Jeopolitik Akışkanlık Ortamında 31. Arap Birliği Zirvesi

1960 ve 1970’lerde Arap Birliği zirveleri gerek Filisin meselesinde gerekse petrol ambargosu konusunda küresel siyaseti derinden etkilemiştir. 1967’de İsrail karşısında alınan yenilgi, 1978 Camp David Anlaşmaları sonrasında Mısır başta olmak üzere genel olarak Arap ülkelerinin gücü azalmış ve Arap Birliği zirveleri de etkili olmaktan uzaklaşmıştır. 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgali ve ardından gelen ABD liderliğindeki Körfez Savaşı, Arap ülkelerini bölmüştür. 2003’te Saddam Hüseyin’in düşürülmesi Irak’ın Arap dünyasındaki liderlik iddiasını da sona erdirmiştir. Daha sonraları yapılan birçok Arap Birliği zirvesi, dostlar alışverişte görsün kabilinden toplantılara dönüşmüştür. 2011’de başlayan Arap Baharı da bu sürece destek veren Arap ülkeleriyle direnen ülkelerin arasını açmıştır.

2016’da girişilen Katar ambargosu ve Trump’ın damadı Kushner üzerinden hayata geçirilmeye çalışılan Yüzyılın Anlaşması projesi, yeni Ortadoğu’da İsrail’i merkeze taşımayı amaçlıyordu. Ancak Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’ın öncülüğünü yaptığı bu süreç hem kendi kamuoylarından gelen direnç hem de Kaşıkçı cinayeti sonrası Suudi Arabistan’a yönelen eleştiriler nedeniyle tam anlamıyla başarılı olamamıştır. Yine de BAE, Bahreyn, Fas ve Sudan hükûmetleri, İsrail ile resmen normalleşmiş oldu. Bu süreç, Trump’ın tekrar seçilememesi sonucunda gündemden düşmüş olmasına rağmen, Arap ülkelerinin arasını da açmıştır. Bu güvensiz ortamda birbiriyle tenakuz içindeki Arap devletleri 2019’dan beri bir araya gelememekteydi ve Covid-19 salgını da buna bahane teşkil etmekteydi.

31. Arap Ülkeleri Zirvesi, Arap dünyasını doğrudan etkileyen Covid-19 salgını ve Ukrayna savaşı ortamında gerçekleştirilmiştir.  Covid-19, Arap ülkelerinin sağlık sektörünü ve ekonomilerini olumsuz etkilemiştir. Uzun süreli kapanmalar ise küresel petrol talebini ve dolaysıyla petrol ülkelerinin gelirlerini azaltmıştır. Özellikle Körfez ülkelerinde çalışan diğer Arap ülke vatandaşlarının işleri de sekteye uğramış, bu da onları ülkelerine geri dönmeye zorlamıştır. Aynı şekilde uzun kapanmalar BAE, Mısır, Fas ve Tunus gibi turizm ülkelerini de oldukça olumsuz etkilemiştir. Hatta aşı ve oksijen cihazı bulmakta zorlanan bazı Arap ülkeleri, uzun kapanma politikalarını çözüm olarak benimsedikleri için ekonomilerinde ilave zorluk yaşamıştır.

2022 Kasım ayı başında Cezayir’in başkentinde toplanan Arap ülkeleri, görece anlamlı kararlar almıştır. Kararlar kadar toplantıya katılım düzeyi, gündemleri ve önceliklerin sonuç bildirgesine yansıyış şekli önem taşımaktaydı. Çünkü ev sahibi Cezayir, Körfez ülkeleriyle pek anlaşamadığı için önceki zirvelere üst düzeyde katılmamakta ve İsrail ile normalleşmeye net bir şekilde karşı çıkmaktaydı. Bu sefer de Suudi Arabistan, Bahreyn, Fas gibi normalleşmeye yakın ülkeler misliyle muamele ederek devlet başkanı düzeyinde katılmadı. Irak ve Cezayir’in Esad rejimini Arap Birliğine tekrar geri alma girişimleri de Körfez ülkelerini rahatsız etmekteydi. Ayrıca bu ülkeler Cezayir’in Arap dünyasında lider konuma gelmesini istememiş de olabilirlerdi.

Yine de birçok devlet başkanın katılımı zirveyi bu açıdan başarılı göstermeye yetecek düzeyde olmuştur. Örneğin, Mısır, Tunus, Umman, Irak gibi önemli ülkeler zirveye devlet başkanı düzeyinde katılmışlardır. Zirve için önemli katılımlardan birisi de Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in zirveye davet edilmesidir. Bu gelişme, özellikle Ermenistan’a şartsız destek veren Fransa’nın, Türkiye ve Azerbaycan karşıtlığına bir cevap olmuştur ve geri planda güçlenen Türkiye-Cezayir ilişkilerinin etkili olduğunu göstermiştir. Cezayir’in Rusya ile olan yakın ilişkileri ve enerji gündemi de bu davette muhtemelen etkili olmuştur.

