Başbakan Erdoğan’ın Suudi Arabistan Ziyareti Kapsamında Ankara-Riyad İlişkilerinin Analizi

Veysel Ayhan, ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler
Başbakan Erdoğan’ın 3 günlük Suudi Arabistan ziyaretiyle birlikte Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri bir kez daha gündemin üst sıralarına yerleşmiş bulunmaktadır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Suudi Arabistan’daki temasları sırasında, Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdülaziz El Saud tarafından onuruna verilen yemeğe katıldıktan sonra Kral’la iki ülke ilişkilerinin geliştirilmesi üzerine görüşmelerde bulunmuştur. Türk heyeti içinde Başbakan’ın yanı sıra Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Devlet Bakanı Zafer Çağlayan, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ve işadamları bulunmaktadır. Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerine yönelik olarak Başbakan Erdoğan katıldığı Riyad Ticaret Odası'ndaki toplantıda oldukça önemli mesajlar vermiştir. Erdoğan konuşmasında iki ülkenin ortak tarih birlikteliğine değinmiş ve bölgede yaşanan gelişmelerden iki ülkenin de etkilendiğine dikkat çekmiştir. Erdoğan’ın Riyad Ticaret Odası’ndaki konuşmasında öne çıkan bir diğer vurgu ise bölgenin geleceğinin inşasında ortak çıkarlarının olduğunun ifade edilmesi olmuştur. Erdoğan açık bir şekilde “İstanbul'un, Ankara'nın kaderi, Riyad'ın kaderinden ayrı görülebilir mi? Mekke'nin, Medine'nin, Cidde'nin, Tebük'ün, Taif'in kaderi, İstanbul'un, Konya'nın, Adana'nın, Diyarbakır'ın, kaderinden ayrı çizilebilir mi? Mesafelerin, sınırların bizi birbirinden ayırması, bizi birbirinden uzak tutması hiç mümkün olabilir mi? Suudi Arabistan'ın sevinci bizim sevincimiz, hüznü bizim hüznümüzdür. Aynı şekilde Türkiye'nin sevincinin, Suudi Arabistan'ın sevinci, Türkiye'nin hüznünün, Arabistan'ın hüznü olduğunu biliyor ve bunu tüm kalbimle inanıyorum” demiştir. Söz konusu ifadelerde anlaşıldığı üzere Türkiye ve Suudi Arabistan son yıllarda bölgede meydana gelen gelişmelere karşı ortak bir dış politika izlemeyi ve ortak politikalar geliştirmeyi hedeflemektedir. Bu noktada iki ülkenin dış politikada işbirliği ve ortak tehdit algılamalarına değinmeden önce taraflar arasındaki işbirliği sürecinin kurulmasına yol açan tarihi ziyaretlere bir kez daha dikkat çekmekte yarar vardır.    Türkiye-Suudi Arabistan İlişkileri   Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri resmi düzeyde Osmanlı İmparatorluğu sonrası Suud ailesinin kurduğu Necd ve Hicaz Krallığı’nı tanımasından sonra 3 Ağustos 1929 tarihinde bir Dostluk ve Barış Antlaşması imzalayarak başlamıştır. Ancak Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri 1990’ların başına kadar istenilen düzeyde bir gelişme göstermemiş ve iki ülke II. Dünya Savaşı sonrası ABD ile işbirliği yapmasına rağmen birbirine karşı mesafeli yaklaşmışlardır. 1990’ların başında Irak’ın Kuveyt’i işgalinin ardından Özal’ın girişimleriyle ivme kazanan ilişkiler Özal sonrası dönemde hem bölgesel konjonktürün hem de dönemin hükümetlerinin etkisi altında kalarak daha ileri seviyelere taşınamamıştır. Turgut Özal Başbakanlığı döneminde 3 kez ve Cumhurbaşkanlığı döneminde de 1 kez olmak üzere Suudi Arabistan’a dört defa resmi ziyarette bulunmuştu. 