Cumhurbaşkanı Gül'ün Ziyaretinin Arefesinde Türkiye-İran İlişkileri: Pragmatik Bir İlişkinin İstikrarlı İlerleyişi

Bayram Sinkaya, ODTÜ Araştırma Görevlisi, ORSAM Ortadoğu Danışmanı
"Halk hareketlerinin” Ortadoğu gündemini belirlediği şu sıralarda Ortadoğu için “Türkiye modeli” mi, “İran modeli” mi tartışmaları oldukça yoğunlaşmışken Türkiye ve İran Cumhurbaşkanları 13 Şubat’ta Tahran’da bir araya gelmeye hazırlanıyor. Bu zirvede tabii ki bölgedeki “kritik” gelişmeler hakkında “görüş alış-verişinde” bulunulacaktır ancak, Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün İran’a yapacağı ziyaretin asıl gündemini Türkiye-İran ikili ilişkileri oluşturacaktır.   Türkiye-İran ilişkilerindeki en önemli gündem maddesi ise son yıllarda giderek ivme kazanan iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerdir. İki ülke siyasi liderleri Başbakan Erdoğan’ın Kasım 2009’da Tahran ziyareti sırasında, o zaman 8 milyar dolar olan ticaret hacminin en kısa süre içerisinde 30 milyar dolara çıkarılmasını hedeflemiştir. Bu çerçevede iki ülke arasındaki ticaret hacminin artırılabilmesi için sınır ticareti teşvik edilmeye başlandı; iki ülke milli paraları “rezerv para” olarak kabul edildi; çok sayıda karşılıklı fuar düzenlendi. Hem Türkiye-İran siyasi ilişkilerindeki yakınlaşma hem de iki ülkenin ekonomik ilişkilerini güçlendirme politikası sayesinde Türkiye, İran’ın en önemli bölgesel ticaret ortağı ve ekonomik operasyon merkezi Dubai’nin yerini almaya başladı. Özellikle Haziran 2010’dan itibaren İran’ın “balistik füze ve nükleer programlarını” hedef alan BM, ABD ve AB ambargo kararları ve Dubai’nin ABD baskısı neticesinde Dubai merkezli İran ticari ve ekonomik faaliyetleri üzerindeki denetimlerini artırması nedeniyle İranlı işadamları Dubai’ye alternatif olarak Türkiye’ye yöneldi. Bunun sonucunda 600’den fazla İranlı yatırımcı sadece İstanbul’da 600’den fazla şirket kurdu. Bu çalışmaların sonucunda Türkiye’nin İran’a yaptığı ihracat 2008 yılında 2 milyar dolar civarında iken 2010 yılı sonunda 3,4 milyar dolara çıktı. İran, 2011 yılı için “Dış Ticaret Stratejisi” kapsamında da hedef ülkelerden birisidir. Türkiye ile İran arasındaki ekonomik ilişkilerin koordinasyonunu sağlamak ve sorunları çözmek üzere yılda bir kez Karma Ekonomik Komisyon (KEK) toplanmaktadır. Bu yılki KEK toplantısı 7 Şubat’ta Tahran’da yapıldı. Bu toplantıya katılan Türk heyetine başkanlık eden Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz’ın da belirttiği gibi KEK toplantısı adeta Cumhurbaşkanı’nın ziyaretinin teknik hazırlığı niteliğindeydi. Bakan Yılmaz, bu çerçevede “ticaret, serbest bölgeler, müteahhitlik-teknik müşavirlik hizmetleri, ulaştırma, sanayi, gümrükler, yatırım, özel sektör arasında işbirliği, uluslararası alanda işbirliği, ihracatta teknik işbirliği, standardizasyon, akreditasyon, meteoroloji, bilim, enerji, tarım, çevre, radyo-televizyon, çalışma-sosyal güvenlik ve KOBİ'ler gibi konularda işbirliği yollarının görüşüldüğünü” belirtti.[1]“tercihli tarifeler” anlaşmasının teknik hazırlıkları tamamlandı ve Cumhurbaşkanı Gül’ün ziyareti sırasında söz konusu anlaşmanın imzalanması bekleniyor. Bu görüşmeler sırasında “tercihli tarifeler” anlaşmasının teknik hazırlıkları tamamlandı ve Cumhurbaşkanı Gül’ün ziyareti sırasında söz konusu anlaşmanın imzalanması bekleniyor. Ziyaret sırasında Cumhurbaşkanı Gül’e kalabalık bir işadamı grubunun eşlik etmesi bekleniyor. Zira İranlı siyasiler uluslararası yaptırımların etkisini inkâr etseler de bu ülke özellikle enerji ve sanayi alanında yabancı yatırımlara ihtiyaç duymaktadır. Yaptırımlar nedeniyle birçok yabancı şirket İran’dan çekilme kararı alırken İran, yaptırımları etkisizleştirmek için bu şirketleri ülke içinde tutmaya ya da onları yeni şirketlerle ikame etmeye çalışmaktadır. İki ülke arasında artan siyasi ilişkiler nedeniyle İran son yıllarda Türk şirketlerine oldukça ilgi göstermeye başlamıştır. Daha önceki yıllarda Turkcell ve TAV’ın kazandığı ihaleleri ve yaptıkları sözleşmeleri iptal eden İran’ın tavrındaki değişiklik, GÜBRETAŞ’ın İran’daki etkin faaliyetleri dikkate alındığında net bir şekilde görülmektedir. Bu durumdan istifade etmek isteyen Türk işadamları İran’da enerji, altyapı, ulaştırma ve sanayi alanlarında söz sahibi olmak istiyor.