Dünyada olduğu gibi Arap ülkeleri arasında ilişkileri ve bu ülkelerin büyük güçlerle ilişkilerini şekillendiren yeni gelişme Ukrayna savaşı olmuştur. Katar hariç Biden yönetimiyle sıkıntılı ilişkiler yaşayan Körfez ülkeleri (özellikle Muhammed bin Selman [MBS] yönetimindeki Suudi Arabistan), Ukrayna Savaşı’nda, büyük çoğunluğu tarafsız kalarak, ABD çizgisine yanaşmaktan ve Rusya’yı kınamaktan uzak durmuşlardır. Birçok Arap ülkesi de BM oylamalarında tarafsız tutum benimsemiştir. Son dönemde OPEC+ bünyesinde iş birliğine giden Arap ülkeleri ile Rusya tarafından üretimin düşürülmesi kararlaştırılmıştır. Özellikle, bu ay gerçekleştirilecek olan ara seçimleri yüksek petrol fiyatları nedeniyle kaybetmekten çekinen Biden yönetimi, bu durumdan rahatsız olarak Arabistan’ı eleştirmişse de MbS geri adım atmamıştır.

OPEC+ kararının ABD’yi rahatsız eden diğer yönü, maddi olarak sıkıştırılan Rusya’nın yüksek petrol fiyatları sayesinde fazla gelir kaybı yaşamadan savaşını finanse edebilmesidir. Seçimden sonra bu konuda Biden ile Suudi Arabistan yönetimi arasında bir hesaplaşma beklenmektedir. Ukrayna savaşı ve alternatif enerji kaynakları arayışının yoğunlaştığı bir ortamda diğer bir önemli gelişme ise Doğu Akdeniz’de ciddi bir jeopolitik değişimin kanıtı olarak Lübnan ve İsrail arasında ABD aracılığıyla deniz sınırları çizilmesi ve doğal gazın çıkarılması konusunda anlaşmaya varılması olmuştur. Hukuken birbirini tanımayan ve çatışma hâlinde bulunan iki ülkenin anlaşması ve buna İran destekli Hizbullah’ın itiraz etmemesi de zirve öncesinde bölgedeki ciddi gelişmelerden birisi olmuştur.

OPEC kararlarıyla artan petrol fiyatları Ürdün, Tunus, Lübnan gibi petrolü olmayan Arap ülkelerini zorlamaktadır. Ukrayna savaşı ile gelen hububat krizi de gıda ürünlerini büyük ölçüde ithal eden Arap ülkelerinde sıkıntıyı artırmaktadır. Bu ülkeler yüksek fiyatlı petrol ve gıda ithalatı nedeniyle ekonomik darboğaza düştükleri için IMF ile görüşerek fon bulmaya çalışmaktadır. Mısır, ekim ayı sonunda 3 milyar dolarlık borç için IMF ile ön anlaşma yapan ilk ülke olmuştur. Tunus ve Lübnan da benzer görüşmeler yürütmektedir. Petrol fiyatlarının olumsuz etkilerine rağmen Arap Zirvesi’nde tüm ülkelerin OPEC kararına destek vermeleri ayrı bir tezat oluşturmaktadır. Bu konuda Körfez ülkeleri, Rusya ve ev sahibi Cezayir’in belirleyici olduğu düşünülebilir.

Uzun süre içe dönük ve düşük profil benimseyen Cezayir’in, uluslararası alana dönüşüne sahne olması zirvenin önemini yansıtmaktadır. Zirve, birkaç kere ertelenmesine rağmen bu kritik dönemde ve geleneksel lider ülkelerin (Irak, Suudi Arabistan ve Mısır gibi) gerilemesi sonucunda Cezayir’in diplomatik alanda “ben de varım” mesajı verdiği bir etkinlik olmuştur. Cezayir son dönemde Libya ve Tunus’ta daha etkin olduğu gibi Sahraaltı Afrika’daki çekişmelerde ve Filistin meselesinde tarafları uzlaştırarak daha aktif dış politika uygulamıştır. Ayrıca, son dönemde doğal gaz ve petrol konularında Avrupa için alternatif kaynak Cezayir’in önemi artmıştır. Eski sömürgecisi Fransa ile sorunlar yaşayan Cezayir’in, daha bağımsız ve çok yönlü politikalar uygulamaya başladığı gözlenmektedir.

