Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Suudi Arabistan Ziyareti


3 Şubat tarihinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 150 kişilik bir heyetle Suudi Arabistan’a gitmiştir. Kral Abdullah’ın daveti üzerine yapılmış olan bu ziyaretin zamanlamasının, dünya çapında ekonomik krizin yaşanmasına rağmen Suudi Arabistan’ın kamu yatırımlarına devam etmesiyle ikili ilişkilerdeki ekonomi ve ticaretin geliştirilmesi amacıyla özellikle bu döneme denk getirildiği söylenmiştir. Ancak bu ziyaretin zamanlaması, sadece ekonomi ve ticaret boyutuyla değil, bölge siyaseti açısından da önemlidir.     Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri son yıllarda ivme kazanmıştır. 2006 senesinde Suudi Kralı Abdullah Bin Abdülaziz El Suud’un Türkiye’ye gelmesi, kırk yıl aradan sonra bir Suudi Kralının Türkiye ziyareti olması sebebiyle önemli bir dönüm noktası olmuş, bundan sonraki süreçte de karşılıklı üst düzey ziyaretler sıklaşmıştır. Bu ziyaretlerde ekonomik işbirliği olanakları kadar İsrail-Filistin sorunu ve Irak’taki gelişmeler önemli gündem maddelerini oluşturmuştur. Cumhurbaşkanı Gül’ün bu hafta gerçekleştirmiş olduğu Suudi Arabistan ziyaretinde de ekonomik ilişkilerin yanı sıra İsrail-Filistin sorunu ana gündem maddelerinden biri olmuştur.   Türkiye-Suudi Arabistan arasındaki ticaret hacmi 5,5 milyar dolar civarında olup, 2010 yılı itibariyle bu rakamın 10 milyar dolara yükseltilmesi hedeflenmektedir. Cumhurbaşkanı Gül, Suudilerin 2 yıl içerisinde 214 milyar dolarlık altyapı sektöründe yatırım planları olduğunu, bu rakamın 2020 yılına kadar 640 milyara ulaşmasını öngördüklerini ve bu bütçelerin geçtiğimiz hafta Suudi Kralı tarafından onaylandığını belirterek Türk işadamlarının Suudi Arabistan’daki bu fırsatı değerlendirmeleri gerektiğini ifade etmiştir. Görüşmelerden sonra Türk ve Suudi yetkililer, deniz taşımacılığı ve gençlik ve spor alanlarında işbirliğini öngören iki anlaşma imzalamışlardır. İki ülke arasında yapılan bu ziyaretler, işbirliği alanlarının arttırılması ve geliştirilmesi açısından bir fırsattır. Diğer taraftan, Cumhurbaşkanı Gül’ün ziyareti, İsrail-Filistin sorunu çerçevesinde bölgesel gelişmelerin yaşandığı bir dönemde yapılmış olmasından dolayı da önemlidir.   İsrail-Filistin sorunu, İsrail’in Gazze’ye 4 Ocak 2009 tarihinde başlatmış olduğu kara operasyonuyla yeni bir aşamaya girmişti. Bu tarih itibarıyla Türkiye’nin de konuyla ilgili daha aktif bir rol üstlenmeye başladığını söylemek mümkündür. Gazze operasyonu başladığında Arap sokakları sakinliğini korurken, Türkiye’de özellikle Cuma namazları sonrasında İsrail’e karşı gösteriler düzenlenmiş; Arap liderlerinden ses çıkmadığı bir dönemde Başbakan Erdoğan’ın Gazze olaylarıyla ilgili sert söylemleri ve diplomasi çabaları dikkat çekmiştir. Bu süreci, Türkiye’nin iç politik dengeleriyle değerlendirenler olsa da aslında meseleyi Türkiye’nin Saddam sonrası Ortadoğu’ya yönelik oluşturduğu dış politikasıyla okumak daha sağlıklı olacaktır. Irak’ın yeniden yapılandırılma sürecinde değişen güç dengelerinde yerini almak isteyen Türkiye, bölgenin genelinde de nüfuzunu arttırmak, ihtilaflı konuların çözümünde aktif bir rol üstlenmek ve bölge ülkeleriyle ekonomik ve ticari ilişkileri geliştirerek bölgesel istikrara katkı sağlamak istemektedir. Bu çerçevede Cumhurbaşkanı Gül’ün Suudi Arabistan ziyaretinin İsrail-Filistin sorunu çerçevesinde de önemli olduğu düşünülmektedir.    Cumhurbaşkanı Gül, Suudi Kralıyla görüşmesinde İsrail’in Gazze saldırıları sonrasında bölgedeki gelişmelerle ilgili olarak görüş alışverişinde bulunduklarını söylemiştir. Filistin sorununun çözümünde Filistinlilerin birlik ve beraberlik içerisinde olmalarının çok önemli olduğunu vurgulayan Cumhurbaşkanı Gül, HAMAS konusuna Türkiye ile Suudi Arabistan’ın farklı yaklaşmadığını söylemiştir. Bu benzerlik, iki ülkenin Filistinlilerin ulusal birlik hükümeti çatısı altında olmasını savunmalarından kaynaklanmaktadır. Nitekim, Suudi Arabistan 2007 yılında HAMAS ve El Fetih arasındaki sorunları çözmek amacıyla iki tarafı Mekke’de bir araya getirmiş, ulusal birlik hükümetinin kurulabilmesi için çaba sarf etmiştir. Ancak Suudi Arabistan’ın bu çabaları, taraflar arasında güç mücadelesinin yeniden hız kazanmasıyla başarıyla sonuçlanmamıştır. Türkiye’nin de Filistin’de tek (birleşik) yönetimi desteklediği ortadadır. Cumhurbaşkanı Gül’ün Suudi Arabistan ziyaretinde yapmış olduğu basın toplantısında Türkiye’nin “HAMAS yanlısı” gibi gösterilmesiyle ilgili sorulan bir soruyu Türkiye’nin Filistin’de taraf tutmadığını, Filistin’de tek yönetimi savunduklarını söyleyerek cevap vermiştir.    Sonuç olarak, Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleriyle ekonomik ve ticari ilişkilerini geliştirmek istediği ortadadır. Suudi Arabistan’la karşılıklı olarak yapılan üst düzey ziyaretler ve ekonomi alanındaki anlaşmalar da bu çerçevede değerlendirilmelidir. Aynı zamanda Türkiye’nin Ortadoğu siyasetinde aktif olmak istediği de ortadadır. Uluslararası politikada Ortadoğu’nun önemi dikkate alındığında, rekabet halinde olan bölgesel güçlerin ve bölge dışı aktörlerin Ortadoğu’yu şekillendirme mücadelesinin dikkatli doğru okunmalıdır. Saddam sonrası dönemde Irak’ta ve bölgede artan İran nüfuzunu Arap devletleri ve “ılımlı İslam” modeli çerçevesinde Türkiye ile dengelemek isteyen politikalar üretilmiştir. Bu nedenle Türkiye’nin Ortadoğu coğrafyasını Kuzey-Güney ve Doğu-Batı hatları çerçevesinde Avrasya ve Avrupa ile bütünleştirme politikalarının olması ve desteklenmesi gerekmektedir. Aksi halde Irak’ta yaşanan mezhep ayrışması bölgesel anlamda dini kimlik bazında bloklaşma şeklini alabilir ve böylesi bir gelişme bölge ülkelerinin birçoğu için çok daha ciddi boyutlara varabilecek istikrarsızlıkları tetikleyebilir.