Altıncı Ayına Girerken Gazze Savaşı ve Refah’a Yönelik Olası Harekât

7 Ekim sonrası süreçte İsrail’in, Gazze’deki silahlı grupların muharip kapasitesini sonlandırması ve rehinelerin kurtarılması şeklinde iki stratejik amaç çerçevesine oturttuğu kara harekâtı 6. ayına yaklaşılırken hâlihazırda bu iki amacın da henüz gerçekleştirilemediğini ifade etmek mümkündür. Hatırlanacağı üzere ilk olarak Cuhur ed-Dik hattından Batı yönünde ikiye bölünen şehirde, kuzey istikametinden Siafa’dan önce güneye sonra merkeze ve Beyt Hanun çevresinden itibaren güneye yönelen İsrail ordusunun hedefi Gazze Şehri’nin (Gazze’nin kuzeydeki merkezî) kontrol altına alınması olmuştur. Çatışmalar boyunca Gazzeli sivillere güneye geçmeleri yönünde çağrı yapılırken operasyonun ikinci ayağı güneyde Han Yunus olmuştur.

Kaynak: ISW- (28 Mart 2024)
İsrail tarafından başlangıçta aylarca süreceği belirtilen savaşın uluslararası yansımaları ciddi boyutlara ulaşmıştır. Çatışmalar boyunca kadın ve çocukların yoğunlukta olduğu 32 bini aşkın Gazzeli hayatını kaybederken Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) seçimlerin yaklaşmasıyla birlikte Biden’ın seçmen tabanının yanı sıra Batı kamuoyunda da İsrail’e karşı tepkiler artmıştır. Bu durum, hükûmetlerin Tel Aviv'e olan desteği üzerinde baskı oluşturmaya devam etmektedir. İlaveten Uluslararası Adalet Divanında süren soykırım davası da İsrail ve İsrail’e destek veren ülkeler adına hassasiyetini korumaktadır. Gazze’ye yönelik yardımların kısıtlı kalmasıyla beraber şehirde yaşanan gıda sıkıntısı ve havadan atılan yardımlar gibi hususlar ise uluslararası kamuoyu nezdinde de iyi bir sınav verilmediğini teyit eder nitelikte olmuştur. Önümüzdeki süreçte ise bölge ülkeleri, ABD ve Batı’dan da tepki gören olası Refah harekâtı gündemdedir.

Stratejik Hedefler Henüz Gerçekleştirilemedi
Gazze’deki savaşın 6. ayına yaklaştığı bu dönemde, özellikle mart ayı ortaları itibarıyla şehrin kuzeyinde Filistinli grupların tekrar varlık göstermeye başlaması ve Şifa Hastanesi, Eş-Şati Kampı ve buranın merkez istikametinde doğusu, Beyt Hanun’un güneyi de dâhil olmak üzere tekrar çatışmaların yoğunluk kazanması dikkat çekmektedir. Dahası şu ana kadar İsrail ordusunun, savaş öncesi ortaya konulan hedeflerin hemen hemen hiçbirini tam olarak gerçekleştiremediğini ifade etmek mümkündür. Bunların gerçekleştirilememesinde ise İsrail ordusunun sahadaki performansı, savaş öncesinde ortaya konulan hedeflerin tutarlı olmaması ve Gazzeli grupların asimetrik yöntemler üzerinden gösterdiği mukavemet odağında üç gerekçe ön plana çıkmaktadır. Birbirleriyle de bağlantılı olan bu üç hususun münhasıran değerlendirilmesi hâlihazırdaki gelişmelerin anlaşılmasında anahtar niteliğinde olacaktır.

