Tazehurmatu Saldırısı, Kerkük’ün Geleceği ve Türkmen Toplumu

Kerkük’ün Tazehurmatu bölgesinde 20 Haziran günü Resul El Azam Camisi’nin önünde gerçekleştirilen bombalı saldırı, 70’in üzerinde can kaybı, 200 yaralı ve önemli bir maddi hasara sebebiyet vermiş, dikkatlerin tekrar Kerkük’e çevrilmesine sebep olmuştur. Bu saldırı aynı zamanda nihai statüsü üzerinde tartışmaların devam ettiği Kerkük’ün geleceği konusundaki kaygıları da arttırmıştır. Bombalı saldırının ayrıntıları netleştikçe bu kaygılar daha da belirginleşmiştir.

 

Saldırının en ilgi çekici boyutu ise özellikle Türkmenleri hedef almasıdır. Zira saldırıda hayatını kaybedenlerin hemen hemen tamamı Türkmen’dir. Irak’ın 2003 yılındaki işgalinden itibaren Kerkük konusunda dile getirilen en temel endişe, Kerkük’ün nihai statüsünün bir oldu bittiye getirilmesi durumunda şehirde etnik tansiyonun yükseleceği yönündeydi. Bölgede Türkmenler, Araplar ve Kürtler arasında bir etnik savaş çıkacağı ve bunun Irak’ın siyasi geleceğine etki edebilecek bir kâbus senaryosu olduğu defalarca çeşitli kesimler tarafından dile getirildi. 20 Haziran günü yaşanan saldırının en belirgin şekilde Türkmenleri hedef alması, akıllara sözkonusu etnik savaş ve etnik temizlik senaryosunu getirmiştir. Zira bu tarz bir kitlesel katliam girişiminin sadece Türkmen toplumunu hedef almasının temel amacının Türkmenleri kışkırtmak olduğu düşünülebilir.

 

Saldırıda dikkatten kaçırılmaması gereken bir başka ayrıntısı ise saldırıya uğrayan Türkmenlerin Şii mezhebine mensup olmaları ve saldırının dini açıdan sembolik bir mekân olan “cami” önünde gerçekleşmesidir. Bu durum ise akıllara Kerkük’te mezhep temelli bir savaşın tetiklenmeye çalışıldığını getirmektedir. Zira, Sünni ile Şii gruplar arasındaki savaş, işgal sonrası Irak’ı cehenneme çevirmiş ve yüzbinlerce insanın ölümüne sebep olmuş ve en nihayetinde ülkeyi istikrarlı bir yoldan uzaklaştırmıştır. Şimdi aynı istikrarsızlık ve kaos atmosferinin Kerkük’e sıçraması gibi kuvvetli bir ihtimal belirmiştir.

 

Saldırının zamanlaması bir hayli ilginçtir. Zira ABD ile Irak Hükümeti arasında imzalanan Güvenlik Anlaşması (SOFA) gereği 2011 yılının sonuna kadar ABD askerlerinin ülkeyi tamamen terk etmesi gerekiyordu ve tahliye süreci bu ayın sonunda başlayacaktı. Hem ABD’li hem de Iraklı yetkililerin bu saldırıyı, istikrara yönelik ve şiddeti kışkırtma amaçlı bir eylem olarak nitelendirmesi akıllara ABD askerlerinin ülkeyi terk etme sürecini etkileyip etkilemeyeceği sorusunu getirmiştir. Bu sorunun yasal dayanağını ise yine Güvenlik Anlaşması oluşturmaktadır. Çünkü anlaşmaya göre şiddetin yükselmesi durumunda Irak Hükümeti ABD’den yardım isteyebilir.

 

Bu olayın ardından artması muhtemel şüpheci yorumların önünü kesmek için Başbakan Nuri El-Maliki iddiaları kesin bir dille yalanlanmıştır. Maliki’ye göre takvim aynen anlaşıldığı gibi işleyecektir ve Irak güvenlik güçleri karşı tedbir alacaktır. İçişleri Bakanlığı sözcüsü Orgeneral Abdül Kerim Khalaf ise ABD askerlerinin çekilmesinin koordinasyon problemini ortadan kaldıracağından Irak güvenlik güçlerinin bu gibi olaylar karşısında daha hızlı ve esnek çözümler geliştirebileceğini açıklamıştır.

