Suriye ve Arap Baharı: Çatışmanın Evrimi ile İç ve Dış Faktörlerin Rolü

Angela Joya Durham Universitesi, İngiltere
Baas rejiminin hâlâ iktidardaki yerini korumasıyla birlikte Suriye ayaklanması bir yılı geride bırakmıştır. Ne var ki, ayaklanmanın başlamasından bu yana barışçı gösterilerin sayısında bir düşüş yaşanmış ve bu gösteriler yerini silahlı mücadeleye bırakmıştır. Ayaklanmanın başlamasından bu yana olayların gelişimini belirleyen etkenler nelerdi? Bu etkenler Suriye'yi bir iç savaşa doğru nasıl itti? Bu çalışmada Suriyeli işçiler, köylüler, eylemciler ve aydınların haklı şikayetlerinin bir sonucu olarak baş gösteren ayaklanmanın, Katar ve Suudi Arabistan gibi güçlü Körfez ülkelerinin desteğini almış olan daha teşkilatlı muhalif güçler tarafından sahiplenildiğini düşünüyorum. Olayların bu beklenmedik yönde gelişimi, Batı medyasında görünmez hâle gelmiş yerel muhalefeti ötekileştirmiş ve bunun yerine Suriye muhalefetinin tek sesi olan Müslüman Kardeşleri desteklemiştir. Bu yazı, ayaklanmayı tarihi açıdan bir sıraya koyarak ve Batı medyası tarafından çizilen tablodan uzaklaşarak bir analiz ortaya koymaktadır. İlk bölümde ayaklanma Beşar Esad'ın ekonomik liberalleşme politikaları kapsamında incelenirken, ikinci kısımda Arap Baharı öncesi ve sonrasında Suriye muhalif güçlerinin rolünü incelemektedir. Üçünc kısımda ise Batı'nın ve bölgesel güçlerin rolü ile bu güçlerin ayaklanmanın sonuçlarını şekillendirecek yönelimleri tartışılmaktadır. Yazının sonuç bölümünde ise uluslararası güçlerin Suriye krizine yönelik tepkilerinin daha geniş bir çıkarımı ele alınmaktadır.     
 
Anahtar Kelimeler: Suriye Ayaklanması, Arap Baharı, Neoliberalizm, İslamcılar, Baasçılık
 
Beşar Esad Yönetimindeki Suriye Devletinin İçinde Bulunduğu Kriz
 
Baas Partisi 1991 yılından bu yana farklı boyutlarda krizler yaşamış olmasına rağmen Bin Ali ve Mübarek rejimlerinin devrilmesiyle daha da cesaretlenen muhalefet gücünün Mart 2011'de gerçekleştirdiği aleni muhalif hareketleri kadar büyük çapta bir karşıtlıkla hiç karşılaşmamıştı. Bu tarihte Baas'ın geleneksel destekçileri (işçiler ve köylüler) ilk kez rejime sırt çevirmiş ve köklü siyasi, ekonomik ve toplumsal reformlar talep etmek için sokaklara dökülmüşlerdir. Baas Partisinin düşüşündeki önemli bir etken de, siyasi özgürlüklerin olmamasıyla bilinen bir ortamda uygulanan serbest piyasa yanlısı politikaların etkisidir. Aslında halkçı sosyal sözleşmeden vazgeçilmesi, rejim ile işçi ve köylüler arasındaki destek üssü arasındaki bağları zayıflatmıştır. Bir zamanlar rejimin kalesi olan Dera gibi kırsal alanlardaki Baas'ın geleneksel destek üssü, Suriye'nin serbest piyasa modeline doğru kayması sonucunda gitgide uzaklaşmıştır. Tarımın özelleştirilmesi ve birçok yıl süren kuraklık, Dera'daki gösterici kitlesini oluşturan kırsal nüfusa dayanılmaz bir yük getirmiştir.(1) Suriye toplumundaki laik Baas ideolojisi yerine apolitik İslam gelince, Baas'a olan desteğin çekilmesi İslamcılar için büyük bir kazanım olmuştur.(2)
 
