İran’daki Saldırılar ve Tahran’ın Olası Tepkileri

İran son yıllarda çok sayıda terör saldırısının hedefi olmuştur. Ancak DAEŞ’in üstlendiği, 3 Ocak’ta 91 kişinin ölümüyle sonuçlanan Kirman saldırısı, 1979 İslam Devrimi'nden bu yana yaşanan en büyük saldırı oldu.  DAEŞ’in Haziran 2017’de Tahran'da İran Parlamentosuna ve İslam Cumhuriyeti'nin kurucusu Ayetullah Humeyni'nin türbesine düzenlediği ve 17 kişinin ölümüne yol açan eşgüdümlü saldırı, İran topraklarında gerçekleştirdiği ilk saldırıydı. Ekim 2022'de DAEŞ, Şiraz kentinde 15 kişinin ölümüne neden olan Şah Çerağ türbesini hedef aldı. Aynı yer Ağustos 2023'te tekrar hedef alındı ve 2 kişi hayatını kaybetti. Her ne kadar 3 Ocak’taki saldırıları DAEŞ üstlenmiş olsa da gergin bölgesel konjonktürde, önce Suriye’de Kudüs Gücü Komutanı Seyyid Rıza Musevi'nin, ardından Lübnan’da Hamas'ın siyasi büro şefi yardımcısı Salih el-Aruri'nin ve son olarak da Irak’ta Haşdi Şaabi'ye bağlı El Nüceba Hareketi komutanlarından Ebu Takva Es-Saidi'nin öldürülmesi Kirman’da yaşanan saldırıyı DAEŞ’in ötesinde bir denkleme yerleştirmektedir. Fakat harekete geçme baskısının arttığı bir ortamda, İsrail yerine DAEŞ’e yönelik bir misilleme saldırısı Tahran yönetimine kaldığı zor ikilemden çıkış yolu sağlayacak gibi görünmektedir. 

Tahran'ın Kirman'daki terör olayına vereceği tepkinin en olası senaryosu, DAEŞ’in 7 Haziran 2017'de İran Parlamentosu ve Ayetullah Humeyni Türbesi’ne düzenlediği saldırılarla 22 Eylül 2018'de askerî geçit törenine düzenlenen "Ahvaz" saldırısında yaşananlara benzer olacaktır. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde DAEŞ’in Suriye'de ve muhtemelen Irak'ta kalan mevzilerine yönelik füze saldırılarına tanık olabiliriz. Bununla birlikte, Afganistan'daki DAEŞ-Horasan'a da benzer bir tepki verilmesi beklenebilir. Ayrıca İran İçişleri Bakanı Ahmed Vahidi, Kirman'daki patlamalarla ilişkilendirilen şahısların bir kısmının gözaltına alındığını kamuoyuna duyurmuştur. Öte yandan, İsrail'in Salih el-Aruri suikastı ve cuma günü ABD öncülüğünde düzenlenen saldırıda Haşdi Şaabi’ye bağlı Nuceba Hareketi'nin iki üst düzey komutanının ölümü gibi eylemleri göz önünde bulundurulduğunda, ABD ve İsrail'e karşı "Direniş Ekseni" olarak adlandırılan vekil güçlerin dâhil olduğu bir gerilim pek olası görünmemektedir.

Kirman saldırılarının ilk günlerinde Tahran yönetiminin doğrudan İsrail ve ABD’yi işaret etmeyişindeki gibi “stratejik sabır” göstermeye devam etme niyetinde olduğu anlaşılmaktadır.  Zira mevcut koşullar altında İran'ın önceliği İsrail ile nihayetinde ABD'nin de dâhil olabileceği bir çatışmaya çekilmekten kaçınmaktır. Özellikle 7 Ekim Aksa Tufanı Operasyonu ile muhtemel İsrail-Suudi Arabistan normalleşmesi dinamitlenmişken ve Tel Aviv'in Gazze savaşında başarısız olduğu da düşünüldüğünde böyle bir savaş İran’a zarar vermekten başka bir şeye yaramayacaktır. Diğer yandan, Kasım Süleymani'nin öldürülmesinin üzerinden dört yıl geçmiş olmasına rağmen devrim rehberi Ali Hamaney'in vadettiği "sert intikam" sözleri bile tutulamamıştır.

DAEŞ’in İran’a Saldırıları
DAEŞ’in İran’a yönelik tehdidinin bir perspektife oturtulması gerekmektedir. DAEŞ’in 2017’deki ilk saldırısı İran’ın Esad rejimini desteklemek üzere Suriye'de giderek daha geniş̧ bir rol üstlendiği ve özellikle bir tarafta Suudi Arabistan'ın başını çektiği Sünni Arap monarşileriyle diğer tarafta İran arasında bölgesel gerilimin arttığı bir dönemde meydana gelmişti. Suriye ve Irak'taki toprak kontrolünün önemli ölçüde azaldığı bir dönemde DAEŞ, İran’a yönelik başkent Tahran’da bir saldırı düzenleyerek hâlâ güçlü olduğu mesajını vermek isterken bu durumun kaynak yaratma ve eleman kazanma çabalarında faydalı olabileceğini düşünmüş olabilir. İran’daki DAEŞ saldırılarına ilişkin taktiksel, operasyonel ve lojistik unsurların değerlendirilmesi, İran'da nispeten sofistike bir militan ağının varlığına işaret etmektedir.