İlk olarak İsrail ordusunun Gazze’de devam savaş boyunca, alışılageldik imajı ve yaptığı hazırlıklarla doğru orantılı bir performans gösterememesi dikkat çekicidir. Gazzeli grupların 7 Ekim öncesinde yaptığı anlaşılan yoğun hazırlıklar ve kullandığı asimetrik yöntemler bu noktada etkili olurken İsrail ordusu bu durumu meskûn mahalde yoğun olarak hava gücünü kullanarak dengelenmeye çalışılmakta dolayısıyla hem sivil kayıplar hem de şehrin altyapısına verilen hasar son derece artmaktadır. Ancak bu noktada bir başka hususun da hatırlatılması ve detaylandırılması gerekmektedir. Zira Gazze’nin hâlihazırda yaşadığı yıkıma bakılarak 1948 Savaşı sırasında Taberiye ve Hayfa gibi Arap ve Yahudilerin birlikte yaşadığı şehirlerde Hagana’nın meskûn mahallere verdiği hasarın göz önünde bulundurulması ile mevcut manzaraya ilişkin paralel yorumlar geliştirilmesi mümkündür. Zira Mustafa Abbasi’nin aktardığına göre o dönem Arap mimarisiyle beraber Mizrahi Yahudilerine ait yapılar da bilinçli olarak yıkıma uğratılmış ve bu şekilde şehirlerin yüzü değiştirilmiştir. Savaş sonrası Gazze'de tartışılan senaryolar arasında, İsrail'den yükselen seslerden anlaşıldığı üzere, şehirde tekrar yerleşim yerlerinin inşası bulunmaktadır. Bu ihtimalin göz ardı edilemeyeceği ve şehrin uğradığı yıkımın anlamlandırılmasında tarihsel bağlamın önemli bir rol oynayabileceği ifade edilebilir. Dolayısıyla, şehirde yaşanan yıkımın birden fazla amaca hizmet etmesi muhtemeldir.

Bu gidişatta rehinelerin varlığı, hem İsrail hükûmeti açısından ciddi bir toplumsal baskı hem de ordunun harekât kabiliyetini zayıflatan en önemli hususlardan biridir. İsrail tarafının birçok görüşmede, Gazzeli grupların şartlarını şiddetle tenkit ederek görüşmeleri sonlandırıp sürekli masaya dönmesi de rehineler konusunda aksiyon almanın gerekliliğini göstermektedir. Öte yandan ülke içinde rehinelere dair hassasiyetler ile Gazzeli grupların yok edilmesi yönünde güçlü destek ve harekâta katılan askerlerin güvenliğiyle ilgili endişeler konusunda da bir polarizasyon gözlemlenmektedir. Diğer yandan Gazzeli gruplarla anlaşmaya varılmaksızın rehinelerin sağ salim geri döndürülmesi, İsrail’in mevcut harekât stratejisi ile Gazzeli grupları yok etmeye yönelik amacı ile çelişki daha da belirgin bir hâle gelmiştir. Ordu kanadında harekâtın amacına yönelik resmi duruş değişmemiş görünse de The Times of Israel’in, üst düzey ordu komutanlarına dayandırdığı haberinde, rehinelerin kurtarılması ile Gazze’nin Hamas ve diğer Filistinli gruplardan arındırılması amacı arasında uyumsuzluk bulunduğu yönünde ifadeler dikkat çekmektedir. İsrail’de, kimliği açıklanmayan askerî kaynaklara dayandırılan, mezkûr çelişkiyi destekler nitelikteki haberler üzerinden de bu fikrin desteklenmesi mümkündür. Basına yapılan bu tarz açıklamaların münferit olmadığı, aksine kamuoyu beklentisini yönetmeye yönelik bir çaba olduğu değerlendirilmektedir. Zira bir yandan 70 civarında olduğu öne sürülen rehinin İsrail’in saldırılarında öldürüldüğüne yönelik iddiaların yanı sıra İsrail ordusunda dost ateşiyle öldürülen asker sayısının fazlalığı gibi hususlar da çatışmanın şiddetini ve mukavemetin boyutunu doğrulamaktadır.

