Arap Ayaklanmaları İçin Devam Eden Umut Işığı: Yasemin Devrimi

Tunus Yasemin Devrimi, Bin Ali rejiminin adaletsizliğini ve radikal laiklerin söylemlerini örten siyasi sisteme son vermiştir. Siyasi partiler teorisi uyarınca ve sosyolojik bir okumayla Batı medyasının halkını yanlış bilgilendirmeye devam etmesi ve Tunus Devrimi’ni umutsuz bir hareket olarak göstermeyi sürdürmesi Batı’nın Tunus haberlerini çarpıtmaya devam ettiğinin bir göstergesidir. Bir kanadını İslamcıların ve laiklerin oluşturduğu diğer kanadında ise oligarşik rejimin olduğu halk ayaklanmasının olay örgüsü incelendiğinde, ülkenin politik ve ekonomik zorluklarının devam ettiği anlaşılmaktadır. Arap devrimleri sonrasındaki süreçte devrime karşı çıkanlarla ütopik hayaller kuranları aynı zeminde buluşturan bir denklem ortaya çıkmıştır.  Otoriter rejimlerde halk, askerî vesayete yahut oligarşik sisteme karşı çıktığı zaman Suriye, Mısır, Sudan ve Cezayir örneklerinde olduğu gibi şiddet yoluyla bastırılmıştır.

Yukarda ele alınan örnekler benim “Halkların Baharı” olarak adlandırmayı tercih ettiğim ancak genelde “Arap Ayaklanmaları” olarak bilinen devrim hareketlerinin somut örneklerini sunan yegâne referans noktalarıdır. Bu iki adlandırmaya ek olarak, Arap milliyetçileri ve komplo teoriciler de bu hareketleri “Arap İllüzyonu” olarak adlandırmayı tercih etmektedirler. Bu bakış açısından Libya’nın tamamen kaosa sürüklendiği, Tunus’un çıkmaza düştüğü, Cezayir’in arada kaldığı ve Fas’ın kaynadığı bir ortamda bölgeden kötü haberler gelmeye devam ederken bölgedeki bu halk hareketlerinin olumlu bir manzaraya yol açtığını varsaymak mümkün görünmemektedir.

Halkların “Baharı”nın Hikayesi
“Bahar” olarak nitelendirilen hareketlerin amacı bölgedeki distopik ideolojiyi alaşağı etmekti. Hakikatte olan, halkların zalim rejimleri yıkarak yerlerine demokratik rejimleri getirmeye çalışmasıdır. Ancak şu ana kadar bu irade başarıya ulaşamamış ve anarşi ortaya çıkmıştır. Yalnızca tarafların makul şekilde konuşabilmesi durumunda olumlu bir neticenin çıkacağı anlaşılmaktadır. Bu mücadele Cezayir, Libya, Tunus ve Sudan gibi müesses nizamın değişim hareketlerinin engellenmesinde görülmektedir. Bu müesses yapılar eski dönemden kalan elit zümreler, Batı yönetimleri ve devrime karşı çıkan Arap yönetimleri tarafından desteklenmektedir. Bu durumda vaziyet kötüleşmekte ve kargaşa artmaktadır.

Bu durumun örneği, Tunus, Cezayir ve Mısır’dan farklı bir siyasi geleneğe sahip olan Libya’da görülebilir. Eski lider Albay Muammer Kaddafi’den miras kalan ilkel bir refah devleti ve kabileye bağlı sistem tüm ülkeyi kaosa sürüklemiştir. Bugün maalesef Libya halkı bu 42 yıllık sistemin sonuçlarını tecrübe etmektedir. Bu bağlamda, özellikle isyanların başlamasından bu yana geçen kısa süre dikkate alındığında, bazı Arap ülkelerinin fiilen yarı demokratik bir devlete geçiş sağlayabilecek durumda oldukları belirtilebilir.

Batı Medyası Arap Gösterilerini Nasıl Ele Alıyor?
Batı medyası bağlamında Amerikan ve Fransa örneği alındığında, bunların çoğunun kendi gündem konuları ile bu ülkelerin realitelerini karıştırmaktan kaynaklanan bir problem yaşadıkları görülmektedir. Fransa’nın durumu incelendiğinde pek de popüler olmayan bir Cumhurbaşkanı’nın liderliğinde sözde sosyo-ekonomik devrim yürüten ülke bir yandan eski rejimin izlerini silmek ve yeni bir siyasi trend oluşturmak istemekte bir yandan da Tunus ve Porto Riko’ya odaklanmaya devam etmektedir.