DAEŞ saflarında çeşitli ulusal kökenlerden etnik Kürtlerin yer alması, muhtemelen İranlı Kürtlerle temasları kolaylaştırmış ve eleman kazanma aracı olarak işlev görmüştür. Ancak İran, iç kaynaklı radikal selefi esinli milis hareketlerine yabancı değildir. Sistan-Balucistan eyaletinde ortaya çıkan ve etnik Beluç Sünni topluluğu adına etno-milliyetçi bir mücadele olarak başlayan hareket, zaman içinde selefi ve mezhepçi etkilerle şekillenmiştir. İran, son yıllarda Suriye'de DAEŞ’in planladığı komploları tespit ettiğini ve kendi sınırları içinde DAEŞ’e sempati duyan grupların eylem planlarını engellediğini savunmuştur. Örneğin, İran İstihbarat Bakanı Mahmud Alavi, Mayıs 2015'te, İran istihbaratının Meşhed'de olası bombalı saldırıları, Kum'da ayrı bir planı ve Tahran'da kullanılması muhtemel bir patlayıcı içeren başka bir planı engellediğini ifade etmiştir. İranlı yetkililer, Haziran 2016'da bu planı "en büyük" terör planlarından biri olarak nitelendirerek bozduklarını ileri sürmüşlerdir.

DAEŞ-Horasan Ne İstiyor?
3 Ocak tarihli saldırılar, DAEŞ'in Horasan kolunun eylemi olarak gerçekleşmiştir. Bu alt grup, 2015'in başlarında kurulmuş olup esasen Afganistan ve Pakistan'da faaliyet göstermekle birlikte, İran gibi çevre ülkelerde de varlığını sürdürmekte ve son yıllarda taktik değişikliklere giderek eylemlerini koşullara göre uyarlamaktadır. Ağustos 2021'de Taliban'ın Afganistan yönetimini ele geçirmesi, DAEŞ-Horasan saldırılarında belirgin bir artışa neden olmuştur. Bu dönemde Taliban, üyelerine ve destekçilerine karşı geniş çaplı bir operasyon başlatarak onlarca ölüm ve yüzlerce tutuklamaya yol açmış, bu da saldırıların önemli ölçüde azalmasına sebep olmuştur. Ancak 2022'nin ortalarında DAEŞ-Horasan yeni bir strateji benimseyerek büyük intihar saldırılarına odaklanmış ve yabancı diplomatları, yabancı uyrukluları, etkili Taliban komutanlarını, dinî liderleri ve Kabil'deki stratejik tesisleri hedef almıştır. Ocak ile Mayıs 2023 arasında Taliban, bir düzineden fazla önemli DAEŞ-Horasan komutanını etkisiz hâle getirerek Afganistan'daki saldırılarda ciddi bir azalmaya ve eylemlerin uzun süreli durmasına neden olmuştur. BBC kayıtlarına göre, 2023'te örgütün saldırıları bir önceki yıla göre %86, 2021'e göre ise %93 oranında azalmıştır.

DAEŞ-Horasan’ın en aktif operasyonel ağı şu anda Pakistan'ın kuzeybatısında Afganistan sınırındaki Bajaur aşiret bölgesindedir. Uzmanlara göre DAEŞ-Horasan liderlerinin ve üyelerinin konumları hâlâ belirsizliğini korumakta olup Taliban istihbarat operasyonlarının Kabil'de, Pakistan sınırındaki kuzeydoğu vilayetinde, Tacikistan ve Özbekistan sınırındaki kuzey vilayetlerinde ve İran sınırındaki batı eyaleti Herat'ta hücrelerin varlığına işaret etmektedir. Bazı analistlere göre, Taliban'ın terörle mücadele baskısı arttıkça DAEŞ-Horasan’ın daha az sayıda ancak daha güçlü olmak üzere bölgesel düzeyde daha fazla saldırı gerçekleştirmeyi tercih etmiş olabileceği uyarısında bulunulmaktadır. Bu çerçevede, DAEŞ’in radikal Şii karşıtı tutumu ve İran'ın çeşitli bölgelerindeki silahlı gruplar aracılığıyla İran'a karşı olası tehditlerin arttığı belirtilmektedir.

Sonuç olarak, 2017’de hedef alınan yerlerin başkentte önemli yerler olması, 3 Ocak’taki saldırıda ise sembol değeri yüksek bir törenin hedef alınması İran'daki DAEŞ’in hareket kabiliyetini, İran emniyetinin ve istihbaratının ise zaafını göstermektedir. Özellikle son saldırılar, İran’daki bazı çevrelerin de dillendirdiği gibi İsrail ve ABD istihbaratlarının dâhil olduğu bir planlama çerçevesinde yapılmış olabilir. Saldırıyı DAEŞ’in üstlenmiş olması ya da onun militanlarının kullanılması, hiçbir iş birliğine gitmediği anlamına gelmemektedir. Özellikle saldırının bölgesel konjonktürü düşünüldüğünde İsrail birinci şüpheli görünmektedir. Zira saldırıların ertesi günü İran devlet televizyonuna ait Cam-ı Cem Gazetesi de Farsça ve İbranice “İntikam Kesindir” başlığı atarken olası şüpheliyi işaret etmiştir.