7 Ekim'den 13 Nisan'a: İsrail-İran Kapsamlı Mücadelesi

13 Nisan 2024'te İran, İsrail ile olan uzun süreli siyasi ve dolaylı askerî gerginliği daha da artırarak, İsrail’e kapsamlı bir drone, seyir füzesi ve balistik füze saldırısı gerçekleştirdi. Gecenin ilk saatlerinde İran tarafından doğrudan İsrail topraklarına 100'den fazla insansız hava aracı gönderildiği haber akışlarına yansıdı ve bu durum, iki ülke arasındaki gerilimin ciddi şekilde arttığını göstermekteydi. Bu saldırı, İsrail'in 1 Nisan'da Suriye'de İran’ın diplomatik misyonlarına yaptığı ve İranlı generallerin ölümüyle sonuçlanan hava saldırısının ardından meydana geldi. Saldırıda kullanılan dronelar, Rusya'nın Ukrayna'da sıkça kullandığı Şahed-136 tipindeydi. Bu dronelar yavaş hareket etmekte ve bomba taşıyabilmekte, bu da İsrail ve müttefiklerine müdahale için zaman tanımaktaydı. Nitekim öyle de oldu ve büyük oranda saldırı geri püskürtüldü. İran’ın bu saldırılarda insansız hava araçlarını güçlü balistik füzeler yerine daha yoğun şekilde kullanması, acil bir askeri eylemden çok uluslararası alanda görünürlük ve İsrail üzerinde psikolojik etki yaratmayı amaçladığını düşündürmektedir. 

İsrail, İran'ın gerçekleştirdiği saldırıya hava savunma sistemlerini yüksek alarma geçirerek yanıt verdi. İran’ın İsrail’e gece saatlerinde yollamaya başladığı dronelar bölgede konuşlu ABD unsurları, Ürdün ve İsrail tarafından büyük oranda düşürüldü. Temelde bakıldığında bu saldırının bölgesel etkilerinin oldukça derin olması kuvvetle muhtemeldir. Saldırıda insansız hava araçlarının ve seyir füzeleri ile balistik füzelerin kullanılması, Irak ve Ürdün'ün hava sahasını kapatmasına neden olmuştu. Bu durum, bölgedeki gerilimin artışıyla ilgili geniş çapta endişeleri yansıtmaktadır.

Ayrıca çatışmaların yoğunlaşması, Ortadoğu'daki küresel güçler arasındaki zaten gergin ilişkileri daha da karmaşık bir hale getirebilecektir. Saldırılar özellikle ABD ile İran arasındaki ilişkileri daha da olumsuz anlamda etkileyebilir. İran'ın vekil güçleri Lübnan'daki Hizbullah veya Suriye'deki diğer grupların İsrail'e yönelik saldırılarını artırması durumunda, bu çatışmanın daha da büyüme riski var. Özellikle İran'ın Hürmüz Boğazı gibi stratejik deniz yolları üzerindeki kontrolü göz önüne alındığında, süregelen çatışmanın küresel denizcilik ve ticaret üzerinde etkileri olabilir. Bu minvalde İran birkaç gün öncesinde İsrailli bir milyardere ait olduğu ifade edilen bir gemiye içerisindeki mürettebat ile el koymuştu. Geçmişte yaşananlar, her iki ülkenin de küresel petrol tedarik yollarını kesintiye uğratabilecek ve uluslararası pazarları etkileyebilecek daha fazla deniz çatışmasına girebileceğini gösteriyor. Bu durum, askeri ve diplomatik gerilimlerin daha da artabileceği bir noktada ve uluslararası toplum, özellikle ABD, Kanada, İngiltere gibi Batılı ülkeler, İsrail'e olan desteklerini ivedi şekilde belirtti. Bu açıdan yaşanabilecek herhangi bir askerî önemli gelişme, daha büyük bir bölgesel çatışmayı önlemek için geniş çaplı bir uluslararası müdahaleyi teşvik dahi edebilir. 