1990-2005 arası dönemde ise Türkiye’den yalnızca Cumhurbaşkanı Demirel 1993 tarihinde Suudi Arabistan’a üst düzeyde bir ziyaret gerçekleştirmesine karşın Suudi tarafından Türkiye’ye söz konusu dönemde üst düzey bir ziyaret gerçekleştirilmemiştir. Türkiye-Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin değişmesine yol açan asıl gelişmeler 2003 Irak işgali sonrası Orta Doğu’da meydana gelen değişiklikler olmuştur. Diğer bir deyişle 2003 Irak işgali ile birlikte bölgede meydana gelen radikal değişiklikler ve ortaya çıkan yeni tehdit algılamaları Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinde yeni bir dönemin başlamasına ciddi katkı sağlamıştır. Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz ilki 8-10 Ağustos 2006 ve ikincisi de 9-10 Kasım 2007 tarihlerinde olmak üzere iki kez Türkiye’ye resmi ziyaretler gerçekleştirirken Türkiye’den de hem Başbakanlık hem de Cumhurbaşkanlığı nezdinde Suudi Arabistan’a resmi ziyaretler düzenlenmiştir.    Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz’in Ağustos 2006’daki Türkiye ziyareti iki ülke ilişkileri açısından oldukça tarihi ve önemli görülmektedir. Kral Abdülaziz 40 yıl aradan sonra Türkiye’yi ziyaret eden ilk Suudi Arabistan Kralı olmuştur. Kral Abdullah beraberinde 400 kişilik bakan, işadamı, bürokrat ve kraliyet ailesinden oluşan bir heyetle Ankara’ya gelerek iki ülke ilişkilerinin gelişmesine önemli bir katkı sağlamıştır.    Başbakan Erdoğan’ın ilki 18 Eylül 2005 tarihinde olmak üzere çeşitli kez Suudi Arabistan ziyaretlerinin ardından en kritik Suudi Arabistan ziyaretini 3–6 Şubat 2009 tarihleri arasında ise Cumhurbaşkanı Abdullah Gül gerçekleştirmiştir. Cumhurbaşkanı Gül beraberindeki geniş bir heyetle birlikte Suudi Arabistan gerçekleştirdiği ziyaret tarih itibariyle Türkiye’nin Gazze Savaşı’na dönük izlediği politikaların Arap dünyasında büyük bir heyecan ve desteğe yol açtığı bir döneme rastlamıştır. Bunun yanında Cumhurbaşkanı Gül’ün ziyareti aynı zamanda Türkiye’nin Hamas’la ilişkileri nedeniyle İran’a yaklaştığı yönünde bir takım iddiaların gündeme geldiği günlerde gerçekleştirilmiştir. Gül’ün ziyaretinden Gazze Savaşı ve Hamas ile İran’la ilişkiler dolayısıyla Arap Orta Doğu’sunda Türkiye hakkında iki farklı algılama oluşmuştu. Bazı yazarlar Türkiye’nin İran, Suriye, Hizbullah ve Hamas ittifakına kaydığını ileri sürmekteydi. Diğer bir deyişle Türkiye’nin İran ittifakına kaydığı yönünde kuşkular ve İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ın Ankara ziyaretiyle ilgili olarak da bazı güçlü iddialar dile getirilmekteydi. Diğer bir algılama ise Türkiye’nin Orta Doğu’daki sorunların çözümünde Arap tezlerini desteklediği yönündeydi. Türkiye de her iki algılamanın ve kaygıların da farkındaydı.    Sözkonusu iddialar ve kaygılar Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Suudi Arabistan’a gerçekleştirdiği uzun süreli ziyaretle ortadan kaldırılmıştı. Çünkü Suudi rejimi sonuçta Bedeviliğe özgü bir kültürel yapı göstermektedir. Bu kültüre göre misafir gelip kalmalı ve ev sahibine saygı çerçevesinde uzun süreli ağırlanmalıdır. Bu misafirperverlik sürecinde ev sahibi misafirini en iyi şekilde ağırlamaya çalışır. Cumhurbaşkanı Gül Suudi Arabistan’daki Şura Meclisi’nde yaptığı konuşmada, Türkiye’nin Arap-İsrail sorununun çözümünde Arap inisiyatifine destek verdiğini açıklamıştır. Bu şekilde Türkiye’nin İran’ın değil Arapların yanında yer aldığını göstermiş oldu. Başbakan Erdoğan’ın son ziyaretiyle birlikte açık bir şekilde Türkiye’nin Orta Doğu’da sorunların çözümünde Suudi Arabistan’la işbirliği yapacağını açıklaması taraflar arasındaki diyalog ve işbirliği sürecinin gelişeceğinin açık işaretleri olmuştur.    