İran Cumhurbaşkanı Reisi'nin Ölümü Vekil Güçleri Nasıl Etkileyecek?

Geçtiğimiz hafta İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin helikopter kazasında hayatını kaybetmesi birçok tartışmayı gündeme getirdi. Bu tartışmalar genel olarak yaşanan olayın bir kaza mı yoksa bir sabotaj mı olduğu üzerine odaklanmaktadır. Aslında bu sorunun cevabı önemlidir. Zira, İran’ın atacağı adımlar ve nasıl tepki vereceği bu sorunun yanıtına bağlı olarak şekillenecektir. İran’ın bu sorunun cevabına bağlı olarak atacağı adımlar ülkenin iç ve dış politikası bağlamında bazı sonuçlar doğuracaktır. Reisi sonrasına ilişkin tartışmalar, genelde cumhurbaşkanlığı görevini kimin üstleneceğine odaklansa da yanıtı aranan diğer bir soru yaşanan üzücü olayın İran’ın bölge politikasına ve İran'ın vekil güçleriyle olan ilişkisine nasıl etki edeceğidir.

İran'ın vekil güç politikası bölgede nasıl başarılı oldu?
İran’ın Ortadoğu politikasında vekil güçler üzerinden tesis ettiği bölgesel nüfuzu ön plana çıkmaktadır. Ortadoğu’da bazı devlet otoritelerinin dış müdahaleler, iç savaşlar ya da yükselen terör tehditleri gibi nedenlerle erozyona uğraması ve özellikle güvenlik alanında yaşanan güç boşlukları İran'ın bölgede uyguladığı vekil güçlerle var olma politikasının sonuç üretmesini sağlamaktadır. İran bu boşlukları, kendi kurup desteklediği devlet dışı aktörlerle ideoloji ya da çıkar ortaklığı üzerine inşa ettiği ittifaklar üzerinden doldurmayı başardı. Bu yaklaşımın ilk ve en başarılı örneği Lübnan Hizbullah’ı oldu. Bunu Suriye’deki Şii milisler ve sonrasında Irak’taki Haşdi Şaabi yapılanması takip etti. İran yönlendirmesine söz konusu örgütler kadar açık olmasa da Yemenli Husiler de İran’ın bölgesel vekil ağında kritik öneme sahip bir aktör olarak öne çıkmayı başardı.

Hizbullah, Lübnan’da devletin ve ulusal ordunun etkisiz kaldığı bir ortamda ülkenin en etkili siyasi aktörü ve Lübnan ordusu dâhil olmak üzere en güçlü güvenlik yapılanması hâline geldi. Irak’ta ise terör örgütü DAEŞ ile mücadele döneminde oluşturulan Haşdi Şaabi ciddi bir güç kazandı. Hatta Irak hükûmeti Haşdi Şaabi’yi kontrol altına alabilmek için Irak güvenlik yapılanması içinde hukuki bir statü tanıdı. Söz konusu silahlı grupların siyasi kanatları hâlâ Irak Meclisi’nde güçlü bir temsile de sahiptir. Suriye’de ise İran destekli Şii milisler, iç savaşın Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad lehine ilerlemesi sürecinde kritik rol oynadı. Hâlihazırda sahada çok güçlü olan bu yapılar kaçınılmaz olarak Suriye’nin geleceğinde önemli roller üstleneceklerdir.

İran’ın bölge politikasının temelinde silahlı gruplar aracılığıyla güvenlik sektörleri üzerinde sağlanan etki yatmaktadır. İran’ın bölgede siyasi, diplomatik ve ekonomik çıkarlarını koruma arayışı da bu askerî temel üzerine inşa edilmektedir. Bu durum İran dış politika yapım sürecinde güvenlik kurumlarının rolünün öne çıkması sonucunu doğurmaktadır. Bu noktada, İran Devrim Muhafızları’nın dış operasyonlardan sorumlu birimi Kudüs Gücü somut olarak öne çıkan yapılanmadır. Bu durumun en çarpıcı örneğiyse eski İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in basına sızdırılan ses kayıtlarıydı. Zarif bu ses kayıtlarında “askerî kurum ve şahısların görevine müdahale ettiğini, diplomasinin askerî politikalara feda edildiğini, alınan birçok karardan kendisinin de haberi olmadığını” ifade ediyordu. İran dış politika yapım sürecine ilişkin daha çarpıcı ifadelerse Dini Lider Ayetullah Ali Hamanei’den geldi. Hamanei açıklamasında “Dış siyaset İran Dışişleri Bakanlığında belirlenmez, ülkenin üst organları tarafından belirlenir. Kudüs Gücü, İran'ın Batı Asya'daki siyasetini gerçekleştiriyor.” ifadelerini kullandı.

