Çin’in Gazze Diplomasisi

20 Kasım Pazartesi günü Pekin'de düzenlenen toplantı, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını sona erdirmesi için uluslararası bir konsensüs oluşturma çabalarını hızlandırdı. Filistin yönetimi, Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün ve Endonezya dışişleri bakanları ile İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Genel Sekreteri Hüseyin İbrahim Taha'nın katılımıyla gerçekleşen toplantıda, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi açılış konuşmasında, “Çin, Arap ve İslam ülkelerinin iyi bir dostu ve kardeşidir” dedi. “Arap ve İslam ülkelerinin meşru hak ve çıkarlarını her zaman kararlılıkla koruduk ve Filistin halkının haklı davasını her zaman kararlılıkla destekledik” ifadelerini kullandı. Bu toplantının Gazze odaklı görüşmelerin ötesinde daha geniş bir jeopolitik öneme sahip olduğu açıkça görülmektedir. Pekin'deki bu toplantı aynı zamanda, ABD dışında bir büyük gücün, Ortadoğu'daki ateşkes çabalarını desteklemeye hazır olduğu mesajını güçlü bir şekilde vermektedir. Zira ziyaret, ABD'nin ateşkes çağrılarına destek vermeyi reddetmesi karşısında hayal kırıklığının arttığı ve Çin'in bölgedeki etkisini arttırma çabalarını hızlandırdığı bir dönemde gerçekleşti.

Pekin yönetimi, İsrail-Hamas savaşından kaynaklı ABD'nin Ortadoğu'da daha fazla zorlanmasını memnuniyetle karşılamakla birlikte, bu çatışmayı kendi bölgesel nüfuzunu güçlendirmek için bir diplomatik fırsata dönüştürmüştür. Gazze'ye yönelik saldırılar ve İsrail-Hamas çatışmasının uluslararası gündeme yeniden oturması, ABD'nin Ortadoğu'ya olan ilgisini artırmaktadır. Çinli uzmanlar, Washington'ın dikkatini “Gazze ve Ukrayna” gibi Doğu Asya dışındaki stratejik alanlara kaydırdığı bir dönemde, Çin'in Hint-Pasifik bölgesinde stratejik hâkimiyet kurmak için daha fazla fırsata sahip olacağını düşünmektedir. Ayrıca Çin, tarafsız duruşunu vurgulayarak ve Küresel Güney'in sesi olma rolünü benimseyerek ABD'nin İsrail-Filistin sorunundaki ahlaki duruşunu sorgulamakta ve bir barış süreci başlatmak için küresel bir konferans çağrısında bulunmaktadır. ABD’nin Ortadoğu’daki etkisi hâlâ büyük olsa da İsrail'in saldırılarına sunduğu destek, ABD'nin bölgedeki güvenilirliği üzerinde olumsuz bir etki yaratmıştır. Özellikle İsrail'in “meşru müdafaa” argümanının, Filistinli sivillere yönelik toplu cezalandırmaya dönüşmesi, Washington'ın Küresel Güney'deki konumuna zarar vermiştir.

Oysaki 7 Ekim öncesinde, ABD’nin Ortadoğu vizyonu beklenen gelişmelerin eşiğindeydi. Washington yönetimi, Tahran ile nükleer program üzerinde dolaylı bir anlaşma sağlamıştı; bu anlaşma, İran’ın nükleer faaliyetlerini sınırlı bir mali rahatlama karşılığında fiilen durdurmasını içeriyordu. Aynı zamanda ABD, Suudi Arabistan ile bir savunma anlaşması üzerinde müzakerelerde bulunuyordu ki bu da Suudi Arabistan'ın İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi yönünde bir sürece öncülük edebilirdi. Ek olarak, Washington yönetimi, Çin'in bölgedeki artan etkisini dengelemek amacıyla Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) planladığını kamuoyuna duyurmuştu.