Beşar Esad 2000 yılında iktidara geldiğinde Suriye ekonomisi; yüksek işsizlik oranı, petrol gelirlerinde düşüş ve ekonomiyi liberallştirmeye yönelik artan baskı gibi birçok zorlukla karşı karşıyaydı.(3)  Esad iktidara geldikten sonra ilk üç yılı boyunca gündemindeki öncelikli konular idari ve ekonomik reformlar olmuştur. Neoliberal bir ekonomik kalkınma modelini benimseyen Beşar Esad, özel sektörün faaliyet ve özgürlük alanını genişleten bir dizi ekonomik ve siyasi reforma imza atmıştır. Ekonomik reformlar ticarette daha fazla liberalleşme, yatırım ve diğer sermaye akışlarını içermekteydi. IMF tarafından yapılan 1990-2005 yılları arasındaki liberalleşme değerlendirmesinde Suriye rejiminin gerçekleştirdiği reformlar övgüyle karşılanmıştır.(4)
 
'Sosyal piyasa ekonomisi'nin benimsenmiş olması, geleneksel Baasçı ekonomiden uzaklaşıldığının göstergesiydi.(5) Beşar Esad'ın ekonomi politikaları devlet sektörünün rolünü azaltırken özel yatırımları da teşvik eden bir yapıya sahipti. Esad, ihracata yönelik büyümeyi teşvik eden fiyat serbestisi ve politikalarını desteklemiştir. Bu değişimin önemi, Baasçı siyasi yetkililer tarafından daha önce alınan ekonomiye ilişkin kararların şimdi de ekonomistler tarafından alınıyor olmasıydı. Devlet işlerinde Baas Partisi'nin rolünü azaltmaya yönelik bağlılığını gözler önüne seren Esad'ın ilk kabinesi, Dünya Bankası'nda çalışmış bakanlardan oluşmaktaydı. Başkanlık yetkilerini, Partinin yeniliklerden hoşlanmayan üyelerini emekliye ayırarak ve daha genç, liberal, yolsuzluğa başvurmayan ve teknik yönü ağır basan bürokratları devletin siyasi, güvenlik ve idari kadrolarına getirerek Baas Partisinin rolünü azaltmak üzere kullanmıştır.(6)
 
2005 yılına gelindiğinde Suriye devleti ve ekonomisi kritik bir çıkmaza girmiş durumdaydı. Siyasi boşluk fikrine sıcak bakarak söz konusu çıkmazdan kurtulmak için boşa sarfedilen çabalar olmuştu.(7) Ortada ekonomiyi yönlendirecek belli bir güç olmadığı için rejim, siyasi düzenin tamamen bozulacağı korkusundan herhangi belli bir grubun taleplerini yerine getirme konusunda kararsızdı. Her ne kadar rejim çoğunlukla özel sektöre güvense de, ekonomiyi etkili bir şekilde düzene sokmak amacıyla özel sektörün yineleyen başarısızlıkları, daha fazla piyasa reformuna karşı direnen kamu sektörüne sadık kalanlar arasında endişeye yol açmıştır. Özel sektörün kontrolü altındaki alanlarda, kârlı yatırımlar yoluyla istihdam yaratma sorumluluğunu üstlenmemiştir. Daha ziyade, serbest piyasaya yönelim, zenginlikleri biriktirmek üzere devleti kullanan bir elit kesime yetki vermiştir. Sonuç ise, yönetici elit kesimdeki (Suni tüccarlar, Alevi memurlar ve çocukları) farklı gruplar arasında var olan eskiye dayalı bağların, küresel iktisadi mantığa daha çok uyumlaştırılmış dönüşüme uğrayan bir yönetici kesim için yeni fırsatlara yol açtığı eş-dost kapitalizminin oluşumuydu.              
 
