Nükleer Anlaşma Sonrası İran Siyaseti

Geçen yıl Temmuz ayında İran ile 5+1 grubu arasında yapılan nükleer anlaşmada (Kapsamlı Ortak Eylem Planı, Bercam) 17 Ocak itibariyleyeni bir aşamaya, ‘uygulama’ aşamasına geçildi. Nükleer programı nedeniyle İran’a uygulanan yaptırımların kalkması anlamına gelen bu gelişme, şüphesiz en çok anlaşmanın İranlı mimarı Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’yi mutlu etti.Bütün siyasi stratejisini nükleer meselenin diplomatik yollardan çözümü üzerine kurmuş olan Ruhani, anlaşmayı İran’ın zaferi olarak nitelendirdi. Nükleer anlaşmanın yanı sıra 26 Şubat’ta yapılan parlamento seçimleri ve Uzmanlar Meclisi seçimleri Cumhurbaşkanı Ruhani’yirahatlattı. Onun destekçileri parlamentoda ve Uzmanlar Meclisi’nde mutlak bir çoğunluk elde edemedi, ama Ruhani hükümetinin politikalarını ve nükleer anlaşmayı sert bir şekilde eleştiren  ‘usulgera’ (ilkeciler) cephesine kıyaslaseçimlerden güçlü bir şekilde çıktı.

 

Ruhani’nin Yeni Toplumsal Sözleşme Arayışı: İkinci Bercam

Kapsamı itibariyle İran’ın nükleer programı üzerindeki ihtilafların çözümüne yönelik olsa da nükleer anlaşmanın, ekonomik ve siyasi sonuçları açısından İran’ın iç ve dış politikasında önemli değişikliklere yol açması bekleniyor. Bu hususta şimdiye kadar çok sayıda spekülasyon ve değerlendirme yapıldı. Bu çalışmaların çoğunda nükleer anlaşma İran siyaseti açısından dönüm noktası olarak görülüyor ve ‘nükleer anlaşma sonrası İran’dan bahsediliyor. Bu çerçevede yapılan değerlendirmelerden birisinde Arang Keshavarzian Middle East Report adlı dergide kaleme aldığı yazıda, nükleer anlaşmayı İran için yeni bir ‘toplumsal sözleşme’ olarak nitelendirdi. Nitekim Ruhani, nükleer anlaşma ile birlikte İran’ın dış ilişkilerinde yeni bir aşamaya geçildiğini söyledi.Seçim sonuçları ile konumu biraz daha güçlenen Ruhani, Nevruz konuşmasında nükleer anlaşmanın ‘gururla hatırlanacak bir başarı’ olduğunu ifade ettikten sonraİran’ın ekonomik ve siyasi sorunlarının çözümü için tıpkı nükleer anlaşmada olduğu gibi ‘ulusal eylem planı, İkinci Bercam’ yapılması gerektiğini, bu sürecin seçimlerle birlikte başladığını söyledi.

Ne var ki seçimlerin hemen ardından Ruhani, yeni sorunlarla karşılaştı. Bir taraftan nükleer anlaşma ile ilgili tartışmalar yoğun şekilde devam ederken öte yandanİran siyasetindeki hareketlilik  ve gerilimseçimler sonrasında da artarak devam etti. İran’da seçin sonrası siyasi gerilim, Nizamın Maslahatını Teşhis Heyeti Başkanı ve Cumhurbaşkanı Ruhani’nin müttefiki Ayetullah Haşimi Rafsancani ile Rehber Ayetullah Ali Hamanei arasındaki söz düellosuyla ayyuka çıktı. Rafsancani’nin twitter hesabından 23 Mart’ta ‘yarının dünyası füzelerin değil söylemlerin dünyasıdır’ yazılı bir mesaj atıldı. Buna tepki olarak Hamanei, 30 Martta yaptığı bir konuşmada ‘geleceğin dünyasının füze değil müzakere olduğunu söyleyen kişinin ya ihanet içinden olduğunu yada cahil olduğunu’ söyledi. Bunun üzerine Rafsancani geri adım attı ve söz konusu mesajın önceki konuşmalarında bir cümlenin parçası olduğunu ve yanlış anlaşıldığını belirtti ve İran’ın füze programını kendisinin başlattığını hatırlattı.