İsrail eylemlerine misilleme
13 Nisan 2024'te İran'ın İsrail'e yaptığı gerçekleştirdiği saldırısı, İsrail'in 1 Nisan'da Suriye'deki İran diplomatik misyonlarına düzenlediği ve bazı İranlı generallerin ölümüyle sonuçlanan hava saldırısına bir yanıt olarak görülebilir. İsrail'in bu saldırısı İran tarafından doğrudan bir provokasyon ve kendi askeri personeline yönelik bir saldırı olarak kabul edilmiş ve karşılık verilmesine sebep olmuştur. İran, 100'den fazla insansız hava aracını havalandırarak gerektiğinde daha fazla çatışmaya girebileceğini göstermeyi amaçlamıştır. Bu saldırı, İran'ın kendi çıkarlarını koruma ve egemenliğine yönelik herhangi bir tehdide karşılık vermekte kararlı olduğunu yerel ve bölgesel aktörlere gösteren bir mesaj olarak değerlendirilebilir. Durum, daha fazla askeri müdahale ihtimaliyle değişkenliğini korumakta ve İran, Hizbullah ve Hamas gibi güçler aracılığıyla İsrail hedeflerine yönelik hamlelerini sürdürebilir; bu hamleler Lübnan veya Gazze'den İsrail’e yönelik hamleleri ve siber saldırıları da içerebilir. Özellikle İran'ın devam eden nükleer programı ve İsrail'in İran'ın nükleer silah kapasitesine ulaşmasını engelleme amacı göz önünde bulundurulduğunda, temel gerilimlerin sürmesi kuvvetle muhtemeldir. 

Saldırıdaki yeni unsurlar
13 Nisan 2024'teki saldırı, her ne kadar etkisi düşük kalmış olsa da İran'ın İsrail'e yönelik ilk geniş çaplı askeri saldırısı olarak kaydedildi. İran, bu saldırıda 100'den fazla insansız hava aracını kullanarak, İsrail ile özellikle Hamas ve bölgedeki diğer İran destekli gruplarla olan süregelen çatışmaları dikkate alındığında, iki ülke arasındaki askerî gerginliği daha da artırdı. 

İsrail'in askeri kapasitesi ve yetenekleri düşünüldüğünde, olası tepkileri arasında İran'ın Suriye'deki veya diğer bölgelerdeki askeri hedeflerine yönelik hava saldırıları düzenlemesi yer alabilir. Ayrıca İsrail, Hizbullah'ı ve Lübnan ile Suriye'deki diğer İran destekli milisleri hedef almaya devam edecektir. Bunun yanında İsrail, aynı zamanda İran'a diplomatik ve ekonomik baskılar uygulamak için ABD ve Batılı müttefiklerden geniş çapta uluslararası destek arayabilir. İsrail, tehditlere karşı koymak için gelişmiş hava savunma sistemlerini aktif kullanmaya devam edecek ve özellikle Lübnan ve Suriye sınırlarına yakın bölgelerde askeri hazırlık durumunu artırabilecektir. 

Bölgesel etkiler
Bu gerilimin artması, özellikle Hizbullah ve diğer İran destekli grupların İsrail'e yönelik saldırılarını yoğunlaştırması durumunda, birden fazla ülkeyi kapsayan geniş çaplı bir bölgesel çatışmaya yol açabilir. Bu, zaten istikrarsız olan Orta Doğu bölgesini daha da istikrarsızlaştırabilir. Bu çatışma, İsrail'e destek verdiğini açıklayan ABD de dahil olmak üzere büyük güçlerin dikkatini çekebilir ve bu durum ABD-İran ilişkilerini, aynı zamanda Rusya ve Çin gibi diğer büyük güçlerle olan geniş jeopolitik dinamikleri etkileyebilir. Özellikle Hürmüz Boğazı gibi stratejik su yollarının yakınında artan askeri hareketlilik, küresel petrol arzını kesintiye uğratarak küresel pazarları sarsabilir ve dünya çapında ekonomik istikrarsızlığa neden olabilir. Askeri çatışmaların yoğunlaşması ciddi sivil kayıplara ve büyük çapta yerinden edilmelere sebep olabilir, bu da özellikle Gazze ve Lübnan'da zaten var olan insani krizi daha da kötüleştirebilir. Genel olarak, durum son derece belirsiz ve uluslararası toplum, durumun nasıl gelişeceğini ve geniş çaplı bir bölgesel savaşı önlemek için atılabilecek adımları yakından takip etmektedir. 