Kasım ayında gerçekleştirilen esir takası sonrasında tekrar başlayan çatışmaların seyri, müteakip ateşkes görüşmeleri sırasında iki tarafta da öne sürülen şartların ağırlık merkezini belirleyen konuları daha da belirgin hâle getirmiştir. Hamas tarafında beka meselesi giderek artan bir şekilde ana gündem olurken bu doğrultuda örgütün şartları; çatışmaların kalıcı olarak sonlandırılması, İsrail ordusunun çekilmesi, halkın kuzeye dönüşü ve yardımlara izin verilmesi olarak şekillenmiştir. Neticede çatışmalara verilecek 1-1,5 aylık sürelerin örgüt tarafından kabul görmediği izlenmektedir ki Gazzeli grupların muharip kabiliyetleri, Refah’a yapılacağı konuşulan İsrail harekâtından kuvvetle muhtemelen bir hayli olumsuz etkilenecektir. Dolayısıyla taraflar arasında Doha, Kahire ve Paris üçgeninde gerçekleştirilen çok sayıda görüşme ise şartlarda anlaşılamaması üzerine başarısız olmuştur. Sonuç olarak altı çizilmesi gereken en önemli husus, İsrail adına Gazze’deki güvenlik rejiminin değiştirilmesi hedefinden geri adım atılabilmesi bağlamında mevcut koalisyon veya alternatif bir siyasi kombinasyonun hareket alanının zayıf olduğudur. Ancak özellikle Netanyahu’nun, 7 Ekim’de gösterilen zaafın sorumlusu olarak bu konuda bir çıkışı olmadığı hatta Refah’a yönelik harekâtı siyasi bir sıçrama tahtası olarak kullanmaya çalışacağı ifade edilebilir. Ancak alternatif bir senaryoda İsrail’de kurulması olası farklı bir siyasi koalisyonun, 7 Ekim zafiyetini Netanyahu’nun sırtına yükleyebileceği ve rehinelerin hayatına karşılık sahadaki ilerlemeden feragat edebileceği bir alanı bulunmaktadır. Bu nedenle rehinelerin olası takasının sağlanması durumunda İsrail’in, Gazze’deki harekâtını sınırlayacak herhangi bir husus kalmayacaktır ki Gazzeli grupların bu beklentinin farkında olduğunu ifade etmek mümkündür. Bu gruplar, rehine takasını çatışmaların kalıcı olarak durmasını sağlayacak bir zemine oturtmaya çalışmaktadır. Diğer yandan İsrail üzerinde etkili olması muhtemel bir başka odak noktası ABD ve Batı’nın giderek artan baskısıdır. Ancak söz konusu baskı, harekâtın Gazzeli grupların yok edilmesi yönündeki nihai amacına yönelik değil sivil kayıpların boyutunun artık müsamaha gösterilemez duruma gelmesi ve bizzat Washington’un bölgedeki çıkarlarının doğrudan zarar görmesi ile ilgilidir.

Üçüncü önemli husus ise taraflar arasındaki güç asimetrisi ile paralel olarak güneye doğru geri çekilen bir seyir izlemekle birlikte, Gazzeli grupların mukavemetinin, öngörülen muharip kapasitelerinden daha sofistike yöntemler kullanmak suretiyle İsrail ordusunu zorlayan bir nitelik göstermesidir. Gazzeli gruplar tarafından tünellerin etkili bir şekilde kullanımının İsrail ordusunun kayıplarını artırdığı ve yavaşlattığı gözlemlenmektedir. Bu durum İsrail ordusunun hava gücünün etkinliğini sınırlandırırken Gazzeli gruplara hareket alanı sağlamakta ve yer yer İsrail birliklerinin arkasına sarkarak saldırmalarına imkân vermektedir. Bu hazırlıkların kapsamı ve niteliğinin İsrail istihbaratı tarafından fark edilememesi mevcut tablonun arka planı hakkında fikir vermektedir.

