Kaybolan Fırsatlarla Geçen On Yıl: Beşar Esad Yönetimindeki Suriye'nin Önceki ve Şimdiki Dinamikleri

Dr. Carsten Wieland, Suriye uzmanı, Siyasi Danışman
Giriş
 
Yazıma “Eski Suriye”deki son günlere dair kişisel bir anekdotla başlamak isterim. Kasım 2010 tarihinde Şam'daki atmosfer oldukça ilginçti. Bilhassa Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad yönetiminde geçen on yıl boyunca tanıştığım muhalefet temsilcileri arasında olmak üzere, halkın genelinde bir gerilim ve durgunluk hissi söz konusuydu. Bazen melankoliye varan yenilmişlik duygusu ve teslimiyet hâkimdi. Hapis cezaları, seyahat yasakları ve gözdağlarıyla eli kolu bağlanmış olan Suriye geleneksel muhalefeti, uzak bir gelecekte siyasi miraslarını sonraki nesillere bırakmaya hazırlanıyorlardı. Hiçbiri de koşulların bu denli beklenmedik şekilde değişeceğini öngörmemişti. Bazı geleneksel muhalif isimler ülkeyi değiştirmek için sarf ettikleri çabada başarısız olduklarını kabul ettiklerini ve rejimin hiç olmadığı kadar güçlendiğini ifade etmişlerdi. Örneğin Gazeteci Michel Kilo olacakları görürcesine şu ifadede bulunmuştur: “Kıvılcım genç nesli harekete geçirdi mi biz artık geri çekilebiliriz. En azından zemini hazırladık.”
 
Üç ay sonra isyan baş gösterdi ve gençler sokaklara döküldü; ardından ise aileleri, anne ve babaları... Ayaklanmanın ilk aşaması, bugün Suriye'de yaşanandan oldukça farklı bir niteliğe sahipti ve Esad, elindeki “son fırsatı” da yitirerek nihayetinde gerginliğin daha da artmasına yol açmış oldu. Emsali görülmemiş bu zulmün artması Cumhurbaşkanı Esad'ın siyasi ölümüne yol açarken ülkenin tamamını da altüst etmiştir.           
 
Güncel gelişmelere geçmeden önce Beşar Esad'ın yitirdiği fırsatlarla geçen son on yıla bir göz atmak istiyorum. Aslında Esad iktidara geldiğinde babasının yapmış olduğu gibi böylesine uç boyutlarda bir lider kültü uygulama niyetinde değildi, fakat sonuç itibariyle kendisi de babasıyla aynı güç yöntemlerine başvurmuştur. Daha modern ve daha açık bir Suriye propagandası yapmasına ve birçok kişinin de kendisine inanmasına rağmen, ülkeyi yönetim tarzı iktidara geldiği 2000 yılından önceki hâlini gitgide daha fazla andırır oldu. Aslında aklındaki Suriye ve dış politika resmi, bugün şahit olduklarımızdan çok farklıydı. Ancak Cumhurbaşkanı olarak ülkesinin uçuruma sürüklenmesinden tamamen kendisi sorumludur.                
 
Rejim, eski otokrat yöneticilerin sloganına göre hareket etmektedir: “Yönetimde biz varız ve dolayısıyla istikrara sahipsiniz, oysa biz gidersek ülkede kaos hüküm sürer.” Bu aynı zamanda Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'in de sloganıydı. Elbette Batılı devletler ve aktörler uzun zaman boyunca bu yanlış alternatife inanmışlardır. Bu aslında Ortadoğu'daki uluslararası siyasetin temeli olan eski istikrar kavramının bir parçasıydı.
 
Suriye İntifadası ve Arap Baharı
 
Değişim barışçıl gösterilerle başladığında, Suriye şüphesiz ciddi anlamda Arap Baharı'na sürüklenmişti. Bugün ise Suriye'de çok farklı bir gerçeğin söz konusu olduğu apaçık ortadadır. Arap Baharı ortaya çıktığında, halk eski toplumsal, ekonomik ve siyasi düzene karşı talep ve hüsranları ortaktı. Bir süre sonra belli ki farklı tarihi ve siyasi koşullardan ötürü her ülke kendine farklı bir yön belirledi.      
 
Suriye senaryosu ise başka yerlerdeki Arap Baharı senaryolarıyla pek çok benzerlik gösteriyordu: toplumsal baskı, ekonomik perspektif eksikliği, yönetimlerin zulmü ve gaddarlığı, haysiyet, çoğulculuk ve hatta demokrasi talebi. Bunlar bizim Tunus ve diğer ülkelerde şahit olduklarımızla aynı sloganlardır.   
 
Esad sürekli Suriye'nin farklı olduğunu iddia ediyordu. Elbette Suriye bazı yönlerden farklıydı. Esad'ın Ocak 2011 tarihinde Wall Street Journal'a vermiş olduğu ve kendisinden Arap dünyasındaki büyük reformcu olarak bahsedip bölgedeki diğer kral ve otokratlara tavsiyelerde bulunduğu meşhur röportajını hatırlayın. Halkınızın düşünceleriyle aynı eksende olmalısınız diyordu. Neden halkıyla aynı eksende olduğunu düşünüyordu? Çünkü Suriye'de, Suriye devleti ve popüler kültürüne, hatta pan-Arabizm ve anti-emperyalizmi vs. kapsayan aydın muhalefetin bir kısmına çok daha köklü bir şekilde yer etmiş ortak direniş söylemi hakimdi. Sorun şuydu ki, söz konusu ayaklanmalar baş gösterdiğinde, uzun zamandır halkı ve rejimi bir arada tutan direniş söylemi Esad'ın tahmin ettiğinden çok daha hızlı bir yıkıma uğramıştır: Esad, Golan'ı kurtarmak yerine silahlarını içeriye, kendi halkına, doğrultur doğrultmaz. Tam olarak Mahir Esad (Cumhurbaşkanının kardeşi)'ın komutanı olduğu ve Golan dosyasından sorumlu olan meşhur 4. Bölük, barışçıl gösteriler başladığında Daraa'daki ilk katliamları işleyen bölüktür. Halk sokaklarda: “Mahir, seni korkak, askerlerini Golan’ı kurtarmaya gönder! Neden kendi halkına saldırıyorsun?”  diye bağırıyordu. İşte o zaman direniş söylemi beraberinde Suriye'yi diğerlerinden farklı kılan en büyük özellik de yitip gitmiş oldu.
 
