Trump ve İran: Belirsizlik ve Tedirginlik

8 Kasım 2016’da yapılan ABD Başkanlık seçimleri bütün dünyada olduğu gibi İran’da da yakın ilgiyle takip edildi. İran ile 1979 rehine krizi olayından bu yana diplomatik ilişkileri bulunmayan ABD’nin 20 Ocak 2017’de görevi devralacak olan Cumhuriyetçi Başkanı Donald Trump, seçim kampanyası boyunca ABD’nin İran ve Ortadoğu siyasetine dair açıklamalarıyla İran yönetimine karmaşık sinyaller vermişti. ABD’nin Ortadoğu’daki geleneksel dostlarından olan Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleriyle olan ittifak şeklini eleştirirken küresel rakibi Rusya ile iyi geçinme isteğini dile getirmesi, bölgesel ve küresel güçlerin geleneksel ittifaklarında değişim ihtimalini akıllara getirdi. Bir yandan işadamı kişiliğiyle öne çıkıp 'pazarlıkçı' yönünü vurgulayan Trump, öte yandan Amerika’yı yeniden güçlü yapacağı sözünü vermekteydi. Trump’ın kullandığı sert söylemler, ABD’nin son yıllarda zayıflayan küresel hegemonyasını güç odaklı siyasetle pekiştireceği izlenimini vermekteydi. Dolayısıyla İran yönetimi iyimser ve kötümser iki senaryo ile karşı karşıya kaldı. İyimser senaryoya göre 'pazarlıkçı' Trump, İran politikasını iş perspektifinden değerlendirerek İran ile çatışmaktan uzak duracaktı. Kötümser senaryoya göreyse güç siyaseti izleyecek olan Trump’ın Temmuz 2015’te varılan nükleer anlaşmayı hiçe sayarak İran’a karşı çatışma yanlısı bir tavır takınacaktı.


İran Lideri Ayetullah Hamenei, Trump’ın zaferinin ardından “Ne yas tutuyoruz ne de kutluyoruz; çünkü sonuçlar bizim için bir değişiklik yaratmayacak. Biz herhangi bir olası sonuçla yüzleşmeye hazırız” diyerek hem devrimci İran’ın ABD ile siyasi ilişkisizliğinin ABD Başkanının izleyeceği siyasetten bağımsız olarak süreceğini vurgulamış, hem de İran’ın bu iki senaryoya da kayıtsızlığını belirtmişti. Hamenei'nin çizdiği bu genel çerçevenin içinde ise özellikle Trump’ın nükleer anlaşmayı eleştiren sert sözlerinin muhtemel sonuçları hararetle tartışılmaya devam ediyor.


Trump ve İran Nükleer Anlaşması (Kapsamlı Ortak Eylem Planı) 
Başkanlık seçimleriyle ABD’nin İran’a yönelik siyasetinde gündeme gelen konuların en önemlisi nükleer anlaşmadır. Nükleer anlaşma sadece ABD ve İran’ı değil Rusya, Çin, Avrupa Birliği gibi küresel güçleri ve bütün bölge ülkelerini yakından ilgilendiren bir dünya meselesidir. İran’ın nükleer bir güç olmasını engellemek amacıyla BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üye devleti ve Almanya ile İran arasında Temmuz 2015’te varılan nükleer anlaşma (Kapsamlı Ortak Eylem Planı), uzun bir müzakere sürecinin sonunda gerçekleşmiş ve 'diplomasinin zaferi' olarak dünyaya sunulmuştu. Bu süreç, Demokrat lider Obama yönetimindeki ABD’nin İran ile 1979’dan bu yana ilk doğrudan müzakeresine tanıklık etti. Nükleer anlaşmanın imzalanmasıyla İran’ın nükleer faaliyetleri Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu tarafından kontrol altına alındı ve nükleer silah geliştirmesinin önüne geçildi. Karşılığında İran’a uygulanan uluslararası yaptırımlar aşamalı olarak kaldırılmaya başlandı. Uygulamada yaşanan sorunlara rağmen nükleer anlaşma uzun süreli bir uluslararası gerginliği yatıştırmıştı. Hem imzacıları hem de bölge ülkeleri için 'nükleer İran' tehdidinin bertaraf edilmesini sağlayan anlaşmayla Rusya Devlet Başkanı Putin’in sözleriyle “dünya rahat bir nefes almıştı”.


Donald Trump, başkanlık kampanyasını sürdürürken Mart ayında Amerikan-İsrail Kamu İşleri Komitesi’nde (AIPAC) yaptığı konuşmada “Birinci önceliğim İran ile yapılan korkunç anlaşmayı yırtıp atmaktır” diyerek nükleer anlaşmayla ilgili tartışmayı yeniden dünya gündemine taşıdı. İran’ın bölgesel bir güç olmasına kesinlikle karşı olduğunu vurgulayan Trump, bugün İran’ın Ortadoğu’da artan etkisini Obama yönetiminin imzaladığı nükleer anlaşmanın bir sonucu olarak görüyor. Nükleer anlaşmayı en başından beri felaket olarak gören İsrail’e olan tam desteğini de ifade eden Trump’ın anlaşma karşıtı sözleri AIPAC’ta, Yahudi-İsrail lobisine seslenirken söylemiş olması İran-İsrail düşmanlığını da yeniden gündeme taşıdı. Nitekim, “devrimci” İran’ın dış politika kimliğinin ve faaliyetlerinin değişmez unsuru olan Filistin’in savunulması mücadelesi ve İsrail düşmanlığı, son yıllarda Suriye meselesi ve IŞİD terörü nedeniyle gündemin arka planında kalmıştı.