Ne var ki bu durum, Suriye halkının çoğunluğu için daha büyük sosyo-ekonomik sorunlar ışığında daha korkunç bir hâl almıştır. Amerika'nın Irak'ı işgalinden sonra 1,5 milyon Iraklı mülteci Suriye'ye yerleşmiş ve devletin sağlık ve eğitim hizmetlerinden faydalanmaya başlamışlardı. Aynı zamanda, özellikle tarımın özelleştirilmesinin ve tarımsal ihtiyaçlar için devlet ödeneğinin kesilmesinin ardından Suriye'deki köylerden kentlere göç başlamıştır. Ülkenin doğu bölgelerinde üst üste birkaç yıl devam eden kuraklık (2006-2010) 80,000'in üzerindeki kırsal nüfusun kentlere göç etmesine yol açmıştır. Nüfusun yaklaşık yüzde 30'u yoksulluk sınırının altında yaşamaktaydı. Ülke her yıl 300,000 yeni emek piyasası çalışanına istihdam sağlarken, ülkedeki işsizlik oranı yüzde 20-25'lere ulaşmıştı. Özel sektör daha makul iş olanakları yaratacağına dair bir işaret vermezken, devlet sektörü de 20,000'den fazla çalışana iş olanağı sağlayamıyordu.(8) Kısacası ekonomik liberalleşme, Baas rejiminin halkçı otoriterizminin halkçı yanının yitip gitmesiyle sonuçlanmıştır. 2011 yılına gelindiğinde, yani serbest piyasa politikalarından on yıl sonra Suriye, Baas rejiminin meşruiyetinin düşüşe uğramasına yol açarak halkının çoğunu etkileyen sosyo-ekonomik sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. 
 
Arap Baharı Öncesi Suriye Rejiminin Karşılaştığı Zorluklar
 
Tarihi olarak, Baas Partisinin 1963 yılında iktidara gelmesi sonucunda geleneksel Sunni tüccar ve toprak ağaları ile dini ulemalarda da bir düşüş yaşanmıştır. Baas Partisi destek üssünü kırsal kesimler ve Suriye'de güç ilişkilerinde radikal bir değişimi ifade eden köylü sınıfı içinde inşa etmiştir.(9) Sunni tüccarlar ve İslamcı müttefikleri, kaybettikleri eski güçelrini yeniden kazanmak için mücadele vermeye devam ettiler. Hafız Esad yönetimi altında rejimin istikrarını sağlamak üzere mezhepsel ittifaklar kurulmuş olmasına rağmen, İslamcı ve Sunni tüccarların direnişi sona ermedi. Hatta 1970'lerin sonu ve 1980'lerin başında Baas rejimi, 1982'de Hama'daki Suriyeli Müslüman Kardeşler karşısında o zamana kadarki en büyük zorlukla karşı karşıya kalmıştı. Müslüman Kardeşlerin 10,000'e yakın üyesi öldürülmüş ve geri kalanı üyeler ise farklı yerlerde sürgüne gönderilmiş veya hapse mahkum edilmişti.(10)
 
Hama'dan sonra rejim, geri kalan İslami gruplar ve müttefiklerine yönelik uzlaşma ve işbirliği politikası izlemiştir. Bu politikaların sonucunda ise devlet içerisinde çeşitli mezheplerin temsillerinde artışa yol açmıştır. Rejim aynı zamanda 1970'li, 1980'li ve 1990'lı yıllar boyunca yaklaşık 8000 yeni camii inşa ederek; iki düzineye yakın İslami Yüksek Eğitim kurumu açarak ve işe alım konusunda Müslüman Kardeşler tarafından kullanılanların yerine geçmesi için Suriye'deki tüm valiliklerde ve şehirlerde yaklaşık 600 yarı resmi dini kurum geliştirerek İslamın ılımlı kollarını teşvik etmiştir.(11) Rejimin kurduğu en önde gelen kurumlardan biri de; Suriye'deki çoğu şehir ve vilayette 120 bölümü bulunan ve başlangıçta o zamanın Devlet Müftüsü Muhammad Kuftaro ve Avkaf (Dini Vakıf) bakanı tarafından yönetilen Esad'ın Kuran Ezber Enstitüleri'ydi.(12) Başka tür siyasi liberalleşmeler olmadığı sürece İslamcı gruplar, devletin bu kamusal boşluğu yaratmasından istifade eden tek grup olmuştur. Devlet ve muhalefet arasındaki ilişkiler 1980'li yıllarda uzlaşmacı bir seyir izlerken, 1990'lı yıllardan sonra bölünmeler yeniden gün yüzüne çıktı. Soğuk savaşın sona ermesiyle ve ticari ortaklarını da kaybetmesiyle Suriye, ekonomik liberalleşme yolunu benimsemek zorunda kaldı. Bu ise, sonraki yıllarda İslamcı muhalefet tarafından başarıyla kötüye kullanılacak Baas Partisi krizinin başlangıcı sinyallerini vermekteydi.
   