Arap Birliği Zirvesi, katılımcı ülkelerinin kendi içindeki sorunları ve zaafları ve kendi aralarındaki uyumsuzlukları ve hatta rekabetleri, birliğin uluslararası alanda etkinliğini de kısıtlamaktadır. Genel merkezi Kahire’de yer alan Arap Birliği genelde Mısır’ın etkisinde kalmaktadır. 1970’lerin sonunda Camp David Anlaşması’nın getirdiği sarsıntılar hariç, Arap Birliği her zaman Mısır’ın dış politika önceliklerine göre hareket etmiştir. Bu zirvenin de küresel jeopolitik dönüşümlere bir Arap vizyonu ve en azından Filistin meselesi, Yemen, Suriye, Libya gibi ülkelerde yaşanan sorunlara çözüm önerileri sunamadığı görülmektedir. Yine de zirvenin nihai bildirgesi, bazı stratejik değişimlerin işaretlerini de taşımaktadır.

Zirve kararlarından belki de en önemlisi Suudi Arabistan ve diğer petrol ülkelerinin OPEC’te petrol üretimini kısmasına destek açıklaması olmuştur ve bu destek ABD’nin eleştirilerine cevap niteliği taşımaktadır. Mısır ve Tunus gibi petrolü olmayan ve yüksek petrol fiyatlarından muzdarip olan Arap ülkelerinin de bu politikaya destek olması, Ortadoğu’da parasal gücün diplomasideki ağırlığının bir işaretidir. İnsan hakları ihlalleri bahanesiyle bu ay düzenlenecek olan Dünya Kupası’na yönelik Batı’da yükselen eleştirilere cevaben de zirveden Katar’a destek açıklaması gelmiştir. Bu durum Körfez’de Katar ambargosundan sonra ortaya çıkan ihtilafların hayli azaldığının işaretidir.

Zirvede Filistin, Arap kamuoyunun ana meselesi ve Arap Birliğinin de varlık sebeplerinden biri olmasına rağmen sıradanlaştırılmıştır. Ev sahibi Cezayir’in daha sert bir açıklama yapılması talebine karşılık İsrail ile yakınlaşan ülkelerin açıklamanın yumuşatılmasını talep ettiği ve kararın Filistin ile dayanışmaya ve taraflar arasında uzlaşmaya vurguyla yetindiği görülmektedir. Aslında Filistin yönetimi kendini güçsüz hissetmekte ve seçime gitmekten çekinmektedir ve Filistin halkı hem baskı görmekte hem de barıştan umudunu kesmektedir. Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’de günlük saldırı ve cinayetlerin devam ettiği ve son seçimle daha radikal bir hükûmetin geldiği dikkate alınırsa Arap Birliğinin açıklamaları, Filistin halkının haklarını ve iki devletli çözüme yönelik eski söylemleri sadece tekrar etmiştir.

Diğer taraftan Mısır’ın, Türkiye'nin Libya'daki varlığını "işgal" olarak açıklamaya geçirmek istemesi Cezayir ve Katar gibi Türkiye dostu ülkelerin direnciyle engellenmiştir. Açıklamada Libya’da barışçıl çözüme destek ifadesi, son günlerde hareketlenme niyeti olan Hafter’e de kısmen cevap niteliğindedir. Aynı şekilde Suriye’nin toprak bütünlüğü ve barışçıl çözüme destek ifadesi, Türkiye’nin alkışlayacağı bir konudur. Daha önceki Arap dışişleri bakanları toplantılarında Suriye konusunda Türkiye’nin kınanması gibi bir durum da olmamıştır. Irak ve Cezayir’in Esad rejimini Arap Birliğine tekrar geri alma girişimleri de sonuçsuz kalmıştır.

Sonuç olarak kritik bir zamanda toplanan Arap Birliği, yeniden bir canlanma göstermiş ve birçok alanda Arap ülkelerinin siyasi, ekonomik, gıda, enerji, su ve çevresel konularda iş birliği ihtiyacını vurgulamış, Arap ülkelerinin toprak bütünlüğünü savunurken dışarıdan müdahaleleri reddetmiştir. Zirvede, Suriye ve Libya krizlerinin diyalog yoluyla çözülmesi gerektiğine ve Yemen, Lübnan, Somali, Irak devletlerinin istikrarına vurgu yapılmıştır. Bu listenin uzunluğu bile Ortadoğu’nun sorunlarının büyüklüğüne işaret etmektedir. Daha da önemlisi Arap Birliğinin çoğu ABD müttefiki olan üyelerinin Ukrayna savaşında Putin’e destek sayılacak şekilde tarafsız olduklarını vurgulamasıdır. Bu zirve, hem Arap dünyasının zaaflarını ortaya koyan bir etkinlik hem de değişen jeopolitik ortamda kıpırdanma çabası olarak anılacaktır.