Diğer Arap Baharı devletleriyle bir diğer fark ise, Suriye'deki ayaklanmaların ademi merkeziyetçi bir yapıda başlamış olmasıdır. Çok az sayıda insan Daraa'nın yerini önceden biliyordu. Önce halk Daraa'da sokaklara döküldü, sonrasında çok geçmeden Banyas'ta ve ardından Humus, Hama gibi kentlere yayıldı. Fakat uluslararası medyanın da bulunduğu ve tüm dünyanın gözlerini tek bir meydana diktiği Kahire'deki gibi medyatik bir durum söz konusu değildi Tahrir meydanındaki olaylarda. Suriye'deki ayaklanmalara katılanlar ile Mısır'daki ayaklanmalara katılanların sayısını karşılaştırdığınızda, muhtemelen Suriye'de canını feda edip sokaklara dökülenlerin sayısı Tahrir Meydanı'nın alabileceğinden çok daha fazladır.         
 
Aynı zamanda Suriye'de uygulanan taktiklerin kendine has bir özelliği de vardır. Burada rejim tarafından yürütülen çok güçlü bir propaganda savaşına ve çok daha iyi teşkilatlı ve acımasız bir mukhabarat ve istihbarat sistemine tanıklık ediyoruz.   
 
Bir başka ayırt edici özellik ise Suriye'nin bölgedeki dört önemli aktörle (Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan ve İran) olan jeopolitik konumudur. Bu dört gücün vekilleri, Suriye'nin siyasi söyleminde ve savaş meydanında da taraflar olarak yer almaktadırlar. 
 
Esad Siyasi Uzlaşmaya İlişkin Birçok Fırsatı Kaçırdı 
 
Suriye'deki en önemli istihbarat servisi başkanlarından biri olan Behçet Süleyman (şu an Suriye'nin Ürdün büyükelçisi) 2003 yılında Suriye'deki muhalefetin rejimi devirmek isteyen bir düşman olmadığını, sadece olağanüstü hâlin kaldırılması, siyasi çoğulculuk ve zenginlik dağılımının daha hakkaniyetli bir biçimde yeniden düzenlenmesi gibi talep ve şikayetleri olduğunu belirtmişti. Söz konusu ifade bugünkü dramı gözler önüne sermektedir.     
 
Beşar Esad'ın kaçırdığı en büyük fırsatlardan biri ise, hiçbir zaman ılımlı ve laik bir sivil toplum hareketiyle ve bugün bir kısmı daha büyük bir muhalif siyasetin başında bulunan geleneksel Suriye muhalefetiyle uzlaşmaya varmaya gayret etmemiş olmasıdır. Ilımlı Sünni iş adamı ve eski milletvekillerinden Riyad Seyf ve oldukça ılımlı görüşe sahip daha birçok isim de bunlar arasındadır. Yine, sivil toplum hareketinin aydın lideri Mişel Kilo da laik Hıristiyan bir yazardır. Ilımlı unsurlarla uzlaşmak yerine, rejim İslamcı unsurları ülke içinde bir caydırıcı güç olarak besleyerek yıllar boyunca bunların büyüyüp gelişmesine izin vermiştir. Bu sözde laik Baasçı devlete gerçek laik bir alternatif ise, üyelerinin suçlu muamelesi gördüğü ılımlı laik bir muhalefetti.                
 
Esad yönetiminde kaçırılan fırsatlarla geçen 10 yıla bir göz atalım. Dış politika ile iç politikayı yan yana koyup karşılaştırdığımızda, bazı çok ilginç sonuçlar elde ediyoruz.   
 
Dış Politika Boyutu
 
Esad iktidara geldiğinde 34 yaşındaydı. Kendisine güveni yoktu, ayrıca aralarında birbiriyle rekabet eden çok sayıda danışmanı vardı ve gereğinden daha hızlı adımlar atmaya cesaret edemiyordu. Ama öte yandan bölgede ve uluslararası alanda meydana gelen 11 Eylül ve Irak Savaşı gibi diğer olay ve faktörlerde Esad'ın bir suçu yoktur. Esad'a meydan okunmuştu. Temelde dış zorluklara olan tepkisi pan-Arap ideolojisini güçlendirmek içindi. Babası Hafız Esad dış politikada pragmatik kararlar almayı tercih etmişti. Zaman zaman Irak'a karşı ABD'nin yanında yer almış, bazen ABD'ye karşı Rusya'nın tarafını tutmuş, bir Suudi Arabistan'ın yanında yer alırken bir karşısında tavır almıştır. Fakat Beşar Esad, pan-Arap ideolojisini temel savunma gerekçesi olarak seçmiştir. Bu en net biçimde Irak'a Anglosakson müdahalesiyle uygulamaya geçmiştir.
 
Fakat aynı zamanda oldukça pragmatik bir dış politika girişimi olan Türkiye ile yakınlaşma politikası hayata geçmiştir. Bu ise Beşar Esad'ın en büyük dış politik başarılarından biri ve Suriye'nin İran'a yönelik tek taraflı dış politika yöneliminden vazgeçip dış politikasını çeşitlendirme çabasıdır.    
 
Sadece Esad değil, Batı da elindeki fırsatları kaçırmıştır. Batı siyaseti Suriye'nin gitgide daha çok İran yörüngesine girmesine izin vermiş, Avrupa yanlısı ve Batı yanlısı olan Suriye'deki siyasi elit kesim Suriye siyasetindeki gücünü kaybetmiş; öte yandan daha muhafazakâr ve Çin'e uzanan Doğu odaklı kesim ise güç kazanmıştır. Rejim hâlâ bune hazırken AB'nin Suriye ile AB Ortaklık Anlaşması imzalama fırsatını kaçırmış olması bu duruma verilecek bir örnektir. Oysa Suriye tarafı önceliklerini değiştirene kadar bu durum uzun bir süre çıkmazda kalmıştır. Bir başka örnek ise, 11 Eylül saldırısı ve Irak Savaşı'ndan sonra bile güvenlik düzeyiyle ilgili işbirliği konusunda Suriye'nin hazır olmasıdır. Bu işbirliği büyük ölçüde takdir edilmesine karşın İslamcı terörizme karşı işbirliğinden dolayı Suriye rejimi mükafatlandırılmamıştır.                  
 
