıya dönüşeceği gibi stratejik bir açıklama gelirken İsrail tarafı da o güne kadar kesin bir şekilde reddettiği çözümün aksine çatışmaların kalıcı bir şekilde sona erdirilmesine açık olduğunu ifade etmiştir. Diğer bir deyişle gelişmenin, Gazze kaynaklı tehdidin sona erdirilmesi ve İsrail’in tekrar güvenli bir ülke olduğunun ispatlanması amacıyla çeliştiğinin altı çizilmelidir. Nisan ayı sonunda MOSSAD ve Shin Bet’in, Kahire’de Mısır istihbaratı ile yaptığı görüşmelerde İsrail’in tavizlerini artırdığı açıklanmıştır.

Görüşmelerin seyrine bakıldığında ise Hamas heyeti 4 Mayıs Cumartesi günü Kahire’ye ulaşmış ve örgüt tarafından ilk aşamanın gerçekleştirilmesi adına olumlu açıklamalar yapılmıştır. Ancak özellikle başbakanlık ofisinden gelen açıklamalarla beraber gidişatın negatife döndüğü, İsrail tarafından tavizlerinin gerçekleşmesi konusunda çelişkili ifadeler geldiği görülmüştür. Sonuç olarak Hamas’ın taleplerinin örgütün bakış açısından anlaşılır olmakla birlikte, İsrail’deki mevcut yönetim nezdinde karşılanmasının oldukça zor olduğu görülmektedir. Netanyahu’nun, savaş sonrası iç siyaseti, mevcut çatışmanın yönetilmesi kadar önemsediği; rehineler meselesinin ise merkez ve sol kesimlerde daha fazla karşılık bulması nedeniyle ikincil bir öneme sahip olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim 6 Mayıs sabah saatlerinde İsrail ordusu, Gazzelilere Refah’ın doğusunu boşaltma çağrısı yapmıştır. Dolayısıyla görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından, İsrail ordusu Philadelphi Hattı boyunca ilerlemiş ve Mısır-Gazze bağlantısı yer üstünden tamamen koparılmıştır.

Söz konusu başarısızlığın arka planında hem Kahire görüşmeleri hem de ateşkese ilişkin bütün çabalarda gözlemlendiği üzere İsrail tarafının açıklamalarının hem tutarsız hem de ikircikli bir seyir izlemesi yatmaktadır. Bu durum daha sonra Joe Biden tarafından açıklanan plan ve temmuz ayındaki ateşkes görüşmelerinde de tekerrür etmiştir. Açık kaynaklardan takip edildiği üzere, İsrail’in o dönemki teklifinin satır aralarında bazı boşluklar bulunduğu, kriz boyunca yaşanan anlaşmazlıklarda bu hususun istikrarlı olarak devam ettiği, rehinelerin serbest bırakılması ve çatışmalara verilecek 4-6 haftalık ara sonrasında ikinci aşamaya hiçbir zaman geçmek istemediği yönünde iddialar söz konusu olmuştur. Bu iddialar o dönem Netanyahu tarafından yapılan, “İsrail’in Refah harekâtını ne pahasına olursa olsun yapacağına” ilişkin açıklamalarla da uyumludur ki harekât hâlen devam etmektedir. Hamas’ın bu sebepten ötürü çatışmanın kalıcı olarak durup durmayacağına ilişkin meseleyi sürekli sorguladığı anlaşılmaktadır. Hatta 4 Mayıs Cumartesi günü örgütün, Amerika Birleşik Devletleri’nden (ABD) anlaşmanın uygulanacağına dair garanti istediğine yönelik haberlerin bu sorgulamayla ilişkili olduğu anlaşılmaktadır. İkinci önemli ayrıntı ise yine 4 Mayıs Cumartesi günü Netanyahu hükûmeti kanadından gelen ve anlaşmayı bozacak nitelikteki iki açıklamadır. Yetkililere dayandırılan ilk açıklamaya göre İsrail, hiçbir şartta rehinelerin bırakılması anlaşmasının bir parçası olarak savaşın sonlandırılmasını istememektedir. Hükûmetin kararına göre İsrail ordusu, rehineler için ateşkesten bağımsız olarak Refah’a girecektir ve Hamas’ın kalan tugaylarını yok edecektir. İkinci açıklamada ise İsrail’in rehine anlaşması için savaşı sonlandıracağı veya aracıların taraflara bu konuda garanti vermesine razı olacağı yönündeki haberler doğru değildir. Şu ana kadar Hamas, savaşın sonlandırılmasına ilişkin talebinden vazgeçmemiştir ve anlaşmaya varılmasına engel olmaktadır. Bu minvaldeki gelişmeler sonrasında Hamas heyetinin Kahire’den ayrıldığı açıklanmış; İsrail heyeti ise Kahire’ye gitmemiştir.