Önümüzdeki senaryolar
İsrail'in gelişmiş hava savunma sistemleri, Iron Dome, The Arrow ve David's Sling dün gece gerçekleştirilen saldırıların büyük bölümünü etkisiz hale getirdi. Bu çatışma ortamında İsrail’in ilgili sistemlerinin yüksek alarm durumunda kalacak olması tahmin edilebilir. Şu aşamada söz konusu saldırıları geri püskürttüğü ifade edilebilecek olan İsrail Suriye'deki İran mevzilerine veya Lübnan ve muhtemelen Irak'taki İran destekli milis mevkilerine karşı hedefli karşı saldırılar başlatabilir. Bu tepkiler, İran'ın insansız hava aracı ve füze yeteneklerini zayıflatmayı ve daha sonraki saldırıları caydırmayı amaçlayacaktır. Aynı zamanda, İran ile bölgedeki çeşitli vekil gruplar arasındaki önemli bağlar göz önüne alındığında, bu grupların ileride İsrail’e yönelik saldırılara daha geniş bir katılımı beklenebilir.  

Aslına bakılırsa İran’ın dün gerçekleştirdiği kısıtlı fakat gösterişli, psikolojik baskıyı amaçlayan saldırısı, bir bakıma bölgedeki Şii milisler nezdinde de İran’ın konumunu sağlamlaştırmayı amaçlıyor. Bu durum, potansiyel olarak Lübnan Hizbullahı’nın roket saldırılarına veya Suriye ve Irak'taki milislerin diğer eylemlerine yol açabilir. Bu bölgesel gerilim aynı zamanda, İsrail'in sadece İran hedefleriyle sınırlı kalmayıp, birçok cephede daha kapsamlı bir askeri müdahalesini de beraberinde getirebilir. Yine aynı şekilde bir diğer önemli nokta da ne zamandır Refah’a askerî operasyon konusunda Batılı ülkeler ile dahi çelişen ve uluslararası alanda eleştirilen İsrail, tekrar bir destek toplayarak bu konudaki son hamlelerini gerçekleştirme konusunda daha istekli olabilecektir. 

Fakat bunun yanında, bu bölgesel gerilimi azaltmaya yönelik diplomatik hamleler de görebiliriz. Başta ABD ve Rusya olmak üzere BM gibi önde gelen uluslararası aktörler, gerilimi azaltmak için diplomatik olarak müdahalelerini artırabilir. Bu, geçici bir ateşkes sağlanması veya en azından kazara daha geniş çaplı çatışmaların önlenmesi için bir iletişim kanalı kurulması amacıyla İranlı ve İsrailli liderlerle üst düzey görüşmeleri içerebilecektir. Bu diplomatik müdahalenin etkinliği, büyük ölçüde eş zamanlı askeri gelişmelere ve uluslararası toplumun hem İran hem de İsrail üzerindeki etkisini artırma becerisine bağlı olacaktır. Bu senaryoların her biri, özellikle Orta Doğu’nun küresel enerji arzı ve güvenlik mimarileri açısından stratejik önemi göz önünde bulundurulduğunda, bölgesel istikrar ve küresel diplomatik ilişkiler açısından farklı anlamlar taşımaktadır. 

İsrail ve İran perspektifleri 
İsrail, İran'ın 13 Nisan'daki insansız hava aracı saldırısını, özellikle Şam'daki İran diplomatik misyonlarına yönelik 1 Nisan'da gerçekleştirdiği hava saldırısına doğrudan bir misilleme olarak görüyor. İsrail'in bu saldırısı, Suriye'de konuşlu İranlı generalleri hedef alarak, İran'ın bölgedeki askeri yapılanmasına büyük bir darbe vurmuş ve İran'ın askeri liderliğine yönelik ciddi bir saldırı olarak algılanmıştır. İsrail, bu tür saldırıları İran'ın Suriye ve genel olarak Orta Doğu’daki nüfuzunu sınırlandırmak ve İran destekli milis grupların bölgedeki faaliyetlerini engellemek amacıyla gerçekleştiriyor. 