2000 ile 2011 yılları arasında devlet merkezli gerçekleştirilen toplumdaki siyasi açılımdan fayda sağlamanın yanısıra, İslamcılar aynı zamanda iktisadi liberalleşmeden de kazanımlar sağlamışlardır. İlk olarak, otuz yıldır ekonomiden uzak tutulan İslami sektör, serbest piyasa modeli altında yeniden önemli bir rol yakalamıştır. Zenginliklerin birikimi, İslamcı ideolojinin yayılmasını kolaylaştırmıştır; özellikle de Davbandi ve Selefi kolları Körfez Ülkelerinden Suriye'nin toplumsal dokusuna işlemiştir. Geçtiğimiz on yıl boyunca camiler, siyasi faaliyetin ve endoktrinasyonun dinamik merkezleri hâline gelmiştir. Öte yandan İslamcı gruplar; apolitik İslami kuruluşlar, hayır dernekleri, İslami kitabevleri, enstitüler ve forumlar tüm ülkeye yayıldığından bir rönesans yaşarlarken, kamu sektörüne yatırımın olmamasından dolayı Suriye toplumunun laik yönleri bozulmaya uğramaktaydı.(13) 2009 yılına gelindiğinde Suriye'de, Salwa İsmail'in 'din-ticaret kompleksi' olarak adlandırdığı İslam ile kapitalizm arasında bir birleşme gerçekleşmiştir.(14)
 
Beşar Esad, bu yeni çeşit İslamcı hareketlerin etkisini ve bu hareketlerin Baas rejimi için teşkil ettiği potansiyel riski ciddiye almamıştı. Rejim bunu daha fazla camii inşa edip apolitik İslamı teşvik ederek gerçekleştirmemiş; hatta laikliğin bozulmasına ve Baas rejiminin olası çöküşüne katkı sağlamıştır.(15) Ne var ki, Suriye'deki bu özel muhalefetin yükselişi, devletin yeniden bölüşümdeki rolü azaldığından böylesi grupların çalışanlar ve köylülere ulaşmasına olanak sağlayan ortamın oluşmasını mümkün kılan serbest pazar ekonomisine yönelik bir kayma bağlamında anlaşılmalıdır.  
 
Arap Baharı'nın Ardından Suriyeli Muhalif Gruplar
 
Mart 2011 tarihinde başlayan ayaklanma, çalışanlar ve köylülerin geçimlerini olumsuz etkilemiş olan sosyo-ekonomik politikalara karşı çıkan solcu siyasi partiler, aydınlar, aktivistler ve öğrencileri de içine alan laik gruplarca başlatılmıştır. Muhalefetin talepleri arasında rejimi devirmeyi değil; ekonomik, toplumsal ve siyasi hakları kapsamaktaydı.(16)
 
Ancak 2011 yılının yaz ayları boyunca dış güçlerin de desteğiyle İslami muhalefet grupları oluşturulmuştur. Ayaklanmanın başlamasından bir yılı aşkın süre sonra, farklı muhalif grupları ortak zeminde birleştiren tek nokta rejime karşı güvensizliktir. Fakat devam eden çatışmadan bir dönüşüme yönelik hedefler ve öneriler söz konusu olduğunda, söz konusu gruplar arasında büyük ayrılıklar söz konusudur. Bu ayrılıkların yapısını değerlendirmek için farklı muhalif grupları, bu grupların taleplerini ve dış güçlerle ittifaklarını incelemek gerekir.      
 