İslamcı terörizme karşı mücadele çok önemli bir husustur, zira ABD Başkanı George W. Bush döneminde iki önemli söylem vardı. Bunlardan biri, kabaca söylemek gerekirse, İsrail'in güvenliğini korumayı amaçlayan “İsrail yanlısı söylem”di. Öteki ise “İslamcı terörizmle mücadele” söylemiydi. Aslında her iki söylem de tam olarak birbirleriyle örtüşmüyordu. Örneğin Irak Savaşı'nın İslamcı terörizme karşı mücadeleyle hiçbir ilgisi yoktu. Saddam Hüseyin ve El Kaide arasında güçlü bağlar yoktu, ancak Irak'ta oluşan iktidar boşluğu sebebiyle Irak Savaşı'ndan sonra kendini doğrulayan bir kehanet olmuştur. İstihbarat servislerinin dört dörtlük bilgisi sayesinde rejimin kendi iyiliği için İslamcı terörizme karşı mücadelede Suriye de yer alıyordu. Ne var ki Suriye, “İsrail yanlısı söylem” çerçevesinde düşman bir devletti, zira Suriye'nin İsrail'le bölgesel ve siyasi anlamda sorunları vardı. Dolayısıyla Suriye güvenlik düzeyinde ABD, Büyük Britanya ve hatta İsrail ile yakın işbirliğine rağmen George W. Bush tarafından geniş çaplı “şer ekseni”ne alınmıştır. ABD ve İsrail'deki güvenlik kurumlarının Suriye'ye yönelik ifadeleri her zaman için siyasi kurumlarınkine göre daha ılımlı olmuştur. Özetle, güvenlik düzeyinde işbirliğinin sona ermesiyle, Batı en geç 2005 gibi çok önemli bir ortağını kaybetmiştir.                   
 
2005 yılında Lübnan Başbakanı Refik Hariri suikastıyla birlikte Suriye bölgede meydana gelen bir sorunla karşı karşıya kaldı. Bunun üzerine Suriye sadece Batı ülkeleri tarafından değil, Arap dünyası tarafından da soyutlanmış oldu. Bu durum Suriye rejimi için bir travma hâlini aldı ve ilk kez Beşar Esad'ın Suriye'nin ulusal çıkarlarını koruyup koruyamayacağı tartışıldı. İktidardan alınmalı mı, yoksa yönetimde mi kalmalı? O zamanlar bu önemli bir tartışma konusu olmasının yanı sıra Esad için de zor bir durumdu. O zamandan beri Esad asla tamamen toparlanamadı.      
 
Bu sebeple 2005 ve 2007 yılları arasında rejim gittikçe küçüldü. Güvenlik çevresi gitgide daralarak sadece Aleviler tarafından desteklendiği bir gruba dönüştü ve sonrasında bu çevre daha da daralarak aile çevresiyle sınırlı kaldı. Önceki kabinelerde savunma bakanı gibi önemli Sünni veya Hıristiyan isimler mevcuttu. Ama tüm bu resmi mevkilerin bugünlerde artık hiçbir önemi yok.    
 
2008 ve 2010 yılları arasında ise ilginç bir dönem başlar. Suriye'nin dış politikadaki balayı olarak adlandırılabilecek bu dönemde Suriye, Fransız Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin 2008 yılında Paris'te düzenlenen Akdeniz Zirvesi'ne Beşar Esad'ı davet etmesiyle ve tabii ki Türkiye ve Suriye arasındaki ilişkilerin gelişmesiyle uluslararası platformdaki yerini almıştır. İki ülke arasındaki “dostluğun” altını çizmek için daha fazla önlemler alınmıştır.    
 
Suriye ile dostluğundan Türkiye'nin elde ettiği kazanç her şeyden önce ekonomik anlamda olmuştur. Türk ürünleri Suriye'de olağanüstü iyi satılıyordu ve bu durumun Suriye açısından olumsuz etkisi ise Serbest Ticaret Anlaşmasının başta küçük ölçekli sanayiler ve üreticiler olmak üzere sanayinin bir bölümünün perişan olmasıydı. Bu da özellikle isyanın en sıcak noktalarının yer aldığı Şam ve Halep gibi Suriye'nin banliyölerine göçen çalışan sınıfın yoksullaşmasına yol açmıştır. Bu kesinlikle intifadanın tek sebebi olmamakla birlikte güçlü bir sosyo-ekonomik unsurudur. Buna benzer bir başka faktör ise Suriye'deki kırsal ekonomik yoksullaşmadır. Hafız Esad altyapı, okul, hastane kurarak ülkeyi modernleştirme çalışırken, Beşar Esad'ın ekonomik ilerlemeye ilişkin modernlik bakış açısı kentlerdeki orta sınıfı, özellikle de diğerlerinden daha çok Esad'a bağlı kalanları, hedef alıyordu.         
 
Ekonomik açıdan bunca olumsuzluğa rağmen Suriye-Türk ittifakının ne gibi avantajları olduğunu Suriyelilere soracak olursanız size siyaset diyeceklerdir. Suriye, dış politikasını İran'dan başka ülkelere yöneltip çeşitlendirme sürecindeydi ve Suriye rejimi bölgede herhangi bir barış anlaşması müzakeresinde bulunabilmek için Washington'a erişimi olması gerektiğini her zaman biliyordu. Bu anlamda Türkiye Avrupa'ya ve nihayetinde de Washington'a bir köprü görevi görüyordu. Dolayısıyla Esad'ın son dış politika başarısı, her şey altüst olmaya başlamadan hemen önce Ocak 2011 (2005'teki aradan sonra)'de Şam'a ABD büyükelçisi ataması olmuştur.       
 
Ne gariptir ki, Suriye'de isyan başladığında Suriye dışından hiç kimse Esad rejimini devirmekle ilgilenmiyordu. Pentagon'da planların varlığını koruduğu 2003-2004'ten çok farklı olarak, Irak'ta her şey yolunda gitseydi bir sonraki durak Suriye olabilirdi.     
 