Bugünlerde İran’da en önemli tartışma konusu ise nükleer anlaşmanın  uygulanması ile ilgili. Füze programı üzerindeki tartışma da nükleer tartışmanın bir boyutu olarak görülebilir. Ayetullah Hamanei, baştan beri müzakerelere destek verse de anlaşmaya açık bir şekilde karşı çıkmamış veya destek vermemişti. Yalnız Batılılara tam olarak güvenilemeyeceği hususuna dikkat çekmişti. Gerçekten de anlaşmanın uygulamaya geçmesinden sonra üç aydan fazla bir süre geçtiği halde yaptırımların kaldırılmasında bazı problemlerin var. Avrupa Birliği insan hakları ihlalleri iddiasıyla İran’a uyguladığı yaptırımları bir yıl daha uzattı. Keza ABD, nükleer mesele ile ilgili yaptırımları kaldırsa da İran’ın Suriye politikası, terörizme destek vermesi ve insan hakları ihlalleri gibi iddialar ile İran’a hala yaptırım uyguluyor. ABD Hazine Bakanı Jacob Lew, Nisan ayının başında yaptığı bir açıklamada, İran’ın Amerikan finans sistemine dönmesine izin vermeyeceklerini belirtti. Keza hem Amerikalı hem de İranlı yetkililer, İran’ın yurtdışında 100 milyar dolar civarında olduğu iddia edilen finansal varlıklarından yalnızca üç milyar dolarına erişebildiğini teyit etti.

Nükleer anlaşma kapsamında İran’ın en çok ısrar ettiği konu nükleer mesele ile ilgili yaptırımların kaldırılması idi. Bu çerçevede İran’ın uluslararası para transfer sistemi SWIFT’ten çıkarılması ve İran Merkez Bankası’nın her türlü işlemlerinin AB ve ABD yaptırım  kapsamına alınması İran’ın uluslararası ticaretine çok büyük darbe vurmuştu. Şimdi söz konusu yaptırımlar hukuki olarak kalktığı halde gerek teknik sorunlar, gerekse yaptırımların statüsündeki karmaşıklık nedeniyle İran’ın bankacılık işlemleri hala normale dönmedi. Zira Avrupalı bankalar ve büyük şirketler hala bir şekilde Amerikan yaptırımlarına maruz kalmaktan endişe ettikleri için İran ile ilgili işlemlerde son derece ihtiyatlı davranıyor.

İran’ın bütün yükümlülüklerini yerine getirdiği halde uygulamada ortaya çıkan sorunlar Ruhani’nin elini zayıflatıyor. Hamanei, 21 Mart’ta Meşhed’de yaptığı konuşmada nükleer anlaşmanın bazı kırmızı çizgileri ihlal ettiğini ifade etti ve ülkenin sorunlarının çözülmesi için  - isim vermeden Ruhani’yi kastederek-  ‘ikinci, üçüncü anlaşmayı önerenlerintehlikeli bir tutum içinde’ olduğunu söyledi. Ona göre ‘ikinci bercam’ İran’ın ekonomik, toplumsal ve siyasal sorunlarının çözüm yolu olarak ABD ile diyalog kurulması ve bazı politikalarını değiştirmesi  anlamına geliyor. ‘İkinci bercam’ çağrısının tehlikeli olmasının üç sebebi var; ABD’nin talepleri bitmez, İran bölge politikalarını değiştirirse ve adım adım geri çekilirse devrimden eser kalmaz ve yakın zamanda görüldüğü gibi kendi yükümlülüklerini yerine getirmeyen Amerikan hükümetine güvenilmez.

Ayetullah Hamanei’nin sert açıklamalarından sonra Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı Tümgeneral M. Ali Caferi,  - Ruhani’nin iddia ettiğinin aksine ‘nükleer anlaşmanın hiçbir zaman iftihar edilecek bir belge olmadığını’ söyledi. Nisan ayının başından beri Cuma hutbelerinde nükleer anlaşmanın sonuçsuz kaldığı, Batılıların sözlerinde durmadığı belirtiliyor. Anlaşmadaki rolü nedeniyle Cumhurbaşkanı Ruhani ve destekçileri de eleştirilerden paylarını alıyor.

Nükleer anlaşma yüzünden eleştirilerin yoğunlaştığı bir dönemde uygulamaya ilişkin sorunların çözülmesi içinhem Dışişleri Bakanı Zarif, hem de İran Merkez Bankası Başkanı Veliyullah Seif ABD’ye giderek bazı görüşmeler yaptı. Cumhurbaşkanı Ruhani 20 Nisan’da yaptığı konuşmada suçlamalara cevap verdi. Anlaşmanın uygulanmasının üzerinden daha yalnızca üç ay geçtiğini, anlaşma öncesinde İran’ın petrol satışları neredeyse durma noktasına gelmişken şimdi yaptırım öncesi düzeye geldiğini ve çok sayıda yabancı yatırımcının İran’a yatırım yapmaya hazırlandığını hatırlattı.

