Hamas-İsrail Ateşkesi ve Filistin Zaferinin Jeopolitik Etkileri

Ramazan ayının son günlerinde 12 Filistinli aileyi Kudüs’ün Şeyh Cerrah Mahallesi’nden çıkarmak isteyen İsrail ile bir arbede yaşanmıştır. Olayların büyümesi ile Mescid-i Aksa’da namaz kılanlar saldırıya maruz kalmış; akabinde Kudüs’teki direniş bütün Filistin’e yayılmıştır. İsrail’in bu keyfî ve haksız uygulamasına karşı hem uzun süredir ambargo altında tutulan Gazze hem el-Fetih yönetimi altındaki Batı Şeria hem de Filistin asıllı İsrail vatandaşı olan ve “48 Arapları” olarak adlandırılan Filistinliler ayaklanarak İsrail’in ayrımcı, baskıcı ve saldırgan işgal politikasına “dur!” demiştir. Tabi ki esas sürpriz, bir açık hava hapishanesine dönüştürülen Gazze’nin ortaya koyduğu direniş ve ruhlarını yitirdiği zannedilen ‘48 Arapları’nın ciddi şekilde ayaklanması olmuştur. Gazze, 11 gün bombalandıktan sonra bile teslim olmayarak İsrail’i ateşkese zorlamıştır.

Her ne kadar İsrail ateşkes ilan ediyor olsa da söz konusu ateşkesin, Hamas’ı yok etmeye nerdeyse yemin etmiş Başbakan Benyamin Netanyahu’nun ABD tarafından zorlanması sonucu ortaya çıktığı açıktır. İki taraf arasında başından beri durumun tırmanmasından endişe eden Mısır ara buluculuk yapsa da bu sonucu getiren şey ABD Başkanı Joe Biden üzerinde içeride ve dışarıda oluşan büyük kamuoyu baskısıdır. Biden’ın İsrail’e desteği büyük olsa da Netanyahu, Trump zamanından beri alıştığı açık çeki ondan bulamamıştır. İsrail’in ateşkese zorlanması, yenilginin zımnen kabulü anlamına gelmektedir ancak İsrail basını ve hükûmeti bu durumu bir zafer olarak duyurmaya çalışmaktadır. Zaten zor şartlar altında mücadele eden Hamas’ın ateşkesi kabul etmesi ise normaldir.

11 günlük İsrail bombardımanı esnasında, zaten ambargo altında inleyen Gazze halkı ve şehri büyük tahribat yaşamıştır. Bu süreçte ölü sayısı 200’ü geçmiş ve binlerce Gazzeli yaralanmıştır. Zaten zor durumda olan Gazze’nin altyapısı, elektrik ve içme suyu altyapı tesislerinin tahrip edilmesiyle büyük yıkım yaşamıştır. Aynı şekilde diğer şehirlerde İsrail işgalini kınamak için sokağa çıkan göstericilere bazen gerçek mermi kullanarak yapılan saldırılarda da ölü ve yaralılar olmuştur. Ancak tüm bu yaşananlar özellikle demokratik Batı yönetimlerinin sessiz kalmasına rağmen Filistinlilerin direnişini kıramamıştır. Artan kamuoyu baskısı karşısında bu yönetimler de İsrail ve Biden üzerinde baskıyı artırmıştır.

Yine 11 günlük bombalama esnasında İsrail, ‘terörist’ olarak tanımladığı işgale direnen Hamas ve İslami Cihad gruplarını Gazze’de susturamamıştır. Bilakis bu süre zarfında İsrail şehirleri, havaalanları ve askerî tesisleri top ve füze atışlarına şahit olmuştur. Bu süreçte İsrail’in milyar dolarlar harcayıp geliştirdiği “Demir Kubbe” savunma sistemi de ciddi bir şekilde delinmiş; sistem füze ve top atışlarını durduramamıştır. En önemlisi, Kudüs’e taşınmaya çalışılan başkent Tel Aviv Havaalanı dâhil birçok tesis hedef alınmış ve neredeyse bütün uçuşlar iptal edilmiştir. İsrail’in yaşadığı ekonomik kayıpların yanında İsrail vatandaşları sığınaklardan çıkamamış, belki de ilk kez ciddi bir korku yaşamıştır.

