Etkinlik Değerlendirmesi

ORSAM Konferansları: İş Birliği ve Huzur Beklentisiyle Ortadoğu'nun Değişken Durumu

Onur Konuşmacısı: Lübnan Eski Başbakanı Fouad Siniora

6 Nisan 2021

Fouad Siniora’nın Konuşmasının Deşifresi:
Sevgili Arkadaşlar, Bayanlar ve Baylar,

ORSAM Ortadoğu Araştırmaları Merkezi olarak “İş Birliği ve Huzur Beklentisiyle Ortadoğu'nun Değişken Durumu” başlıklı konuşma davetiniz için teşekkür ederim.

İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana insanlığa en büyük ekonomik, politik ve sosyal zararı veren Covid-19 salgınının yıkıcı sonuçlarına tanıklık eden dünya, bugün hâlâ “güven eksikliği bozukluğu” olarak bilinen fenomenin olumsuz etkilerine maruz kalmaktadır. İnsanlar tedirgin ve güvensiz hissetmektedir. Hâlen ciddi bir güven kırılması noktasındayız: Ulusal ve uluslararası kurumlara güven, devletler arasında güven ve kurallara dayalı küresel düzene güven. Dahası, insanlar siyasi kurumlara olan inançlarını kaybetmekte, kutuplaşma ve popülizm artmaktadır. Uluslararası kararlar görmezden gelinmekte ve ülkeler arasındaki iş birliği her zamankinden daha belirsizleşmektedir. Zorluklar arttıkça, insanlar içe dönüyorlar ve dünyanın en çok ihtiyaç duyduğu şeyin kurallara dayalı düzene sadık kalmak olduğu bir zamanda, çok taraflılık saldırı altında bulunmaktadır.

Değerli arkadaşlar,

Bazı Arap ülkelerinde fırtınalı bir kışa dönüşen sözde Arap Baharı'nın patlak vermesinin üzerinden on yıl geçti. Birkaç Arap ülkesinin uzun vadeli refahının yanı sıra,  istikrar ve ekonomi ciddi şekilde baltalanmıştır. Suriye, Irak, Yemen, Lübnan, Libya ve Sudan özellikle etkilenmiştir.  Son on yılda bu ülkeler, devletin gücünü ve hukukun üstünlüğünü aşındıran büyük olaylara ve tehlikeli geri gidişlere şahit oldular; bunlar siyasi, sosyal ve ekonomik durumlarının daha da kötüye gitmesine neden olmuştur. Bu bağlamda, bu ülkelerde ulusal devlet, bölgesel ve uluslararası dış müdahaleye açık milis örgütler ve devlet dışı aktörlerin baskısı altında kalmıştır.

Nitekim geçtiğimiz birkaç on yıllık dönemde, Arap bölgesi birçok Arap devletinin sosyo-ekonomik ve politik sorunlarını çözme konusundaki başarısızlığın sürekliliğinden muzdariptir. Bu ülkelerin çoğunda, etnik ve dinî farklılıklarının kötü yönetiminden büyük ölçüde zayıf liderler sorumludur. Liderler, farklılıkları ülkelerini zenginleştirmek için bir fırsat olarak değerlendirmek yerine onu patlatan bir krize dönüştürdüler. Dahası bazı Arap devletleri, bölgedeki kardeşçe ve dostane ilişkileri yönetme ve düzenleme konusunda ciddi şekilde başarısız olmuştur. Bu durum, devlet dışı aktörlerin gelişerek daha fazla şiddet ve çatışma yayma konusunda daha büyük bir rol oynamaya, şiddet ve çatışmadan beslenmeye başladığı yeni bir ortama katkıda bulunmuştur. Bu trajik durum Arapların, Arap bölgesinin kaderini belirlemede hayati rol oynama konusundaki başarısızlığı nedeniyle ortaya çıkmaktadır.