Olası Refah Harekâtının Geri Planı ve ABD’nin Pozisyonu
İsrail ordusu, hâlihazırda Han Yunus’ta ilerlerken gündemi en meşgul eden hususlardan birisi İsrail’in Refah’a yönelik yaklaşmakta olduğu ifade edilen harekâtıdır. Esasen İsrail ordusunun bu bölgeye, kara harekâtının ilk aşamalarında bir hamlesi olmuş ancak bunun devamı gelmemiştir. Uluslararası baskılara rağmen İsrail tarafından böyle bir harekâtla Gazze’nin Mısır’la bağının koparılması ve sürdüğü iddia edilen lojistik akışın kesilmesi ile savaşın süresinin kısaltılması amaçlanmaktadır.  Philadelphi Koridoru/Selahaddin Hattı’nın İsrail tarafından ele geçirilerek canlandırılmasını içeren plan, Refah’a yönelik harekâtın en kritik amaçlarından birisidir. Diğer yandan, muhtemel harekâtın, Gazze’de süren savaşla bağlantılı olarak İsrail’in uluslararası pozisyonuyla da ilgili ciddi yansımaları olacağı açıktır. Savaş öncesinde 275 bin Gazzelinin yaşadığı Refah, hâlihazırda 1,3 milyona yakın Gazzelinin buraya göçmesiyle insani açıdan oldukça hassas bir konuma gelmiştir. Bölge Filistinliler için tutunulacak son sığınak durumundadır. Bu bağlamda İsrail’in Refah’a yönelik harekâtı Gazze’deki insani krizi son derece derinleştirecektir. İsrail’in ikna çabalarına karşılık olası harekât, ABD ve Mısır başta olmak üzere bölge ülkeleriyle gerginliği artırmaktadır.

Washington, mevcut şartlarda Netanyahu ile İsrail’i ayıran hassas bir dil kullanarak Tel Aviv’e verilen güvenlik desteği ve uygulanan baskı arasında hassas bir denge kurmaktadır. Gelinen noktada ABD tarafından incelikli bir politika sürdürülürken yürütülen stratejinin üç ana sütuna oturduğu gözlemlenmektedir. Bunlardan ilki İsrail’in güvenliğine tam bağlılığın teyidi ve Gazzeli grupların yok edilmesi odağında desteğin kuvvetle devam etmesidir. ABD politikasının diğer sacayakları da bu eksene uygun olarak konumlandırılmaktadır. İsrail ile yaşanan ayrışmaya karşılık Biden yönetimi, çatışmaların başından itibaren Tel Aviv’e çok sayıda askerî satış yapmış, bu satışların Kongre’ye takılmaması adına söz konusu satışlar 100’den fazla partide dağıtılarak onay gerektiren barajın altında tutulmuştur. Son olarak 1 Nisan 2024’te Biden yönetimi, İsrail’e 18 milyar $ değerinde, 50 adet F-15 satışını onaylamıştır. İkinci sütun ise İsrail’in sürdürdüğü harekâtın yöntemi, artan sivil kayıplar, bunun ABD’nin bölgesel çıkarları ve küresel imajına olan menfi etkisi ile ilgili sürecin yönetilmesidir. Bu kapsamda kadın ve çocuklar da dâhil olmak üzere 32 binin üzerine çıkan Gazze’deki sivil kaybının karşısında, ABD’nin İsrail’e sağladığı politik, diplomatik ve materyal desteğin neden olduğu tepkisellikten soyutlanma ihtiyacının belirginleştiği müşahede edilmektedir. Washington’dan bu hususta Tel Aviv’e uyarılar gelmeye devam ederken ABD’nin baskısı söylemden öte diplomatik alana da yansımaya başlayan ve dozajı artan bir seyir izlemektedir. ABD Başkanı Joe Biden, Refah harekâtının “bir hata” olacağını ifade ederken Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın da böylesi bir harekâtın Hamas’ın yok edilmesi amacı bağlamında “gerekli olmadığı ve bunu desteklemedikleri”, “şehirdeki kıtlığın bir an önce sonlandırılması gerekliliği” yönündeki ifadeleri bunu doğrulamaktadır. ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in de böylesi bir hamlenin “sonuçları olacağına” ilişkin ifadeleri dikkat çekmiştir. ABD'nin, Ramazan ayında çatışmaların durması ve rehinelerin şartsız olarak serbest bırakılmasını içeren 2728 Sayılı Karar'ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) alınmasına ilişkin oylamada çekimser kalması neticesinde söylem düzeyindeki baskı diplomatik alana taşınmıştır. Esasen, içerik açısından Gazzeli grupların da beklentilerini karşılamadığı gözlemlenen bu kararla İsrail’e mesaj verilirken Gazze’de yaşananlar nedeniyle ABD’nin BM’de daha fazla izole olmaması yönünde bir çaba sergilendiği değerlendirilmektedir. 2 Nisan’da, Gazze’de faaliyet gösteren World Central Kitchen (WCK) adlı sivil toplum kuruluşunun çalışanlarının araçlarına düzenlenen hava saldırısında İngiliz, Avustralya, Polonya ve Kanada vatandaşı 7 kişi hayatının kaybederken Biden’ın da gelişmeye tepkisi sert olmuştur. Bunun münferit bir olay olmadığını söyleyen Biden, Gazze’deki savaşın, öldürülen yardım kuruluşu çalışanları sayısına bakılarak “yakın tarihin en vahim savaşlarından birisi” olduğunu ifade etmiş ve bu gelişmenin, “Gazze’de insani yardım dağıtılmasının neden bu kadar zor olduğunu gösterdiğini, İsrail’in yardım çalışanları ve çaresizce yardım bekleyen sivilleri korumak için üzerine düşeni yapmadığını” eklemiştir.