 
İç Boyut
 
İç gelişmelerle dış politik olayları yan yana getirince, bazı sorunlar ortaya çıkıyor. İç siyaset açısından bakıldığında Esad'ın büyük bir güvensizlikle göreve başladığı görülüyor. Bu aşamada, Şam Baharı sırasında ilk defa Suriye muhalefetine baskı uygulamaya başlamıştır. Önce muhalefet, yolsuzlukla başa çıkma ve bu konuyu daha serbest bir şekilde tartışmaya ilişkin Esad'ın yaptığı konuşmalarla cesaret bulmuştur. Ancak sonrasında genç cumhurbaşkanı sonunun Gorbaçev gibi olmasından, yani önce reform yapıp sonra da devrilmekten, korkmuştur. Bunun üzerine muhalefete sınırlamalar getirmiştir. Bu ise kendi partisini kurmaya niyetlenen Riyad Seyf gibi isimlerin ve diğerlerinin parmaklıklar ardına konmasıyla aynı zamana tekabül etmiştir.             
 
Hariri'nin suikasta kurban gittiği 2005 yılının sonlarında rejim güç kaybetmişti. Suriye Lübnan'daki birliklerini geri çekmek zorunda kalmış, muhalefet ise daha iddialı olma konusunda cesaret bulmuştu. Tam da bu sırada, muhalefetin ılımlı güçleri tarafından hazırlanan ve sürgündeki Müslüman Kardeşleri ilk defa içine alan, meşhur Şam Deklarasyonu'nun taslağı hazırlanmıştı. Rejim bu durumu ciddi bir tehdit olarak görünce Mişel Kilo ve diğerlerinin de aralarında bulunduğu Şam Deklarasyonu'na imza atan taraflar 2006 yılında teker teker tutuklanmıştır.    
 
Ama ilginçtir ki 2008 yılının son döneminden itibaren dış politika ve iç siyaset arasında hiçbir ilişki görmüyoruz. Dış politika balayı dönemindeyiz, uluslararası siyasette serbestleşmeye gittik, ama öte yandan Haytam El Melih ve diğerlerinin tutuklandığı muhalefeti üzerinde bir baskı söz konusu? Peki neden?  
 
Suriye rejimini baskı altında tutunca rejimin demokratik deneylerle pek ilgilenmeyeceğine ilişkin önerme, özellikle Irak Savaşı sonrasında mantık kazanan bir tezdir. Ama rejim üzerindeki baskıyı hafifletirsen otomatikman bir şekilde muhalefetin içinde bulunduğu şartlar iyileşecektir düşüncesini savunan karşı tez de işe yaramaz. Nitekim bu gerçekleşmedi. Sonuç olarak Arap Baharı Suriye'yi vurduğunda, Suriye kesinlikle reform planları yapmıyordu. Bunun unutulmaması gerek.         
 
 
Şam Baharı, Arap Baharı'nın Ön Provası Mıydı?
 
Suriye'nin önemli aydınlarından filozof Sadık Celal el-Azm, Haziran 2011 tarihinde Berlin'de, 2001'de yaşanan Şam Baharı'nın 2011 yılındaki Arap Baharı'nın bir ön provası olduğunu ifade etmişti. 2001'deki Şam Baharı esnasında tartışan taraflar, 2010/11'de yeniden ortaya çıkan öfke ve taleplerini açık bir şekilde dile getirmişlerdi. Bunlar toplumsal sorunlar, demokratikleşme ve sivil topluma ilişkin vb. Sorunlardı. Söz konusu taleplerden hiçbiri birine veya bir şeye karşıtlık içeren klasik Arap söylemine dikkat çekmiyordu. Arap milliyetçiliği neredeyse daima bir karşıtlık (anti-emperyalizm, anti-kapitalizm, Batı karşıtlığı veya ABD karşıtlığı, İsrail karşıtlığı) içermektedir. Bu sefer de Arap rejimleri ve politikalarına karşı bir karşıtlık söz konusuydu. Bunların hepsi zaten 2001 Şam Baharı'nda yansıtılmıştı. Bu nedenle Suriye muhalefetinin bir kısmı, aslında on yıl sonraki Arap Baharı'nın fikrî zeminini hazırladıklarını iddia etmektedirler. Ama eğer Suriyeliler bu gibi talepleri açıkça dile getirenlerse, o zaman Suriye'de daha büyük bir zulmü içinde barındıran Arap Baharı'nın da son halkası olabilirler.               
 
Suriye Muhalefetindeki Karmaşıklık
 
Suriye muhalefeti, Arap Baharı ülkelerindeki diğer Arap muhalefetlerinden çok daha parçalanmış görünmektedir. Genel bir bakış için kabaca belli kategoriler yardımcı olabilir. Öte yandan ise geleneksel Suriye muhalefeti, Sivil Toplum Hareketi, çay ocaklarındaki tartışma grupları, özel odalar, ve gazetede manifestolar ve eleştiri yazıları vs. yazan muhalefet. 2010 yılında Suriye'de çok yeni bir şey ortaya çıktı: Sokak ayaklanmaları. Eski Sivil Toplum Hareketi, çoğu ak saçlı yaşlılar, çoğunluğu laik, eski komünist yapıdaki ılımlı muhalefet sokaklara dökülen genç nüfusun hareketleriyle pek bağlantılı değildi. Dolayısıyla sokak daha ziyade bağımsız bir topluluktu ve çok az sayıda isim bu farklı formlardaki muhalefetle aralarında köprü görevi üstleniyordu. Örneğin Riyad Seyf, en azından ilk başlarda, Sivil Toplum Hareketi'ndekilerin aksine sokaklardaki tehlikeli protestolara katılanlardan biriydi.     
 
Bir başkası husus ise internet. İsyan hakkında bildiklerimizin çoğunu internetten öğreniyoruz. Ama tüm detayların gerçeği yansıtıp yansıtmadığını nasıl bileceğiz? Ayrıca bunu yurtdışına yanıstan kişiler kim? Muhalefetin hangi kesimine aitler?      
 
Bir başkası ise siyasi platform: Son zamanlarda Ulusal Koalisyon (UK), ve onun öncesinde ise Suriye Ulusal Konseyi (SUK). Ulusal Koalisyon devrim için sürgündekilerden çok içerden mücadele veren daha fazla sayıda aktivisti içine alan daha kapsamlı bir gruptur.   
 