Bölgedeki rahatsızlık veren ciddi dengesizlikler hem bölgesel hem de küresel güçleri, Arap ülkelerinden bazılarını bir iş birliği aracı, bir kültürel ve ekonomik iş birliği alanı olarak değil; bir savaş alanı olarak kullanmaya teşvik etmiştir. Bu durum, başta İran ve İsrail olmak üzere bazı bölgesel güçlere, doğrudan saldırarak veya bölge ülkelerindeki iç çatışmaları, anlaşmazlıkları ve isyanları kışkırtarak bölgenin istikrarsızlaştırılmasında artan bir rol oynama imkânını vermiştir. Özellikle İran İslam Cumhuriyeti, bölgedeki istikrar ve güvenliği zayıflatmak için dört Arap ülkesine -Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen- vekâlet savaşı yoluyla veya doğrudan yoğun bir şekilde ve inatla müdahil olmaktadır. Dahası İran, yaklaşan nükleer müzakerelerde ABD ile pazarlık pozisyonunu iyileştirmek için açıkça bu ülkeleri kullanmaktadır. Öte yandan, Türkiye ve Arap dünyası karşılıklı çıkarların yanı sıra yüzyıllara yayılan ortak kültürel ve tarihî köklerle bağlıdır. Arap bölgesi, özellikle Suriye ve Libya'da, karşılıklı saygı ve içişlerine karışmama temelinde Türkiye'nin olumlu ve yapıcı bir rol oynamasını beklemektedir. Son dönemlerde, Türkiye ile Mısır arasındaki temaslardan kaynaklanan gelişmeler bizi teşvik etmektedir. Umut ediyoruz ki gerginliğin ve yanlış anlamaların yok olması, Libya, Suriye ve diğer yerlerdeki krizlerin dostane bir şekilde çözülmesine yardımcı olacaktır.

Arap ve İslam dünyasıyla ilgili olarak Filistin sorunu, modern tarihin en eski çözülmemiş krizi olmaya devam ediyor. Uluslararası hukukun temel ilkelerinin yanı sıra Güvenlik Konseyi ve BM Genel Kurulunun kararlarıyla da çelişen Trump yönetiminin hayal kırıklığı yaratan Yüzyılın Anlaşması giderek kayboluyor. Geçenlerde BAE, Bahreyn ve Sudan'ın İsrail ile Abraham Anlaşması’nı imzalaması, seksen yıllık problemin temel sorunları çözülmedikçe Ortadoğu'da uzun vadeli ve sürdürülebilir barış umutları üzerinde olumlu bir etki yaratmayacaktır. Çaresizlik içindeki Filistinliler, yakın zamanda Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvuru yapmıştır. Olabildiğince açık ve net ifade edilmelidir ki Filistinliler, on yıllarca süren acı ve kızgınlıktan sonra haklarından ve haysiyetlerinden geriye kalan her şeyi kurtarmak için adil, uygulanabilir ve kalıcı bir siyasi çözüm talep etme hakkına sahiptirler.

Bugün Arap bölgesindeki ülkelerin bazıları, endişe veren zorlu bir çatışma ihtimaliyle karşı karşıyadır. Uluslararası toplum, haysiyetli bir şekilde yaşam için haklı bir savaş veren ve bunun bedelini kan, açlık, kin, büyük fiziksel yıkım ve yoksullukla pahalıya ödeyen Suriye halkını unutmuş görünmektedir. Nüfusun neredeyse yarısına karşılık gelen milyonlarca Suriyeli, ülke içinde yerlerinden edilmiş veya çaresizce komşu ülkelere kaçmak zorunda kalmıştır. Sahilde boğulmuş Suriyeli çocuğun görüntüsü her zaman dünya vicdanında bir leke olarak kalacaktır. Suriye, bölgede bir insanlık ve güvenlik trajedisi olmaya devam etmektedir. Ülke, bölgesel ve uluslararası oyuncular İsrail, İran, Rusya, ABD, Türkiye ve bunların IŞİD ve Hizbullah gibi maşaları için bir savaş alanı hâline gelmiştir.

Güvenlik Konseyinin 2254 sayılı kararı, Suriye Arap Cumhuriyeti'nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne olan güçlü bağlılığını yeniden teyit etmiş ve Suriye liderliğinde, Suriye halkının meşru isteklerini karşılayan kapsayıcı bir siyasi süreç çağrısında bulunmuştur. Daha da önemlisi, siyasi bir çözümü harekete geçirmeyi amaçlayan yeni bir anayasa taslağı hazırlanmasını şart koşmaktadır. Dolayısıyla Rusya, Türkiye ve İran'dan oluşan üçlü grup arasında devam eden görüşmelerin de katkıda bulunması umulmaktadır. Bu bağlamda en dikkat çekici olan husus, Rusya'nın Suriye'de artan askerî varlığı sayesinde Akdeniz ve Kızıldeniz bölgelerindeki etkisini genişletmesidir. Başkan Biden'ın seçilmesinin ardından ABD ile artan gerilim soğuk savaşı hatırlatmaktadır. Bu bakımdan, Suriye'de Suriyelilerin zorla yerlerinden edilmelerine son veren ve nihayetinde güney sınırlarında barış ve güvenliği sağlayacak bir düzenleme arayışı içinde olmak Türkiye’nin de yararınadır.

