Mısır: Kitle Sindirme Aracı Olarak Yargı

Nebahat Tanrıverdi Yaşar, ORSAM Araştırma Asistanı
Mısır’da içlerinde devrik cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin de bulunduğu 100’den fazla ismin 16 Mayıs günü idam cezasına çarptırılmasının yankıları devam ediyor. Mısır’da yargı, 3 Temmuz darbesinin ardından ülkeyi saran tahakküm dalgasının baş uygulayıcılarından biri olarak ülkedeki otoriteryenizmin sınırlarını test ediyor. Adalet sisteminin otoriter rejimlerde bir baskı aracı olarak kullanılması elbette ki yeni bir olgu değil; özellikle muhaliflerin bastırılması ve kitlelerin sindirilmesinde geleneksel bir araç olarak kullanıldığını pek çok örnekte tespit etmek mümkün. Ancak Mısır siyasi tarihinde ilk defa adalet sistemi, tahakküm aracı olarak cebri kuvvetlerin önüne geçiyor.

Yargı Mısır siyasetindeki çatışma alanına 2012’de “yumuşak bir darbe” yaparak giriş yaptı. O günden beri de tüm siyasi çekişmenin ve kurulan yeni denklemlerin ana aktörlerinden biri. Mübarek döneminde ya da 2011 sonrası dönemde Mısır yargısının rejimle ilişkisinin kodlarını ortaya koymak oldukça güç bir iş. Emir komuta zinciri ile daha yekûn hareket kabiliyetine sahip güvenlik kurumlarının analizi için kullanılan şablonlar, yargı sistemine uygulanmak için fazla basit kalıyor. Mübarek döneminde bile rejim ile yargı sistemi arasındaki ilişki oldukça girift bir haldeydi. Bir yandan rejim, üst düzey pozisyonlara güvendiği isimleri atarken diğer yandan yargı sistemi kendine daha fazla alan açma adına rejimle karşı karşıya gelmekten kaçınmıyordu. 2000’li yılların başında Mısır’a bakan biri, yargı sistemini önemli bir muhalefet odağı olarak tarif edebilirdi. Yargı özerkliği ve reformu üzerinden başlayan rejim-yargı gerilimi, 2006 seçimlerinde doruk noktasına ulaşmıştı. Yargıçlar önce seçim gözlemciliği yapmama tehdidini kullanmış daha sonra ise seçimlerde hile yapıldığına dair raporlarını kamuoyu ile paylaşmışlardı. Ardından da ülke yargıç ve avukatların oturma eylemlerine sahne olmuştu.

Ancak rejim ile yargı arasında yaşanan bu gerilim ve çekişme, yargıyı rejim karşıtı bir muhalefet odağına dönüştürmenin çok uzağında kalmıştır. Yargı geleneksel olarak Mısır’daki otoriter rejimin önemli bir parçası olmuştur. Özellikle yargı sistemi, devletin ortak kamu çıkarlarının tanımlayıcısı ve koruyucusu pozisyonunun tekelini elinde tutuyordu. Yani anayasada muğlâk bir şekilde bırakılan kamu çıkarı değişen konjonktüre göre yargı tarafından sürekli tanımlanıyor ve rejimin değişen politikalarına uygun hale getiriliyordu. Ancak yargının otoriter rejim içerisindeki rolü, güvenlik kurumları ve rejim partisinin gerisinde kalmaktaydı. Rejim-yargı gerilimin temel nedeni ise yargının bu ikincil pozisyondan kurtulmak için kendine daha fazla alan açmak istemesiydi.

Mübarek döneminin özellikle son döneminde rejim ile yargı arasındaki ittifak, yargının seçimlerde üstlendikleri rol ve muhaliflere karşı süregelen davalarda yargının rejime karşı ara ara çatlak sesler yükseltmesi ile gerilimli bir şekilde seyrediyordu. Bazı davalarda mahkeme rejimin hüküm giymesini istediği isimleri, itirafları işkence zoru ile alındığı gerekçesiyle mahkeme nezdinde geçersiz sayıyor ve serbest bırakıyordu. Yargının bu güvenilmez tutumu nedeniyle Mübarek döneminde yargı içinden gelen çatlak seslerle mücadele için iki yol bulundu. İlk olarak rejim askeri mahkemelerin yetki alanını genişletmiş ve rejim adına önemli davaları askeri mahkemenin alanına devretmeye başlamıştı. Böylece yargının rejimi siyasi davalar aracılığıyla sıkıştırma kartını sınırlandırmıştı. Askeri mahkemeler aracılığıyla Mübarek istediği hükümleri daha kolay alabiliyor ve yargının elini de zayıflatmış oluyordu. Rejimin uyguladığı ikinci yol ise yargı reformuydu. 2007 yılında sınırlı da olsa bir yargı reformu gerçekleştirerek yargının taleplerini kısmen de olsa tatmin etmeye çalışmıştı. Sonuç itibariyle rejim Mübarek döneminde bir yandan yargının manevra alanını daraltmaya çalışmış, diğer yandan da ufak imtiyazlar ve reformlar ile rejim-yargı ittifakını devam ettirmeye çalışmıştır.