Türkiye-Suudi Arabistan Arasındaki İşbirliği Alanları  Ekonomik İşbirliği  Türkiye-Suudi Arabistan arasında dış politikadan ekonomi ve enerji alanına kadar birçok alanda işbirliği yapılmasına karşın, ülkeler arasındaki dış politika söylemi ve çıkar algılamalarındaki uzlaşı alanı düşünüldüğünde bunların istenilen düzeyde olmadığı görülmektedir. Başbakan Erdoğan’ın iki ülke arasında vize muafiyetinin getirilmesini istemesi de taraflar arasında işbirliği sürecinin gelişeceğini göstermiştir. İki ülke arasında en başta enerji ve ekonomi alanında yoğun bir işbirliği döneminin yaşanması beklenmektedir. 2003 yılında 3 milyar dolar olan ticaret hacminin 2009 yılında yaklaşık 5,5 milyar dolara çıkması dikkat çekicidir. Başbakan Erdoğan Suudi Arabistan’daki temasları sırasında iki ülke arasındaki ticaret hacminin ilk başta 10 ve ardından da 20 milyar dolara çıkartılmasını temenni ettiğini ve buna yönelik olarak da Suudi işadamlarına Türkiye’ye yatırım yapmaları için gerekli desteği vermeye hazır olduklarını ifade etmiştir. Başbakan Erdoğan, "Suudi şirket ve işadamlarını Türkiye pazarında daha fazla görmekten memnuniyet duyacağımı, işadamlarına her türlü desteği vereceğimizi bilmenizi isterim. Doğrudan bana bağlı olarak çalışan Yatırım Ajansı tüm imkanlarıyla yanınızda olacak. Ajans Arapça dahil 11 ayrı dilde hizmet veriyor. Abu Dabi ve Dubai'deki iki ofis yoğun çalışıyor. Suudi Arabistan'da bir ofis kurduk” diyerek bir anlamda ekonomi alanında işbirliği önündeki engellerin aşıldığını belirtmiştir. Dünyanın en önemli petrol rezervine sahip olan Suudi Arabistan OPEC ve BP verilerine istinaden 2008 yılında 288 milyar dolar petrol geliri elde etmişti. En önemli gelir kaynağını petrol ihracatının oluşturduğu S. Arabistan’da kanıtlanmış petrol rezervleri yaklaşık 264 milyar varil dolayında olup, dünya toplam petrol rezervi içindeki payı # civarındadır. Suudi Arabistan’ın bu ayın başında resmi bir ziyaret düzenleyen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu yaptığı açıklamada “Türkiye - Suudi Arabistan ilişkilerine özel önem veriyoruz. Ekonomik ilişkilerimiz hızla gelişiyor. Önümüzdeki dönemde Suudi Arabistan'da 600 milyar dolar alt yapı yatırımı söz konusu olacak. Bunlardan Türk şirketlerini büyük bir pay alması önem taşıyor" diyerek iki ülke arasındaki ekonomik işbirliğinin önemini ortaya koymuştur.   Bölgesel Sorunlara Karşı Ortak Çıkar Algılamaları  Türkiye ile Suudi Arabistan arasında ekonomik işbirliğinin yanı sıra dış politika konusunda oldukça önemli bir işbirliği alanı bulunmaktadır. Daha önce de belirtildiği üzere 2003 Irak işgali sonrası Orta Doğu’daki güç dengesi Suudi Arabistan’ın aleyhine bir gelişme göstermiş ve Suudi Arabistan ciddi bir güvenlik tehdidi altına girmiştir. Irak’taki rejim değişikliği ve Şii’lerin iktidardan etkin bir pay alması Suudi Arabistan’da bir güvenlik sorunun ortaya çıkmasına yol açmıştır. Suudi Arabistan kendi ülkesindeki Şiilerin de Irak’ın ardından politik faaliyetlere girişmesinden çekinmektedir. Aynı zamanda İran’ın bu kesim üzerinde yönlendirici bir etkiye yol açmasından çekinilmektedir. Bu yüzden Suudi Arabistan Şii vatandaşlarının Irak ve İran’a ziyaretlerine ciddi bir sınırlama getirmiştir.    