İsrail’in savaş suçu sayılacak eylemlerinden özellikle medya binaları nasibini almıştır. İsrail ordusu yüzlerce meskeni tahrip ederken, göz önünde oldukları için 10’a yakın yüksek sivil yerleşim kulesini de imha etmiştir. Bunlar arasında el-Cezire ve Associated Press (AP) ofislerinin bulunduğu Celâ Kulesi’nin hedef alınması ayrı bir anlam taşımıştır. Büyük binaları hedef alarak özellikle Gazzelilere gözdağı vermeye çalışsa da içeriden yapılan yayınları durduramayan İsrail’in medyaya saldırması, Batı’daki dostlarını bile kızdırmıştır. Gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetinde görüldüğü üzere hem medya mensupları arasındaki dayanışma hem de ABD’de medya özgürlüğünün kutsal görülmesi sebebiyle söz konusu saldırı ciddi tepki toplamıştır.

Bu son krizde medyanın ve sosyal medyanın rolüne ayrıca değinmek gerekir. Bu açıdan, İsrail’in faaliyetleri epeydir tepki çekmekteydi. Özellikle Trump döneminde uluslararası hukuku ve insan haklarını hiçe sayan, pervasız yaklaşımın İsrail’e karşı antipatiyi artırdığı söylenebilir. Filistinlilerin ve özellikle de el-Cezire’nin, saldırıları ve yıkımı anlık olarak dünyaya sunması ve sosyal medyada içerideki görüntülerin dolaşması dünya kamuoyunda ciddi bir infial oluşturmuştur. Medya savaşı, güçlü İsrail lobilerinin normalde başarılı olduğu bir alan olmasına rağmen yaşanan gelişmelere ilişkin video, resim ve yorumlardan dolayı her gün daha çok hayatımıza giren sosyal medya platformlarının etkisi büyük olmuştur. İsrail lobisi, bu platformları da sansüre tabi tutmaya çalışmış ancak mesaj bombardımanıyla baş edememiştir.

Filistin ateşkesi İsrail iç politikasını da derinden etkileyecek potansiyeldedir. Netanyahu yönetiminin ateşkese mecbur kalması, onun siyasi kariyerini ciddi anlamda zora sokabilir. Çünkü Filistinlilerin canı ve kanı üzerinden siyasi kariyerini ilerletmeye çalışarak Gazze’de meydana getirdiği tahribat yanında İsraillilerin hayatlarını da karartmıştır. Amacına ulaşamadığı için bu başarısızlığın Netanyahu’nun inanılırlığını (özellikle de ona destek veren radikal kanatlar arasında) sarsacağı açıktır. Kendisi bunu başarı gibi göstermeye çalışsa da iddia ettiği gibi Hamas ve İslami Cihad’ı bitirememiş veya diz çöktürememiş ve İsrail halkını da koruyamamıştır. Tabii ki bunun etkisini esas olarak İsrail vatandaşlarının algısı ve tepkisi belirleyecektir.

Üçüncü İntifada sayılabilecek bu direnişin en büyük kaybedenlerinden biri, Trump ve Kushner ikilisi zamanında İsrail ile normalleşip dost olmaya koşan Körfez ülkeleri olacaktır. Başta Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) olmak üzere bazı Arap ülkeleri İsrail normalleşmenin ötesinde ona sevgilerini açıktan ifade ediyorlardı. Bu son kriz İsrail’in normal bir ülke olmayı başaramayacağını gösterdiğinden normalleşmeyi reddeden çok güçlü milliyetçi dalgaya karşı söz konusu Arap ülkelerinin de fazla direnemeyeceği ortadadır. Trump’tan sonra bu ülkeleri İsrail ile yakınlaşmaya zorlayacak ciddi bir güç olmaması da normalleşme yönündeki çabaları belirli bir süre duraklatacaktır. Netanyahu, elini fazla zorlayarak daha önce elde ettiğini sandığı kazanımları kaybetme riskiyle karşı karşıyadır.