 

Anlaşma Sonrası İran Siyasetinin Dinamikleri

Görünürde nükleer anlaşma üzerinden yürüyen siyasi gerilimin üç boyutu var. Birincisi İran’ın Batı ile siyasi ilişkileri. Ruhani’nin dış politika stratejisinin temelinde nükleer meselenin hallinden sonra Batı ile ilişkilerin geliştirilmesi var. Nitekim uzun bir aradan sonra Davos Zirvesi’ne katılan ilk cumhurbaşkanı oldu. Keza 16 yıl aradan sonra ilk defa cumhurbaşkanı düzeyinde bazı Avrupa ülkelerine ziyaretler gerçekleştirdi. Hamanei, bu konu ile ilgili yaptığı bir konuşmada ‘Batı ile ilişkilerin kesilmesini desteklemiyorum, fakat kiminle muhatap olduğumuzu bilmemiz lazım ... ABD ve Siyonist rejim dışında bütün dünya ile ilişki kurmalıyız, fakat dünya Batı ve Avrupa ile sınırlı değildir’ dedi.

İran siyasi dinamiklerinin ikinci boyutu, İran ekonomisinin yeniden yapılandırılması ve dışa açılması ile ilgili. Nevruz mesajlarında Cumhurbaşkanı Ruhani  ekonomik sorunların çözümü için ‘ikinci bercam’ çağrısı yaparken Ayetullah Hamanei ‘direniş ekonomisi’ çağrısı yaptı. Hamanei, Nevruz’da başlayan yeni İran yılını (1395), ‘Direniş Ekonomisi: Eylem ve Uygulama Yılı’ ilan etti. Direniş ekonomisi kavramı ilk defa İran’a yaptırımlar uygulanmaya başladığında ortaya atılmıştı. Bu kavramın şimdi ‘yaptırımlar sonrası İran’ ekonomisi için kullanılması oldukça manidar. Düşman tehditlerinin devam ettiği ve İran’ın ekonomik sahadaki zayıflıklarının asgariye düşürülmesi anlamına gelen direniş ekonomisi, Ruhani’nin dış dünya ile ekonomik entegrasyon yaklaşımı ile neredeyse taban tabana zıt. Zira, direniş ekonomisi söylemi kendi-kendine yeterliliği ve Batı ile angajmanların sınırlı düzeyde tutulmasını esas alıyor. Hamanei ve muhafazakar destekçileri, Batı ile ekonomik ilişkilerin gelişmesinin İran’ın iktisadi bağımsızlığına zarar vereceğini, keza yabancı yatırımlar üzerinden Batılıların İran’da siyasi ve kültürel nüfuzlarını artırmaya çalışacaklarını ileri sürüyor.

Üçüncüsü, İran’ın balistik füze programının Batılı ülkeler tarafından yeni bir anlaşmazlık konusu yapılmasıdır. Nükleer müzakereler sırasında bu konu gündeme gelmiş, İran’ın füze programları ile ilgili yaptırımların beş yıl daha devam etmesi ve İran’ın nükleer başlık taşıyacak kapasitede balistik füze yapmaması konusunda mutabakata varılmıştı. Devrim Muhafızları’nın Mart ayının başında 750 kg başlık taşıyabilen 1700 km menzilli füze denemesi, ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya tarafından ‘tehlikeli ve kışkırtıcı’ olarak değerlendirildi. Bu devletler, söz konusu denemelerin BM Güvenlik Konseyi’nin 2231 sayılı kararını ihlal ettiği iddiasıyla BM Güvenlik Konseyi’ne başvurdu. Bu durum İran’ın güvenlik elitini ve muhafazakarları son derece rahatsız etti. Daha nükleer anlaşmanın uygulanmasındaki sorunlar çözülmeden füze programının gündeme getirilmesi, Hamanei’nin ifade ettiği gibi Batılılara güvenilemeyeceği ve Batılıların taleplerinin bitmeyeceği algısını güçlendirdi.

Ruhani, nükleer anlaşmayı İran siyasetinde yeni bir dönemin başlangıcı olarak görmek istiyor fakat, hem Batı ile ilişkilerin niteliği, hem de  temel ekonomi politikaları konusundaki görüş farklılıkları devrim sonrası İran siyasetinin başlıca kırılma noktalarını oluşturuyor. Bu konulardaki görüş ayrılıkları, bir yandan kabaca muhafazakar – reformcu/pragmatist ayrışmasının temeli olarak görülse de diğer yandan Mahmud Sariolghalam’in tabiriyle ‘küreselleşmeciler’ ile ‘yerliciler’ arasında bir mücadelenin zeminini oluşturmaktadır.Bu uzun soluklu mücadele, bugün Ruhani’nin iktidarının devamı üzerinde bir tartışmaya ve rekabete dönüşmüştür. Hem nükleer anlaşmanın uygulanmasında ortaya çıkan belirsizlikler, hem de gelecek yıl Haziran ayında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri İran’daki mücadelenin şiddetli bir şekilde devam etmesine sebep oluyor.