Irak Sorunu konusunda her iki ülke de Irak’ın istikrarlı ve bölge ülkelerinin güvenliğine tehdit oluşturmayan bir ülke olmasını savunmaktadır. Aynı zamanda İran’ın Irak’taki etkisi her iki ülkede de ciddi rahatsızlığa yol açmış bulunmaktadır. Suudi Arabistan Türkiye’nin Irak’taki tüm grupları siyasal sürece katılması yönündeki çabalarını desteklerken Türkiye’de Suudi Arabistan’ın Irak’ın yeniden yapılandırılması sürecine katkı sağlamasını desteklemektedir. Başbakan Erdoğan Suudi Arabistan’da yaptığı açıklamada  “Irak'taki meseleler sadece Irak'takilerin değil hepimizin ortak meselesidir. Filistin sadece Filistinlilerin değil hepimizin meselesi ve hepimizin vicdanını acıtıyor. Öyleyse dayanışmayı artırmamız gerekiyor. Dayanışma, istişare ve işbirliğini daha da artırmamız gerekiyor” diyerek Irak sorunu konusunda iki ülkenin işbirliği sürecinin derinleştirmesi amacını ortaya koymuştur.     Suudi Arabistan ile Türkiye arasındaki işbirliği alanlarının başında Lübnan ve Suriye ile ilişkiler gelmektedir. Türkiye özellikle Suudi Arabistan ve Suriye arasındaki ilişkilerin yeniden kurulmasında ve Lübnan’daki hükümet krizinin aşılmasında iki ülkenin işbirliği yapmasını yoğun bir şekilde desteklemiştir. Nitekim Ekim 2009’da Suudi Arabistan Kralının Suriye ziyareti, söz konusu ziyaretten önce Beşşar Esad’ın Suudi Arabistan ziyaretinde Türkiye’nin iki taraf arasındaki diyalog sürecinin kurulmasında oynadığı rol önemli olmuştu. Öte yandan Lübnan’daki gruplar arasındaki sorunların diyalog yoluyla çözümlenmesinde Türkiye ile Suudi Arabistan arasında önemli bir işbirliği alanı bulunmaktadır. Türkiye Şii grupların işbirliği sürecine katılmasında önemli bir çaba harcayarak bir anlamda Suudi Arabistan’ın Lübnan’daki etkisinin sürdürülmesinde dolaylı yoldan yardımcı olmuştur. Suudi Arabistan özellikle Hizbullah’ın siyasi ve askeri faaliyetlerinden rahatsızlık duymakta ve Hizbullah’ı İran’ın yönlendirmesiyle Orta Doğu’yu radikalleştirmekle suçlamaktadır. Sorunların barışçıl yöntemlerle çözümlenmesi ve Hizbullah’ın siyasal sürece katılması bir anlamda bölgedeki radikalleşmenin azaltılmasında önemli olmaktadır.   Filistin sorunu ve Arap-İsrail Sorunun çözümünde Türkiye oldukça önemli bir aktör haline gelmiş bulunmaktadır. Özellikle Gazze Savaşı sırasında Suudi Arabistan’ın üstü örtülü bir şekilde Hamas’ı suçlamasına karşın Türkiye’nin doğrudan İsrail’in eleştirmesi ve sorunu uluslararası alana taşıması Suudi Arabistan’da rahatsızlığa yol açmış ve Türkiye’nin de İran gibi bölgeyi radikalleştiren Hamas’la birlikte davrandığı yönünde bazı kuşkuların oluşmasına yol açmıştır. Ancak Cumhurbaşkanı Gül’ün Suudi Arabistan ziyaretiyle birlikte sözkonusu kuşkular ortadan kaldırılmış ve iki ülke Filistin sorununda Arap inisiyatifini destekleyeceklerini açıklamıştır. 