Bu arada bahsi geçenlere bir yenisi daha eklenmiştir: Farklı silahlı gruplar ve hükümet arasındaki askeri mücadele. Şu an Ulusal Koalisyon'un başkan yardımcılarından olan Süheyir Atassi'nin de bir zamanlar belirttiği gibi: “Suriye muhalefetinin yanlış dostları var.” Silah ve para İslami güçler tarafından sağlanıyor. Yani İslamcı olduklarını iddia eden bu gruplar, ailelerini ve köylerini korumak için silahları kabul edecektir. Bazıları sırf silah ve kaynaklara erişmek için sakal uzatıp dini semboller kullanmaktadır.      
 
Silahlı muhalefete ilişkin bir başka örnek de şudur: Aydın muhalif isimlerden biriyle ilginç bir sohbet gerçekleştirmiştim. Kendisi bana Alman anayasasında, biri ülkenin demokratik temellerini yıkmak üzere olduğu takdirde halkın direniş hakkının doğduğunu söylemişti. Alman tarihinde yaşananlardan dolayı bu anlaşılabilir bir durum. Bana, “Silahlı muhalefetten söz ettiklerinde Batılı ülkeler neden sadece işin silah boyutuna odaklanıyorlar da hâlâ barışçıl protesto gösterileri yapılırken her bir bireyin aldığı karara odaklanmıyorlar. Bunu bana açıklar mısın?” sorusunu yöneltmişti. Silahı atarak büyük olasılıkla öldürülme riski, veya silahı alıp silahlı birlikten kalabalığa karışan göstericilere yönelmek ve silahsız sivil halkı vurmayacağına inanmak. Bu oldukça etik bir karar. Özgür Suriye Ordusu'nun kurulması altı ay sürmüştür. Bu da demek oluyor ki, bu altı ay boyunca insanlar her Cuma veya daha sık olarak sonunda belki onlarca ya da daha fazlasının öldürüleceğini bile bile sokaklara döküldü, ama yine de bundan vazgeçmediler. Daha önce barış yanlısı olup silahlı hiçbir alakası olmayan ve bugün: “Üzgünüm, ama başka şansım yok” diyen birçok Suriyeli muhalifle tanıştım. Bu ise olayların tarihsel sıralamasına bakarken unutulmaması gereken bir husus. Arap Baharı'nın Suriye'de gerçekleşen bölümüne baktığımızda kronoloji büyük bir önem taşımaktadır. Bu da ilk aylarda devrimi harekete geçiren neden ve dinamiklere açıklık getirmeye yardımcı olurken, şu an meydana gelen olayların analizini doğru bir şekilde yapmak için de gereklidir.                     
 
Ortak Zemin ve Bölücü Hatlar 
 
Başlangıçta değişim dalgasının (parçalı yapısına rağmen) üç ortak paydası ve üç ortak 'hayır'ı vardı. Bunlardan birine göre; “Beşar Esad ile müzakere artık mümkün değil”dir. Suriye içinde sadece birkaç tane solcu grup hâlâ diyalogun mümkün olacağına inanmaktadır. 2011 yılında uluslararası arabuluculuk ve müzakere yoluyla bu karışıklıktan kurtulmak için birçok fırsat vardı. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan iki kez Şam'a ziyarette bulundu. Bir yıl önce Erdoğan ile ortak aile tatillerine çıktıktan sonra Esad'ın, “savaş olsun istiyorsanız, siz bilirsiniz!” demesi gurur kırıcı olmuştur.         
 
İkinci ortak payda ise, “Mezhepçiliğe hayır!” olmuştur. Bu slogan günümüzde de anaakım muhalefetin farklı kesimlerinde önemini korumaktadır. Başlangıçta “dış müdahaleye hayır!” da ortak bir slogan iken, rejimin sert yaklaşımı yüzünden giderek tartışmalı bir hâl almıştır. Bugün birçok muhalif isim, kendilerini korumak için dış müdahaleye değil silaha ihtiyaç duyduklarını ifade etmektedir.     
 
Ama görünüşe bakılırsa yukarıda adı geçen ortak paydalardan ziyade bölünmeler daha fazla göze çarpmaktadır. Peki, neden Suriye'deki muhalefet Arap Baharı'nın yaşandığı diğer ülkelerden daha parçalı bir yapıya sahip? Çıkarlardaki büyük ayrışma “iç” ve “dış” etkenlerden oluşmaktadır. Suriye çok kapalı bir sistem olduğundan ve çok uzun zamandır birçok muhalif isim sürgünde yaşadığından sürgündekilerin sesi Mısır veya Tunus'taki gibi diğer yerlerdekinden daha yüksek çıkmaktadır. Bir başkası ise dinî devlet karşısında laik devlet ayrışmasıdır. Laiklik, eski otoriter laiklik kavramı veya laik otoriterizm ile güvenilirliğini kaybetmiştir. Bugünün aktivistleri ve siyasetçileri “almani”den ziyade “medenî”yi kullanmayı tercih ediyorlar. Söz konusu Arap Baharı sonrası terminoloji olduğunda bu ilginç bir bakış açısıdır. Bir başka ayrılık ise devletin pan-Arap görüşü karşısında yine devletin sivil demokratik görüşüdür. Haziran 2011'de düzenlenen İstanbul'daki önemli muhalefet konferanslardan biri esnasında Kürt delegeler toplantı salonunu öfkeyle terk etmişlerdi, zira Kürtler Suriye'nin gelecek ismi konusunda muhalefetin pan-Arap zihniyetli kesimine karşı mücadele veriyorlardı. Sorun hâlâ Suriye'nin “Suriye Arap Cumhuriyeti” olarak anılmaya devam edeceği mi, yoksa sadece “Suriye Cumhuriyeti” olarak adlandırılıp adlandırılmayacağı konusundadır. Bir başka ayrılık noktası ise pasif direnişe karşı şiddetli direniş hususudur. Ahlaki değerleri hiçe sayan şiddet ve eziyet yüzünden Suriyelerin çoğu barış yanlısı ideallerini kaybetmişlerdir. Son olarak siber okuryazar karşısında siber okuryazar olmayan aktivistler arasındaki ayrışma ise başka bir önemli olgudur. Bu durumdan az önce kısaca söz edilmişti. Sivil Toplum Muhalefeti içindeki yaşlı üyelerin pek de internet meraklısı olduğu söylenemez. O zaman Devrim söylemini şekillendiren kim?                                    
 
