BM ve Suriye Krizi: Uluslararası Müdahalenin Nedenleri

Doç.Dr. Veysel Ayhan, ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Arap gözlemci heyetinin Suriye’den çekilmesinin hemen ardından Arap Birliği ile bazı AB ülkeleri BM Güvenlik Konseyi’ne Beşşar Esad’ın Devlet Başkanı Yardımcısına yetki devrini ve ulusal birlik hükümeti kurulmasını da içeren yeni bir karar tasarısı sundular. BM’de tartışmaya açılan ve bu hafta sonunda oylanması beklenen karar tasarısı Beşşar Esad’ın 15 gün içinde yetkilerini devretmesini; ulusal birlik hükümetinin kurulmasını; ve serbest seçimlerin yapılmasını öngörmektedir. Esad rejiminin yetki devrini reddetmesi durumunda ise Konsey’in Suriye’ye karşı yaptırımlar içeren yeni bir karar almasını öngörmektedir. Güvenlik Konseyi üyelerince gündeme alınan olan ve açık bir şekilde askeri bir müdahaleyi reddeden karar tasarısının kabul edilmesini sağlamak için Katar Başbakanı Şeyh Hamad el Tani ve Arap Birliği Genel Sekreteri Nab il el Arabi’nin dışında ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clinton, Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe, İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague ve Almanya Dışişleri Bakan Yardımcısı Michael Link de New York’da yoğun temaslarda bulunmaları dikkat çekicidir.
 
Suriye’deki Krize BM’nin Müdahalesinin Nedenleri
 
Bahreyn, Suudi Arabistan, Katar ve Arap Yarımadasındaki bir çok ülke gibi Suriye’de anti demokratik bir yönetim anlayışıyla yıllardır yönetilmektedir. Ancak diğer ülkelerden farklı olan BM Güvenlik Konseyi’nin Suriye konusunda göstermiş olduğu hassasiyet ve bölge ülkelerinin Esad rejiminin değiştirme konusundaki girişimleri Suriye’de bir yönetim değişikliğini adeta zorunlu kılmış bulunmaktadır. Şubat 2012 tarihiyle bakıldığında Esad yönetiminin ulusal ve uluslararası kamuoyu önündeki meşruiyetini kaybettiği ve ülkesini hızlı bir şekilde iç savaşın içine sürüklediği görülmektedir. Suriye güvenlik güçleri Hums, İdlip, Dera’daki Sünni ağırlıklı yerleşim birimlerinin dışında Şam civarındaki Sünni yerleşim birimleri üzerindeki kontrolünün zayıfladığı görülmektedir. Ülkenin resmi haber ajansı olan Sana Haber’de belirtildiği üzere öldürülen güvenlik güçlerinin sayısına bakıldığında rejiminin ciddi bir askeri direnişle karşı karşıya kaldığı görülmektedir. Suriyeli kaynaklar olaylar sırasında 2 bine yakın güvenlik güçlerinin öldürüldüğünü ileri sürmektedir. Aynı şekilde güvenlik güçleri ile sivillerden oluşan milis kuvvetlerinin ise 6 bine yakın Suriye vatandaşını öldürdüğü ileri sürülmektedir. Dolayısıyla Suriye’nin hızlı bir şekilde iç savaşa doğru sürüklendiği görülmektedir.
 
Bu aşamda Suriye’de yaşanan krizin barışçıl şekilde çözülmesi için hem bölge ülkelerinin hem de küresel güçlerin aktif bir tutum aldığı görülmektedir. Ancak karşılaştırmalı olarak bakıldığında, her ülkenin krizin çözülmesine yönelik farklı bir girişime öncülük ettiği görülmektedir. Örneğin, Körfez ülkeleri, Türkiye, Fransa veya ABD sorunun çözülmesi için Beşşar Esad’ın iktidarı bırakmasını talep ederken, Rusya Federasyonu, Çin ve İran gibi ülkeler ise Esad rejimi ile muhalifler arasında yeni bir diyalog kurulmasını önermektedir. Suriye’deki krizin uluslararası toplum tarafından büyük bir sorun haline dönüşmesinin temelinde ise rejimin sivillere karşı güç kullanmasının yanı sıra rejim karşıtı kesimlerin Esad yönetimini devirecek güçte ve kapasitede olmamasının da önemli bir etkisi vardır. Daha açık bir deyişle iktidarı devirmeye çalışan kesimlerin, rejimi tek başlarına devirecek halk desteğine ve askeri güce sahip olmadığı bilinmektedir. Diğer yandan rejimin de halı hazırda uyguladığı şiddet ve öldürme yöntemleriyle muhalifleri sindirebilmesi mümkün değildir. İsyancıların sınırlı gücü ve iktidarın da muhalifleri sindiremeyişi bir uluslararası müdahale seçeneğinin tartışılmasına yol açmaktadır.
 
Bu bağlamda BM Güvenlik Konseyi’ndeki girişimleri daha iyi anlayabilmek adına Esad rejiminin bir dış müdahale olmadan neden çökmeyeceğini irdelemekte fayda vardır.
 
En önemli nedenlerin başında rejimin muhaliflerden daha sıkı bir birliktelik ve yapıda organize olmasından kaynaklanmaktadır.  Mısır ve Tunus’tan farklı olarak Suriye’deki askeri birimlerin rejimi devirmek yerine korumak için hareket edeceğini görmek gerekir. 1970’lerin başından itibaren Sünni Arap ve Kürt kökenli muhalefet hareketleriyle mücadele eden Ordu’nun bu süre içerisinde mezhepsel bir yapıda örgütlenmeyi başardığı ifade edilmektedir. Ordu içinde yükselmelerde mezhepsel unsurların yanı sıra Cumhuriyet muhafızları, hava kuvvetleri gibi stratejik birimlerde doğrudan Alevilerin yer aldığı belirtilmektedir. Bazı analistler üst düzey yetkilerinin yaklaşık