IŞİD ile Savaşın Suriye Boyutu ve Türkiye'nin Hassasiyetleri

Doç. Dr. Ferhat Pirinççi, ORSAM Araştırma Koordinatörü ve Uludağ Üniversitesi öğretim
ABD Başkanı Barack Obama, Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü ile mücadele planını 10 Eylül 2014 tarihinde açıkladı. Plan, genel çerçevede, dört unsurdan oluşuyor: IŞİD hedeflerinin havadan vurulması, yerel güçlerin desteklenmesi, örgüte katılımın engellenip para akışının kesilmesi ile bölgeye insani yardımların sürdürülmesi. Plan temelinde IŞİD karşıtı bir koalisyon kurulurken, uygulamaya da geçildi. Irak’ta planın ilanından önce başlayan hava saldırıları, 23 Eylül’de Suriye’deki hedefleri de içerecek şekilde genişletildi. Ancak stratejinin uygulanması noktasında Irak ve Suriye’deki koşullar farklı.
 
Irak’ta koalisyonun IŞİD ile mücadelesine destek verecek merkezi bir yönetim ve nispeten güçlü yerel ortaklar bulunuyor. Suriye’de ABD ve müttefiklerinin Beşşar Esed yönetimi ile işbirliği netameli bir husus; işbirliği yapılabilecek muhalefet ise oldukça yetersiz. Rejim, ABD ile açık veya üstü örtülü işbirliğine girse bile, bunun ortaya çıkaracağı sonuçlar, ülke içi ve bölgesel dinamikleri olumsuz etkileyebilir.
 
IŞİD stratejisinin Suriye ayağındaki boşluklar
 
ABD’nin hazırladığı IŞİD ile mücadele planının Suriye boyutunun uygulamaya konulması, bazı sorunları da beraberinde getiriyor. Hava saldırıları, stratejinin en kolay gerçekleştirilebilir kısmı. Fakat hava operasyonları diğer adımlarla desteklenmedikçe, başarı söz konusu olmayacak. Nitekim ABD’nin geniş bir koalisyonla Suriye’deki hedefleri vurmasının, teknik açıdan IŞİD’e ne kaybettireceği ve koalisyona ne kazandıracağına dair şüpheler hayli fazla.
 
IŞİD örgütü, sadece askeri üslerde konuşlanmış birimlerden meydana gelmiyor. IŞİD üyelerinin çoğu, örgütün kontrolü altındaki bölgelerde yerel halkla birlikte yaşıyor. Dolayısıyla IŞİD’in konvoyları veya sivil halktan bağımsız askeri birimlerinin vurulması, örgüte zarar verebilir ama sahadaki kontrolünü tamamen bitirmez. Hava saldırılarının Suriye’ye doğru genişlemesi, kaçınılmaz biçimde sivil kayıpları arttıracak. Bu da hem koalisyona karşı yerel ve bölgesel tepkiye neden olacak hem de yeni mülteci akınlarının yolunu açacak.
 
IŞİD’e yönelik hava saldırılarının başarısı, sahadaki yerel güçlerle işbirliğine bağlı. Oysa Suriye sahasında “ılımlı” olarak nitelendirilen muhalefet, dağınık ve zayıf bir görünüm sergiliyor. Suriye’deki “ılımlı” muhalefetin dağınıklığı, söz konusu işbirliğinin IŞİD karşısında ne kadar etkili sonuçlar doğuracağını sorgulamaya açıyor. Ayrıca Suriye muhalefeti açısından IŞİD ile mücadele, amaçtan ziyade amaca giden yolda geçilmesi gereken bir engel özelliği taşıyor. Özetle Suriye muhalefetinin, Esed rejimiyle mücadelelerinde onlara destek garantisi verilmedikçe, koalisyonun IŞİD ile savaşına ne ölçüde katkı sağlayacağı soru işaretleri taşıyor.
 
