Hizbullah’ın Fuad Şükür Suikastına Cevabı: Kazan-Kazan

Giriş
26 Ekim 2023’te başlayan İsrail’in Gazze’ye yönelik kara harekâtı devam etmektedir. Mevcut durumda Gazzeli gruplar önemli ölçüde geriletilmiş ve İsrail’e yönelik tehdit kapasiteleri nispeten sınırlandırılmış durumdadır. Buna karşın Lübnan Hizbullahı, İsrail’in derinliklerindeki bölgeleri hedef alabilme kapasitesi ve iradesi ile İsrail için daha büyük bir tehdit oluşturmaya devam etmektedir. Bu bağlamda 25 Ağustos 2024 tarihinde Hizbullah tarafından İsrail'i hedef alan saldırıların, örgütün İran ile koordineli olarak gerçekleştirdiği stratejik hesaplamalar ve çatışma metodolojisi çerçevesinde önemli sonuçlar doğurduğu söylenebilir. Hizbullah komutanı Fuad Şükür’ün İsrail tarafından öldürmesine karşılık olarak gerçekleştirildiği açıklanan bu saldırıların verdiği mesajın, 7 Ekim’den bu yana uluslararası ve yerel düzeyde kamuoyunda gözlemlenen eğilimle paralel olarak gerektiği ölçüde dikkate alınmadığı görülmektedir. Her iki tarafın da topyekûn çatışmadan kaçınma eğiliminin devam ettiği gözlemlenmektedir. Bununla birlikte İsrail ve Hizbullah arasındaki bu tür gerilimler yalnızca iki taraf arasındaki çatışma rejiminin boyutlarını değil aynı zamanda bölgesel istikrarı da doğrudan etkileme potansiyeline sahiptir. Bu bağlamda saldırı sırasında ve sonrasında tarafların stratejik yaklaşımlarının incelenmesi yerinde olacaktır.

İsrail’in “Önleyici Saldırısı” ve Hizbullah’ın, Fuad Şükür Suikastine Cevabı
24 Ağustos’ta akşam saatlerinde, İsrail ordu sözcüsü Daniel Hagari, Kahire’de süren görüşmeleri işaret ederek “gelecek haftanın İsrail için hem Gazze’de süren savaş hem de kuzey sınırında süren çatışmalar bağlamında son derece önemli olduğunu” ifade etmiştir. Saat 04:55’te ise Hagari yeni bir açıklama yapmış, İsrail ordusunun Hizbullah’a yönelik önleyici bir saldırı düzenlediğini ifade etmiştir. Hizbullah da sabah 05:00 sularında Baram ve Dovev’den başlayarak İsrail’e yönelik geniş çaplı füze, roket ve drone saldırılarını başlatmıştır. Bunun ardından Tel Aviv Ben Gurion Havaalanı’nın artan gerginlik sebebiyle uçuşlara kapatıldığı bildirilmiş, Savunma Bakanı Yoav Gallant ise 48 saat süreyle acil durum ilan ederek Merkez Komutanlığına toplumsal yaşamı hızla etkileyebilecek kısıtlamalar getirme yetkisi tanımıştır. Hizbullah, bu süreçte ağırlıklı olarak kuzey sınır hattına yakın bölgeleri hedef alan saldırılar düzenlemiş ve sabah 09:09’da bu saldırılarını sonlandırmıştır. İsrail’in de havanın aydınlandığı saatlerde Lübnan’ın güneyini hedef alan saldırıları açık kaynaklara yansımıştır. Saldırı sonrasında yaptığı açıklamada Hizbullah, saldırıların 30 Temmuz 2024’te, Beyrut’ta üst düzey komutanlarından Fuad Şükür’ün İsrail tarafından öldürülmesine karşılık olarak düzenlendiğini açıklamıştır. İlerleyen saatlerde İsrail’in “önleyici saldırılarının”, Hizbullah tarafından İsrail ordusu ve MOSSAD’a ait kritik üslerin bulunduğu Tel Aviv’in kuzeyindeki Glilot’u hedef alması planlanan hassas güdümlü füze lançerlerine yönelik olduğu iddia edilmiştir.