Yumuşak Darbe ve Yargı
Yargı, 2011 sonrası başlayan siyasi çatışma alanına “yumuşak bir darbe” ile giriş yaptı. 17 Haziran 2012’de, Cumhurbaşkanlığı seçimleri için oy verme işlemi sürerken aldığı bir karar ile teknik gerekçelerle parlamento seçimlerinin seçim yasasına uygun olmadığına hükmederek meclisi feshetti ve yeniden seçimlere gidilmesi kararını verdi. Yargı, bu kararı ile geçiş sürecinde kritik ve aktif bir rol üstlenme niyetini deklare etmiş oldu. Bu hamle Mursi’nin, yargıyı “eski rejim kalıntısı” olmakla suçlamasını ve yargı sistemindeki üst düzey bazı atamaların yapılmasını beraberinde getirdi.

30 Haziran 2012’de cumhurbaşkanlığı yeminin eden Mursi, 10 Temmuz’da mahkeme kararına rağmen parlamentoyu topladı ve yol haritasını duyurdu. Yol haritasına göre anayasa yazım komisyonu 2012 sonunda çalışmalarını tamamlayacak ve 60 gün içinde ülkede parlamento seçimleri yinelenecekti. Gene aynı gün cumhurbaşkanı Mursi, Anayasa Mahkemesi’nin parlamentoyu feshetme kararını temyize götüreceklerini açıkladı. Ancak Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere diğer mahkemeler de temyiz yolunun kapalı olduğuna dair ardı ardına açıklamalar yapmışlardı.

Mursi ilk adımda yargı içindeki direnci rejim yanlısı isimleri görevden almaya çalışarak çözmeye çalıştı. Ancak Mursi’nin bu çabası da büyük bir direnç ile karşılaştı. Cumhuriyet Başsavcısı Abdel Meguid Mahmud’un görevinden alıp yerine Talat İbrahim’i ataması, ancak Mahmud’un bu kararı savcıların desteği ile tanımaması büyük bir siyasi krize neden olmuştu. Kasım 2012’ye gelindiğinde Mursi 22 Kasım Kararı ile kendine “süper yetkiler” vermiş ve kararlarını yargının yetki alanından tamamen çıkarmıştır. 22 Kasım kararlarının hemen ardından Mursi’nin ilk icraatlarından biri Mahmud’u görevinden almak olmuştur. Bundan sonraki süreçte de sivil-asker geriliminden çok Mursi-yargı gerilimi Mısır’ın gündemini işgal etmiştir. 2013 Temmuz’unda darbe gerçekleşinceye kadar bürokrasi direncinin liderliğini üstlenen Mısır yargısı, böylece rejim ile ilişkisini yeni bir düzleme oturtmuş ve yakın bir ittifak haline gelmişlerdir.

3 Temmuz darbesi ülkede 2011 dönüşümünü de aşan büyük bir kırılma yaratmıştır. Mübarek dönemini gölgede bırakan darbe sonrası uygulamalar ülkede sivil ve askeri bürokrasiye dayanan yeni bir otoriter rejim inşa etmeyi hedeflemektedir. Bu inşa için de zaruri görülen husus, başta Müslüman Kardeşler olmak üzere muhalif unsurların bastırılmasıdır. Kanlı Adeviye Baskını sonrası geniş çaplı tutuklamalar gerçekleştirilen Mısır’da tutuklu sayısının astronomik rakamlara ulaştığı iletilmektedir. Mısır yetkililerinin açıklamalarına göre Mayıs 2014 itibariyle tutuklu sayısı 16.000, muhaliflere göre ise 40.000 civarındadır. Bu dramatik tablo, yüzlerce insanın gerekli savunma imkânlarından mahrum bir şekilde toplu yargılanmaları ile daha vahim bir hale gelmektedir. Şu ana kadar Mısır Müftüsü’nden 1000’den fazla idam cezasına ilişkin görüş sorulmuştur.

Ayrıca Müslüman Kardeşlerin ekonomik, sosyal ve siyasal faaliyetlerinin sonlandırılması görevi de yargı tarafından yürütülmektedir. Önceki dönemde muhaliflerin susturulması ve cezalandırılması ile iç güvenlik ve istihbarat teşkilatları ilgilenirken, bugün yargı bu rolü büyük oranda üstlenmiştir. 2013 darbesi ile birlikte yargı kendini, Mısır’daki otoriter rejimin en ileri savunma hattına konumlandırmıştır. Yeni anayasa ile de elde ettiği yeni kazanımları güvence altına alan yargı, kitle sindirmede oynadığı bu görünür ve ses getiren rol ile hem elde ettiği yeni güç ve konumu denemekte hem de de jure kazanımlarını da sistem içinde konsolide etmektedir. Bu durum ise yargının kontrolsüz bir şekilde otoriteryenizmin sınırlarını fazla zorlama tehlikesini ortaya çıkarmaktadır.