İki ülke arasında ekonomik ilişkilerin gelişmesinin önündeki en büyük engel uluslararası yaptırımlardır. Türkiye BM yaptırımlarını resmen tanıyor ve uyguluyor, ancak Amerikan ve AB yaptırımları doğrudan ilgili şirketleri – yaptırım kararlarını ihlal eden şirketleri – hedef aldığı için bunun değerlendirmesini ilgili şirkete bırakıyor. Söz konusu riski göze alabilen şirketler İran ile ticaret yapabilirken, bunu göze alamayanlar İran ile ilişkilerden sakınmaktadır. Nitekim geçtiğimiz hafta içerisinde iki Türk iş adamı ve üç Türk şirketi İran’a çift-kullanımlı mal ihraç ettikleri gerekçesiyle Amerikan ceza listesine alındı, ancak Türk hükümeti bu konuda hiçbir işlem yapmadı. Netice itibariyle, AB ve ABD ile ilişkisi bulunmayan, dolayısıyla AB ve ABD’nin cezalandıramayacağı küçük ve orta ölçekli şirketler İran piyasasında yer almaya çalışmaktadır.
Türkiye ile İran arasındaki ekonomik ilişkilerin en önemli unsuru enerjidir. Türkiye’nin İran’dan ithalatının neredeyse tamamını petrol ve doğalgaz oluşturmaktadır. Önceki yıllarda iki ülke arasında büyük bir “kampanya” ile imzalanan ve büyük tepkilere yol açan “enerji işbirliği mutabakatı” gerek teknik nedenlerden dolayı gerekse Amerikan baskısı nedeniyle akamete uğradı ve anlaşma hayata geçirilemedi. Bununla birlikte Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın Ocak ayı içerisinde Tahran’daki temasları sırasında İran, Türkiye’ye mutabakat zaptı sırasında gündeme gelen doğalgaz sahalarına göre daha küçük doğalgaz ve petrol alanlarının geliştirilmesi önerisinde bulundu. Bakan Yıldız, 400 milyon dolar civarında yatırım gerektiren bu öneriyi özel şirketlere yönlendirme eğiliminde olduklarını söyledi.[2] Dolayısıyla enerji işbirliği iki ülke gündeminde özel sektör üzerinden de olsa yer almaya devam edecektir.   Türkiye ile İran arasında enerji işbirliğinin ne kadar somutlaşacağını ancak önümüzdeki yıllarda görebileceğiz. Zira tıpkı en üst düzeyde imzalanan, hem Başbakan Erdoğan’ın hem de İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ın imza koyduğu enerji mutabakat zaptı uygulamaya geçirilemediği gibi iki ülke arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi hususunda atılan birçok adım bugüne kadar sonuçsuz kalmıştır. Bu durum bankacılık alanındaki işbirliğinin ilerleyememesinde olduğu gibi bir ölçüde uluslararası sistemden kaynaklanırken,  her iki ülkedeki siyasi iradenin tabana yayılamaması ve bürokratik direnç, iki ülke arasındaki anlaşmaların uygulanmasının, dolayısıyla ikili ilişkilerin ilerletilmesinin önündeki en büyük engeldir. Bu nedenle yıllardır ulaşım-nakliye sorunları çözülememiş, eğitim ve kültür alanındaki işbirliği anlaşmalarının tam olarak uygulanamamıştır. Gerçi bu anlaşmaların bir kısmının aslında diplomatik nezaket icabı imza edildiğini ileri sürmek de yanlış olmayacaktır…
