Mısır'da Değişim Nereye? Ordunun Rolü ve ABD'nin Tavrı

Prof. Dr. Tayyar ARI, Uludağ Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başk
Mısır’daki olayların aslında birkaç günlük bir olay olmadığını belirtmekte yarar var. Mısır, 75 milyonluk nüfusuyla, Türkiye’nin beşte biri kadar milli gelire sahip bir ülkedir. Tersinden okumak gerekirse Türkiye’nin 30 yıl öncesini yaşıyor diyebiliriz. Özellikle son otuz yıldır ülke her bakımdan geriye gidiyor. Ekonomik geri kalmışlığın ve yoksulluğun yanında yolsuzluğun ayyuka çıktığı ülkede yaklaşık elli yıldır tüm muhalefete yoğun bir siyasi baskı uygulanmaktadır. Bu durum özellikle izlenen dışı politikalarla birleşince sürdürülebilir olmaktan çıkmıştı. Özellikle son üç yıldır her an bir patlamanın olması beklenen Mısır’da olaylara Tunus olayları ivme kazandırdı. Ancak Mısır’ın kendi dinamikleri aslında bu olayların çok daha önce başlamasını gerektirirdi. Bu çerçevede birkaç noktaya dikkat çekip Mısır’da bundan sonra neler olabileceğine bakmakta yarar var.   Mısır’da Ordunun Pozisyonu   Mısır ordusunu, ABD’den bağımsız olarak ele alırsak yanıltıcı olur. Olayların başladığı gün 25 Ocak’ta bazı üst düzey komutanların bir toplantı vesilesiyle Pentagon’da toplantı halinde olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. Ordu değişimin yumuşak olmasını yönetmek için halkın güvenini kazanma rolünü gayet başarılı bir şekilde oynamıştır. Ancak geçişin yumuşak ve düzenli olması konusu üzerinde duran tüm kesimler gibi ordu da hızlı ve köklü bir değişimin kendi konumunu da tehlikeye sokacağını bilmektedir. Bu nedenle değişimin önünü açmak yerine değişimin yavaş ve yüzeysel olması rolünü oynamakta ve bu rolü yerine getirirken kötü polis karşısında iyi polis görünümünde kalarak halkın güvenini kazanmış; hatta halk tarafından sürekli olarak göreve çağrılacak bir konuma yükselmiştir. Ordunu rolünü başarılı bir şekilde oynadığını söyleyebiliriz.   Ancak ordu eliyle bir değişimin birkaç açıdan sokağı tatmin etmeyeceğini unutmamakta yarar var.   Öncelikle hiçbir ülkede ordu değişimin öncüsü olma rolü oynayamaz. Yapısı buna izin vermez. Çünkü halk hareketine sivil hareket adını verirken askeri güçlerin sivil bir girişimin içinde olması büyük bir çelişki olur.   Ordu hemen her yerde devletin ve mevcut yapının koruyucusudur. Mevcut yapı sarsıldığında kendi konumu da kaçınılmaz olarak sarsılır.   Ordu iktidarın en önemli sahiplerinden biridir. İktidarın gücünü temsil eder.   Ordu, siyasi rantın yanında, bir çok ülkede (Mısır buna dahil) ekonomik anlamda da iktidar rantıyla güçlenmiş bir yapıya sahiptir. Bu da onları mevcut durumun devam etmesini ya da değişimi kendi konumlarını sarsmayacak bir şekilde yönetilmesini sağlamaya zorlar.   Ordu eliyle bir değişim, Mısır’ın dış politikasında halkın istediği değişimi getirmeyecektir. Çünkü birçok ülkede olduğu gibi Mısır’da da ordu çok büyük boyutlarda ABD’ye bağlıdır. Özellikle Mısır’ın yılda yaklaşık ABD’den 1 milyar dolar askeri yardım aldığı düşünülürse bu bağın ne kadar güçlü olduğu biraz tahmin edilebilir. Ayrıca diğer birçok Üçüncü Dünya ülkesinde olduğu gibi Mısır ordusunun da kurmay kademesi Amerikan eğitiminden geçer.   Nihayetinde Mübarek’in Ömer Süleyman’a yetkilerini devretmesini desteklemesi ordunun pozisyonunun yavaş yavaş netleşmesi anlamına da geliyor. Zaten ordunun önünde üç alternatif bulunmaktaydı. Tarafsız bir pozisyonda kalarak, Mübarek’in hemen iktidardan gitmesini önlemeye çalışmak, ancak Mübarek’in iktidarda kalmasının mümkün olmadığı noktada iktidarı devralmak. İkinci alternatif bir darbe ile tüm mekanizmayı kendi denetimine almak; üçüncü bir alternatif ise barışçı değişim için demokratik güçlerle beraber hareket etmektir. Ancak ordunun bunlardan birincisini tercih ettiği anlaşılmaktadır. Bu politikanın halkı tatmin etmesi mümkün olmadığı için başarı şansı giderek azalmaktadır. Bunu yaparken ABD ile koordinasyon içinde olduğundan kuşku duymaya gerek yok. Bu politikanın sürdürülmesi halinde ordunun yıpranması kaçınılmaz hale gelebilir. Böyle bir durumda olaylar ordunun da kontrolünden çıkarsa değişim tamamen sivil ve halkın beklentilerini karşılayacak şekilde sonuçlanabilir. Ordunun ikinci alternatife yönelmesi, Mısır için gerçekten tam bir felakete yol açabilir. Üçüncü alternatifi gerçekleştirme konusunda ise ordunun ne yeteneğinin ne de niyetinin olduğu anlaşılmaktadır. Ancak tüm bu süreçte ordu içinde de bölünmeler gündeme gelebilir.   