İran-Suudi Arabistan Geriliminin Bölgesel Sorunlar Üzerindeki Etkileri

Neredeyse on yılı aşkın bir süredir Ortadoğu siyasetinin en önemli güvenlik sorunlarından birisi olan İran’ın nükleer programı üzerindeki ihtilaf, Temmuz 2015’te İran ile P5+1 grubu arasında varılan anlaşmayla çözüldü. Böylece, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin deyimiyle İran dış politikasında yeni bir dönem başladı. Bu dönemde en çok merak edilen konulardan birisi, anlaşmanın İran’ın Ortadoğu politikası üzerindeki muhtemel etkileriydi. Ne var ki nükleer anlaşmanın ardından bölge politikasında bazı hareketlenmeler yaşanmışsa da İran ile Suudi Arabistan ilişkilerinde önemli bir ilerleme kaydedilememiştir. Bu iki ülke arasındaki gerilim, bölgesel sorunları yakından etkilemektedir.
 
Nükleer Anlaşma Sonrası İran’ın Ortadoğu Politikası ve Suudi Arabistan
Nükleer meselenin çözüme kavuşturulmasından sonra İran bölge ülkelerine yönelik yeni bir diplomasi atağına geçti. Anlaşmanın mimarlarından İran Dışişleri Bakanı M. Cevad Zarif anlaşmayı ve İran dış politikasını anlatmak için Ortadoğu ülkelerine yönelik bir dizi ziyaret yaptı. Bu ziyaretlerin ilk ayağında Kuveyt, Katar ve Irak’a giden Zarif, ‘terör, aşırılıkçı şiddet ve mezhepçiliği’ bölgenin öncelikli sorunları olarak niteledi ve ülkesinin bu konularda Basra Körfezi ülkeleri ile işbirliği yapmaya hazır olduğunu söyledi. Hatta bölge meselelerinin etraflı bir şekilde tartışılması için ‘Körfez Diyalog Forumu’ kurulmasını önerdi. İran’ın bölge ülkelerine yönelik bu önerilerinin asıl muhatabı aslında Basra Körfezi’ndeki en etkili güç olan Suudi Arabistan idi. Fakat, İran’dan gelen diyalog çağrıları Suudi cenahında pek bir karşılık bulmadı. Suudi çevrelere göre İran’ın öncelikle bölge politikasını değiştirdiğini göstermek için somut bir adım atması gerekiyordu. Oysa ne Irak’ta, Suriye’de ne de Yemen’de İran’ın tutumunda somut bir değişiklik olmadığından İran’ın diyalog çağrılarının anlamı yoktu. Nitekim, Zarif Ortadoğu ziyaretlerinin ikinci turunda Lübnan’a ve Suriye’ye gitmiş, İran’ın Esad yönetimini desteklemeye devam edeceğini ilan etmişti. Keza İranlı yetkililer Suriye krizinin çözümü için diplomatik girişimler başlatsa da bu dönemde İran’ın Suriye’deki askeri varlığı artmıştır. Dolayısıyla İran’ın bölgeye yönelik söylemlerinde bir değişiklik olsa da uygulamada her hangi bir ilerleme kaydedilemedi.
 
Öte yandan nükleer anlaşmanın ardından ABD önderliğindeki Batılı devletler artık İran’ı bölgesel sorunların çözülmesinde potansiyel bir ortak olarak görmeye başladı. Nitekim, Suriye krizine çözüm bulmak amacıyla ABD ve Rusya Dışişleri bakanlarının girişimiyle 31 Ekim 2015’te Viyana’da yapılan uluslararası toplantıya İran davet edildi. Böylece İran, Suriye krizinin çözümü için yapılan uluslararası bir toplantıya ilk defa katıldı. Toplantının en ilgi çekici yanlarından birisi, İran’ın yanı sıra Suudi Arabistan dâhil bazı bölge ülkelerinin bu toplantıda hazır bulunması oldu. Zira, Eylül 2012’de o zamanki Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin Suriye meselesinin ele alınması için İran, Mısır, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin içinde olduğu dörtlü diyalog grubu kurulmasını önermiş, ama Suudi Arabistan bu toplantılara katılmamıştı. Şimdi İran ve Suudi Arabistan’ın aynı masa etrafında bir araya gelmesi, ‘Suriye meselesi’nin çözümünde bölgesel işbirliği için umutları artırdı. Fakat, Suriye’de birbirine zıt politikalar izleyen Tahran ve Riyad arasındaki gerilim, Viyana toplantısına da damgasını vurdu. İran Dışişleri Bakanı Zarif, Suudi Arabistan’ı ‘terörizmi desteklemekle’ itham ederken; Suudi Dışişleri Bakanı Adil el-Cubeyr, İran’ın Suriye’de problemin bir parçası olduğunu iddia etti ve Suriye’deki İran askerlerini ‘işgalci’ olarak nitelendirdi. İran Dışişleri Bakan Yardımcı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Suudi Arabistan’ın olumsuz tavrının sürmesi durumunda ülkesinin Suriye görüşmelerinden çekilebileceğini söyledi.
 