Pekin’in İsrail-Hamas Savaşına Yaklaşımı
İsrail-Hamas savaşındaki Çin'in çatışmaya yaklaşımı, dengeleyici diplomasisini sürdürme çabalarını yansıtmaktadır. Çin liderleri, 7 Ekim saldırısının ardından Batılı liderlerin aksine Hamas'ı kınamak yerine tarafları "itidalli davranmaya" ve "iki devletli çözümü" benimsemeye çağırmıştır. Bu, Pekin'in uzun süredir devam eden diğer ülkelerin iç işlerine "karışmama" politikası ve bölgeye yönelik temel stratejik yaklaşımıyla uyumludur. Ancak İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırıları intensif hâle geldikçe Çin'in dengeleme çabaları zorlaşmıştır. Çin 25 Ekim'de Birleşmiş Milletlerdeki veto yetkisini kullanarak İsrail'e Gazze kuşatmasını kaldırma çağrısı yapmadığı gerekçesiyle insani yardıma ara verilmesi çağrısında bulunan bir ABD karar tasarısını bloke etti. Çin'in BM Büyükelçisi Zhang Jun, kararın "başta Arap ülkeleri olmak üzere tüm dünyadan gelen güçlü çağrılara" dayandığını açıkladı. Dışişleri Bakanı Wang Yi ise İsrail'i "meşru müdafaanın ötesine geçmekle" eleştirdi ve "Gazze halkının toplu cezalandırılmasına" son verilmesi çağrısında bulundu. Çin'in tutumu İsrailli yetkililer ve medyada sert tepkilere yol açarken, İsrail Dışişleri Bakanlığı Çin'in Hamas'ı kınamamasından duyduğu "derin hayal kırıklığını" dile getirdi. 1 Kasım Çarşamba günü ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi dönem başkanlığını üstlenen Çin, İsrail'e Hamas'a karşı "ateşkesi" kabul etmesi için baskı yapan bir kararın kabul edilmesini "en önemli öncelik" olarak ilan etti. Global Times’a göre Çin'in BM Büyükelçisi Zhang Jun yaptığı açıklamada, “Ateşkesi teşvik etmek ve çatışmayı durdurmak, daha fazla sivil kayıpları, daha büyük ölçekli bir insani felaketi ve çatışmanın yayılmasını önlemek zorunludur” dedi. Zhang, konseyin İsrail ile Hamas arasında devam etmekte olan çatışmaya ilişkin açıklama yapmasının konseyin “ahlaki görevi” ve “yasal görevi” olduğunu ancak bunu yaklaşık bir aydır yapmadığını ifade etti.

Çin, 1960'larda ve 1970'lerde kurtuluş hareketlerine yakınlığı nedeniyle Filistin davasını desteklemiştir. Filistin Kurtuluş Örgütünü kurulduğu 1964 yılından bu yana tanıyan Çin, 1988 yılında Filistin devletini tanıyan dünyadaki ilk ülkeler arasında yer almıştır. Pekin, uluslararası forumlarda Filistin davasını desteklemiş ve İsrail-Filistin çatışmasına iki devletli çözüm temelinde barışçıl bir çözüm bulunmasını sürekli olarak savunmuştur. 2023 yılında Filistin yönetimiyle bir stratejik ortaklık anlaşması imzalayarak Filistin ile bağlarını güçlendirme konusundaki kararlılığının altını çizmiştir. Çin (Rusya ile) ABD'nin BM Güvenlik Konseyindeki önerisini ve BM Genel Kurulunda Hamas'ın kınanmasını isteyen girişimleri veto etmiştir. Ancak Çin, İsrail'in üçüncü en büyük ticaret ortağıdır. Ayrıca Çin, İsrail’in kritik altyapısını Kuşak ve Yol Girişimi’ne eklemeye odaklanmaktadır. Hayfa Limanı, Aşdod Limanı, Kuzey Karmel Dağlarındaki yeraltı tünelleri ve kontrol sistemleriyle Tel Aviv'in metro sistemi bu kapsamda yer almaktadır. Bu altyapının İsrail için stratejik önemi açıktır; bazıları hayati askerî tesislerin, büyük işletmelerin, gıda tedarikçilerinin ve diğer temel İsrail askerî ve sivil hizmetlerinin yanından geçmektedir. İsrail'in Çin ile olan ilişkilerini yeniden değerlendireceği muhakkaktır. Çin’in ise Arap dünyasında yeni kazandığı nüfuz alanlarını kaybetmek istemediği anlaşılmaktadır.

