Arap Baharı Gölgesinde İsrail Seçimleri: Barış Başka Bir Bahara

Doç. Dr. Mehmet Şahin, ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Gazi Üni. Uluslararası İlişkiler B
Arap Baharı gölgesinde İsrail 22 Ocak 2013 tarihinde parlamento seçimlerine gidiyor. 2012’nin Ekim ayında mevcut iktidarın ortaklarından Likud lideri ve Başbakan Benyamin Netanyahu ile Evimiz İsrail (Yisrael Beiteinu) lideri ve Dışişleri Bakanı Avigdor Liberman’nın ittifak yapmalarıyla birlikte seçimin nasıl sonuçlanacağı üç aşağı beş yukarı belli oldu. Bundan dolayı, İsrail heyecansız bir seçim süreci yaşamaktadır. İsrail’de yapılan anketlerden ve seçmenin tavrından anlaşıldığı kadarıyla, İsrail seçmeni 22 Ocak seçimlerinden hem iç politika hem de dış politika anlamında önemli bir değişiklik beklemiyor.
 
Yaklaşık iki yıldır Arap Orta Doğusu’nu kasıp kavuran halk hareketleri bölgeyi her anlamda ciddi anlamda değiştirdi ve hale bu süreç devam ediyor. Arap Baharı ile birlikte belirsiz bir Orta Doğu’nun ortaya çıkmasının, özellikle Mısır’da Hüsnü Mübarek döneminin sonlandırılmasının, İsrail’in güvenlik kaygılarını daha da artırdığı rahatlıkla söylenebilir. Mübarek Döneminin sonra ermesi 1979’dan beri sürdürülmekte olan Camp David Antlaşmasını tartışılır hale getirdi. Değişimin yaşandığı her ülkede yapılan seçimlerin sonucunda İsrail’e iyi bakmayan İslamcı partiler ana aktörler olarak ortaya çıktılar/çıkmaktalar. Zaten kurulduğu günden bugüne “güvenlik paranoyası” içinde tutulan Yahudi toplumu Arap Baharı’nın getirmiş olduğu atmosferle birlikte iyice sağcı/dinci siyasetçilerin kullanımına hazır hale gelmiş gibi gözükmektedir. “Güvenlik” kavramının Yahudi toplumu içim “hayatta kalmak” anlamına geldiğini çok iyi bilen koalisyon ortaklarından Netanyahu-Liberman ikilisi kanlı bir Gazze saldırıyla Yahudi seçmenine net bir mesaj verdiler. Söz konusu saldırıyla Yahudi toplumuna “sizin garantiniz biziz, sizi ancak biz koruruz” dediler. Arap Baharı’nın bölgeye getirmiş olduğu belirsizlik ve Gazze’ye yapılan saldırılar Netanyahu-Liberman ikilisi başta olmak üzere aşırı sağcı/dinci siyasilerin İsrail siyasetindeki etkisini artırdığı en azından canlı tutuğu söylenebilir. Bugüne kadar yapılan anket sonuçlarından ve siyasi parti liderlerinin seçim sürecinde kullandıkları dilden açıkça görüldüğü üzere, bölge değiştikçe İsrail değişime direnmekte ısrar etmektedir. Tabi, yaşanan gelişmeler şu şekilde de okunabilir; Arap Baharı sonucunda daha sağ ağırlı İslamcı partilerin siyasetin ana aktörleri haline gelmeleri, sağ ağırlığın kesif bir şekilde var olduğu İsrail siyasetinin daha da sağcı bir noktaya taşınmasına neden olmaktadır.
 
İsrail kuruluşundan(1948) beri koalisyon hükümetleriyle yönetilmektedir. Bu durumun oluşmasında esas belirleyici faktör İsrail’in seçim sistemidir. Seçim barajının çok düşük olmasından dolayı (el’an %2, eskiden daha azdı) çok küçük ki bunların çoğu aşırı sağcı/dinci partiler, rahatlıkla siyasette yer alabilmekteler. Hatta hükümet kurmak için söz konusu küçük radikal partilere ihtiyaç duyan merkez partiler aşırı sağın etkisine girmekteler. 1977 yılından beri İsrail siyasetinde aşırı sağın etkisi kesif bir şekilde artarak devam etmektedir. İsrail açısından düşünüldüğünde % 2’lik seçim barajının bir rasyonalitesi elbette vardır. Farklı ülkelerden ve coğrafyalardan gelen Yahudiler düşük baraj sayesinde İsrail siyasetinde seslerini duyurabilmekteler. Fakat İsrail iç bütünlüğü açısından anlaşılabilir olan bu durum bölgesel barış için ciddi bir engel oluşturmaktadır. Siyasi aktörler İsrail siyasetinde varlık gösterebilmek için Liberman örneğinde çarpıcı bir şekilde görüldüğü üzere radikal düşünceleri kendilerine rehber edinerek hareket etmektedirler. Bunun sonucu olarak, İsrail her geçen gün daha da radikalleşmekte ve muhtemel bir barıştan uzaklaşmaktadır.
 
Seçim sürecinde siyasi aktörlerin yaklaşımları ve Yahudi toplumunun bu süreçteki heyecansızlığı göz önüne alındığında seçim sonucunda İsrail’in iç, dış ve güvenlik politikasında göze çarpan bir değişiklik beklenmemektedir. Belki tek fark, İsrail’in her geçen gün biraz daha sağa kayması olacaktır. Öyle anlaşılıyor ki, yine Netanyahu-Liberman ikilisi yapmış oldukları ittifak sayesinde 120 sandalyeli mecliste (Knesset) en güçlü iktidar ortakları olarak ortaya çıkacaklardır. En güçlü ihtimal olarak seçimden sonra kurulacak olan koalisyon da Liberman’ı yanına alan Netanyahu liderliğinde yeni bir hükümetin kurulacak olmasıdır.
 
Peki, bu ne anlama gelmektedir?
 
-Arap Baharı’nın bir sonucu olarak değişen bölgeye rağmen, değişmeyen bir İsrail’i görmeye devam edeceğiz.
-Kendi güvenliğini her şeyin üstünde tutan ve bu uğurda bugüne kadar olduğu gibi legal/illegal her şeye araca başvuran bir İsrail’i göreceğiz.
-Filistin meselesi aynen sorun olmaya devam edecektir.
-İsrail’de barışı söylemini kullananların sesi daha da kısılmış olacaktır.
-İki devletli çözüm yaklaşımından iyice uzaklaşılacaktır.
-İsrail toplumunun siyasi liderler tarafından “güvenlik fanusu” içindeki “güvenlik seansları” devam edecektir.
-İsrail’in İran karşıtı, İran’ında İsrail karşıtı söylemleri artarak devam edecektir.
-Türkiye-İsrail arasındaki gerginlik Türkiye’nin üç önemli talebi karşılanmadığı sürece (Netanyahu-Liberman ikilisinin bunu karşılaması çok zor) devam edecektir.
-Başta Doğu Kudüs olmak üzere Batı Şeria’daki Yahudi işgali yeni yerleşimlerle sürdürülecektir.
-Obama Yönetimindeki ABD zaman zaman İsrail’i eleştirse de her zaman İsrail’in arkasında olduğunu kritik dönemlerde göstermekten geri durmayacaktır.
-Yeni Orta Doğu’da etkili olmak isteyen Avrupa Birliği ülkelerinin zarar verici düzeyde olmasa da İsrail’e eleştirel yaklaşımları görülebilecektir.
-Barış başka bir bahara kalacaktır…