Vekil güçler üzerine senaryolar
Bu tespitlerden yola çıkarak Cumhurbaşkanı Reisi’nin hayatını kaybetmesinin İran’ın bölgesel politikaları, vekil güçlerle ilişki biçimi ve vekil güçlerin etkili oldukları Lübnan, Suriye, Yemen gibi sahalara olası etkisi hakkında yapılabilecek ilk değerlendirme devamlılığın esas olacağı, etkinin en alt seviyede kalacağıdır. İran’ın bölgesel politikaları konusunda da jeopolitik etkinin neredeyse olmayacağını söylemek mümkündür. Ancak bu tespitlerin İran iç siyasetinde kritik bir değişim beklentisinin çok düşük olduğu değerlendirmesiyle birlikte dikkate alınması gerekmektedir. Zira Reisi sonrası İran iç politikasına ilişkin beklenti Dini Lider Hamanei'nin ve sistemin Cumhurbaşkanlığı ve Dışişleri Bakanlığı görevleri için Reisi ve Emir Abdullahiyan örneğindeki gibi muhafazakâr kanattan ve İran Devrim Muhafızları'na yakın isimlerden ''seçmesi'' yönündedir.

Sistemin bu tercihleri İran iç siyasetinde bir meşruiyet sorunu doğurmaktadır. Bunun en açık göstergesi Reisi’nin kazandığı Cumhurbaşkanlığı seçimine katılım oranının yüzde 48’lerle devrimden bu yana en düşük seviyede kalmasıydı. Ancak yeni seçimlerde de muhtemelen meşruiyet sorunu göz ardı edilecek ve sistem açısından kritik öneme sahip olan Hamanei sonrası döneme hazırlık yapılacaktır. Bu bağlamda, İran'da yine muhafazakar bir isim cumhurbaşkanlığı görevini üstlenecektir. Bu durumun doğal sonucu da İran’ın vekil güçlerle mevcut ilişki biçiminin devamı, Kudüs Gücü’nün oynadığı rolün desteklenmesi ve bu yapıya alan açılması olacaktır. Buradan yola çıkarak İran'daki yeni dönemde vekil güçlerin İsrail ile rekabetin yürütülmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) bölgede baskı altına alınmaya ve mümkünse geri çekilmeye zorlanması, Türkiye ve Suudi Arabistan gibi bölgesel rakiplerle ilişkisinde baskı araçları olarak kullanılmasına devam edileceği söylenebilir.

İran bir taraftan vekil güçlerini bölgedeki rakiplerle mücadelede kullanırken bir taraftan da bu aktörlerin ağır bir yıkıma maruz kalmasını engellemeye çalışmaktadır. İran bu doğrultuda vekil güçlerin belli sınırlar çerçevesinde kontrollü bir gerginlik siyaseti yürütmelerini tercih etmektedir. Bu durum yeni dönemde de devam edecektir. Bu kapsamda, Lübnan Hizbullahı’nın İsrail ile sınır bölgesinde yürüttüğü kontrollü çatışma, Suriye’deki Şii milislerin ABD askerî varlığını baskılayan saldırıları ve Iraklı vekil güçlerin de ABD ve daha az yoğunlukta olmakla birlikte Türk varlığına dönük eylemleri devam edecektir. İran bu dolaylı saldırıların doğrudan kendisine dönük bir karşılığı ve bölgesel bir çatışmayı tetiklemeyecek çapta olmamasına dikkat edecektir. Aksi bir durum İran’ın bölgedeki vekil ağının da risk altına girmesini beraberinde getirebilir.

Düşük bir ihtimal olmakla birlikte Reisi sonrası İran’ın vekil güçlerle ilişkisine dair ikinci senaryo ise İran Cumhurbaşkanlığını reformcu bir ismin kazanması olacaktır. İran’da halk protestolarında dile getirilen “Suriye’ye desteği bırakın ve hâlimize bakın” sloganları İran dış politikasına duyulan tepkinin bir yansımasıdır. Halkın bu tepkisinin reformcu kanatta siyasi bir karşılığı bulunmaktadır. Reformcular, İran’ın vekil güçler üzerinden yürüttüğü bölge siyasetinin ülkeyi sürekli krize sürüklediğini, diplomasinin ön plana çıkarılması gerektiğini düşünmektedir. Buna rağmen reformcu bir Cumhurbaşkanı ya da Zarif örneğinde olduğu gibi vekil güçler üzerinden yürütülen bölge siyasetine temkinli yaklaşan bir isim Dışişleri Bakanı olsa dahi, Hamanei’nin açıkça ifade ettiği gibi İran dış politika yapım sürecinde söz konusu aktörlerin rolü sınırlıdır. Bu senaryoda, Reisi döneminde olduğu gibi Dini Lider ve diğer güçlü aktörlerle Cumhurbaşkanlığı makamı arasındaki uyum ortadan kalkabilir ve kurumlar arası rekabetle beraber iç siyasi krizler yaşanabilir. Ancak böyle bir durumda dahi İran’ın uzun yıllar neticesinde oluşturduğu vekil güç ağından vazgeçmesi söz konusu olmayacak ve mevcut ilişki biçimi korunacaktır.

Bu görüş yazısı 31 Mayıs 2024 tarihinde Anadolu Ajansı web sayfasında “İran Cumhurbaşkanı Reisi'nin ölümü vekil güçleri nasıl etkileyecek?” başlığıyla yayımlanmıştır.