Pekin’in Yaklaşımının Nedenleri
Çin yönetimi stratejik vizyonunda, İsrail'i Batı Bloku’nun bir parçası olarak konumlandırmaktadır. Bu değerlendirme, Amerika'nın uluslararası alandaki başlıca rakibi olan Çin'in, İsrail ile arasındaki ayrılığın gelecekte daha da şiddetlenebileceğinin farkında olduğunu ortaya koymaktadır. ABD ve Çin arasındaki mücadelede, İsrail'in ABD'nin yanında yer almayacağını düşünmek güçtür. Örneğin İsrail, Çin'in kilit meselesi olan Tayvan konusunda tarafsız bir tutum benimsemiş olsa da Pekin'in Tayvan'ı işgal etme durumunda İsrail'in muhtemelen ABD ve müttefiklerinin yanında yer alacağı ihtimalini göz önünde bulundurmaktadır. Rusya-Ukrayna savaşı bağlamında İsrail'in belirsiz pozisyonu, İsrail vatandaşlarının Rusya'dan göç etmiş olması gibi nedenlere dayanmaktadır. İsrail ayrıca, Suriye'deki İran hedeflerine ve özellikle de Suriye'den Lübnan'daki Hizbullah'a giden silahlara yönelik saldırıları için Rusya'nın onayına ihtiyaç duymaktadır. Ancak ABD ve Çin arasındaki potansiyel çatışmada, İsrail için bu tür zorlaştırıcı faktörler mevcut değildir. İsrail ayrıca, Suriye'deki İran hedeflerine ve özellikle de Suriye'den Lübnan'daki Hizbullah'a giden silahlara yönelik saldırıları için Rusya'nın onayına ihtiyaç duymaktadır. Ancak ABD ve Çin arasındaki potansiyel çatışmada, İsrail için bu tür zorlayıcı faktörler bulunmamaktadır. İsrail'in NATO ile olan askerî ve istihbarat iş birliği, Batı tarafından kınanan Hamas saldırısı gibi unsurlar, Çinlilere İsrail'in ABD ve diğer Batılı hükûmetlerle önemli bir müttefik olduğu konusunda daha fazla ikna sağlamıştır. Bu nedenle Çin, mevcut çatışmada İsrail'in yanında yer almanın çok az avantaj getireceğini düşünmektedir. Ayrıca bir diğer önemli neden de Çin'in Ortadoğu'daki Arap-İslam ülkeleriyle genişleyen ilişkileridir. Son yıllarda Çin, siyasi, ekonomik ve güvenlik alanında Arap devletleri ve İran ile sıkı bir iş birliği geliştirmiştir. Bu süreç aynı zamanda, bölgesel ticaret hacminin önemli ölçüde artmasına da yol açmıştır. Çin'in Ortadoğu ile stratejik iş birliği anlaşmaları imzalaması ve bölgedeki en büyük ticaret ortağı hâline gelmesi, bölgedeki etkinliğini yansıtmaktadır. Çin şu ana kadarki yaklaşımıyla İsrail'in stratejik hesaplamalarında üst sıralarda yer almadığını ve İsrail ile ilişkilerine gelecek zararın daha önemli olan bölgesel ve jeopolitik stratejik hesaplarında yönetilebilir bir konu olduğunu göstermiştir. Ayrıca İsrail-Hamas savaşı, Çin ve İsrail arasında büyüyen ortaklığın sınırlarını da ortaya koymuştur.