En güçlü ve düzenli muhalif grup, Eylül 2011 tarihinde Türkiye'de kurulmuş olan Suriye Ulusal Konseyi (SUK) yoluyla temsil edilen Müslüman Kardeşler grubudur. Üyeleri çoğunlukla 1980'li yıllarda ve sonrasında sürgün edilmiş olduğundan, söz konusu grubun ülke içinde güçlü bir varlığından söz edilemez.(17) Bu Grup; Katar, Libya ve batılı devletlerden destek sağlamaktadır. Hedefleri ise, sonucu askeri müdahaleye bile yol açacak olsa, her türlü yola başvurarak Baas rejimini devirmektir. Grup, Baas rejimini yalnız bırakmak için yaptırımlar ve politikalar uygulama konusunda çok ısrar etmekte ve bu önerileri batılı güçler tarafından da olumlu karşılanmaktadır.(18) Grup diplomatik kararları olduğu kadar Kofi Annan Barış Planı'nı da kınamıştır. 
 
SUK, Katar'la yürüttüğü sıkı ilişkiler yoluyla olduğu kadar uluslararası forumlar (örn. Tunus, Türkiye ve Fransa'da düzenlenen Suriye'nin Dostları toplantıları) aracılığıyla da hedeflerine ulaşmaya çalışmaktadır. Suriye'nin içinde SUK ile Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) arasında farklılıklar olmasına rağmen SUK, ÖSO ile ittifak kurarak militarist bir tutum benimsemiştir. ÖSO'nun karargahları Türkiye'de kurulmuştur ve silah ve parayı Kürfez Ülkeleri ile Libya'dan sağlarken eğitimli militanları ise Tunus'tan sağlamaktadır.(19) ÖSO'nun Suriye içindeki farklı silahlı gruplarla olan işbirliği, yerel laik muhalefet sözcüsü Haytham Manna'nın, ÖSO'yu merkezi bir otoritesi olmayan ancak uzun süreli bir iç savaşta payı olacak potansiyeli olan çeşitli silahlı gruplar için bağımsız bir çatı kuruluş olarak ilan etmesine yol açmıştır.(20)
 
Rejime yönelik muhalefet aynı zamanda militan İslamcılar tarafından da sürdürülmektedir. Geçtiğimiz yılda Ürdün, Lübnan, Cezayir, Suudi Arabistan, Tunus ve Libya'dan gelen militanların olduğu kadar El-Kaide militanlarının da rejime karşı mücadele verdikleri ve devletin altyapısını hedef aldıklarını gözler önüne seren yeteri miktarda kanıt mevcuttur.(21) 2012 yılının başlarında El-Kaide lideri Ayman Zawahiri, militanlarına Beşar Esad rejimine karşı savaşmaları için çağrıda bulunmuştur. Resmi Suriye Haber Ajansı (SANA), Suriyeli güvenlik güçleri tarafından ele geçirilen Tunuslu militanları göstermiştir.(22) El-Kaide militanlarının, rotalarını Suriye'ye doğru çevirdiklerine dair gitgide daha fazla kanıt ortaya konmaktadır.(23)
 