Trump’ın bu açıklamalarına İran’dan iki türlü tepki geldi. İran bir yandan Batı’ya gözdağı verirken diğer yandan diplomasi kurallarını hatırlattı. İran, Temmuz 2015’ten bu yana anlaşmanın uygulanmasında aksamalar olduğunda zaman zaman “Batı şartları yerine getirmezse anlaşmadan çekiliriz” şeklinde gözdağı veriyordu. Trump’ın 'nükleer anlaşmayı yırtıp atma' açıklamasına, Hamenei 14 Haziran’da “Eğer Amerika’nın gelecek başkanı anlaşmayı yırtarsa biz ateşe atarız” açıklamasıyla karşılık verdi. Hamenei'nin Uluslararası İlişkilerden Sorumlu Danışmanı ve eski Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti ise Ağustos ayında yaptığı açıklamada “İran’ın başka bir seçeneği olmadığı doğru değildir” diyerek nükleer anlaşmanın bozulması durumunda İran’ın çıkarlarına uygun şekilde karşılık vermek üzere seçenekleri olduğunu ifade etti. Öte yandan, nükleer anlaşmanın İranlı mimarları Cumhurbaşkanı Ruhani ve Dışişleri Bakanı Zarif, anlaşmanın 'uluslararası' özelliğine vurgu yaptılar. Buna göre nükleer anlaşma İran ile ABD arasında yapılan ikili bir anlaşma değil, altı ülkenin imzaladığı uluslararası bir anlaşma ve BM Güvenlik Konseyi kararı olduğu için ABD tek başına bu anlaşmayı bozamazdı. Trump’ın seçilmesinden hemen sonra Ruhani, “İran nükleer anlaşmaya bağlı kalacaktır” derken, Zarif ABD’nin çoktaraflı uluslararası bir anlaşma olan Kapsamlı Ortak Eylem Planındaki taahhütlerini yerine getirmesi gerektiğini ifade etti.


AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini de nükleer anlaşmanın 'çoktaraflı anlaşma' olduğunu ve kendisinin görevinin de anlaşmanın tam olarak uygulanmasını temin etmek olduğunu belirtti. Rusya Dışişleri Bakanı Yardımcısı Sergei Ryabkov ise Trump’ın başlattığı tartışmayla ilgili olarak “Biz altı ülkenin İran ile yaptığı anlaşmanın dengeli olduğunu ve uluslararası güvenliğe büyük katkı sunduğunu düşünüyoruz. Bu değerlendirmemiz değişmemiştir” sözleriyle Rusya’nın da Trump’ın 'anlaşmanın yeniden müzakere edilmesi' fikrini desteklemediğini ifade etti. Öte yandan yazının başında bahsedilen “Trump’ın verdiği karmaşık sinyallerle” bağlantılı olarak ABD’nin Rusya ile birlikte IŞİD’e karşı savaşması teklifi ve “Rusya ile iyi geçinsek iyi olmaz mıydı?!” sözünün gereği gerçekleşirse Rusya’nın Ortadoğu’daki müttefiki olan İran’ı nükleer meselede yalnız bırakması ihtimali uluslararası yorumcular tarafından dile getirilmektedir. Tanınmış İran dış politikası uzmanlarından Shireen Hunter’a göre Rusya, Ukrayna ve Suriye cephelerinde ABD’nin imtiyazını kazanmak için İran’ı koz olarak kullanabilir. Hunter, ticaret, NATO’nun geleceği, ABD-Avrupa ilişkileri göz önüne alındığında Avrupalıların da İran konusunda ABD’ye ciddi bir meydan okumadan kaçınacağını ileri sürmektedir.


İran’ın Trump’ın Kabinesine Dair Kaygıları
Trump’ın söylemlerinden daha ziyade kabinesine seçtiği isimler, İran tarafında rahatsızlık yaratmaktadır. Trump’ın İran’a ideolojik gözlükle bakmadığını düşünen İran yönetimi, kabinesine İran hakkında 'İslamofobik' olduğu kadar 'İranofobik' de bakan isimleri almasını tedirginlikle karşılamaktadır. W. Bush döneminde İran’a yönelik savaş çığırtkanlığı yapan neo-con düşünceyi sürdüren bu isimler arasında öne çıkanlar Savunma Bakanı General James Mattis, Ulusal Güvenlik Danışmanı General Michael T. Flynn, Başkan Yardımcısı Mike Pence ve CIA Başkanı Michael R. Pompeo bulunuyor. Kabinede yer alan bu kişiler İran’da rejim değişikliğinden bahseden, nükleer anlaşmaya karşı çıkan, İran’ın terörizmin destekçisi olduğu ve bombalanması gerektiği fikrini paylaşan kişiler. Bu da İran yönetiminde söz konusu İran olduğunda Trump’ın 'pazarlıkçı' ve uzlaşmacı yönünün etkin olmayacağı kaygısını uyandırmaktadır.