Gelinen noktada Hizbullah’ın özellikle hassas saldırılar düzenlemek üzere yaptığı hazırlıkların İsrail tarafından yakından izlendiği/izlenebildiği yahut da örgütün bundan kaçınmadığı anlaşılmaktadır. Diğer yandan süreç boyunca Hizbullah’ın, hasmına orantısız zarar vermekten imtina ettiği ve çatışmanın kontrolden çıkmasına mahal vermeden saldırılarını sürdürmek istediği gözlemlenmiştir. Keza gün ağarmadan başlayan Hizbullah saldırılarının gerçekleştiği noktalara bakıldığında büyük çoğunluğunun, 7 Ekim sonrası 60 bin civarında sivilin boşalttığı kuzey sınır hattındaki 5 km’lik güvenli bölgeyi hedef aldığı gözlemlenmektedir. Bu durumun, Hizbullah’ın 2023 yılı Ekim ayından beri sürdürdüğü saldırıların genel karakteristiği ile uyumlu olduğu gözlemlenmiştir. 25 Ekim’de yaşanan gerginliğin farkı ise saldırıların artan sıklığı olmuştur. Dört buçuk saat süren bu gerginlik boyunca İsrail’e 320 füze, roket ve drone ile saldırı gerçekleştirilmiş ancak bunların çok azı güney bölgelerini hedef almıştır. Saldırıların neden olduğu tahribatın oldukça düşük kaldığı tespit edilmiş, en uzak noktası Akka olan saldırılarda sadece bir kadının yaralandığı rapor edilmiştir.

İncelikle Hesaplanmış Saldırı
İsrail’in “önleyici saldırısının” her iki taraf adına da gerginliğin kontrolden çıkmasının önüne geçtiği değerlendirilmektedir. Hatırlanacağı üzere Şam’daki konsolosluğuna yapılan saldırının ardından İran, İsrail’e üç yüzden fazla füze, roket ve drone ile saldırmış, İsrail de bu saldırıya Natanz yakınlarını hedef alarak cevap vermişti. 25 Ağustos’ta ise çatışmanın sona ermesinden sonra İsrail Hava Kuvvetleri’nin önleyici harekâtına büyük bir başarı atfedilmiş ve bu yönde yoğun bir propaganda gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla İsrail’in, “Hizbullah’ın, suikaste yönelik cevabına” ilişkin ikincil bir saldırı yapması gerekliliğinin önüne geçilmiştir. Bu durum Fuad Şükür ve daha birçok kademeden Hizbullah üyesinin öldürülmesi sonrasında gerginlik üstünlüğünün Tel Aviv’de olduğu algısının sürdürülmesine imkân tanımıştır. Neticede çatışma büyümemiş ve her iki taraf adına da kazançlı bir sonuç ortaya çıkmıştır.

Hizbullah’ın eylemi, esasen bölgede İran destekli aktörlerin hareket alanının genişliği ve kısıtlılıklarına dair ipuçları vermektedir. Dolayısıyla bu gelişme yalnızca Fuad Şükür’ün öldürülmesine misilleme olarak değil daha geniş bir stratejinin parçası olarak görülmelidir. Zira İsrail’in kuzeyinden merkeze itilen halkın geri dönüşü için güvenlik algısının tekrar oturtulması Tel Aviv adına hayati bir öncelik taşımaktadır. Ancak hasmına ciddi bir zarar vermemekle birlikte bu saldırı sonrasında İsrail’in kuzeyinde güvenliğin hâlâ sağlanamadığı hatta kısa vadede sağlanamayabileceği algısı bu sayede pekişmiştir. Dolayısıyla İsrail adına bir ikilem belirginleşmektedir. Hâlihazırda İsrail’in kuzey sınırı, adeta Hayfa şehrinin kuzeyine kadar gerilemiş ve bu bölgenin ötesinde ticaret ve toplumsal hayat neredeyse durma noktasına gelmiştir. Bu durumda bölge halkının tekrar kuzeye dönmesi ve dönseler dahi huzurlu bir şekilde yaşamaları adeta Hizbullah’ın “insafına” kalmış durumdadır. Diplomasi dışındaki seçenekler değerlendirildiğinde, Hizbullah’ın Lübnan’ın güneyinde elde ettiği kapasiteye darbe vurulmadığı sürece İsrail adına bu konuda bir ilerleme sağlanmasının mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. İsrail, Hizbullah’ın Litani Nehri’nin kuzeyine çekilmesini istese de bunun pratikte uygulanabilirliği oldukça güçtür. Kuzeydeki baskıyı azaltmak üzere örgütün 5-10 km kadar kuzeye itilmesi dahi ciddi bir çatışma anlamına gelmekte, dahası bu adım nihai bir çözüm olmaktan uzak görünmektedir. Bunlara ek olarak İsrail’in böyle kapsamlı bir harekâta girişmesi adına bölgesel ve uluslararası konjonktür ile zamanlama uygun görünmemektedir. Öte yandan Gazze’den sonra Lübnan’da yeni insani krizlere neden olabilecek böyle bir hamle, İsrail’e dair uluslararası algıyı ve ülkenin imajını daha da olumsuz etkileyecektir.

