İsrail'in İnsani Yardım Konvoyuna Saldırısı ve Yeni Ortadoğu

Yrd. Doç. Dr. Mehmet Şahin, Gazi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, kemahan@yahoo.com
İHH öncülüğünde oluşturulan Gazze’ye insani yardım gemilerine İsrail’in kanlı saldırısı başta Türk-İsrail ilişkileri olmak üzere Ortadoğu’da dengelerin değişmesini sağlayacaktır. Siyasi anlamda tektonik bir coğrafya olan Ortadoğu’nun yeni bir çalkantılı sürece girdiğinin ciddi işaretleri görülmektedir. Bölgede ne tür değişikliklerin olabileceğini değerlendirebilmek için öncelikle İsrail’in saldırısı karşısında Ortadoğu’da etkili olan aktörlerin söz konusu durum karşısında takındıkları tutumlara değinmek faydalı olacaktır.

ABD: İsrail’in insani yardım gemisine saldırısı konusunda ABD her zaman olduğu gibi İsrail’in güvenliğinin arkasında olduğunu bildirse de İsrail’in tavrını eleştirmekten kaçınmadı. ABD’nin İsrail’i mevcut politikalarıyla daha ne kadar destekleyeceği konusunda soru işaretlerinin oluşmasına neden oldu. İsrail’in ABD dış politikasında ciddi bir yük oluşturduğu konusu açıkça tartışılmaya başlandı.

AB: Ciddi ekonomik ve siyasi kimlik krizi içinde olan AB kurumsal anlamda net ve etkili bir tutum ortaya koyamadı. Kurumsal tepkinin dışında AB ülkeleri de etkili bir tutum sergileyemediler. Buna karşın Avrupa kamuoyu tarafından İsrail ciddi eleştiriler aldı.

Arap Dünyası: Kriz sırasında Arapların ve Arap devletlerinin ortaya koyduğu tavır, Arap halkları ile Arap yönetimleri arasındaki farklılığı ortaya koymuştur. Arap devletlerinin sessizliği ciddi eleştiriler alırken, Arap sokağı Türkiye’ye destek veren gösteriler yaparak İsrail’e karşı eleştirisini oraya koymaktan çekinmemiştir.   İran: Nükleer programından dolayı ABD/Batı’nın baskısını ensesinde hisseden İran için söz konusu kriz rahatlatıcı oldu. İran dünya gündeminde ikinci sıraya düşerken, bölgede saldırgan tavırlarıyla İsrail tartışılmaya başlandı. Bir tarafta İran’ın nükleer programı tartışılırken İsrail’in de nükleer gücü tartışmaya açılırken, diğer taraftan İran rejimi tehdit olarak görülürken İsrail’in de bölge barışına tehdit oluşturduğu konuşulmaya başlandı.   İsrail: Ortaya koyduğu saldırgan ve şiddet yanlısı tutumu İsrail’i sadece Araplar nezdinde değil başta Türk ve AB kamuoyu olmak üzere tüm dünyada tartışılır hale getirdi. İnsani yardım gemisine kanlı baskınıyla güvenliğini sağlayacağını düşünen İsrail, saldırıdan sonra daha güvensiz hale geldi. Ortaya koyduğu son davranışıyla İsrail bölgedeki en önemli müttefikini kaybetmekle kalmadı, onunla karşı karşıya gelmiş oldu. Kuruluş tarihi olan 1948’den bu yana mağdur olduğunu düşünen ve bunu uluslararası alanda anlatan/inandıran İsrail son saldırısıyla artık mağdur olarak değil de saldırgan olarak görülmeye başlanmıştır. En önemlisi söz konusu olaydan sonra İsrail’in “varlık sebebi” tartışma konusu olacaktır. Böylece bir devletin güvenliğinin sadece silahla sağlanamayacağı anlaşılmış oldu. Bu olay aynı zamanda güce dayanan geleneksel İsrail dış politikasının sürdürülemez olduğunu ortaya koymuştur.   Türkiye: Kriz sırasında ortaya koyduğu tavırla Türkiye İsrail’den uzaklaşırken başta Arap Ortadoğusu olmak üzere bölgede önemli destek görmüştür/görmektedir. Türkiye, Ortadoğu’ya güvenlik perspektifinden bakmadığını, barış ve istikrar arayışı içinde olduğunu bölge sorunlarına yaklaşımında ortaya koymaktadır. Türkiye’nin bu tutumunun özellikle Arap sokağında ciddi etki yarattığı görülmektedir. İngiltere ve Fransa, 20. yüzyılın başında Arap sorunlarına sahip çıkıyormuş gibi yaparak Türkleri Ortadoğu’dan çıkarmışlardı. Artık Türklerin bölge sorunlarına sahip çıkarak Ortadoğu’ya geri döndüğü görülmektedir.   İsrail ile Türkiye arasında yaşanan krizin bölge açısından ciddi sonuçlarının olacağı, Ortadoğu dengelerini önemli oranda etkileyeceği aşikârdır. Önemli olan söz konusu krizden olumlu sonuçlar elde edebilmek ve böylece bölgede ihtiyaç duyulan istikrar ve barışa katkı sağlamaktır.   Filistin konusunda Türkiye’nin ortaya koyduğu yeni tavır uzun süredir sessiz olan Arap yönetimlerini harekete geçirecektir. Nitekim Mısır, Gazze ile olan Refah kapısını açmak zorunda kalmıştır. Türkiye’nin girişimleri sonucu harekete geçen Arap sokağının baskısını ensesinde hisseden Arap yönetimleri canlanmak zorunda kalacaklardır.   Söz konusu krizin Ortadoğu’yu daha da içinden çıkılmaz hale sokmasına izin verilmemelidir. Kriz fırsata çevrilmelidir ve bu potansiyel mevcuttur. Örneğin kriz “iki devletli” bir çözümün ne kadar hayati olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur ve bu konuda çalışmalar hızlandırılabilir. Diğer bir fırsat ise 2006 seçimlerinden bu yana bölünmüş olan Filistin’in (El-Fetih-HAMAS) bölünmüşlüğünün ortadan kaldırılarak yeniden birliğin sağlanabilirliğidir. Ve bu gelişmeler sayesinde tıkanan Ortadoğu barışının önünün açılma ihtimali oldukça büyüktür.   Bu krizden, zaman zaman şiddete başvuran HAMAS ve Hizbullah da ders çıkarabilirler. Bu güne kadar şiddete başvuran bu örgütler insani yardım gemisinin uluslararası alanda yarattığı etkiyi görerek şiddetten uzak durabilirler ve siyasi mücadeleye ağırlık verebilirler. Bugüne kadar HAMAS ve Hizbullah saldırgan, İsrail ise mağdur olarak görülüyordu. HAMAS ve Hizbullah tavır değişikliğine giderek İsrail’i daha da saldırgan göstererek yalnızlaştırabilirler. Böylece iki devletli çözüm konusunda İsrail baskı altına alınabilir.   Ortadoğu’da bütün sorunların kaynağı olarak görülen İsrail/Filistin sorununun çözümlenme sürecine girmesi bölgedeki diğer sorunların da çözümünün önünü açacaktır. İsrail’in yıllardır bölgede sürdürdüğü “Azrailvari” politikası bölgeyi içinden çıkılmaz hale sokmaktadır. Bölgede yeteri kadar Azrail’in görevini yapan odak vardır. Bölgenin ihtiyaç duyduğu elçilik görevi yapabilecek “Cebrail”lerdir”.