Üstelik Suriye örneğinde güçlü bir kırsal-kentsel ayrışma da söz konusudur. Esad yönetiminde kentlerde yaşayan zengin orta sınıf veya yükselen orta sınıf ile yoksul kırsal kesim arasındaki fark oldukça çarpıcıdır. Bu nedenle de ön saftakiler birçoğunun olmasını arzu ettiği gibi çok net değiller. Bu aslında basit bir Sünni-Alevi çatışmasından ibaret değil. Olayın başka boyutları da var. Sünniler arasında hâlâ rejim tarafını tutanlar da var. Öte yandan bazı Aleviler aynı zamanda muhalefetin örgütlenmesinde de yer almışlardır.
 
Muhalefetteki bazı isimler Batılı ülkelerin neden muhalefet içindeki ayrılıklara odaklandıklarını sormuştu. “Sonunda çoğulculuğa sahibiz. Bizden istediğiniz de buydu. Şimdiye kadar hep tekelci, otoriter rejimler vardı, oysa şimdi nihayet farklı görüşlere sahibiz,” demişlerdi. Bu bir bakıma da doğru. Ama Mısır'da muhalefet, rejimi devirdikten sonra açılarak çoğulculuğa yönelmişti. Şimdi hâlâ güçleri birleştirme zamanı gibi görünüyor.     
 
Azınlıklar ve toplum yapısı olarak da Suriye Mısır veya Tunus'takinden çok farklı bir yapıya sahip. Suriye'de azınlıklar daha büyük bir güce sahip. Azınlıkların dörtte üçünden fazlası Sünni iken, bunların yarısı ise siyasi açıdan laik bir görüşe sahip. Kişisel anlamda muhafazakâr olsalar da ticaret yapabilmek için siyasette laik bir Suriye'ye ihtiyaç olduğunun farkındalar. Suriye'deki meşhur Sünni tüccar kesimin bu konuda önemli bir rol oynamasının yanı sıra oldukça da pragmatiktir.     
 
Suriye İç Savaşta mı?
 
Bu sorunun cevabı bu noktada tamamen Suriye ile “iç savaş” kavramını bir arada kullanmak isteyip istememenize (henüz) bağlıdır. Bosna ve diğer yerlerde yaşananlardan yola çıkarak akademik açıdan baktığımızda, iç savaş, bir ülkede iki grup arasında yaşanan savaşa verilen addır. Suriye'de görülen savaş ise, rejimin (geri kalanının) kendi halkının büyük bir bölümüne karşı verdiği mücadeledir. Söz konusu halkın büyük bir bölümünün Sünni olduğu bir gerçek. Diğer gruplar evlerinden çıkmadıkları için rejimin giderek artan şiddeti dolayısıyla isyan gitgide daha fazla Sünni içerikli olmaya başlamıştır. Bazı azınlıklar daha sonra olacaklardan korktukları için ayaklanmalara katılımları azalmıştır. Bu yorumun daha uzun süre sürdürülüp sürdürülmeyeceği konusu ise hâlâ belirsizliğini korumakta. Kasım 2012'de ilk çatışmalar Kürt grupları (2003 yılında PKK'dan ayrılarak kurulan PYD, Partiya Yekitiya Demokrat – Demokratik Birlik Partisi güçleri) ile ağırlıklı olarak Arap Özgür Suriye Ordusu arasında çıkmıştır. Bu durum bilindik bir senaryoya dönüşürse (Kürtlere karşı Arap aktivistler) yukarıda bahsi geçen çatışma yapısına ek olarak bir de iç savaş veya iç savaş benzeri bir durum ortaya çıkacaktır.               
 
Mevcut Muhalefet Yelpazesi
 
Aşağıdaki tablo Suriye'deki muhalefet yelpazesi üzerine mevcut tartışmalar konusunda çok kabaca genel bir bakış sunmaktadır. Bu aslında Ulusal Devrim Koalisyonu ve Muhalefet Güçlerinin kurulduğu Kasım 2012'nin ortalarında anaakım muhalefetin bir araya geldiği Doha'daki müzakereler sırasında ortaya çıkan bir durumdu.   
 
Tablonun sol kısmında bazı solcu ve hatta Suriye merkezli komünist gruplar yer almaktadır. Bunların bir kısmı hâlâ rejimle görüşmelerde bulunmaya hazırdır. Uluslararası aktörler gibi İran, Rusya ve Çin de kısmen aynı görüşü paylaşmaktadır. Mişel Kilo ve Demokratik Platformu kesinlikle rejim karşıtı olmalarına rağmen aynı zamanda bir bakıma pan-Arap ve Batı karşıtı bir tutum da izlemektedirler. Kilo Doha'ya katılmamış ve gelişmeleri izlemeye devam etmiş olsa da desteğini belli etmiştir. Bu yelpazede özellikle SUK ve çoğunlukla sürgünde olan muhalefetin bir bölümü eleştiren diğer aktörleri de bulmak mümkün. Bu eleştirilere göre; ülke içinde rejimle hiçbir zaman doğrudan yüzleşmedikleri ve örneğin hapis cezaları gibi bedeller ödemedikleri için yurt dışındaki aktörler meşruiyetten yoksundur.             
 
ABD ve AB de Riyad Seyf'in muhalefet yelpazesini genişletme ve Ulusal Koalisyon kurma girişimini destekleyenler arasındadır. Oysa Türkiye ve Katar, SUK'un daha dar kapsamlı olmasını ve SUK içinde Müslüman Kardeşler'in bulunmasını güçlü bir şekilde desteklemektedir. Türkiye'nin Müslüman Kardeşler (MK)'e olan bu yoğun desteği ise oldukça ilginç. Erdoğan Mısır'a gidip Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ve Müslüman Kardeşler'den destekçileri tarafından karşılanınca, Erdoğan da kendileriyle yüzleşerek Türkiye'nin kalkınması için laik bir anayasa ve laik bir devlet yapısının önemine vurgu yapmıştır. Mısırlı Müslüman Kardeşler ise, bir model olarak gördüklerini iddia ettikleri Türk liderinin laikliği bu kadar net bir biçimde desteklediğini duydukları için oldukça hayal kırıklığına uğramışlardı. Dolayısıyla Türk hükümetinin Suriye muhalefeti yelpazesi içinde neden özellikle Müslüman Kardeşleri desteklediği sorusu Türkiye'de de tartışma konusu olmuştur. Bununla beraber, Suriye MK bünyesindeki bazı isimler de Suriye'de laik bir devlet fikrini desteklediklerini açıklamışlardır (bu ise 2005 tarihli Şam Deklarasyonu'na dayanmaktadır ve 2011 yılında yinelenmiştir). Ama bu açıklama tüm MK'nın sesini yansıtmamakta, özellikle askeri çatışma daha uzun sürünce tabandaki aktörlerin kutuplaşmasına işaret etmektedir.                    
 