Obama yönetimi, Suriye'deki Baas rejimi meşruiyetini yitirdiği için onunla işbirliğine gitmeyeceklerini açıkça ifade etti. ABD Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey’e göre, Suriye’de IŞİD’in kontrol ettiği toprakların ele geçirilmesi için 12,000 ile 15,000 arası muhalif güce ihtiyaç var; onların askeri eğitiminin iki-üç yıl içinde tamamlanması planlanıyor. Eğitim faaliyetlerinin hemen sonuç vermeyecek olması, Suriyeli muhalif grupların kısa vadede başarı sağlayamayacağına işaret ediyor.
 
Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), PKK örgütünün Suriye kolu konumundaki PYD’nin silahlı kanadı YPG (Halk Savunma Birlikleri) ve İslami Cephe’ye bağlı bazı gruplar, kendi aralarında birleşerek IŞİD’e karşı Fırat Volkanı adıyla ortak operasyon merkezi kurdular. Bu ortaklık, ilk bakışta IŞİD stratejisinin uygulanmasını kolaylaştırıcı bir unsur gibi görünüyor. Lakin ÖSO, YPG ve İslami Cephe’nin gücüyle IŞİD’in gücü arasında büyük bir farktan bahsedilebilir. Bundan da önemlisi, IŞİD karşıtı ittifak, oldukça kırılgan bir yapıda olup süreklilik sağlayıp sağlayamayacağı belirsiz.
 
Türkiye açısından IŞİD’e yönelik strateji
 
Suriye hattında ortaya çıkabilecek bazı tehdit ve riskler barındırıyor. Bunlar, stratejinin başarıyla yürütülmesi aşamasında doğabileceği gibi başarısız biçimde uygulanmasıyla da ortaya çıkabilir. Tehdit ve riskler, üç maddede toplanabilir:
 
1) Türkiye’ye yönelik büyük ölçekli yeni mülteci akınlarının yaşanması,
 
2) IŞİD’in Türkiye sınırları içinde saldırılar düzenleme ihtimali,
 
3) Kısa süre öncesine kadar kendi mecrasında yürüyen Çözüm Süreci’nin olumsuz etkilenmesi.
 
Ayrıca IŞİD ile mücadele stratejisinden bağımsız olarak Suriye’de yaşanan iç savaş ve Esed rejiminin iktidarda kaldığı her gün, Türkiye’ye ekonomik, toplumsal ve askeri açıdan katlanılması gittikçe ağırlaşan ek maliyetler çıkarıyor.
 
IŞİD’e karşı geniş çaplı hava operasyonlarının Esed yönetimini güçlendirmesi veya en kötü ihtimalle rejim üzerindeki baskıyı hafifletmesi mümkün. Rejimin buna seyirci kalmayacağı ve kazanımlarını arttırmak için IŞİD’in geri çekildiği alanları doldurmaya çalışacağı açık. Yine de uzun dönemi kapsayacak hava operasyonlarının yer ve zamanlamasının seçici tarzda planlanması halinde, bu durumun önüne geçilebilir. Keza silah yardımları sayesinde ateş gücü ve manevra kabiliyeti yükselecek yerel güçlerin iyi bir stratejiyle yönlendirilmesi, Esed rejiminin IŞİD’e yapılan saldırılardan kazançlı çıkmasını engelleyebilir.
 
Bu noktada, Ankara için IŞİD karşıtı koalisyonun Suriye’de hangi yerel güçlerle birlikte hareket edeceği konusu büyük önem kazanıyor. Zira Ankara’nın, PYD (Demokratik Birlik Partisi) tarafından atılan bazı adımlarından rahatsız olduğu biliniyor. Lakin bu rahatsızlığın, IŞİD tehdidi ve Suriye İç Savaşı’nın geldiği aşama karşısında ikinci planda kaldığı söylenebilir. Bunun yanı sıra, Suriye’nin kuzeyindeki Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgelerde saha kontrolünü elinde bulunduran YPG’nin, IŞİD’in geriletilmesi üzerine diğer bölgelerde doğabilecek boşluğu doldurma ihtimali düşük.
 