Hal böyle iken Cumhurbaşkanı Gül’ün 13-16 Şubat tarihlerinde İran’a yapacağı çalışma ziyareti, bazı mahfillerde Türkiye-İran yakınlaşmasının bir göstergesi olarak yorumlanacaktır. Gül’ün burada imza atacağı anlaşmalar, Türkiye’nin İran ile Batı arasında arabuluculuk girişimlerinin ardından Haziran 2010’da BM Güvenlik Konseyi’nde yaptırıma karşı “hayır” oyu kullanmasının ve Kasım 2010’da Lizbon’daki NATO Zirvesi sırasında İran’ın “tehdit” kaynağı olarak belirtilmemesi hususundaki gayretinin tamamlayıcı bir unsuru olarak görülecektir. Dahası bu ziyaret, muhtemelen, Türkiye’nin dış politikasında “ideolojik” saiklerle eksen kaymasının bir sonucu olarak görülecektir.   Oysa Türkiye’nin İran politikası oldukça pragmatiktir; esas amacı İran ile ekonomik ilişkileri geliştirmek ve bu ülkeye yapılan ihracatı artırmaktır. Bugün itibariyle ideolojik unsur İran yönetiminin Türkiye politikasında “olumlu” bir rol oynarken, Türkiye’nin İran politikasını belirlemekten uzaktır. Türkiye bir taraftan İran ile ilişkilerini ilerletmeye çalışırken diğer yandan İran ile aynı eksende görünmemeye dikkat etmektedir. Bu nedenle İran’ın nükleer programına ilişkin olarak İran’ı koruduğu izlenimini veren söylemden kendisini çabucak kurtararak tekrar tarafsız arabulucu rolüne soyunmuştur. Türkiye, İran ile 5+1 grubu arasındaki müzakerelere 21-22 Ocak tarihlerinde ev sahipliği yaparak tarafsız durumunu pekiştirmiştir. Cumhurbaşkanı Gül’ün de İran ziyareti sırasında Türkiye’nin tarafsız tutumunu dile getirmesi ve İran’ın nükleer programından kaynaklanan sorunun diyalog yoluyla çözülmesini temenni etmesi şaşırtıcı olmayacaktır.   Türkiye’nin İran politikasının pragmatik olduğunun en büyük işareti ise iki ülkenin bölgesel işbirliği yap(a)mamalarında somut olarak görülmektedir. Her iki ülke benzer yaklaşımlara sahip oldukları ve benzer söylemleri dile getirdikleri bölgesel meselelerde dahi ortak tutum benimse(ye)memekte ve ortak karar al(a)mamaktadır. Mesela hem İran hem de Türkiye, Afganistan ile Pakistan arasındaki sorunların çözümü için düzenli olarak 3’lü toplantılara ev sahipliği yapmakta, ancak ortak hareket etmemektedir. Keza, İran’ın Türkiye dâhil olmak üzere Irak ve Suriye ile bölgesel işbirliği önerisine rağmen Türkiye, Irak ve Suriye ile ilişkilerini ayrı ayrı ilerletmektedir. Gül’ün İran ziyareti sırasında da bölgesel gelişmelere ilişkin olarak görüş alışverişinde bulunulacaktır ve İranlı muhatapları ile benzer görüşleri dile getirecektir ancak, Gül ile Ahmedinecad’ın bölgesel meselelere ilişkin ortak bir deklarasyon yayınlamalarını kimse bekleyemez.   Sonuç olarak, Türkiye ve İran ilişkilerini uzun yıllar boyunca belirleyen güvenlik kaygılarının ve ideolojik yaklaşımların yerini son on yılda büyük ölçüde pragmatik kaygılar almıştır. Bu pragmatik ilişki tarzında Türkiye, önemli bir pazar ve ticaret ortağı olarak gördüğü İran ile ekonomik ilişkileri geliştirmeye çalışırken, İran uluslararası siyasi baskı ve izolasyondan Türkiye üzerinden kurtulmaya çalışmaktadır. İkili ilişkilerdeki sorunların önemli bir kısmı “masadan” uzak tutulurken, “işbirliği” söylemleri temenni düzeyinde kalmaktadır. Bu nedenle, Cumhurbaşkanı Gül’ün 13-16 Şubat tarihlerinde İran’a yapacağı ziyaret, ne iki ülke arasındaki ilişkilerin niteliğinde önemli bir değişime yol açacak, ne de bölgedeki önemli bir değişikliğin habercisi olacaktır; ancak Türkiye ile İran arasındaki on yıllık pragmatik ilişkinin sürdürülmesine katkı sağlayacaktır.   1 “Türkiye ve İran arasında KEK Protokolü İmzalandı,” Mehr News, 7 Şubat 2011. 2 “Iran offers energy projects to Turkey,” AFP, 24 Ocak 2011.