Yelpazenin sağ bölümünde ise çoğunlukla Suriye'ye dışardan sızan gruplar yer almaktadır. Bu gruplar Suriye kaynaklı olmayan çeşitli İslam akımlarını da beraberlerinde getirmekteler. Bunlar özellikle Batılı aktörlerin çekindikleri gruplardır. Batılı siyasetçiler silahların yanlış kişilere ulaşmasından tedirgin olduklarını söylerken kastettikleri bu gruplardır.     
 
Bu radikal İslamcı akımları destekleyen yabancı aktörlerin etkisi tabanda tuhaf sonuçlara yol açmıştır. Laik sığınmacılar ve silahlı gruplar ailelerini ve köylerini korumak için silah ve kaynaklara erişmek amacıyla bazen sakal uzatıp dini semboller kullanmaktadır. Bazen İslamcı bir komutanı kabul etmek için baskı görüyorlar ve bu komutandan gerekli malzemeleri temin ediyorlar.    
 
Doha'da kurulan yeni Ulusal Koalisyon, Suriye'deki muhalefetin bu tek taraflı desteğini etkisiz hale getirebilmek için Batı'nın desteğini arkalarına almaya çalışıyorlar. Aynı zamanda sağlık ve yardım sektörlerinde de Suriye'de giderek etkisini arttıran iyi donanımlı İslamcı kuruluşların seviyesine erişebilmek için laik muhalefet örgütleri yoğun çaba harcıyorlar. Diğer yerlerde olduğu gibi özellikle MK de sosyal hizmetleri tekelinde toplamaya çalışıyorlar.     
 
Sonuç
 
Suriye'nin bugün karşı karşıya olduğu olumsuz gelişmeleri göz önünde bulundurduğumuzda Doha'da geniş bir muhalefet koalisyonunun oluşumu ve bu koalisyonun Aralık 2012 tarihinde Marakeş'te düzenlenen Suriye Halkının Dostları Grubu toplantısında yüzden fazla devlet tarafından Suriye halkının tek temsilcisi olarak tanınması kesinlikle bir umut ışığı olmuştur.      
 
Suriye'nin siyasi geçmişine baktığımızda, bazı umut verici unsurlar da karşımıza çıkabilir. Örneğin Mısır ve Tunus'un hiçbir zaman demokratik bir geçmişi olmamıştır. Oysa en azından Suriye'nin, Baas darbesine kadar 1940'lı, 50'li ve 60'lı yıllarda sivil ve demokratik hükümet geçmişi bulunmaktadır. Hatta Suriye, bugün hâlâ Suriye halkı tarafından saygıyla anılan ve Arap dünyasında bugüne kadarki tek Hıristiyan başbakan olan Faris Khoury tarafından bile geçici bir dönem yönetilmiştir.        
 
Suriye'nin uzun vadeli muhalefetinin fikrî başarılarına baktığımızda, Şam Deklarasyonu'nun modern Arap tarihindeki en önemli siyasi belgelerden biri olduğunu görürüz. Laik güçler, kendi hükümetlerinden başka hiç kimseyi hedef almayan barışçıl yollarla ortak hedeflerini açıkça belirtmek için MK ile güçlerini birleştirmişlerdir.    
 
Ne var ki, değişim hareketinin en başından beri ayakta kalma stratejisinin bir parçası olarak, rejim mezhepçilik kartını oynamıştır. İntifada barışçıl ve mezhepçilik karşıtı bir şekilde başlamış olmasına rağmen, silahlı çatışma uzadıkça mezhepçiliğin de kendini doğrulayan bir kehanete dönüşme ihtimali artmaktadır. Rejim yıkılacak olsa bile hedeflerinden birine ulaşmış olacak: Uzun vadeli kaos.    
 
Arap Baharı'nın Suriye'de yol açacağı uzun vadeli sonuçlar ne olursa olsun, kesin olan bir şey var: Fiziksel ve ahlâki yıkımların ardından oluşacak muazzam boyuttaki görevlere karşın, Suriye halkının kaybolan fırsatlarla geçen bir on yıla daha ne gücü yeter ne de bunu hak etmektedir. Ama eğer en kötü senaryolar gerçekleşecek olursa, Esad himayesinde önümüzdeki on yıl birçok Suriyeli için çok daha vahim olabilir.     
 
Bu makale 21 Kasım 2012 tarihinde Ortadoğu Teknik Üniversitesi (Ankara, Türkiye)'nde gerçekleştirilmiş bir konuşmaya dayanarak hazırlanmıştır.
 
Bibliyografi
 
Abbas, Hassan, “The Dynamics of the Uprising in Syria”, Arab Reform Brief, October 2011 (also published in inamo, winter 2011).
 
al‑Azm, Sadiq J., “The Arab Spring: Why exactly at this Time?”, Reason Papers, Vol. 33 Fall 2011.
 
Bayat, Asef, “The Post-Islamist Revolutions: What the Revolts in the Arab World Mean”, Foreign Affairs Snapshot, 26 April 2011.
 
Council on Foreign Relations/Foreign Affairs (ed.), The New Arab Revolt: What Happened, What It Means, and What Comes Next, (New York, 2011).
 
Dam, Nikolaos van, The Struggle for Power in Syria, (London, 2011) (4th ed.).
Filiu, Jean-Pierre, The Arab Revolution: Ten Lessons from the Democratic Uprising, (London 2011)
 
Fischer, Susanne, “Das Ende der Angst: Syriens junge Generation kämpft für den Sturz des Assad-Regimes”, Internationale Politik, Berlin September 2011.
 
George, Alan, Neither Bread Nor Freedom, (London, 2003)
 
Goodarzi, Jubin M., Syria and Iran: Diplomatic Alliance and Power Politics in the Middle East, (London, 20089.
 