İran-Suudi Arabistan Gerilimi
Viyana toplantısında da açıkça görüldüğü üzere İran ile Suudi Arabistan arasındaki gerilim ve rekabet, bölgesel sorunların derinleşmesinin ve bölgesel işbirliği çabalarının başarısız kalmasının en önemli nedenlerinden biridir. Bilindiği üzere, İran - Suudi Arabistan ilişkileri 1979’dan beri sorunludur. İran’ın devrim ihracı politikası ve Suudi Arabistan’ın Irak-İran savaşı boyunca Saddam Hüseyin’i desteklemesi, İranlı hacıların Kâbe'deki siyasi eylemleri gibi gelişmeler, 1980’ler boyunca Tahran-Riyad ilişkilerini olumsuz etkilemiştir. 1990’larda Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak’ın iki devlet için de bir tehdit olarak durması ve İran dış politikasında pragmatizmin yükselmesi sayesinde İran-Suudi ilişkilerinde bir dönem yakınlaşma olmuştur. Fakat bu yakınlaşma, 2003’te Irak’ta Saddam Hüseyin’in iktidardan uzaklaştırılmasıyla sona ermiştir. Üstelik Bağdat’ta İran ile bağlantılı Şii hareketlerin gücünün artması, bölgesel dengeleri ve İran-Suudi ilişkilerini sarsmıştır.  Mahmud Ahmedinecad’ın cumhurbaşkanlığı döneminde İran dış politikasında uzlaşmaz ve ideolojik bir tavır sergilenmesi, iki devlet arasındaki gerilimi yeniden artırdı. İki devlet arasında yükselen gerilim, nihayet ‘Arap Baharı’ndan sonra ortaya çıkan birçok krizde Tahran ile Riyad arasında vekâlet savaşına dönüştü. Uzun yıllardan beri Lübnan’da, Saddam Hüseyin’in devrilmesinden beri Irak’ta nüfuz mücadelesine giren bu iki ülke, Suriye’deki gelişmeler üzerinden bilek güreşine tutuştu. Son olarak, Suudi Arabistan’ın Yemen’de iktidarı ele geçiren Husilere karşı askeri müdahalesi İran’da tepkiyle karşılandı.
 
İki ülkenin karşı karşıya geldiği bölgesel kriz ve çatışmaların yanı sıra son aylarda meydana gelen iki olay, Tahran-Riyad ilişkilerinde gerilimin yükselmesine neden oldu.  Birincisi, 24 Eylül 2015’te Mekke’de hac sırasında meydana gelen izdihamda 460’dan fazla İranlı hacı hayatını kaybetti. İranlı yetkililer faciadan Suudi hükümetini sorumlu tutarken, Suudi hükümeti faciadan disiplinsiz hareket eden İranlı hacıların sorumlu olduğunu ileri sürdü. Bu facia sırasında İran’ın Beyrut’taki eski büyükelçisi Gazanfar Ruknabadi’nin yaralılar arasında olduğu, ama daha sonra kaybolduğuna dair haberleri çıktı. Suudi hükümeti Ruknabadi’nin kaçak yollardan ülkeye girdiğini ileri sürdü, ama İran bu iddiaları yalanladı. İranlı yetkililer Ruknabadi’nin kaçırılmış olması ihtimali üzerinde duruyor.
 
İki ülke arasında gerilimi yükselten bir başka gelişme de Suudi Arabistan’ın önde gelen Şii âlimlerinden Şeyh Nimr’e verilen idam cezasının 25 Ekim 2015’te Temyiz Mahkemesi tarafından onaylanmasıdır. Şeyh Nimr, 2012’de hükümet karşıtı gösteriler sırasında vurulduktan sonra tutuklanmış, ‘mezhepler arasında şiddeti kışkırtmak ve ayaklanmaları teşvik etmek’ suçuyla Ekim 2014’te idama mahkûm edilmişti. İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Emir Abdullahiyan, Şeyh Nimr hakkında verilen idam kararının endişe verici olduğunu belirterek, “Şeyh Nimr’i idam etmenin bedeli ağır olacak” dedi. İranlı ve Suudi yetkililer arasında sözlü atışmalar hâlihazırda ağır bir şekilde devam etmektedir.
 
İranlı ve Suudi yetkileri arasındaki atışmalar ve iki devlet arasındaki gerilim taraflar arasında bir diyalog ortamı sağlamayı hedefleyen gayriresmi toplantıları da olumsuz etkiliyor. Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkeleri, İran’ı bölgesel sorunların başlıca sorumlusu olmakla itham ediyor. Bu görüşe göre, İran bölgede kendi hegemonyasını kurmaya çalışıyor ve bu doğrultuda bölgedeki Şii azınlıkları kullanıyor. Öncelikle Şii azınlıkları bulundukları toplumlardan ayrıştırıyor ve daha sonra bu gruplara askeri ve ekonomik destek vermek suretiyle müdahale ediyor. İranlılara göre ise bölgesel sorunların temelinde yabancı/emperyalist müdahalelerden Suudi Arabistan gibi bölge ülkelerinin İran ve Şiilik karşıtı mezhepçi politikalarına kadar bir dizi faktör yatmaktadır.
 
İran ve Suudi Arabistan arasındaki karşılıklı suçlamalara rağmen bölgesel çatışmalar ve sorunlar, yalnızca bu iki ülke arasındaki rekabet ve gerilim üzerinden açıklanamaz. Bölgesel krizlerin ve çatışmaların oldukça kompleks, iç içe geçmiş nedenleri ve kendine has dinamikleri vardır. Bununla birlikte Tahran-Riyad rekabeti, bu krizlerdeki kırılma noktalarının daha fazla derinleşmesine neden olmaktadır. Keza iki devlet arasındaki bu gerilimli ilişki sorunların diplomatik yollarla çözülmesi için başlatılan bölgesel girişimleri akamete uğratmaktadır.