“Rol Modeli” Olarak Sunulmanın Ağırlığı

Doç. Dr. Tarık Oğuzlu, Bilkent Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü
Son zamanlarda dikkati çeken bir gelişme Türkiye’nin Orta Doğu ülkelerinin Müslüman kimliklerini koruyarak daha zengin, daha demokratik ve daha laik olabilmelerinde  bir rol modeli olarak birçok gözlemci tarafından lanse edilmesidir.  Bu bağlamda öne sürülen bir iddia Türkiye’nin çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu ama aynı zamanda Batı dünyasının laiklik ve liberal demokrasi kavramlarını başarılı bir şekilde harmanlayan en ideal örnek olduğudur. Türkiye’nin bu başarısının 11 Eylül sonrası dünyada sıklıkla adından bahsedilen “medeniyetler çatışması” tezinin aşılmasında ve  Arap Baharı çerçevesinde çalkantılar yaşamakta olan ülkelerin yönlerini daha kolay bulmalarında yardımcı olacağına inanılmaktadır.

Bu yolun başından beri Orta Doğu’yu kasıp kavurmakta olan halk ayaklanmalarının Türk modeli tartışmasını daha da alevlendirdiği görülmektedir. Geçenlerde yaşanan iki gelişme bunu açıkça göstermektedir. Mısır’a yapmış olduğu resmi ziyarette Başbakan Erdoğan dindar bir liderin bütün inançlara eşit mesafede bakan laik bir devleti yönetebileceğini bunun yanlış birşey olmayacağını söylemiştir. Tunus’ta son yapılan seçimlerden başarıyla çıkan Siyasal islamcı Ennahda partisinin lideri Adalet ve Kalkınma Partisi tecrübesinin kendilerine İslam ve laik demokrasiye başarılı bir şekilde birleştirmede ilham kaynağı olacağını ifade etmiştir.  Türk modelinin ne olduğuna ilişkin yapılan tartışmaları bir kenara bırakarak, bu yazıda Türkiye’nin model olarak sunulmasının Türkiye’nin Orta Doğu’daki çıkarlarını nasıl etkilemekte olduğu tartışılacaktır. Model olarak görülmek iyi bir şey midir?

Türkiye’yi model olarak gören analizlerin bir çoğunda Türkiye’ye ilişkin araçsal-teknik bir mantık benimsenmektedir. Buna göre, diğer devletlerin Orta Doğu bölgesinde Batı’daki çıkarlarına hizmet ettiği ölçüde Türkiye’nin modelliği vurgulanmaktadır. Bir çok gözlemciye göre Türkiye Batılı değerlerin ve normların Orta Doğu bölgesine yayılmasında aracılık rolü oynamaktadır/oynamalıdır. Bu bağlamda, Türkiye’nin en önemli avantajları şunlardır: Türkiye NATO ve Avrupa Birliği içinde Batılı devletlerle güçlü, kurumsal ve pragmatik ilişkiler kurabilmiştir; Türkiye’nin kendisi uzunca bir süredir liberal-demokratik değerler etrafında bir dönüşüm yaşamaktadır ve Türkiye son on yıldır “muhafazakar-demokrat” bir parti tarafından yönetilmektedir. Türkiye’nin bu özellikleri Orta Doğu bölgesinde siyasi islamcıların iktidara gelmeleri ve İran’ın bölgesel nüfuzunu artması bağlamında oldukça değerlidir. Türkiye’deki “islamcı” siyasetçilerin yaşadıkları tecrübeler ve ülkenin artmakta olan cazibe gücü Batılılara iki önemli avantaj sunmaktadır. İslamcıların bölgede yaşanmakta olan halk ayaklanmalarını domine etmeleri ve İran’ın inandırıcı bir alternatif sunması zorlaşacaktır.

Türk modeline eleştirel gözle bakan bölgesel aktörler Türkiye’nin bu şekilde lanse edilmekten mutlu olduğunu ve bunu Batı’nın içindeki yerini sağlamlaştırmak için kullandığını söylemektedirler. Bu bakış açısına göre, Türkiye’nin Orta Doğu sorunlarıyla aşırı derecede ilgilenmesi kendisinin bu sorunların çözümüne katkı yapmayı değil, bilakis Batı’ya Doğu üzerinden daha kolay ulaşmaya çalıştığı anlamına gelmektedir. Türkiye’nin özellikle de Suriye’de liberal demokrasinin yerleşmesi adına yaptığı çağrılar samimi olmaktan öte Batı’ya şirin gözükme çabalarıdır. Kendi başına bir aktör olmaktansa, Batı’nın bölgedeki temsilcisi gibi hareket etmektedir.