Trump’ın İran’a karşı kullanabileceği bir diğer koz ise İran muhalefeti ile işbirliği yaparak siyasi düzeni içeriden zayıflatma seçeneğidir. Nitekim Trump’ın danışmanlığını yapan Newt Gingrich, Rudy Giuliani ve John Bolton gibi isimlerin İran devriminden sonra ülke dışına sürülmüş olan ve İran İslam Cumhuriyeti’ni yıkma amacıyla faaliyetlerini sürdüren silahlı örgüt Halkın Mücahitleri ile yakın ilişkileri olduğu ifade edilmektedir. Geçtiğimiz günlerde İran dışında yaşayan otuz siyasi muhalif Trump’a yazdıkları mektupta –söz verdiği gibi– nükleer anlaşmanın bölgesel ve uluslararası sonuçlarını gözden geçirmesini istediler. Her ne kadar bu mektup nispeten küçük bir grubu temsil etse ve İran’ın en büyük muhalefeti olan Yeşil Hareket bu tür 'ulus-karşıtı' faaliyetlere destek vermese de, etnik ve dinî azınlıklar arasında huzursuzluğun artması ihtimaliyle birleştiğinde etkisi artabilir.


Öte yandan bu kabinenin ABD’nin İran siyasetinde söz sahibi olup Trump’ın hem nükleer anlaşmayı bozan veya sekteye uğratan hem de İran yönetimini zayıflatmayı amaçlayan bir politika izlemesi ihtimali gerçekleşirse İran içerisinde ılımlı kanat olan Reformcu hükümeti zayıflatacaktır. Bu süreç ise nükleer anlaşmaya başından beri karşı çıkan, komşular ve Batı ülkeleri ile iyi ilişkiler geliştirilmesini öncelik olarak görmeyen, dış politikayı işbirliği yerine güvenlik odaklı ele alan muhafazakâr kanat olan İlkecilerin güçlenmesiyle sonuçlanacaktır. Hâlihazırda İran’ın lideri Hamenei, Ruhani hükümetine nükleer anlaşma ve diğer ülkelerle ekonomik ilişkiler geliştirme konusunda destek vermektedir. Ancak nükleer anlaşmanın bozulması veya uygulanmasının aksaması durumunda henüz iç siyasette normalleşmenin sağlanmadığı ve nükleer anlaşma öncesindeki 'direniş ekonomisi' siyasetinin hâlâ sürdürüldüğü İran’da Lider Hamenei de tutumunu sertleştirecek ve ılımlı siyasetten desteğini çekecektir. Bu da İran dış politikasının yeniden Ahmedinejad döneminde olduğu gibi çatışmacı olmasına yol açacak, iç politikada ise insan hakları ve özgürlükler konusunda daha fazla kısıtlamalara neden olacaktır.

Sonuç olarak, henüz Trump’ın Ortadoğu doktrininden bahsetmek için erkendir. Dolayısıyla İran’ı Trump ve diğer Ortadoğu ülkeleri denklemleri içerisinde değerlendirebilmemiz Trump’ın kampanyası süresince zikrettiği dış politika hamlelerini ne kadar yerine getireceğine bağlı olacaktır. Örneğin Trump’ın Körfez güvenliği için Körfez ülkelerinin de ellerini taşın altına koymaları gerektiğini söylemesi, Körfez ülkelerini rahatsız etmişti. Bu söylem, ABD’nin Körfez ülkelerine olan güvenlik ve savunma desteğinin azalması sonucunu doğurursa, İran’ın Körfez’deki rakiplerini zayıflatır ve bu bölgede elini güçlendirir. Öte yandan dış politika önceliklerinden olan terörizme karşı savaş konusunda Trump’ın “Esad, Rusya ve İran IŞİD’i öldürüyor” sözlerinin etkisinin ne olacağı merak konusu. Rusya ve dolayısıyla İran ile terörizme karşı savaşta işbirliği yapması yine bölgede İran’ın destekçilerinin artması anlamına gelecektir. Bunlara rağmen Trump’ın İsrail’e olan kesin desteği, İran’ın Filistin meselesini tekrar ön plana çıkarmasıyla sonuçlanabilir. Bu da İran’ın desteklediği ve hâlihazırda Suriye’de Esad için savaşan Hizbullah’ın İsrail tarafından terör örgütü olarak tanınması nedeniyle terörizmle mücadelede İran ve ABD’nin birlikte hareket etmesinin önünde engel olacaktır. Kısacası, nükleer anlaşmaya dair tartışmanın gidişatı İran’ı ilgilendiren diğer konularda ABD’nin alacağı tavrın da göstergesi olacaktır. 
 

Bu yazı “Trump ve İran: Belirsizlik ve Tedirginlik” başlığıyla Ortadoğu Analiz Dergisi'nde yayınlanmıştır.