Diğer uçta ise, diyalog yoluyla barışçıl bir değişim tarafarı olan laik, yerel muhalefet yer almaktadır ve bu grup askeri müdahaleye karşı çıkmaktadır. Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Komitesi (UKK); işçileri, köylüleri, aydınları, aktivistleri ve öğrencileri bir araya getiren on üç adet sol eğilimli partiden (Kürt partileri de dahil olmak üzere) oluşmaktadır. Suriye içinde güçlü bir varlığa sahip olmasına rağmen, söz konusu grup etkin bir siyasi aktör olarak harekete geçebilmek için gerekli kaynaklardan yoksundur. Bu zayıf noktanın yanısıra UKK, güvenilirliğinin sarsılmasına ve küresel toplumda ötekileştirilmesine yol açan başka birçok zorlukla da karşılaşmıştır. Örneğin Katar, tek geçerli muhalefet olarak SUK'u göstermek amacıyla UKK'ye karşı medya kanadı Aljazeera aracılığıyla sistemli bir kampanya başlatmıştır.(24) Katar ve Suudi Arabistan'ın UKK'ye karşı gerçekleştirdiği bu karalama kampanyası, adı geçen grup batılı basında tamamen ötekileştirildiği ve bu grup ve geçtiğimiz yıl boyunca grubun gerçekleştirdiği faaliyetler hakkında çok az şey bilindiği için başarıya ulaşmıştır. Khodor'un da işaret ettiği gibi, “UKK, dış müdahalenin bütün bir ulusun çöküşünü tehlikeye atacağına inandığı için Irak ve Libya'da olduğu gibi uluslararası güçlerle sinsice bir bağlantıyı reddetmiştir. O zaman haklı olarak şu soruyu sormalıyız; Suriye ayaklanması neden yalnızca SUK tarafından temsil edilmekte?”.(25) Görüşmelerde ve tartışmalarda, UKK sözcüsü Haytham Manna, hâlihazırda varolan mezhep bölünmelerini arttıracağından ve iç savaşın çıkmasını garanti edeceğinden dolayı Baas rejiminin yerine dışarıya dayalı bir muhalefet konusunda uyarıda bulunmaktadır.(26)      
 
Şimdiye kadar derin ayrılıklar, muhalefetin farklı grupları arasındaki ilişkiyi nitemelektedir. SUK rejime karşı silahlı mücadeleyi uygun görüp ÖSO'yu desteklerken, UKK ise silahlı çözümlere şiddetle karşı çıkmakta ve bunun yerine rejimle bir bağlantı kurarak diplomatik ve siyasi bir çözümü tercih etmektedir. Ancak SUK'a sağlanan kaynaklar ve uluslararası destek göz önüne alındığında, UKK'nin ve taleplerinin ikinci plana atıldığı görülmektedir. SUK'a sağlanan uluslararası destek bir yana, yerli ve dış muhalefet grupları, Suriye'deki tüm muhalefet gruplarını temsil etmediği ve demokrasi karşıtı olarak görüldüğünden SUK'un Müslüman Kardeşler'in hakimiyeti altında olduğu konusundaki şüphelerini dile getirmektedirler. ÖSO sözcüsüne göre, “Müslüman Kardeşlerin, SUK aracılığıyla tırmanışa geçmesi bariz ve haksız bir gasp olacaktır [...] halk seçimlerini kazanma şansları olmayacaktır."(27) Benzer kaygılar 28 Şubat 2012 tarihinde yayınlanan bir makalede, Lübnanlı bir gazeteci tarafından da dile getirilmiştir. Lübnanlı gazeteci, yazısında şu ifadelere yer vermiştir;
 
SUK üyelerinin büyük bir çoğunluğu, farklı dini köktencileri de içine almasının yanısıra ekonomik ve siyasi haklara da bağlıdırlar. ABD tarafından desteklendiğine ilişkin şüpheler olan, Türkiye'nin sıcak baktığı ve Katar'ın ve ada ulusuna itaat eden ülkelerin de olumlu karşıladığı bu ilginç ittifak, SUK'un meşruiyeti ile Suriye'nin geleceğine dair ayrıcalıklı rolü konusunda kafalarda soru işareti yaratmaktadır. Muhalefetin diğer unsurlarının sağlayamadığı hangi garantiler SUK tarafından önemli Batılı güçlere sağlanmıştır?(28)
 
Şii ve Hıristiyan dini azınlıklarının endişelerini paylaşan UKK de, Sunni ağırlıklı olan SUK'un iktidara gelmesi durumunda Suriye toplumunda İslamcı bir yönetimin kontrolü ele almasından endişe etmektedir. Benzer şekilde, kendilerini Sunni Müslümanlar olarak görme eğiliminde olan muhalif Kürtler, SUK'ye sponsor olan Türkiye'ye güvenmedikleri için SUK ile anlaşma konusunda ortak bir zemin bulamamaktadırlar.(29)
 
