Musul Operasyonu ve İran

Yurtdışında asker bulundurma tezkeresini TBMM’den geçirmesinin ardından ve uzun süreden beri hazırlıkları süren Musul operasyonunun başlamasından az önce Irak hükümeti ile Ankara arasında Başika’daki Türk üssü nedeniyle gerilim arttı. Irak Başbakanı Haydar el-Abadi 5 Ekim’de ‘Türklerin macerasının bölgesel bir savaşa dönüşmesinden korkuyorum’ dedi. Abadi’nin bu sözü, çoğunlukla Türkiye’ye yönelik tehdit olarak değerlendirildi. Ayrıca, Abadi hükümetinin aslında Bağdat üzerinde nüfuz sahibi olduğu düşünülen ABD ile İran’ın baskılarınedeniyle Türkiye’ye karşı tavır aldığı öne sürüldü.

Gerçekten de İranlı yetkililer arka arkaya yaptıkları açıklamalarla  Irak hükümetinin yanında durdu. Son olarak Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani 24 Ekim’de yaptığı bir konuşmada isim vermeden Türkiye’yi eleştirdi. ‘Yabancı ülkelerin, ev sahibi ülke ile hiçbir şekilde koordine etmeden yaptıkları müdahaleleri çok tehlikeli görüyoruz. Irak ve Suriye yönetimi talepte bulunursa başka bir ülke onların topraklarında terörizme karşı eylemde bulunabilir. Müdahale bu şekilde yapılırsa uluslararası kurallara göre yapılmış olur aksi takdirde bölgedeki güvensizliği artırır.’ dedi.

Gerek Irak içinden, gerek dışarıdan hükümete yapılan baskılar bir yana, Abadi’nin yukarıdaki sözü aslındabölgesel güçlerin çıkarlarının özellikle Musul üzerinde ne denli içiçe geçtiğine işaret ediyordu. Musul’un IŞİD’den kurtarılmasından sonra Irak, İran, Türkiye ile bölgede etkili olan Kürt hareketlerinin çıkarlarının çatışması muhtemel.

 

İran’ın Irak’taki Kaygıları, Hedefleri ve Türkiye
İran, 1400 kilometreden daha uzun bir sınırı paylaştığı Irak’a tarihsel, kültürel ve stratejik nedenlerle büyük önem vermektedir. Cumhurbaşkanı Ruhani’nin danışmanı ve eski İstihbarat Bakanı Ali Yunusi’nin Mart 2015’te yaptığı konuşmada bu hususta şöyle dedi: ‘Halihazırda Irak, sadece bizim medeniyetimizin etki sahası içinde değil, kimlik, kültür, merkez ve başkentimizdir. bu mesele hem geçmişte böyle idi hem şimdi böyledir. Çünkü İran ve Irak’ın coğrafyası ayrılamaz ve kültürümüz ayrıştırılamaz.’ Keza, İran Lideri Ayetullah Hamanei’nin danışmanı ve eski Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti, As-Safir gazetesine verdiği mülakatta‘Irak, Suriye dahil, diğer bütün Arap ülkelerinden daha önemlidir.’ dedi.

İran’ın Irak ile ilgili en büyük endişesi bu ülkenin parçalanması veya ülkede İran’a hasım yada rakip güçlerin etkili olması. Halihazırda mevcut Irak hükümeti ile ‘stratejik ortaklık’ içinde olan Tahran yönetimi, Irak’ın egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün korunmasına büyük önem veriyor. İran’ın Türkiye’ye tepkisi de bundan kaynaklanıyor. Her şeyden önce Türkiye’nin buradaki varlığı, Bağdat hükümetinin egemenliğini zedeliyor. Oysa İran, Irak’ta kendisine tehdit oluşturmayacak kadar zayıf, ancak dağılmayacak kadar güçlü bir hükümet olmasını istiyor. Bu, İran’ın geçen on yıl zarfında burada elde ettiği kazanımların korunması açısından önemli.

İkincisi, İran bölgesel meselelerde rakip olarak gördüğü Türkiye’nin Irak içerisinde kendi nüfuz alanlarını inşa etmeye çalışmasından rahatsız oluyor. Öteden beri Türk ‘milliyetçilerinin’ Musul ve Kerkük iddiaları İran için endişe konusudur. Şimdi, Bağdat’ın itirazlarına rağmen Musul yakınında konuşlanan Türk askeri varlığı, IKBY lideri Mesut Barzani’nin Ankara ile yakın ilişkileri ve bazı Türk yetkililerin bölgedeki sınırları sorgulaması İran’ın endişelerinin daha da derinleştirmektedir.