Bu krizde başarısızlığı tescillenen başka aktör ise Ramallah’taki Mahmut Abbas liderliğindeki Batı Şeria yönetimidir. Filistin’de uzun aradan sonra yapılması planlanan seçimleri beklenmedik şekilde “Doğu Kudüssüz seçim olmaz” diyerek iptal eden Abbas’ın, krizle beraber etkisiz eleman olduğu ortaya çıkmıştır. Abbas yönetiminin en azından önemli ülkelerin başkentlerini ziyaret suretiyle İsrail’in yaptıklarını anlatmaktan bile aciz kaldığı ve yapılan insafsız saldırılara bile yeterli tepki geliştiremediği görülmüştür. Filistin halkı, kâğıt üstünde de olsa devlet başkanı sıfatı taşıyan yönetimden umudunu keserek inisiyatif almış ve kontrolü ele geçirmiştir. Halk, bütün şehirlerde yönetimden bir şey beklemeksizin hakkını savunmuştur.

Barış döneminde Gazze’nin yeniden inşa sürecinde “Hamas güçlenmesin” diye Abbas yönetimine yine rol verilmek istenecektir. Çünkü yeni sona eren savaştan ağır bir darbe alan İsrail, Filistin seçimleri yaklaştığında Batı Şeria’da da seçimleri kazanması söz konusu Hamas’a kapı aralamayacağı açıktır. Bu açıdan İsrail ile Abbas arasında zımni bir anlaşma olduğundan şüphelenilmektedir.

Ortadoğu açısından Filistin direnişinde Hamas’ın başarısı, İhvan-ı Müslimin üzerine oluşturulan baskıları da hafifletecektir. Çünkü bu direniş, büyük ölçüde İslami hareketlerin başarısı olmuştur.

Yeni durum, Körfez (BAE) hegemonyası altına girmek istemeyen Mısır’ın, bölgesel rolüne daha yapıcı olarak dönmesi anlamına gelebilir. Biden, Filistin ateşkesinde ara buluculuk yaptığı için Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah Sisi'ye teşekkür etmiş ve ona rol kazandırmak istemiştir (İsrail'i durdurma noktasında ABD’yi en çok zorlayan isim olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a teşekkür etmesi zaten beklenemezdi). Ancak bölgesel önemi fazla olan Mısır’ın İsrail'in yanında durmak yerine arada veya biraz karşısında durması bile bölge için çok hayati önemi haizdir. Bu görece bağımsız tutum, Türkiye’nin de tercih edeceği bir durumdur. Buradan hareketle, Hamas ve Gazze üzerinde Mısır baskısının kısmen azalması beklenebilir.

Bundan sonraki esas mesele, Mısır ve Türkiye gibi İslam ülkelerinin öncülüğünde yaraların sarılmasıdır. Prestiji sarsılan İsrail üzerinde hem Gazze’deki ambargoyu kaldırması hem de Trump’ın karşılıksız verdiği diplomatik hediyeleri geri vermesi yönünde baskı artacaktır ve artmalıdır. Yıkılan altyapının tamiri ve yeniden inşanın maliyeti epey kabarıktır. 500 kadar bina yıkılmış, 50 bine yakın insan evsiz kalmıştır. 10 kadar klinik ve hastane, bazı camiler ve 40 tane okul ise tahrip edilmiştir. ABD ve Körfez ülkeleri bunların yeniden inşası konusunda adım atmak zorunda kalacaktır. Filistin davasına sahip çıkan ülkeler (Türkiye, Katar, Kuveyt ve Umman gibi) yeniden inşa sürecinde zaten rol alacaklardır.

Sonuç olarak hem meydan savaşını hem de medya savaşını kaybeden İsrail için alışık olmadığı bu yenilginin içeride ve dışarıda kritik sonuçları olacaktır. Demir Kubbe savunma sistemi ile Filistin direnişçilerinin füzelerine engel olamayan İsrail, sansüre yönlendirmeye çalıştığı sosyal medya platformlarının mesaj ve paylaşım bombardımanına da tam anlamıyla engel olamamıştır. Filistin gibi Türkiye’nin de Doğu Akdeniz’de haklarını yemeye çalışan İsrail’in bölgede sanıldığı kadar güçlü olmadığının anlaşılması, Türkiye karşıtı çabalarının hızını ve etkisi azaltacak potansiyeldedir. Dolayısıyla Filistin ateşkesi ile her anlamda bölge dengelerini değiştirecek yeni bir durumla karşı karşıyayız.