Bu durum Nicolas Sarkozy dönemi Dışişleri Bakanı Madame Alliot Marie’nin Tunus’un Bin Ali karşıtı Yasemin Devrimi sırasındaki açıklamasını hatırlatmaktadır. Bin Ali, 2011 gösterileri sonrası sığındığı Suudi Arabistan’da ölümüne kadar kalmıştır. O dönemde Marie, polise cop ve kask kullanarak düzeni sağlaması teklifinde bulunmuştur. Bununla birlikte yarım asırlık bir iktidar partisi ve iltimas sisteminin ardından sadece dokuz yıldır özgürlüğün tadını çıkaran Tunus'tan gelen haberler, ülkenin ekonomik ve sosyal koşulları düşünüldüğünde oldukça umut vericidir.

Tunus'taki olayların en önemli noktası, koalisyona liderlik eden İslamcı Nahda Hareket Partisi de dâhil olmak üzere tüm büyük siyasi aktörlerin, seçkinlerin ve medyanın, siyasi bir emektar, merhum Başkan el-Bâcî Kayid es-Sibsi öncülüğünde müzakereler yürütmeleri, daha da önemlisi çoğulculuğa doğru siyasi geçişi sürdürecek ve tüm ideolojik grupların güç ve gelişim adına rekabet etmelerine izin verecek bir siyasi uzlaşı ortamı sağlama çabalarıdır. Bu sırada Libya, bir iç savaşın tüm gerekliliklerini bünyesinde barındırmakta, Cezayir ise 2019’un kutuplaştırıcı cumhurbaşkanlığı sisteminden mustarip olmaya devam etmektedir. Tunus ise siyasi şiddete ve oligarşik yapıya son verecek bir yapı oluşturmaya çalışmaktadır. Tunus’un ortaya koyduğu bu güzel örnek Cezayir’e ve şu anda bazı uluslararası aktörlerin milis devleti hâline getirmeye çalıştığı Libya’ya uygulanabilir.

Mısır’da sosyal medya, ordunun gerçekleştirdiği yolsuzlukları gözler önüne sermekte, halkın çoğunluğu ise günlük hayatlarındaki mücadeleye devam etmekte ve Abdülfettah es-Sisi rejimi hiçbir merhamet belirtisi göstermemektedir. Bu şartlar altında Mısır’ın umut vadeden bir tablo sergilediği iddia edilemez.

Mısır’ın siyasi partileri ve elitleri, Tunus ve Cezayir'deki muadilleri gibi eylem ortaya koymaktan ve mesaj vermekten yoksun görünmekteler. Halklar yenilgiyi kabul etmiş gibi görünse de Tunus'ta yükselen demokrasi, Cezayir’de umut veren Hirak Halk Hareketi ve Sudan'daki barışçıl ayaklanmanın başarı hikâyesi, Mısır'daki Ocak Devrimi'ne ivme kazandırabilecek bir potansiyele sahiptir. Devrim hareketlerinin ardından siyasi ve ekonomik çalkantı görülse de Tunus’un Yasemin Devrimi ve Cezayir’in Hirak Hareketi bölge halkları için bir umut ışığı olarak kabul edilebilir.

Bu durum Arap devletlerinde sürmekte olan şiddetten beslenen IŞİD için de geçerlidir. Bu grubun militanları Tunus ekonomisini hedef alarak ülkeye ağır bir yara vermek istemektedirler. Ancak Mağrip ve Sahel'deki terörist saldırıların gerçek sebebi ABD’nin bölgesel çıkarları ile ilgilidir. Resmî olarak amaç, Şubat 2011'de Kaddafi güçlerinin Bingazi ve komşu şehirlerdeki devrimcileri yok etmesini önlemekti. Nihai hedef, Kaddafi'yi ve kabilesini devirmekti. Ancak işin aslı, Irak’taki durum gibidir. Batı'nın savaş bahanesi, Saddam'ın kitle imha silahları cephaneliğini yok etmek, Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgelerine demokrasi getirmek ve ABD'nin stratejik çıkarlarını (petrol) korumaktı. Sonuç olarak, bugün Irak tam bir karışıklık içindedir ve IŞİD, Irak'ın ve Suriye'nin sosyal yapısını çözmekte ve mirasını sürekli olarak yok etmektedir. Saddam Hüseyin ve Kaddafi’nin bencil siyasetleri bu ülkelere olan müdahaleyi tetiklemiştir. Sonuç olarak, bu müdahaleler Yasemin Devrimi’nin kokusunu Arap bahçelerinden çalmaya çalışsa da Muhammed Bouazizi’nin güzel ruhu hâlâ etkisini korumaktadır. Dolayısıyla günümüzde bölgede Arap Ayaklanmaları süreci sonrasında görülen tüm kargaşa ve olumsuzluklara rağmen halkların reform ve demokrasi talepleri güçlü şekilde varlığını sürdürmekte ve bu da bölgede değişim-dönüşüm potansiyelinin devam ettiğini göstermektedir.