IŞİD karşıtı koalisyona katılan, hâlihazırdaki, 60’tan fazla devletin hiçbiri, tehdit ve risklere Türkiye kadar açık değil. Ankara, önündeki tehdit ve riskleri azaltmak için iki noktanın altını çiziyor: Suriye sınırında uçuşa yasak, güvenli bir bölge ilan edilmesi ve IŞİD ile mücadeleye sadece askeri perspektiften bakılmayıp kapsamlı, gerçekçi bir çözüm stratejisi uygulanması.
 
Güvenli bölge ilanı, mülteci akınları Türkiye’ye ulaşmadan Suriye içinde insani yardımlar organize edilebilmesine imkan verecek. Ve muhalif gruplara, sahada IŞİD ile savaşırlarken, Esed rejiminin saldırılarına karşı koruma sunabilecek. Ankara, Suriye’de güvenli bölge oluşturulması önerisini, IŞİD tehdidinin belirginleşmesi öncesinde de dile getiriyordu. Ancak o zaman reddedilen bu talebin yeni dönemde gerçekleştirilme ihtimali daha yüksek.
 
Suriye’de 250,000 kişinin ölümüne neden olan iç savaşta hareketsiz kalan uluslararası toplum, IŞİD tehdidi üzerine bölgedeki sürece artık daha farklı bakıyor. Güvenli bölge oluşturulmasıyla sadece koalisyonun üyesi olan Türkiye olumsuz gelişmelerden korunmayacak. Suriyeli muhalifleri eğitme ve lojistik destek verme konusunda, IŞİD ve Esed rejimi karşısında, çok büyük bir avantaj elde edilecek. Güvenli bölge ilanı, Ankara’nın koalisyonun askeri boyutuna aktif katkı sağlamasını beraberinde getirecek.
 
Bununla beraber, Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge ilanından ziyade, oranın korunması esas sorun olarak değerlendirilmeli. Çünkü uçuşa yasaklanarak güçlendirilen bir güvenli bölgede düzenin sağlanması; oraya havadan saldırmak amacıyla yaklaşan uçakların düşürülmesi ve karadan yapılan saldırıların püskürtülmesini gerektirir. Güvenli bölgeye yönelik önlenemeyen saldırılara karşı ise misillemede bulunulması söz konusudur. Özetle Suriye’de ilan edilecek güvenli bölgeyi koruma görevi, bunu gerçekleştiren ülkeleri büyük taahhütler altına sokabilir.
 
Ankara, bu sorumlulukların tamamını değilse de bir kısmını üstlenebilir. Lakin güvenli bölge oluşturulması ve sürdürülmesine, koalisyonun diğer ortaklarınca aktif katkının verilmesi şart. Güvenli bölge oluşturulmaması durumunda ise Türkiye’ye, hazmetme kapasitesinin üstünde, yeni mülteci akınları başlayacak. Muhaliflerin dolaylı yollarla eğitilmesi, sahada zaman kaybına yol açacağı için stratejinin başarısız olma ihtimali artacak.
 
IŞİD ile mücadeleye sadece askeri perspektiften bakılmaması konusuna gelince; Ankara IŞİD’i bir neden olarak değil, sonuç olarak görüyor. Bu nedenle askeri mücadelenin yanında ekonomik, toplumsal ve siyasal alanlarda da örgütle mücadele edilerek kapsamlı stratejiler geliştirilmesinde ısrar ediyor.
 
IŞİD’e katılımlarda daha ziyade yabancı savaşçı faktörü tartışılsa da, örgüt mensuplarının yarısından fazlasının yerel halktan olduğu gerçeği göz ardı edilmemeli. IŞİD’e karşı sadece askeri çözümler üretmek belki kısa vadede bu tehdidi engelleyebilir. Fakat askeri tedbirler, diğer tedbirlerle desteklenmedikçe, IŞİD tehdidini ortadan kaldıramaz.

Bu yazı 30 Eylül 2014 tarihinde Al-Jazeera Turk'de yayınlanmıştır.