Libya'ya gelince görünen o ki özellikle Mısır ve Türkiye’nin ilişkilerini iyileştirmeye niyetli oldukları dikkate alındığında, Avrupalılar, Türkiye ve Mısır ile güçlerini birleştirme eğilimi içindedir. Böylesi çok taraflı bir anlayış, bu tehlikeli ve sonuçsuz çatışmaya son verme şansını kesinlikle artıracaktır. Silahlı milislerin geri çekilmesini hızlandırmak için bölgesel güçlere baskı uygulayarak kalan sorunları çözmek için hâlâ gerçek çabalara ihtiyaç bulunmaktadır.

Yemen'de, Arap ittifakının desteğini alan Yemen hükûmeti ile İran’ın tam desteğine sahip Husi milisleri arasındaki trajedi 2014'ten beri kesintisiz devam etmektedir. İran'ın Yemen'e ısrarlı müdahalesi, bu ülkede daha fazla karışıklık yaratma ve bölgedeki diğer ülkelere sirayet etme konusunda ciddi bir endişe kaynağıdır. Öte yandan, Suudi Arabistan tarafından önerilen ve büyük güçler tarafından olumlu karşılanan son barış girişimi gibi bazı iyi göstergeler de mevcuttur.

Son Çin-İran Stratejik Anlaşması'yla ilgili olarak, nelere yol açabileceği hâlâ netlik kazanmasa da ABD'nin ulusal birliğini güçlendirmek için dikkatini kendi iç meselelerine çevirmesi hususuna, Batı Avrupa ile ilişkilerini düzeltmeye ve Rusya ve Çin ile büyük güç rekabeti üzerinde yoğunlaşmaya yarar vardır. Ortadoğu, ABD için stratejik önemini kaybetmiş görünmektedir. Özellikle Suriye'deki önemli askerî varlığıyla Rusya güçlü bir bölgesel oyuncu olarak ortaya çıkmıştır. Çin, son yirmi yılda bölgede ekonomik güç hâline gelmiştir; KİK ve Lübnan'ın bir numaralı ekonomik ortağı konumundadır. Çin-İran Stratejik Anlaşması, Çin'in ekonomik hâkimiyetine bir miktar siyasi destek sağlayabilir. Asya ve Afrika'da gelişmekte olan bazı ülkelerle Çin'in ekonomik ilişkilerinin geçmiş tecrübesi o kadar başarılı değildir. Bu ilişkilerden beklenen faydalar hayata geçirilememiştir. Buna rağmen, yeniden yapılanma çabalarına yardımcı olmak için Çin bölgedeki tüm taraflar arasında ara buluculuk rolü oynayabilir. Çin’in İsrail, İran ve Rusya dâhil bölgedeki bütün taraflarla iyi işleyen ilişkiler geliştirmiş olmasının meyvelerini topladığını düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar,