Türk modeli bağlamında yapılan tartışmalarda dikkati çeken bir nokta ülkedeki siyasi aktörlerin, başka konulardaki farklılıklarına rağmen, Türkiye’ye model olarak yaklaşanlara karşı eleştirel ve ihtiyatlı bir tutum takındıklarıdır. Bu, model olarak lanse edilmenin negatif sonuçlarının bir şekilde de olsa dikkate alındığını göstermektedir. Örneğin, Parlemento’daki en büyük iki muhalefet partisi Türkiye’nin model olarak tanımlanmasının ülkenin “ılımlı İslam” karakteri kazanmasını pekiştireceğini düşünmektedirler ve bu durumun T.C’nin Kemalist kurucu felsefesiyle uyumlu olmadığını söylemektedirler. İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi ise muhalefet partilerine nazaran daha yumuşak bir tutum takınmakta ama O da Türkiye’nin rol modeli yerine “bir ilham kaynağı” olarak tasvir edilmesini tercih etmektedir.

Türkiye’deki siyasi aktörlerin bu ihtiyatlı yaklaşımların iki temel nedeni vardır. Birincisi; Türk siyasi elitleri egemenlik konusunda oldukça hassastırlar ve Türkiye’nin  başkalarının yolundan gitmesi istendiğinde buna tepkiyle yaklaşmaktadırlar. Örneğin, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyesi olması için “Kopenhag kriterlerini yerine getirmesi gerekir” fikri halen tartışılmaktadır. İkinci olarak; Türk liderler Türkiye’nin model olaral lanse edilmesinin kendisinin bölgedeki manevra kabiliyetini azaltacağına inanmaktadırlar. Varsayılanın aksine, rol modeli olaral görülmek Türkiye’nin aktör kapasitesini ciddi oranda sınırlandırabilir. Bunun çeşitli sebepleri vardır. Vurgulanması gereken ilk nokta; Orta Doğu bölgesinin sömürge karşıtlığı fikrinin en güçlü yaşandığı yerlerden birisi olduğu ve Orta Doğuluların dışarıdan “dayatılan” reçetelere oldukça tepkisel yaklaştıklarıdır. Her ne kadar Arap ulusçuluğu, sosyalizm, İslam ve Baasçılık Orta Doğuluların sorunlarının çözülmesinde etkili olamamışsalar da bu, başka ülkelerin tarihsel tecrübelerinin kolayca kabul edileceği anlamına gelmez. Son yaşanan halk hareketleri göstermektedir ki, Orta Doğulular bundan böyle kendi tarihlerini kendileri yazmak istemektedirler. İkinci olarak, Türkiye’nin imparatorluk geçmişinden gelmesi kendisinin rol modeli olarak sunulmasını zorlaştıracaktır. Türk modeli firkrinin Türkiye’nin bölgesel hegemonyasını pekiştireceği algısı oldukça güçlüdür. Türkiye’nin bölgesel iddialarını ve liderlik arzularını model sıfatı arkasına saklanarak gerçekleştirmeye çalıştığına dair güçlü bür algı mevcuttur. Üçüncü bir nokta, Türkiye’nin Batılı aktörlerle uzun yıllara dayanan işbirliği Türk modeli fikrinin yerelliğini ve orjinalliğini zayıflatmaktadır. Son olarak, Türkiye’nin kendi iç sorunlarını, özellikle Kürt sorununu, çözemediği bir ortamda Türk modeli fikri inandırıcı gözükmeyecektir. Türkiye’ye eleştirel bakan bölgesel aktörler Türk liderlere bölgeye nizam vermekten ziyade kendi ülkelerini düzene sokmalarını tavsiye etmektedirler.

Orta Doğu bölgesinin liberal demokratik bir çizgide dönüşmesi bir yandan Türkiye’nin kendi iç dönüşün süreciyle uyumludur, diğer yandan da Türkiye’nin bölgesel çıkarlarını gerçekletirmesini kolaylaştıracaktır. Meşruiyetlerini baskıcı devlet kurumlarından, doğal kaynak zenginliğinden, dış askeri desteklerden ve hanedanlık bağlarından almayan rejimlerin ortaya çıkması Türkiye’nin Orta Doğu bölgesindeki cazibe gücünü arttıracaktır. Fakat, Türkiye’nin bu yöndeki bir dönüşümü etkileyebilmesi öncelikle kendi sorunlarını çözmesine, sonra da örnek oluşturabilme kapasitesine bağlıdır. “Türk modeli” fikrine eleştirel yaklaşmak gerekir.