İsrail, şu ana kadar yürüttüğü harekât nedeniyle dünyadan ve bölgeden aldığı tepkiler sonucunda imaj konusunda çok ciddi bedeller ödemek zorunda kalmıştır. Bölgesel normalleşme çabaları darbe yiyen, Arap halklarının yanı sıra Batı’da, entelektüel kesimlerce de ciddi eleştiri alan ve protestolara maruz kalan Tel Aviv’in, mevcut harekâtı böyle bir ortamda durdurması ve geri çekilmesi olası görülmemektedir. Dahası ABD ile de ilişkileri gerilen İsrail, Türkiye ile normalleşme çabalarının sonuçsuz kalmasının yanı sıra Ankara’nın ticari ambargosuna maruz kalmıştır. Gelinen noktada, İsrail’in Gazze’de nihai amacını gerçekleştirmeden 7 Ekim öncesine benzer bir güvenlik rejimine dönülmesini kabul etmesi zor görünmektedir.

Değerlendirme ve Sonuç
İsrail hükûmetinin geçen dokuz aylık süre içinde izlemiş olduğu yöntemler, açıkladığının aksine rehinelerin hayatını birinci derecede önemsemediğini ve kabul edilebilir kayıp statüsünde algıladığını göstermektedir. Yine de etik kaygılar ve kamuoyu baskısından dolayı müzakereleri tamamen terk etmekten kaçınmaktadır. Tel Aviv’deki aşırı sağcı ve dindar kesimleri içeren koalisyon hükûmeti, çatışmaları ve şiddeti derinleştirip yaygınlaştırması hâlinde iç ve dış muhalefeti yatıştırabileceğini, kendisine yönelik artan eleştirileri aşabileceğini düşünmektedir. Nitekim İran’ın temelde sembolik olan 13 Nisan misilleme saldırısının ardından ABD Kongresi tarafından onaylanan büyük mali yardım bu çıkarımı destekler niteliktedir. Mezkûr elitlerin siyasi istikballeri, bu stratejinin sürmesi ile doğru orantılıdır. Bu yaklaşım, 7 Ekim travmasını atlatamamış İsrail kamuoyundan da destek görmekte ve hükûmet karşıtı gösterilerin sonuç almasını güçleştirmektedir.

Joe Biden yönetiminin İsrail üzerindeki baskısı şu ana kadar kalıcı bir ateşkese yol açmamıştır. Hamas’ın 7 Mayıs gecesi kabul ettiğini açıkladığı ateşkesin İsrail tarafından kabul görmemesi ve Refah işgalinin başlaması, ABD’nin İsrail ve karşıt cephe arasındaki gerilim düşürücü/kontrol sağlayıcı etkisinin aşındığını göstermektedir. Seçimler arifesindeki Demokrat yönetim hem içeride hem de dışarıda giderek artan bir şekilde eleştirilmektedir. Refah’a saldırı bir açıdan ABD’nin İsrail için çizdiği kırmızı çizgilerle uyum göstermekte ve bölge ülkelerini istikrarsızlaştırmaktadır. 7 Ekim’den beri İran ya da Hizbullah’a yönelik geniş kapsamlı bir saldırı düzenlememesi karşılığında İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına ABD’nin yeşil ışık yaktığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ABD/İran çatışmama prensibi bir bakıma Refah’ı kurbanlaştırmıştır. Refah’a kapsamlı saldırının önündeki muhtemel tek engel ise Mısır’dır. Tarihî, siyasi ve coğrafi nedenlerden ötürü Gazze ile özel ilişkilere sahip ülke, 1973 Yom Kippur Savaşı’ndan beri İsrail ile en gergin dönemini yaşamakta ve sürekli olarak İsrail yönetimini uyarmaktadır. Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi etkili bölge ülkelerinin Mısır’a destek vermesi İsrail’i zor durumda bırakabileceği gibi ABD’ye de baskı oluşturma ihtimali doğurmaktadır. İsrail’in Refah’taki harekâtının çerçevesini kısıtlaması, Philadelphi Koridoru’ndaki varlığını daraltması durumunda Türkiye gibi sorumlu aktörlerin, sahadaki pratik durumun iyileştirilmesi yönünde ivedilikle adımlar atması ve insani yardım başta olmak üzere 2 milyona yakın sivilin hayat şartlarını düzeltmesi için katkıda bulunması adına alan açılabilir. Bununla birlikte iki devletli çözümü merkezine almayan herhangi bir siyasi girişimin kalıcı barışı sağlamayacağı göz ardı edilmemelidir. İsrail’in Refah’ı tamamen işgal etme eğiliminin devam etmesi ise çatışmaları şiddetlendirmiştir. Dolayısıyla İran eksenli cephenin Refah harekâtı ile ilerleyen işgale tepkisinin artacağı ve Hamas’ın varlığının tehlikeye düşmesine göz yummayacağı düşünülmektedir. Hâlihazırda kuzey ve güney cephelerinde Hizbullah ve Husiler tarafından organize edilen saldırıların nitelik ve niceliğinde artan değişiklik bununla ilgilidir. Refah eksenli çatışmaların yoğunlaşmasıyla beraber Türkiye, Mısır ve Suudi Arabistan’ın başını çektiği bölge ülkelerinin İsrail karşıtı konumlarının konsolide olması muhtemeldir. Bu bağlamda Mısır’ın konumu özellikle belirleyicidir.