Uluslararası ve Bölgesel Güçler
 
Libya'da Kaddafi'nin düşürülmesinden sonra Batılı güçler, Suriye'de de benzer bir politika izleyebileceklerini sanmışlardı.(30) Bunun üzerine uçuşa yasak bölge çağrısında bulunarak ve potansiyel bir şekilde muhalefeti silahlandırmak üzere iki adet BM Güvenlik Konseyi (BMGK) kararı ortaya konmuştur (Ekim 2011 ve Şubat 2012 tarihlerinde). Bu kararlar, rejim değişimi için BMGK'nin Batı tarafından bir kanal olarak kullanıldığını iddia eden Rusya ve Çin tarafından iptal edilmiştir. Bu iki ülke, siyasi bir çözümün Suriye için en iyi seçenek olduğu fikrini öne sürmüşlerdir. Ne var ki, BMGK kararlarının reddine rağmen, Batılı güçler (ABD, İngiltere, Fransa, Almanya) bunu açıkça kabu etmeseler de Suriye muhalefetinin silahlandırılması yoluyla rejimin değiştirilmesi konusunda ısrar etmektedirler.       
 
Suriye'deki rejim değişikliği politikası yeni bir gelişme değildir. ABD uzun zamandır İran'ı da bu kapsamın içine almak istemektedir. Suriye'deki İran taraftarı rejimden kurtulunca, ABD hedefine bir adım daha yaklaşmış olacaktır.(31) ABD'nin 2011 ve 2012 yıllarında Suriye ayaklanmasına verdiği yanıt da, nihayetinde İran devletini bozguna uğratan birebir aynı endişelerin yansımasıdır. Bu da, ABD ve müttefiklerinin neden Suriye krizini diplomatik yollarla değil de, şimdiye kadar çatışmanın sona ermesine zarar veren yaptırımlar ve rejimin diplomatik yönden yalnızlaştırılması yollarını izlemişlerdir.      
 
İlginç bir şekilde ABD rejim değişikliği için açık bir çağrıda bulunmamasına rağmen kendiliğinden çökmesi için rejimi zayıflatmak adına her şeyi yapacağını ifade etmiştir. ABD ve Batı tarafından benimsenen bu duruş, 1 Mart 2012 tarihinde ABD Dışişleri Bakanlığının Yakın Doğu İlişkilerinden Sorumlu Bakan Yardımcısı Jeffrey Feltman'ın şu ifadesiyle netlik kazanmıştır: “Amerika Birleşik Devletleri, müttefikleriyle birlikte rejimi 'taşma noktası'na getirip devirmek ve tüm Suriye toplumunun başına yeni bir hükümet temsilcisinin getirilmesi için çabalamaktadır.”(32) Ancak bu dolaysız müdahale ve rejim değişikliği politikası, Cumhuriyetçiler ve yeni muhafazakarlar Suriye'ye askeri müdahale çağrısında bulundukları için Amerika Birleşik Devletleri'nde bu durum geniş bir destek bulamamıştır. Bu düşünce Senatör Joe Lieberman ve John McCain (Senato Silahlı Hizmetler Komitesi'nde kıdemli kongre üyesi) tarafından yeniden dile getirilmiştir.(33) Eşit derecede öneme sahip 17 Şubat 2012 tarihli 50 yeni muhafazakar tarafından hazırlanan bir mektup, Suriye'de rejim değişikliğini gerekli gören Obama'ya gönderilmiştir. Mektupta imzası bulunanlar arasında ABD'de yaşayıp çalışan Suriyeli muhaliflerin yanısıra hepsi de 2003 Iraq işgali çağrısında bulunan Carl Rove, Paul Bremer ve William Kristol gibi yeni muhafazakarlar ve Cumhuriyetçiler de bulunmaktaydı.(34) Bu amaç doğrultusunda, ortakları Suriye'ye askeri müdahale çağrısında bulunan İngilizce dilinde basılan önemli gazetelere düzenli katkılarda bulunan Demokrasileri Savunma Vakfı aracılığıyla Suriye muhalefetine destek hareketine geçilmiştir.   
 