Hinnebusch, Raymond A., “Syria: From ‘Authoritarian Upgrading’ to Revolution?”, International Affairs , Vol. 88, No. 1, 2012.
 
__________ “Syria under Bashar: Between Economic Reform and Nationalist Realpolitik”, , Raymond Hinnebusch, Marwan J  Kabalan,. Bassma Kodmani, David Lesch, (eds.), Syrian Foreign Policy and the United States: From Bush to Obama, (Fife, 2010).
 
__________, “Syria after the Iraq War: Between the Neo-con Offensive and Internal Reform,” DOI-Focus No. 14, March 2004.
 
_________, Syria: Revolution from Above, (London/New York, 2001).
 
_________, Authoritarian Power and State Formation in Ba’thist Syria: Army, Party, and Peasant, (Boulder, 1990).
Hinnebusch, Raymond/Kabalan, Marwan J./Kodmani, Bassma/Lesch, David (eds.), Syrian Foreign Policy and the United States: From Bush to Obama, Fife 2010.
 
Ismail, Salwa, “The Syrian Uprising: Imagining and Performing the Nation”,  Studies in Ethnicity and Nationalism, Volume 11, Issue 3, December 2011.
 
_________, “Silencing the Voice of Freedom in Syria”, in: Index on Censorship, 8 July 2011 (www.indexoncensorship.org/2011/07/silencing-the-voice-of-freedom-in-syria)
 
__________, Changing Social Structure, Shifting Alliances and Authoritarianism in Syria,  Fred Lawson, (ed.): Demystifying Syria, (London, 2009).
 
Kawakibi, Salam, The Private Media in Syrian, Syrian Research and Communication Center (SRCC), 30 August 2010 (http://www.strescom.org/research/private-media-syria).
 
Khoury, Philip S., “The Paradoxical in Arab Nationalism: Interwar Syria Revisited,” in Jankowski, James/Gershoni, Israel (ed.): Rethinking Nationalism in the Arab Middle East, (New York, 1997).
 
Landis, Joshua, The United States and Reform in Syria, The Syria Review, June 2004.
 
Lawson, Fred (ed.): Demystifying Syria, (London, 2009).
 
Lesch, David, The New Lion of Damascus: Bashar al-Asad and Modern Syria, (New Haven, 2005).
 
Leverett, Flynt, Inheriting Syria: Bashar’s Trial by Fire, (Washington, D.C., 2005).
 
Lobmeyer, Hans Günter, Opposition und Widerstand in Syrien, (Hamburg, 1995).
 
Maktabi, Rania, “State, Law and Religion—Gendered Debates on Family Law in Syria and Lebanon” in Raymond Hinnebusch  and Tina Zintl, (eds.), Syria under Bashar al-Asad, 2000-2010: Political-Economy and International Relations, (New York, forthcoming).
 
Moubayed, Sami, “Syria’s new Constitution: Too little, too late”, in: Mideast Views, 14 February 2012.
 
_________, “Challenge for Political Islam in Syria”, in: Mideast Views, 11 December 2011.
 
________- , “More Missed Chances: An offer Syria shouldn’t have refused“, Mideast Views, 21 September 2011.
 
_________,  Steel and Silk: Men and Women Who Shaped Syria 1900-2000, (Seattle, 2006).
 
Pace, Joe and , Joshua Landis, “The Syrian Opposition: The struggle for unity and relevance 2003–2008”, in Fred Lawson, (ed.), Demystifying Syria, London 2009.
 
Perthes, Volker: Syria under Bashar al‑Asad: Modernization and the Limits of Change, Adelphi-Paper 366, (London, 2004).
 
Pierret, Thomas, Baas et islam en Syrie : La dynastie Assad face aux oulémas, (Paris, 2011).
Rabil, Robert G., Syria, the United States, and the War on Terror in the Middle East, (Santa Barbara, 2006).
 
Rabinovich, Itamar: The View From Damascus: State, Political Community, and Foreign Relations in Twentieth-Century Syria, (Edgware, 2008).
 
Saliba, Najib E., “The Syrian Regime: Struggle for Survival and Implications for its Fall”, The Middle East Magazine, 24 September 2011 (http://www.mideastmag.com/90404/the-syrian-regime-struggle-for-survival-and-implications-for-its-fall).
 
Seale, Patrick, Asad: The Struggle for the Middle East, (London: 1988).
 
Seifan, Samir,  Syria on the Path of Economic Reform, St. Andrew’s Papers on Contemporary Syria, (Fife, 2010).
 
Shatz, Adam, “Prophecy and Deliverance: Reading al-Azm in an-Age of Revolution”, Jadaliyya, 20 December 2011. (http://www.jadaliyya.com/pages/index/3674/prophecy-and-deliverance_reading-al-azm-in-an-age-).
 
Tabler, Andrew, In the Lion’s Den: An Eyewitness Account of Washington’s Battle with Syria, (Chicago, 2011).
 
Wedeen, Lisa, Ambiguities of Domination: Politics, Rhetoric, and Symbols in Contemporary Syria, (Chicago/London, 1999).
 
Wieland, Carsten, Syria—A Decade of Lost Chances: Repression and Revolution from Damascus Spring to Arab Spring, (Seattle, 2012).
 
__________,“Between Democratic Hope and Centrifugal Fears: Syria’s Unexpected Open-ended Intifada”, International Politics and Society, Vol. 4, 2011.
 
_________, “Syrian Scenarios and the Levant’s Insecure Future”, in: Orient, III, 2011.
 
_________, “Asad’s Lost Chances”, in: Middle East Research and Information Project, 14 April 2011.
 
_________,“The Present Context of Syria’s Foreign Policy, Change in the Region and Stagnation at Home”, CMES-Report No. 2, June 2010,
 
_________, “Turkey’s Political-emotional Transition”, in: OpenDemocracy, 6 October 2009.
 
________,  Syria - Ballots or Bullets? Democracy, Islamism, and Secularism in the Levant, (Seattle, 2006).
 
_________,  Syria at Bay: Secularism, Islamism, and “Pax Americana”, (London, 2006).
 
Ziadeh, Radwan, Power and Policy in Syria: Intelligence Services, Foreign Relations and Democracy in the Modern Middle East, (London, 2011).