Ortadoğu'da yol ayrımı mı?

15 Temmuz 2016’da yaşanan darbe girişiminin dış politika açısından dikkat çeken noktası zamanlama olarak Ankara’nın dış politikada zorlu süreçlerden geçtiği ve birçok bölgesel ve küresel aktörle sorunlar yaşadığı bir dönemin seçilmiş olmasıdır. Türkiye’nin Arap devrimleri sürecinin ortaya çıkardığı bölgesel istikrarsızlık ve yine iç siyasetteki meydan okumaların etkisiyle dış politikasında ölçek düşürmek durumunda kaldığı bir dönemde böyle bir darbe girişimiyle karşı karşıya kalması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “dışarıdan yazılan” şeklinde işaret ettiği senaryonun uygulayıcılarının darbe teşebbüsü ile kesin ve nihai bir sonuca ulaşmayı hedeflediklerini göstermektedir.  Birçok dış politika tercihinde ABD başta olmak üzere Batı bloğundaki NATO müttefikleri tarafından yalnız bırakılan Türkiye’ye yönelik darbe girişiminin Ankara’nın Rusya, Mısır ve İsrail gibi bölge ülkeleriyle yaşadığı sorunlara kendi inisiyatifiyle çözümler arayışı içerisine girdiği bir dönemde gerçekleşmesi de bu anlamda dikkate değerdir. Bu nedenle darbe sürecinin Türkiye iç politikasına olduğu kadar, dış politikasına da ciddi etkilerinin olacağı vurgulanmalıdır. Bunun yanında Türkiye’deki darbe girişiminin başarısız olmasının Ortadoğu’daki dönüşüm süreci açısından da kimi sonuçlar doğuracağı unutulmamalıdır.

Zorlu bir süreç

Dış politika açısından bakıldığında, darbe girişiminin ortaya çıkaracağı en önemli sonuç Türkiye’nin doğal bir üyesi olarak görüldüğü Batı bloğundaki müttefikleriyle ilişkilerinde zorlu bir sürece gireceğidir. Bu süreçte Ankara’nın dış politika önceliklerinin değişmesi, büyük oranda Batılı müttefiklerin atacağı adımlara bağlı olacaktır. Özellikle bölgesel siyasette Türkiye’ye ciddi biçimde ihtiyacı olan Batı bloğunun Ankara ile ilişkileri koparması hasarı güç sonuçlar doğuracaktır. Böylesi bir senaryo Türkiye’yi dış politikada alternatif tercihlere yönlendirecek, bu da özellikle ABD’nin Ortadoğu’daki etkinliğinin daha da azalmasına yol açacaktır. Bu risklere rağmen Obama yönetimi Erdoğan hükümeti ile ayrışmakta bir sorun görmemiştir. Bu, darbe girişimini izleyen ilk günlerde belli olmuştur.

Darbe sonrası süreçte Ankara ile Washington arasında yaşanan gerginliğin ilk sinyalleri Türkiye’deki darbe girişiminin hemen sonrasında resmi ağızlardan bu operasyonun arkasında ABD’nin olduğu iddialarının dile getirilmesiyle verilmiştir. Her ne kadar bu açıklamalar darbe girişiminin yarattığı öfke ile yapılmışsa da, fazla dillendirilmemeye çalışılan bir gerçekliği de yansıtmaktadır. Nitekim bu açıklamalar darbe girişimi sırasında bekle-gör politikası izleyip ardından da darbeyi püskürten Erdoğan hükümetini tebrik etmek yerine, tehditkar bir tutum takınan ABD ve diğer bazı Batılı yönetimlere Türkiye kamuoyunda duyulan tepkinin bir tezahürü olarak görülmelidir.

Hasmane tutum

ABD, İngiltere, Almanya, İtalya ve Avusturya gibi birçok Batılı ülke darbeyi izleyen süreçte Türkiye’ye karşı hasmane bir tutum takınmıştır. Bu durumun en açık biçimde görüldüğü mecra medya olmuştur. Bu ülkelerdeki resmi ya da özel birçok medya organı Türkiye’deki darbe girişiminin başarısız olmasından rahatsız olmuştur. Öyle ki bu ülkelerde yayınlanan bazı gazeteler darbenin başarısız olmasını Türkiye için bir talihsizlik olarak tanımlarken, Erdoğan yönetiminin otoriterleşeceği iddialarını dillendirerek “algı operasyonu” yapmaya yeltenmiştir.