3 Ocak 2009’da Suudi Arabistan’daki temasları sırasında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’da yaptığı açıklamada "Türkiye Arap ülkeleri ilişkileri gelişiyor. Bu bağlamda Türkiye Suudi Arabistan ilişkilerini, Arap dünyası ile ilişkilerin en önemli ayaklarında biri olarak görüyoruz. Bu bakımdan ilişkilerimizi bölgesel alanda koordine etmek büyük önem taşıyor. Suudi Dışişleri Bakanı Suud El Faysal ile görüşmemizde bölgesel konuları açık ve samimi bir şekilde görüştük. Filistin sorununa, Gazze sorununa, Kudüs'teki girişimler konusunda aynı yaklaşımlara sahibiz” ifadelerine yer vermiştir.    Başbakan Erdoğan’da Suudi Arabistan’daki temasları sırasında oldukça açık bir şekilde Türkiye’nin bölgesel sorunların çözümünde Suudi Arabistan’la ortak bir yaklaşıma sahip olduğunu vurgulamıştır. Başbakan Erdoğan Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ın politikalarına yönelik olarak "Kral Abdullah'ın dirayetli önderliğinde uluslararası alanda ülkenizin saygınlığı ve etkinliği daha da pekişiyor. Suudi Arabistan'ın bölgemizde barış ve istikrarın sağlanması ve bölge halkının refahının artırılmasına katkılarını takdirle takip ediyor ve bundan çok büyük memnuniyet duyuyoruz" ifadelerini kullanmıştır. Her iki ülke Filistin sorunu konusunda ilk etapta Filistinli gruplar arasında bir diyalog sürecinin başlatılmasını ve ardından da İsrail’in Filistin Otoritesiyle sorunlarını barışçıl yöntemlerle çözmesini ve 1967 sınırlarına geri dönüş temelinde bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını desteklemektedir.    Suudi Arabistan açısından günümüzde en önemli dış sorunların başında Yemen sorunu gelmektedir. Hutsi güçlerinin bir Suudi savaş uçağını düşürdüklerini açıklamaları ve 3 Kasım 2009’da ele geçirdikleri Suudi topraklarındaki mevzilerini koruduklarını açıklamaları da Suudi Arabistan açısından sorunun önemini ortaya koymaktadır. Türkiye Yemen sorunu konusunda da Suudi Arabistan’ın güvenlik kaygılarını dikkate aldığı görülmektedir. Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamalara bakıldığında Türkiye’nin Yemen’in istikrarını ve toprak bütünlüğünü destekleyen bir dış politika izlediği görülmektedir. Ayrıca Başbakan Erdoğan’ın Suudi Arabistan Kralının politikalarına yönelik yaptığı açıklamada Türkiye’nin Riyad’ın bölgesel politikalarını desteklediğini göstermektedir.   İran ve nükleer silahların yayılması konusunda Türkiye ve Suudi Arabistan arasında ortak politikaların bulunmasına karşın söylemde bazı farklılıkların olduğu gözlemlenmektedir. Her iki ülkede bölgede nükleer silahların yayılmasını istemediklerini ortaya koymalarına karşın Türkiye İran’ın diyalog süreciyle işbirliğine yanaşması yönünde bir dış politika izlediği gözlemlenmektedir. Nükleer konunun dışında Türkiye İran’ın bir bölge ülkesi olarak bölgedeki sorunların çözümünde işbirliği yapılabilecek bir aktör olarak görmektedir. İran’ın dışlanmasının sorunların çözümünü zorlaştırmasından çekinilmektedir. Bununla birlikte her iki ülkede İran konusunda daha hassas bir dış politika izlendiği ve Türkiye’nin Suudi Arabistan’ın İran konusundaki kaygılarını anladığı görülmektedir.   Sonuç olarak Başbakan Erdoğan’ın ziyaretiyle birlikte bir kez daha Türkiye-Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin gelişerek sürdürüleceğine yönelik önemli işaretler verilmiştir. Bölgesel sorunların çözümünde Türkiye’nin Suudi Arabistan’la birlikte ortak bir tutum belirleme çabası Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez’’deki Arap ülkelerinde ve toplumlarında Türkiye’ye yönelik oldukça önemli bir güven zemini oluşturacağı açıktır.