İsrail, İran'ı bölgesel istikrarı tehdit eden ve kendi güvenliğine sürekli bir tehdit olarak gören bir aktör olarak değerlendiriyor. Bu nedenle, İsrail'in savunma stratejisi, özellikle Suriye'deki İran varlıklarına yönelik proaktif saldırılar içeriyor. İran'ın misilleme olarak gerçekleştirdiği saldırılar, İsrail'in güvenlik politikalarını daha da sertleştirmesine ve hava savunma sistemlerini, özellikle Iron Dome, The Arrow, David's Sling gibi gelişmiş teknolojileri devreye sokmasına neden oluyor. İsrail, bu sistemlerle gelen tehditleri etkisiz hale getirmeyi ve bölgedeki İran destekli tehditlere karşı üstünlük sağlamayı amaçlıyor. 

İsrail ayrıca, İran'ın Filistinlilerin haklarını savunma iddiasını ve İsrail işgali olarak gördüğü durumları eleştirmesini, İran'ın kendi bölgesel politikalarını meşrulaştırmak ve Arap dünyası içindeki nüfuzunu artırmak için kullandığı bir propaganda aracı olarak görüyor. İsrail, İran'ın bu tür eylemlerini, bölgesel ve uluslararası düzeyde İsrail'e karşı olumsuz bir algı yaratma çabası olarak değerlendiriyor ve bu nedenle İran'ın bölgesel vekilleri üzerindeki baskısını artırarak ve uluslararası toplumla iş birliğini güçlendirerek karşılık veriyor. Sonuç olarak, İsrail, İran'ın bölgedeki faaliyetlerine karşı koymak için hem askeri hem de diplomatik kanalları kullanmayı sürdürüyor. Bu strateji, hem İsrail'in kendi ulusal güvenliğini koruma hem de bölgedeki İran etkisini sınırlama amacını taşıyor. İsrail, uluslararası toplumdan da İran'ın bölgesel tehditlerine karşı destek aramaya devam edecek, bu da bölgesel ve küresel güvenlik dinamiklerini şekillendirmede önemli bir rol oynayacak. 

İsrail perspektifinden bakıldığında, 13 Nisan'daki İran saldırılarına verilecek yanıtlar birkaç anahtar noktada odaklanabilir. İsrail, özellikle Suriye'deki İranlı generallerin hedef alındığı hava saldırıları gibi eylemlerinin, ulusal güvenliğine yönelik doğrudan tehditleri önlemek amacıyla meşru müdafaa kapsamında yapıldığını savunabilir. İsrail, İran ordusunun ve desteklediği grupların Suriye'de konumlanmasını uzun süredir kabul edilemez bir risk olarak görüyor ve bu varlıkları bölgedeki kırmızı çizgiler olarak değerlendiriyor. İsrail bu çerçevede, İran'ın askeri altyapısına yönelik saldırılarla, İran'ın bölgedeki artan askeri yeteneklerinin daha fazla istikrarsızlık ve çatışmaya yol açabileceği endişesine işaret ederek, bu tür tehditleri önlemeye çalışıyor. İsrail açısından, İran'ın provokasyonlarına verilen her türlü askeri yanıt, sadece yasal bir hak değil, aynı zamanda İsrail vatandaşlarını koruma yönünde ahlaki bir yükümlülük olarak görülüyor. Tabii burada İsrail’in Gazze’deki hukuksuz, orantısız şekilde gerçekleştirdiği saldırıları, soykırım boyutuna ulaşan saldırılarını da aynı şekilde değerlendirdiğini söylemek mümkün. 

İran saldırısının ardından İsrail, uluslararası hukuk çerçevesinde kendini savunma hakkını vurgulayarak, özellikle İran'ın ayrım gözetmeyen saldırganlığına karşı bu hakkı kullanacağını belirtecektir. İsrail, verilecek tepkinin caydırıcı olmasını hedefleyerek, İran'ı gelecekte benzer saldırılar düzenlemekten caydırmayı amaçlayabilir. Aynı zamanda, İran'ın saldırgan tutumuna karşı uluslararası iş birliğinin önemini vurgulayarak, küresel destek çağrısında bulunabilir. Bu, İsrail'in tehdidi hem tek taraflı hem de çok taraflı yaklaşımlarla yönetme stratejisini yansıtacaktır ve küresel güvenlik tehdidi olarak gördüğüne karşı birleşik bir duruş sergileme ihtiyacını ortaya koyacaktır. 