Çin ve Rusya’nın Filistin meselesindeki tutumu dikkat çekicidir. İsrail’e ciddi eleştiriler yönelten ve Filistinlileri savunan bir söylem kullanan iki ülke, İsrail saldırganlığının Batı’nın söylemsel üstünlüğüne verdiği hasarın farkında olmaları dolayısıyla ABD karşıtı söylemlerinde Filistin meselesini araçsallaştırmaktan çekinmemektedir. İki ülkenin İran ile stratejik ilişkileri göz önüne alındığında, Çin ve Rusya’nın çatışmaların ve gerilimin kontrollü olarak artmasını ve kapsamlı bir yıpratma savaşına dönüşmesini, kendi küresel ve bölgesel çıkarları açısından destekleme eğiliminde olmaları muhtemel görülmektedir. Son olarak ABD’nin, savaşı yaymama hususundaki kırmızı çizgilerine kerhen uyan Netanyahu yönetimi olası bir Donald Trump yönetiminde Hizbullah’ı daha kapsamlı bir şekilde hedef almaktan çekinmeyebilir. Böyle bir olasılık İran ile uzun zamandır sorun yaşayan bölge ülkeleri tarafından en kötü senaryo olarak görülmeyecektir.

Türkiye için Siyaset Önerisi
İsrail’in ateşkese razı olması hâlinde Türkiye için Mısır ve Suudi Arabistan gibi etkili Arap ülkeleriyle askerî ve savunma iş birliklerini geliştirmek ve ortak güvenlik mekanizmaları tesis etmek üzere bir alan oluşabilir. Ateşkesin sunduğu fırsatla, Filistinli gruplar arasındaki yakınlaşma çabalarını hızlandırmak ve bu konuda uluslararası bir organizasyon gerçekleştirmek için uygun bir zeminin kollanması mümkün görünmektedir. Bunun yanı sıra Türkiye, İsrail içindeki ılımlı kesimlerle siyasi, diplomatik ve kültürel diyaloğunu geliştirmek üzere fırsatlar bulabilir. Bu süreçte, Türkiye’nin İsrail politikasının Netanyahu hükûmetinin eylemlerine yönelik olduğunu vurgulamak önemlidir. Ayrıca kriz boyunca gerçekleştirilen faaliyetlerle ilgili iç ve dış kamuoyuna doyurucu bilgiler aktararak dezenformasyon çabalarına karşı etkin bir mücadele yürütme imkanları da bulunmaktadır.  İlaveten, Türkiye diplomatik ve insani girişimleri kapsamında öncü olduğu Türk Devletleri Teşkilatı ya da İslam İşbirliği Teşkilatı gibi çok uluslu örgütleri de aktif şekilde kullanabilir, meselesinin kolektif ve bölgesel güvenliğin ayrılmaz bir parçası olduğunu uluslararası topluma anlatabilir. İsrail’in engellemelerini bertaraf edebilmek amacıyla uygulamaya konulan ticari yaptırımları yumuşatma sinyali vermek, işgal altındaki harap bölgelerde hayatın normale dönmesi için insani yardım ve altyapı çalışmalarına aktif destek vermek adına da seçenekler mevcuttur. Türkiye'de sivil toplumu Gazze’nin yeniden inşası için seferber etmek ve yönlendirmek ayrıca ateşkesin kalıcı hâle getirilmesi için diplomatik çabaları yoğunlaştırmak için fırsatlar değerlendirilebilir. Bu bağlamda Mısır, Suudi Arabistan gibi bölge ülkeleri ile ABD ve Avrupa nezdinde girişimlerde bulunarak iki devletli adil bir çözüm sağlanmadığı takdirde daha kanlı çatışmaların gelecekte yaşanması ihtimaline dikkat çekmek önemlidir. Biden yönetiminin meseleye bakış açısından faydalanmak ve istikrarı önceleyen aktörler arasında uzun vadeli iş birliğini güçlendirmek için de alan bulunmaktadır.