Analiz

Afganistan ve Pakistan’da Yaşanan Gelişmeler ve Uluslararası Güvenliğe Etkileri

Afganistan ve Pakistan, gündeme sıklıkla uluslararası kuvvetlere yönelik Taliban saldırıları, el-Kaide ve Taliban liderlerinin tehdit mesajları ve ABD’nin insansız hava araçları ile yaptığı operasyonlar sebebiyle gelmektedir. Sekiz yıldır süregelen bu husus, Afganistan ve Pakistan’ın uluslararası güvenlik açısından değerlendirilmesinde ilk göze çarpan unsurdur.

Güney Asya’nın bu kilit bölgesinin jeopolitik şekillenişinde tarihsel süreç ve coğrafi konum faktörü önemli rol oynamıştır. Bölge Orta Asya, Ortadoğu ve Hint kültürel havzaları arasında bir kavşak niteliğindedir. Bu konumundan ötürü eski çağlardan beri bölge üzerinde önemli güçlerin rekabeti yaşanmıştır. 19. yüzyıla gelindiğinde ise Rus ve İngiliz İmparatorlukları kuzey ve güneyden bölge üzerinde nüfuz tesis edebilmek üzere rekabete girişmişlerdir. Bahsedildiği üzere bu rekabet “Büyük Oyun” olarak tarihe geçmiştir. “Büyük Oyun” çerçevesinde bir tampon bölge mahiyetinde kurulan Afganistan bu niteliğinden ötürü bir sömürge dönemi yaşamamıştır; bunun yanı sıra Pakistan 1947’de Hint Müslümanlarının bir devleti olarak İngiliz İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını kazanmıştır.

Afganistan’daki tarihsel süreç bu ülkenin zayıf bir devlet yapısına sahip olmasının arkasındaki nedenleri ortaya koymaktadır. Afganistan’ın coğrafi konumundan ötürü büyük güçlerin etkinlik mücadelesine sahne oluşu ve dış güçlerin müdahalelerine maruz kalışı, bu devleti çeşitli dış dinamiklerin etkisine açık bırakmıştır. Aynı zamanda, Afganistan’ın etnik ve kabilesel yapısının karmaşıklığı bilinen anlamda üniter bir devlet olmasını engellemiştir. Ülkede Afgan ulusal kimliği, öncelik sıralamasında çok çeşitli etnik, kabilesel ve bölgesel aidiyetten sonra gelmektedir. Dolayısıyla ulusal kimlik birleştirici bir faktör olamamıştır. Bu da Afganistan’da merkezi yönetimin meşruiyet krizini derinleştirmiştir. Halihazırda zayıf olan merkezi yönetim, Sovyet işgaline direniş esnasında güçleri gittikçe artan merkezkaç unsurlar karşısında sürekli güç yitirmiş ve dolayısıyla ülkede siyasi güç odaklarının dağılışı merkezi bir kamu otoritesinin tesisini imkansız kılmıştır.

Pakistan merkezi bir otorite ve bu otoriteyi destekleyecek askeri güç bakımından daha başarılı bir tarihsel süreç geçirmiştir. Sınırları dış güçlerce belirlenmiş olsa da, Pakistan’ın Hint Müslümanlarının bir devleti olarak kurulması ülkenin kapsayıcı bir kimlik ihtiyacını karşılamıştır. Pakistan’ın doğu komşusu olan Hindistan’dan sürekli bir tehdit algılaması ve bununla ilintili olarak Keşmir sorunu, Pakistan siyasi elitlerine ulusal kimliğin inşa edilmesi ve desteklenmesi aşamalarında önemli faydalar sağlamıştır. Ancak olumsuz anlamda Keşmir ve Hindistan tehdidi, olumlu anlamda da Müslümanlıktan başka bir birleştirici unsura sahip olmayan Pakistanlı kimliği sarsılmaz temellerde bulunmamaktadır. İslam vurgusunun özellikle Ziya-ül Hak döneminde artması, köktenci ideolojinin yayılması ve güç kazanması yoluyla Pakistan kimliğinde dönüşümlere neden olabilecek bir unsur olmuştur. Pakistan nükleer kapasitesi ve coğrafi konumu itibariyle de stratejik anlamda önem arz etmektedir. Hint Okyanusu’na olan kıyısı, Afganistan’ı denize çıkış yollarından mahrum bırakmakta ve dolayısıyla Pakistan’ı Orta Asya enerji nakil hatları tartışma ve değerlendirmelerine dahil etmektedir. Aynı zamanda Hürmüz Boğazı ve Basra Körfezi’ni kontrol edebilecek konumu Pakistan’ın stratejik önemini artırmaktadır.