Körfez ülkeleri arasındaki son uzlaşma ve radikal İslami hareketlerin göreceli olarak kontrol altına alınması sayesinde bazı iyi işaretler gözlenmektedir. Bunlardan cesaret alarak Ortadoğu'nun kırılgan ve zayıflamış uluslarının, büyük ülkelerin güç rekabetine dayanan politikalarından uzak durmak için ellerinden geleni yapmaları gerektiğine inanıyorum. Esasen süper güçlerin karşılıklı meydan okumalarının yarattığı belirsizlik ortamında, bölgedeki yerel oyuncular, iç ve bölgesel güvenlik konularını aktif diplomasi yoluyla dürüstçe tartışarak bölgesel gerilimleri en aza indirmeye ve uzun vadeli ortak ekonomik çıkarlarını geliştirmeye teşvik edilmelidir. Bu çatışmalar bölgede ve çevresinde barış için açık bir tehlikedir. Geçmiş deneyimler bize, çatışmanın her iki tarafı da savaş istese bile savaşların her zaman gerçekleşmediğini öğretmiştir. Bazen savaşın kendisi, bazı kontrol edilemeyen hatalar veya öngörülemeyen olaylar nedeniyle çatışmanın her iki tarafını da zorlar. İşte tam da bu nedenle, dünyanın bu bölgesinde, savaşın ne zaman geleceğini veya barışın ne zaman hüküm süreceğini tahmin etmek çok zordur, hatta neredeyse imkânsızdır. Ama unutulmamalıdır ki onlarca yıllık adaletsizlik ve az gelişmişlikle karşı karşıya kalan bir bölgede, statüko asla kalıcı bir çözüm olmayacaktır. Dahası, bölgenin artan sorunlarının askerî yöntemle çözümlenmesinin mümkün olmadığı da ortaya çıkıyor. İstikrar ancak bu ülkelerin ve halklarının ortak çıkarlarını dikkate alan adil çözümlere ulaşmak için gerçek, samimi ve ciddi çabalar gösterildiğinde hâkim olacaktır. Arap dünyasındaki genç nesillerin gerilim, korku ve savaşlardan yorulduğunu biliyorum. Hukukun üstünlüğü ilkesi altında, huzur ve haysiyetli bir şekilde yaşayabilmek için muzdarip oldukları giderek artan sorunlara gerçek ve etkili çözümler talep ediyorlar.

Ekonomik faktörler her zaman savaşlar için bir neden olmuştur ama aynı zamanda komşularla ortak çıkarlara dayalı barış inşa etmenin de nedeni olmuştur. Arap dünyası nüfusunun 2030 yılına kadar büyük olasılıkla 600 milyona ulaşacağı tahmin ediliyor. Bunların çoğunluğu gençlerdir ve insan sermayesi kadar doğal kaynaklar açısından da zengin olan ülkelerini geliştirmeye isteklidirler.

Küreselleşen dünyada ülkeler birbirine derinlemesine bağlantılı hâle geldiğinden, ülkeler arasındaki veya ülkelerin kendi içindeki gerilimlerin her zaman bulaşıcı olduğu gerçeğini vurgulamak isterim. İstikrarsızlıkları ve çatışmaları teşvik etmek, sonuçta göçü körükleyecektir. Bu da kültürel şoklar yaratacak, aşırı sağ hareketleri ve milliyetçiliği besleyecektir. Artan aşırılık ve yabancı düşmanlığının yanı sıra ırkçı tutumların kısır döngüsü, kaçınılmaz olarak daha fazla aşırılık, şiddet ve terörizm üretecektir.

Benim fikrime göre, Ortadoğu'da stratejik ve sürdürülebilir güvenlik ve istikrar sağlamanın tek yolu, barış güçlerini ve unsurlarını kuvvetlendirmektir. Bu da ancak adaleti pekiştirme ve uluslararası kararlara tam saygı gösterme yönünde büyük bir kararlılıkla ilerlemekle mümkündür. Bu ülkelerde benimsenen kapsayıcı politikaların barışı, istikrarı teşvik etmesi, büyüme ve ilerlemeyi desteklemesi zorunludur.

Bu bağlamda, başta Suriye ve Libya olmak üzere birçok bölge ülkesinde barış ve istikrarın yaygınlaşmasına katkıda bulunmada, Türkiye'nin çok önemli ve yapıcı bir rol oynayabileceğine inanma eğilimindeyim. Bölgede stratejik ve sürdürülebilir istikrar, daha fazla iş birliği ve üretken ekonomik ilişkilere yönelik çabaların artırılmasıyla elde edilebilir. Bu, sonuçta Ortadoğu ülkeleri arasında daha iyi ve barışçıl bir ortam inşa edilmesine yol açacaktır.

Bu çerçevede, aşağıdaki üç konuda ciddi çabaların gösterilmesi gerektiğini öneriyorum:

1. Filistin çatışması konusunda, iki devletli bir çözümün onaylanması, Filistinlilerin egemen ve yaşayabilir bir devlete sahip olma taleplerine ve İsraillilerin barış ve güvenlik ihtiyaçlarına cevap verecektir. Egemen bir Filistin devletinin kurulmasını garanti eden etkili bir plan üzerinde uzlaşma sağlanmadıkça Filistinlilere verilen boş vaatler, hayal kırıklıklarını daha da artıracak sahte bir umutla sonuçlanacaktır. İsrail'in yayılmacı politikasına devam ederek daha fazla yerleşim yeri kurarak ve Filistinlileri ana vatanlarından çıkararak barışçıl bir çözüm arayamayacağı oldukça açık hâle gelmiştir. Keza İsrail, Güvenlik Konseyinin 242 sayılı kararını ve 2002 Arap Barış Girişimi’nin iki devletli bir çözüm çağrısını da görmezden gelmeye devam edemez. Filistinlilerin boş vaatler veya sahte barış uzlaşmalarıyla daha fazla tahammül edemeyeceklerini anlamalıyız.