 

Bu çerçeveden bakıldığında, saldırının faillerinin kimliği konusunda etnik ve mezhepsel fraksiyonlar şüpheli duruma gelmektedir. Kerkük’teki olası bir etnik tansiyonun en önemli aktörlerinden birisi olması beklenen Kürt grupların temsilcileri, baştan Talabani ve Barzani, saldırıyı net bir dille kınamış ve Türkmenlere başsağlığı dilemişlerdir. Kürt grupların, en azından 2003 yılından beri sergiledikleri performanslarına bakıldığında, seçim süreçlerinde yaşanan münferit hadiseler dışında kitlesel katliamlara teşebbüs edecek kadar cüretkâr bir sicilleri bulunmuyor. Ne var ki, Kerkük bölgesinin içinde peşmerge güçlerinin, merkezi hükümet askerlerinin ve ABD kuvvetlerinin da bulunduğu karmaşık bir asayiş teşkilatı vardır. ABD askerlerinin bölgeyi terk etmesinden sonra bölgeyi Irak ordusunun mu yoksa peşmergelerin mi kontrol edeceği halen bir muammadır. Kerkük bölgesinde yaşanabilecek istikrarsızlıklar, kendi bölgelerini sorunsuz bir şekilde kontrol etmeyi başaran Kürt gruplar için güvenlik sağlayıcı (security provider) bir rol üretebilir.

 

Saldırının Şii mezhebine mensup Türkmenlere hem de bir ibadethanenin önünde gerçekleşmesi, El-Kaide bağlantılı grupları sanık sandalyesine oturtmaktadır. Zira, saldırının yapılışı ve hedef alınan kitlenin mezhepsel kimliği saldırıdaki El-Kaide şüphesini arttırmaktadır. ABD Başkanı Obama’nın Irak’tan çekilme ve Afganistan’daki askeri kapasiteyi arttırma planının, Irak’taki şiddet eylemlerine hız vermesi zaten beklenen bir gelişmeydi. Bu şekilde El-Kaide bağlantılı grupların, Irak’taki istikrarsızlığı körükleyerek ABD askerlerinin bu ülkede daha fazla kalmasını sağlayacakları tahmin ediliyordu. Kerkük’te gerçekleştirilen bu saldırı çatışma ve istikrarsızlık döneminin geri dönüp dönmeyeceği sorusunun artık daha sık sorulmasını beraberinde getirecektir. Irak güvenlik kuvvetlerinin üstesinden gelemediği bir kaos ise ABD’nin planladığı “yüz akıyla Irak’tan çıkma ve Afganistan’a yönelme” politikasını sekteye uğratabilir.

 

Yukarıda bahsedilen senaryoların her biri önümüzdeki günlerde sık sık dile getirilecektir. Bu yazının amacı saldırının faillerini bulmak değil, siyasi yapıların stratejik hesaplarını analiz etmektir. Ancak bütün bu siyasi kurguların ötesinde, Tazehurmatu katliamı ile büyük üzüntü yaşayan Türkmenler için zor bir dönemin başladığını da vurgulamak gerekir. Bu yaşanan olayı tarihi bir kırılma noktası ve kötülük olarak nitelendiren Türkmenler, çekilmek istendikleri kaosun ve cehennemin farkında olmalıdırlar. Yaşanan bu olay Kerkük’ün ülkenin geleceği ile ilgili ne kadar hassas bir bölge olduğunu göstermiştir. Türkmenler bu hassas bölge üzerinde oynanan oyunda hedef seçilmiştir. Türkmen toplumunun her zamankinden daha fazla birlik içerisinde ve soğukkanlı olmaya ihtiyacı vardır. Bu birliktelik ve soğukkanlılık yeni kurulan Irak’ta onlar için daha farklı bir gelecek yaratabilir.