Bu ülkelerdeki Türkiye karşıtı tutum siyasi kadrolarda da gözlemlenmiştir. ABD Dışişleri Bakanı üstü kapalı olarak darbe sonrası süreçte Türkiye’nin NATO üyeliğinin tehlikeye girebileceğini söylemesi ve Avrupa Birliği’nin de Ankara’nın idam kararını geri getirmesi durumunda Türkiye’nin AB üyelik sürecinin derhal sonlanabileceğini açıklaması bu tutumun birer göstergesidir.  Batı ülkelerindeki bu tutum, Türkiye’nin bu ülkelerle olan müttefiklik ilişkilerini sorgulamasına yol açabilecektir. Öyle ki Batı başkentlerinden gelecek bu tür söylemler, Türkiye’de halihazırda yükselmekte olan Batı karşıtı tutumu daha da derinleştirebilecek, yıllarca dış politikasında Batı bloğunun üyesi olmuş Ankara’nın bu pozisyonunun değişmesine neden olabilecektir. Ankara’nın böyle bir yolu tercih etmesinin meşru gerekçesi ise darbe girişimi ile iktidarın “içeride müttefikleri olan dış aktörlerce” ele geçirilmeye çalışılmasıdır. Bu girişimi “bu olay içeride aktörleri olan ama senaryosu dışarıda yazılan bir darbe hareketidir” şeklinde tanımlayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir taraftan da özellikle Batılı ülkelerin rolüne üstü kapalı olarak vurgu yapmıştır.

Washington’a açık uyarı

Batı bloğu ile yaşanan gerginlik Türkiye’nin yakın komşuları tarafından bir fırsat olarak görülmüştür. Bu gerginliğin farkında olan Rusya, Türkiye ile normalleşme sürecine çok daha fazla önem atfetmektedir. Bu nedenle darbe girişimi sonrasında Erdoğan’ı arayarak geçmiş olsun dileklerini ileten ilk liderlerden birisi Vladimir Putin olmuştur. Türkiye de darbe sonrası dönemde Rusya ile normalleşme sürecini hızlandırma yoluna gitmiş ve Erdoğan Ağustos ayının başında Moskova’da Putin ile görüşme kararı almıştır. Bu görüşme hem Ankara-Moskova hattında ilişkilerin eski seyrine dönmesine hizmet edecek hem de 15 Temmuz’daki darbe girişiminde rolü olduğu iddiaları sıkça dile getirilen Washington’a açık bir uyarı  niteliği taşıyacaktır.

Darbe girişimi sonrası dönemde Ankara ile ABD ve Avrupa ile yaşanan ayrışmanın derinleşme eğiliminde olması, Türkiye’nin Ortadoğu politikalarına da yansıyacaktır. Bu süreçte Türkiye Batılı ülkelerin merkezde olduğu ve Ortadoğu’nun önemli aktörlerini içeren ittifak yapılanmalarını dönüştürecek girişimler içerisinde olabilecektir. Benzer bir durum ABD’nin Kuzey Suriye politikası bağlamında da gündeme gelebilecektir. Washington’un Suriye’nin kuzeyindeki Kürt oluşumuna desteğini sürdürmede ısrarcı olması Türkiye’yi ABD’ye karşı daha sert politikalar izlemeye ya da beklenmeyen bazı yeni ittifaklar kurmaya itecektir. Bu ülkelerin Türkiye’deki Kürt sorununa yaklaşımları da benzer bir sonuç ortaya çıkabilecektir. Almanya ve Fransa gibi ülkelerin silahlı Kürt örgütlerine doğrudan ya da dolaylı destek vermeleri Ankara’yı bu ülkelere tepkisini daha açık biçimde dile getirmeye itecektir.

Unutulmaması gereken noktalardan birisi Türkiye’nin halihazırda yaşadığı iç ve dış politika krizinin konjonktürel değişiklikler sonrasında farklı bir yörüngeye evrilebileceğidir. ABD’nin başkanlık seçimi arefesinde oluşu, Suriye iç savaşında sahada beklenmeyen hızlı gelişmelerin yaşanması, İran’da değişime direnen din adamlarının iktidar mücadelesini giderek sertleştirmesi, Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerin bölgesel politikalarda Türkiye gibi güçlü bir müttefike ihtiyaçlarının giderek artması gibi unsurlar bölgedeki konjonktürü değiştirebilecek sonuçlar doğurabilecek ve Türkiye’nin halihazırdaki dış politika öncelikleri de bu yeni durumlara göre yeniden şekillenebilecektir.

Sonuç olarak ABD ve Avrupa ülkelerinin Türkiye’deki darbe girişimini kısa dönemli çıkarımlar nazarında değerlendirerek bu yönde politikalar geliştirmesi, Ankara’nın Batı merkezli dış politikasını sorgulamasına yol açacaktır. Bunun da ötesinde dış politikasında Batı bloğundan ayrışan Türkiye’nin bölgesel aktörlere daha fazla yaklaşması da kaçınılmaz bir sonuç olacaktır. Bu da halkların nazarında karizması yeniden yükselişe geçen Erdoğan yönetiminin bölgesel liderlik pozisyonunu daha da güçlendirecek ve özellikle ABD’nin beklemediği sonuçlar doğmasının  önünü açacaktır.

Bu yazının orjinali 6 Ağustos 2016 tarihinde Star Açık Görüş sitesinde yayınlanmıştır.