2. Arap dünyası, İran'ın Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen'deki müdahaleci politikasına karşı çıkma açısından tutumunu net ve sağlam hâle getirmesi gerektiğine inanıyorum. Aynı şekilde Lübnan'da Hizbullah, Yemen'de Husiler ve Irak'ta Haşdi Şaabi gibi bölgedeki vekillerinin devam eden tehditlerine karşı da açık tutum almalıdır. İran, bir yandan ABD ile önümüzdeki müzakerelerde pazarlık pozisyonunu iyileştirmek için bölgedeki dört ülke üzerindeki baskılarını ve müdahalelerini artırırken diğer yandan, yakında yapılacak parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleriyle meşgul olacaktır. Aynı zamanda ABD'nin Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA) Anlaşması’na geri döneceğini umut ediyor. Buna mukabil ABD, İran'da yaklaşan seçimleri bekliyor gibi görünüyor. İran, hâlen mali, ekonomik ve siyasi açıdan ağır bir bedel ödemektedir. Eninde sonunda, İran'ın artan sorunlarını çözmesi gerekecektir. Bu bağlamda, er ya da geç bölgede yorgunluk siyasetinin hâkim olacağına inanıyorum. Bazı ülkeler ve özellikle İran, kaynaklarını, üretken ekonomik sektörlerden ve İran halkının acil ve büyüyen ihtiyaçlarından uzak tutmaya devam edemez. Aynı durum Arap bölgesi halkları için de geçerlidir. Araplar, İran'ın tehditlerine ve bölgeye müdahalesine açıkça karşı koyarken aynı zamanda, İran'ın her gerçek olumlu jest ve dostane tavrına karşılık olarak eş zamanlı ve içtenlikle İran'a elini uzatmalıdır. Bu bağlamda, Arap dünyası ile İran arasında pek çok ortak çıkar ve fayda olduğu gerçeğine dikkatinizi çekmek isterim. Arap dünyası ve İran’ın birlikte büyümesi ve refahının artması çelişmez.

3. Bölgedeki ılımlı Arapların ve laik güçlerin kuvvetlenmesi, dinî yetkilileri çeşitliliğe, başkalarına saygıya ve barışa inanan kapsayıcı bilinçli toplumlar yaratmaya davet edecektir. Arap ülkelerindeki çeşitlilik, özgürlükleri ve dinleri korumaya ve saygıya dayalı yeni ılımlı laik sistemi geliştirebilir. Sıkı çalışma, disiplin, verimlilik gibi değerlere vurgu yapan ve aynı zamanda eleştirel düşünmeyi teşvik eden bir yaklaşıma ihtiyacımız olduğu açıkça belirtilmelidir. Hızla değişen dünyamızla uyumlu yeni bir dinî söyleme ihtiyacımız var; gerileme yerine adapte olan ve yeni nesillerin barış içinde olmasının kapısını açan bir söyleme. Bunu, gençlerimizin zihninde İslam hakkındaki kötü niyetli ve sistematik bir şekilde yayılan yanlış kanıları düzelterek yapabiliriz. Yurt içinde siyasetin yönlendirdiği radikalleşmeye ve yurt dışında yabancı düşmanlığına karşı acilen aydınlanmacı bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Özetle dünyayı korkutmak istemiyoruz ama aynı zamanda ondan korkmak da istemiyoruz. Yıkım ve kötülüğün bulaşıcı olması gibi reform programları ve yapıcılık da bulaşıcı olmalıdır.

Bayanlar ve baylar,

Görünüşe göre tüm bu hedefler, ulaşabileceğimiz noktaya her zamankinden daha uzakta. Ancak bu hedeflerin çetin, anlaşılması zor ve iddialı olmaları, onları daha az doğru yapmaz. Bunlar tüm ilgili tarafların ortak çabasını hak eden asil amaçlardır.

Bunlar bizim tek umudumuz, tek seçeneğimiz, tek kurtuluşumuzdur.

Dinlediğiniz için teşekkür ederim.