Mısır Dış Politikası’nın Değişime Etkisi   Mısır, özellikle 1978-1979 Camp David sonrasında dünyada ABD’den en fazla dış yardım alan İsrail’den sonra ikinci ülke haline gelmiştir. Bunun bir tek nedeni vardı. O da İsrail’in başına bela olmamasıydı. Çünkü, 1973 savaşı Mısır’ın güçlenmesi halinde Arap ülkelerine liderlik edebileceği ve İsrail’in başına bela olabileceğini göstermişti. Verilen bu yardımlar Mısır’ın pasifize olmasını sağlamıştır. Ancak bu durum Mısır halkında korkunç bir öfke birikimine yol açmıştır. Özellikle 2006 Lübnan işgali, 2008 Gazze işgali gibi olaylarda Mısır hükümetinin İsrail’i koruyan ve ablukayı uygulamada İsrail’den ileri giden bir ülke olması, Mübarek rejimine yönelik kızgınlığın, yalnız Mısır halkında ve entelektüellerinde kızgınlığa yol açmakla kalmayıp tüm Arap dünyasına yayılan bir öfke ve kızgınlığa dönüşmesini de beraberinde getirmiştir.   Mübarek Ne Yapmaya Çalışıyor?   Mübarek tüm benzer ülkelerde diktatörlerin yaptığını yapıyor ve zaman kazanmaya çalışıyor. 29 Ocak’ta hükümeti görevden alması ve bir başbakan atayarak yeni bir hükümet kurulmasını sağlaması, ve bir devlet başkanı ataması ve 2 Şubat’ta ise Eylül’de yeniden aday olmayacağını açıklaması halkı tatmin etmediği gibi, 10 Şubat gecesi halka yaptığı konuşmada da istifası beklenirken Eylüle kadar görevde kalacağını belirtmesi ve bir kısım görevlerini Devlet Başkanı Ömer Süleyman’a devr ettiğini açıklaması sorunun çözümüne yönelik en ufak bir katkı sağlamadığı gibi göstericilerde büyük bir hayal kırıklığı ve öfkenin yaşanmasına yol açmıştır. Mübarek’in bundan sonraki tavrını, gösterilerin geleceği nokta ile buna bağlı olarak ordunun ve ABD’nin tavrı belirleyecektir. 11 Şubat Cuma gösterileri gibi bundan sonraki günlerde de gösterilerin daha da genişleyeceğini ve değişimi kaçınılmaz kılacağını söylemek gerekir. Cin şişeden çıktı.   ABD’nin Tavrını Nasıl Okumak Gerekir?    Değişimi desteklediği görüntüsünü vermeye çalışan Obama yönetimi, bölgede önemli bir müttefikini kaybetme endişesini en derin biçimde yaşamaktadır. Çünkü bu değişim sadece Mısır’la sınırlı kalmayacak bölgede diğer Amerikan yanlısı otoriter rejimleri de sarsacak ve ABD bölgede ciddi bir zemin kaybına uğrayacaktır. Şüphesiz bu durum öncelikle İsrail’in durumunu etkileyecektir. İsrail’in güvenlik sorununu Orta Doğu politikasının merkezine yerleştiren Amerikan yönetimi için bundan daha ciddi bir endişe kaynağı olabilir mi? Mısır’ın dışında bölgede İsrail için sorun olabilecek başka bir Arap ülkesi yok. Mısır’ın İsrail’e destek vermesi ise Tel Aviv’in güvenlik sorununa inanılmaz bir katkı sağlamakta ve bu ülkenin bölgedeki işgalci politikalarını büyük bir rahatlıkla sürdürmesini yol açmaktadır.   Amerikan yönetiminin, değişimin düzenli ve yumuşak olması kaydıyla desteklerini belirtmeleri, tersinden okunduğunda Mübarek giderse kaos olur tezini destekledikleri anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bir taraftan Ordu’yu bağımsız bir konuma taşıyarak; halkı kontrol etmede ve en nihai aşamada değişimi sağlayacak bir iktidar alternatifi olarak tutan Amerikan yönetimi en kısa zamanda Mubarek’in iktidarda kalmasını daha ne kadar destekleyeceğine karar vermek zorundadır
Aksi halde halk, ordunun ve ABD’nin kendilerini kandırdıklarını düşünebilir. İşte o zaman hem ordu hem de Obama yönetimi geç kalmış olacaktır.