Afganistan’da 2001 öncesine dönüş ihtimallerinin düşük olduğu, devletin geleceği bakımından dikkate alınması gereken bir gerçektir. Bunda etkili olan en önemli husus ise otuz yıllık çatışmanın etnik gruplar arasındaki ayrılığı iyice derinleştirmesidir. Uluslararası kuvvetlerin çekilmesinden sonra Taliban’ın Karzai hükümeti ve Kuzey İttifakı’nı oluşturan gruplara karşı savaş açması ihtimalinde tarafların birbirine üstünlük kuramayıp bir dengeye ulaşılması, Tacik, Hazara, Özbek ve Türkmenlerin güney kısmına Taliban’ın hakim olduğu bir Afganistan’dan ayrılma girişiminde bulunarak bölgenin siyasi coğrafyasında bir değişikliğe sebep olmalarını beraberinde getirebilir. Böyle bir durumda Afganistan’ın bölgesel ve uluslararası güvenlik açısından bir kara delik haline gelmesi süreci başlayacaktır. Bunun uzun dönemde etkilerinin uluslararası ilişkilerde sistemik değişikliklere varabilmesi de mümkündür. Afganistan’ın konumundan ötürü mevcut istikrarsızlığın dört bir yana yayılabilmesi uluslararası sistemdeki önemli aktörlerin tepkisiz kalamayacağı bir ortamı beraberinde getirecektir. Pakistan’da statükonun devamı ile istikrar sağlanabilmesi, bu devletin uluslararası güvenlik bakımından arzettiği önemin artmasına yol açacağı değerlendirilmektedir. Zira Pakistan’ın istikrarsızlık içinde başıboş bırakılmasının nükleer silahların güvenliği ve terörizm konularında oluşturacağı risk kadar Avrasya’daki mevcut denge ve nüfuz arayışlarındaki konumu da bu mücadelenin aktörleri tarafından dikkate alınması gereken bir husustur İstikrarsız bir Pakistan Avrasya’daki aktörlerin hepsi için ciddi bir risk düzeyi sunarken istikrarlı bir Pakistan ise mevcut nüfuz mücadelesinin asal aktörlerine ciddi avantajlar sağlayabilecek konumu dolayısıyla önem taşımaktadır.

Afganistan ve Pakistan’daki sorunların Türkiye’ye doğrudan yansıması gerek Türkiye içerisinde gerekse de Türkiye’nin Afganistan’daki personeline yönelik bir terör tehdidi olarak tecelli etmektedir. Dolaylı olarak da, uluslararası güvenlik bakış açısıyla, Afganistan-Pakistan bölgesinden yayılacak istikrarsızlık ve güvensizlik Türkiye’nin Ortadoğu, Orta Asya ve Güney Asya ile geliştirmeye çalıştığı ilişkilerini, bu ilişkilerin sahip olduğu potansiyeli sıkıntıya düşürecek bir gelişme olacaktır. Türkiye açısından Afganistan’daki çabaların meyvesini vererek ülkede meşruiyeti sağlam bir siyasi otorite ve asayişi sağlama kapasitesine sahip bir güvenlik kuvvetlerinin bulunması en olumlu gelecek ihtimali olacaktır. Pakistan’ın ise demokratik bir süreç içerisinde iç siyasi istikrarını sağlaması Türkiye açısından olumlu değerlendirilebilecek bir gelişme olacaktır.

Bu durumda Afganistan’da önümüzdeki dönemde Taliban ile merkezi yönetim arasındaki doğrudan veya dolaylı görüşmelerin süreceği ve bu müzakerelerin uluslararası toplum tarafından da destek göreceği söylenebilir. Ancak, ülkede uluslararası kuvvetler tarafından yürütülen askeri mücadelenin Taliban’ın yürütmekte olduğu ayaklanmayı bastırabileceği konusunda şüpheler mevcuttur. 2010 yılında NATO kuvvetleri tarafından Kandahar ve Helmand’da operasyonlar düzenlenmiş, ancak önemli bir sonuç alınamamıştır. Taliban’ın benimsemekte olduğu gayrinizami harp tekniklerinin NATO kuvvetlerinin işini zorlaştırdığı muhakkaktır. Öte yandan Afganistan’da büyük ölçüde hassasiyet gösterilen bir konu olan sivil kayıplar konusunda bir gelişme yaşanmamaktadır. 2010 yılının sonuna yaklaşılırken halen NATO kuvvetlerinin sivil kayıplara neden olan uygulamalarda bulunduğu görülmektedir. Bu durum, şüphesiz, Afganistan halkı ile direnişçi grupların arasındaki mesafeyi açma hedefine hizmet etmemektedir. Dolayısıyla Afganistan’da Taliban ile yapılan müzakerelerin, Taliban’ın ülkedeki gücünün gittikçe arttığı bir ortamda yürütüldüğü, bunun da merkezi hükümetin konumu açısından tehlikeli bir drum yarattığı söylenebilir.

Pakistan’da ise 2009 yılındaki büyük operasyonlardan sonra Taliban’ın etkinliği azaltılmıştır. Ancak, Pakistan’da olduğu iddia edilen el Kaide ve Taliban liderlerinin yakalanmasına ilişkin bir gelişme yaşanmamıştır. Pakistan, NATO’nun insansız hava araçları ile yapmakta olduğu operasyonlar ve sınır ihlalleri dolayısıyla ABD ile sorun yaşamaktadır. 2010’un Ekim ayı itibariyle ABD ile Pakistan arasında yaşanan bu gerilim NATO ikmal hatlarının Pakistan tarafından güvenlik gerekçesiyle abluka altına alınması sonucunu doğurmuştur. Öte yandan, Pakistan iç siyasette çalkantılı günler geçirirken 2010 yazında büyük bir sel felaketine maruz kalmıştır. Felaket mağdurlarına yardım ulaştırılması ile ilgili konular merkezi hükümetin enerjisini çekmiş ve yıpratmıştır. Bu gelişmelerden hareketle önümüzdeki dönemde Pakistan iç ve dış siyasetinin hareketli zamanlar geçireceği söylenebilir. ABD’nın Afganistan’a dair bölgesel stratejisinde Pakistan’a önemli bir yer biçmesine ve Pakistan’da ABD’ye yakın bir hükümet bulunmasına rağmen ABD’nin gerek Hindistan ile geliştirdiği ilişkiler gerekse de Pakistan’ın egemenliğini ihlal etmesi iki ülke ilişkilerinde önemli darbelere neden olmaktadır. Eski devlet başkanı Pervez Müşerref ’in de siyasete dönmesiyle, mevcut hükümet sıkıntılarının artması beklenebilir. Zira ABD politikaları Pakistan’da önemli bir Amerikan aleyhtarlığı doğurmuştur ve bu durum iç politikada muhalif partiler açısından önemli bir kozdur.