Savaşın Bölgeselleşmesi Riski
25 Ağustos’ta yaşanan gerginlikle beraber İsrail’in savaşın bölgeselleşmesini isteyip istemediğine yönelik değerlendirmeleri netleştirecek sonuçların da ortaya çıktığı ifade edilebilir. Zira hâlihazırda İsrail’in savaşı bölgeselleştirmek adına bir iradesi söz konusu ise son saldırı ve 7 Ekim’den bugüne gerçekleşen, sayısı binlere ulaşan füze, roket ve drone saldırılarının Tel Aviv adına makul gerekçeler oluşturduğu açıktır. Dolayısıyla İsrail savaşı bölgeselleştirmekten ziyade, saldırılarıyla Hizbullah üzerinde baskı kurma amacındadır. Diğer bir deyişle İsrail topyekûn savaş istememekte ancak bunu riske etmektedir. Bu ikisi arasında fark bulunmaktadır ki benzer bir durumun Hizbullah için de geçerli olduğu ifade edilebilir.

Bu noktada Hizbullah’ın Lübnan kamuoyuna ve Ortadoğu’daki “direniş eksenine” propagandasını yayabileceği, İsrail tarafında ise halkın kuzeye dönüşünü ve güvenlik algısını konsolide edecek kısıtlı bir çatışmanın, risklerine rağmen her iki taraf açısından da makul bir senaryo olarak değerlendirilebileceği ifade edilebilir. Dolayısıyla daha önce de ifade edildiği üzere örgütle topyekûn çatışmanın ertelenmesi İsrail adına daha avantajlı bir senaryodur. Ardı sıra yaşanan gelişmeler ve gerginliklere rağmen çatışmanın büyümemesi de bunu doğrulamaktadır. Bu noktada göz ardı edilmemesi gereken bir gerçeklik, İsrail’in Hizbullah nezdindeki caydırıcılığının hâlâ sorunlu olduğudur. Dolayısıyla kısa vadede olmasa bile taraflar arasındaki yüzleşmenin sonsuza kadar ertelenemeyeceği gerçeği unutulmamalıdır.

Sonuç
Fuad Şükür gibi önemli bir figürü hedef alan suikastın, 25 Ağustos’ta yaşanan saldırıdan daha fazla ses getirecek bir saldırıyla cevaplanması beklenen bir durumken Hizbullah’ın hayalciliğe kapılmadığı ve güç dengelerini hiçbir zaman göz ardı etmediği, dolayısıyla çatışmanın büyümesini istemediği bir kez daha anlaşılmıştır. Örgütün açıklamasına göre; saldırı sırasında İsrail'in kuzeyi ve kısmen merkezdeki stratejik askerî ve istihbari tesisler hedef alınmıştır. İsrail’in önleyici saldırılarıyla beraber bunda ne kadar başarılı olunduğu hâlâ belirsizliğini korumaktaysa da saldırı sırasında sivil hedeflerden ziyade askerî hedeflere odaklanılması, füze ve roket atışlarının hedef ve menzili gibi ayrıntılar, Hizbullah tarafından gerginliğin kontrolsüz bir şekilde tırmanmasından kaçınma niyetinin korunduğuna işaret etmektedir. Bu stratejik duruş, Hizbullah adına zaaflara neden olmakla birlikte İsrail'e karşı özellikle 2020 yılından sonra güçlenen pozisyonunu ve statükoyu koruma hedefiyle uyumludur. Dahası İsrail’in son derece şiddetli ve doğruluğu yüksek istihbarata dayalı harekâtlarına ve açık tehditlerine rağmen Hizbullah’ın böyle bir saldırıya cesaret edebilmesi, çatışmanın psikolojik boyutu açısından örgüt adına önemli bir kazanımdır. Gelinen noktada İsrail ise daha önceki saldırılarına kayda değer hiçbir tahribata uğramadan karşılık almıştır. Sonuç olarak saldırı sonrasında örgüt bir yandan kendi tabanı ve genel olarak Lübnan kamuoyuna yönelik mesaj vermiş diğer yandan ise İsrail’i tahrik edecek büyüklükte bir eylemden kaçınmıştır.