Ayrıca, gerek Irak Kürdistanı’nda gerekse Iraklı Şiiler arasında ve Bağdat üzerinde hatırı sayılır bir etkisi olduğu halde İran’ın, Musul gibi Sünni Arapların çoğunlukta olduğu bölgelerde bir etkisinden söz edilemez. Bu nedenle İran, Musul operasyonunu, kendi etkisini Irak’ın geri kalan bölgelerine yaymak için bir fırsat olarak görmektedir. Bunun bir yolu, İran’ın desteklediği Irak güçlerinin bu toprakları IŞİD’in elinden kurtarmasıdır. Böylece hem buralarda Bağdat’ın otoritesi yeniden tesis edilecek, hem de Bağdat’ın en büyük destekçisi olan İran, Musul’un kurtarıcılarından birisi olacaktır.Diğer yandan, İranlı yetkililer Haşdi Şaabi’nin (Halk Seferberlik Gücü) Musul operasyonunda olmasını istemektedir. Musul’ın IŞİD’den kurtarılmasından sonra da bölgede yerleşmesi muhtemel Haşdi Şaabi sayesinde İran sahadaki etkisini artırabilecektir. Zira Irak Silahlı Kuvvetler Başkomutanlığının altında resmi bir güvenlik gücüne dönüştürülse de Haşdi Şaabi çok sayıda ve farklı milis gruplarından oluşan şemsiye bir örgüttür. Bu örgüt içerisinde yer alan Bedr Gücü, Asaib-e Ehli el-Hak, Ketaib-i Hizbullah gibi yapıların İran ile yakın ilişki içinde olduğu bilinmektedir. Keza, bu teşkilat içerisindeyer alan Hizbullah el-Nuceba grubunun lideri Şeyh Akram Al-Kaabi, Ağustos 2016’da ilk defa Tahran’a gitti ve üst düzey yetkililerle görüştü. Al-Kaabi, Ayetullah Mohsen araki ile görüşmesinde ‘velayet-i fakih prensibini ve İmam Hamanei’nin rehberliğini kabul ettiklerini’ söyledi.

İran’ın Türkiye’ye yönelik tepkilerinin artmasının sebeplerinden birisi de Türk hükümetinin, Suudi Arabistan ile stratejik işbirliği içine girmesi. Nitekim son olarak 13 Ekim 2016’da Riyad’da dışişleri bakanları düzeyinde gerçekleşen ‘5. Türkiye-KİK Stratejik Diyalog Toplantısı’ sonunda yayınlanan ortak bildiri, İran’ın büyük tepkisini çekti. Çünkü bildiride İran’ın ‘bölge ülkelerinin içişlerine karışmaması’ ve ‘Tunb ve Abu Musa adaları sorununun çözümü için BAE’nin çabalarına olumlu yanıt vermesi’ istenildi. Bildiride ayrıca, ‘Musul operasyonuna, intikam saldırıları, katliamlar ve işkencelerin sorumlusu mezhepçi milislerin dahil edilmesi planlarının endişe ile karşılandığı’ belirtildi. Türk-Suudi yakınlaşmasına tepki olarak İranlı yetkililer ve analistler Suriye’de ve Yemen’de olduğu gibi Irak’ta da Suudi Arabistan’ın dümen suyuna girdiğini iddia ediyor. Suudi Arabistan’ı tekfirci terörizmin, hatta IŞİD’in hamisi olmakla itham eden İran, benzer suçlamaları Türkiye’ye de yöneltmekte.

 

İranlıların Türkiye’ye Yönelik Suçlamaları
Türkiye’ninbölgedeki askeri ve siyasi varlığını kendi çıkarları için tehdit olarak gören İranlı yetkililerin Ankara’ya yönelik eleştirileri üç noktada yoğunlaşmaktadır. Birincisi, Türkiye’nin söylemlerinin ve eylemlerinin bölgedeki etnik ve mezhepsel ayrımları körüklediği iddia edilmektedir. Türkiye’nin Irak milletinin bütünlüğünü göz ardı ederek Şiiler ve Sünniler arasında ayrım yapması, Şii olduğu gerekçesiyle Haşdi Şaabi’nin Musul operasyonuna katılmasına karşı çıkması Irak için yıkıcı bir etkiye sahiptir. Buna karşılık İranlı yetkililer söylemlerinde sık sık Şii, Sünni, Kürt, Arap olsun Irak milletinin bütünlüğünden ve birlikteliğinden söz ediyorlar. Keza Haşdi Şaabinin sadece Şii olmadığı, Sünniler, Türkmenler, Kürtler, Hıristiyanlar dahil Irak toplumunun her kesiminin Haşdi Şaabi içinde yer aldığı belirtiliyor. İranlıların Türkiye’ye yönelik ikinci eleştirisi, Türkiye’nin ‘teröristleri’ desteklediği iddialarıdır. Hatta, Türkiye’nin Musul operasyonuna dahil olmakta ısrar etmekteki amacının ‘teröristlere’ yardım etmek olduğu ileri sürülmektedir. Son olarak Türkiye’nin eylemleriyle, Suriye ve Irak’ın parçalanmasını öngören Amerikan ve Siyonist projelerine hizmet ettiği iddia ediliyor. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Behram Ghasemi, 19 Ekim’de İran gazetesi için kaleme aldığı yazıda, ‘maalesef bazı bölge ülkeleri Irak’ın tek parça olmasını istemiyor, mevcut Irak hükümetini beğenmiyor ve Irak’ın kendi geçmişlerindeki gibi veya ona yakın bir vaziyette olmasını istiyor’ diye yazdı.

Irak üzerinden bölgesel politikaları doğrultusunda Türkiye’yi dengelemeye çalışan İran’ın en büyük avantajı, Bağdat hükümeti ile ittifak içinde olması. Bu sayede birkaç bin İranlı asker, ‘askeri danışman’ sıfatıyla ve Irak hükümetinin daveti ve isteği üzerine rahatlıkla çeşitli operasyonlara katılabiliyor ve Haşdi Şaabi üzerinden ülkedeki etkisini artırabiliyor.Keza, Irak hükümeti ile anlaşmış olmanın rahatlığıyla Musul’un IŞİD’in elinden kurtarılması için başlatılan operasyona tam destek veriyor. Hatta bir yandan ‘Irak’ın birliğini, toprak bütünlüğünü ve terörizmle mücadelesini’ destekleme adı altında bölgesel rakiplerinin etkilerini sınırlamaya çalışırken, Irak üzerindeki nüfuzunu pekiştiriyor.