İran açısından bakıldığında, 13 Nisan'da İsrail'e yapılan saldırı, özellikle İran'ın bölgesel çıkarları ve güvenliğiyle ilgili olarak İsrail'den gelen bir dizi provokasyona ve algılanan tehditlere yanıt olarak rasyonelleştirilebilir. İran'ın 13 Nisan saldırısının en net nedeni, İsrail'in 1 Nisan'da Suriye'deki bir İran tesisini hedef alan ve iki İranlı generalin ölümüyle sonuçlanan hava saldırısına doğrudan misilleme olarak görülebilir. Bu saldırı, yalnızca İran'ın Suriye hükümetinin daveti üzerine askeri müdahalede bulunduğu Suriye egemenliğinin ihlali olarak değil, aynı zamanda İran'ın askeri liderliğine doğrudan bir saldırı olarak da algılandı ve dolayısıyla ulusal onuru korumak ve gelecekteki saldırıları caydırmak için bir tepkiyi gerekli kıldı. İran, eylemlerini bölgedeki İsrail saldırılarına karşı daha geniş bir savunma stratejisinin parçası olarak görüyor. İsrail'in, İran nüfuzunu kırmak ve askeri anlamda bölgedeki ilerleyişini önlemek amacıyla Suriye'deki İran varlıklarına sık sık saldırması, Tahran'da bölgesel istikrarı ve İran'ın stratejik çıkarlarını tehdit eden kışkırtılmamış saldırganlık eylemleri olarak görülüyor. Dolayısıyla 13 Nisan'da insansız hava araçlarının kullanılması, İran'ın bu tehditlere yanıt verme yeteneğini gösterme ve dolayısıyla caydırıcı duruşunu güçlendirme aracı olarak yorumlanabilir. 

İran kendisini sürekli olarak Filistinlilerin haklarının savunucusu ve İsrail işgalinin muhalifi olarak konumlandırdı. Saldırı aynı zamanda Filistinli gruplarla bir dayanışma jesti ve İran'ın Hizbullah ve çeşitli Iraklı milisler gibi bölgesel müttefiklerine, İran'ın bölgedeki İsrail politikalarına karşı çıkma kararlılığını teyit eden bir sinyal olarak da görülebilir. Bu, İran'ın kendisini Orta Doğu’da İsrail ve Batı etkisine karşı "Direniş Ekseni"nde merkezi bir oyuncu olarak sunmaya çalıştığı daha geniş bir anlatının parçasıdır da aynı zamanda. Yurt içinde İran liderliği, özellikle iç muhalefet veya ekonomik sıkıntı zamanlarında, ülke içinde milliyetçi duyguları harekete geçirmek için bu tür askeri eylemleri kullanmaktadır. İsrail'e karşı güçlü bir duruş sergilemek, özellikle dış tehditlere karşı ulusal onuru ve bölgesel liderliği savunmak olarak çerçevelendiğinde, çeşitli siyasi grupları ve halkı rejim etrafında birleştirmeye hizmet edebilir. Özetle, İran bakış açısına göre saldırı, İran'ın bölgesel rolünü savunmayı, İsrail saldırılarını caydırmayı ve savunma yeteneği gösterileri yoluyla iç birliği sürdürmeyi amaçlayan, devam eden İsrail provokasyonlarına hesaplanmış bir yanıt olarak görülebilir. Bu mantık, İran'ın Orta Doğu’da Batı ve İsrail'in saldırgan politikalarına karşı direnişe ilişkin daha geniş stratejik anlatısına uymaktadır.

Bu makale 14 Nisan 2024 tarihinde FokusPlus web sitesinde “7 Ekim'den 13 Nisan'a: İsrail-İran Kapsamlı Mücadelesi” başlığıyla yayımlanmıştır.