Sonuç
Refah’a yönelik İsrail harekâtının Gazze’deki savaşın son merhalelerinden biri olması muhtemeldir. Bölgeye yönelik harekâtın gerekliliği ve neden daha erken aşamalarda düzenlenmediğine dair tartışmalar devam etmekle birlikte, hâlihazırda bu harekâta duyulan gereksinim, Netanyahu’nun daha önce ifade ettiği “ordunun çatışmada artık düşük yoğunluklu üçüncü faza” geçtiği şeklindeki ifadelerini temelde yanlışlamaktadır. Gelinen noktada İsrail'in stratejik hedeflerine ulaşamadığı, çatışmanın uzaması ve sivil kayıplardaki artış ile uluslararası tepkilerin arttığı gözlemlenmektedir. Sivil kayıpların artması, yardım çalışanlarının öldürülmesi ve altyapıya verilen hasar, özellikle ABD'de yaklaşan seçimler ışığında Biden yönetiminin İsrail'e olan desteğinin sorgulanmasına neden olmaktadır. Refah’ı hedef alacak harekâtın, yöntem ve sivil kayıpların önlenmesine yönelik çabalar açısından Han Yunus ve şehrin kuzeyinden farklılaşması adına ciddi bir baskı söz konusu olmakla birlikte, bunun sahadaki pratiği nasıl etkileyeceğini zaman gösterecektir. Diğer yandan, şu ana kadar süren çatışmalar boyunca, İsrail tarafından ordunun ilerleyişi ve kontrol altına alınan noktalara ilişkin gelen haberler ve aktüel durum arasında 2-4 haftalık bir fark olduğu gözlemlenmektedir. Bu durumun, kuzeyde Beyt Hanun, Deir el-Balah, Şuceya ve Şati Kampı gibi birçok yerin kontrol altına alınmaya başlandığı yönündeki haberlere bakılarak teyidi mümkündür. Dolayısıyla Netanyahu tarafından harekât planına onay verildiği haberlerine karşılık bunun için hâlen zaman olduğunu değerlendirmek mümkündür. WCK çalışanlarını hedef alan saldırı ise Tel Aviv üzerindeki baskıyı daha da artırmış görünmektedir. Ancak bugüne kadar izlenen seyirde, Netanyahu üzerindeki baskıların sonuç vermediğini söylemek mümkündür.