Suriye rejimine karşı bu tür çabaların yanısıra, raporlar sonucunda Suriye'nin içindeki batılı özel harekat güçlerinin mevcut olduğuna ve bu güçlerin Libya'daki gibi muhalif militanların eğitimini de kapsayan militan muhalif üyelere farklı destekler sağladığına ilişkin bilgileri de su yüzüne çıkarmıştır. Kudüs merkezli bir İsrail askeri internet sitesi olan DEBKA file; ABD, Fransa, İngiltere, Türkiye ve İtalya'nın askeri uzmanlık, silah ve iletişim araçları tedarik ederek Suriyeli muhaliflere destek sağladığını ortaya koymuştur.(35) Şubat ayında yüzün üzerinde Fransız askeri birliği Humus'ta ele geçirilmiş ve Suriye ile diplomatik ilişkilerin yeniden kurulması için Fransa'ya baskı uygulanmıştır.(36) Son dönemde yayınlanan bir başka rapor ise, 12,000 NATO askerinin, komşu ülke Ürdün'de ‘Eager Lion 2012’ ('İstekli Aslan 2012') adında bir tatbikat yaptıklarını ortaya koymuştur.(37) Tüm bunlar, batılı halkın zayıf kaldığı Suriye'deki açık askeri harekat için destek olarak batılı güçlerin benimsediği gizli bir rejim değişikliğine işaret etmektedir. 
 
Körfez Ülkeleri de, Arap Baharı bağlamında bölgedeki isyanların sonucunu belirlemede önemli bir rol üstlenmişlerdir. Sunnilerin yönettiği Körfez Devletlerine karşı 'güç dengesi'nde değişiklik yaratabilecek potansiyel bir nükleer güç olarak görülen İran'ı etkisiz kılma konusunda ABD ve İngiltere ile ortak hedeflere sahiptirler. NATO ve Körfez Devletleri arasındaki ittifak, Kaddafi'yi devirip yerine Katar ve ABD'nin desteklediği bir iktidarı getiren Libya askeri müdahalesi sırasında test edilmiştir. İslamcı kapitalist gruplar yoluyla Suriye'nin gayrimenkul sektörüne milyar dolarlık yatırımları kapsayan, Suriye'de başka çıkarları da olan Katar ve Suudi Arabistan'ın da arasında bulunduğu büyük güçler için bu, Suriye'deki amaçlanan hedefti. Her iki bölgesel güç de, laik Baas rejimini devirmek ve Suriye'yi güvenilir bir olası müttefiğe dönüştürmek için uzun zamandır beklemektedir.(38) Dolayısıyla Suriye'de ayaklanma başladığında, Haziran 2011 tarihinde Suriye'deki elçiliğini ilk kapatan Körfez devlti Katar olmuştur. Ayaklanmanın ilk yılı boyunca Katar Emiri, Suriye muhalefetini silahlandırma çağrısında bulunmuş ve Suriye'deki olası Arap askeri müdahalesi fikrini teşvik etmiştir.(39) Ayaklanma açık bir çatışma boyutu kazanınca Katar, Arap dünyasında kamuoyunu şekillendirme konusunda önemli bir role sahip bir medya kuruluşu olan Aljazeera Arabic aracılığıyla dış politikasını ortaya koymuştur. Hikayeler uydurduğu ve Suriye rejiminin güvenilirliğini azaltma amacıyla batılı basın malzeme sağlamak üzere sahte hükümet saldırı sahneleri ve patlama görüntüleri yayınladığı gerekçesiyle söz konusu medya kuruluşunu suçlayan Arap dünyasından bazı kesimler, Suriye ayaklanmasının medyada bu şekilde yer almasını eleştirmiştir.(40) Aljazeera'nın Suriye'deki ayaklanmayı nasıl resmettiğine dair daha geniş çıkarımlar bulunmkatadır. Aljazeera, Arap dünyasındaki başlıca haber kaynağıdır ve batı medyasının güvendiği rakamların, hikayelerin ve güncellemelerin çoğu Aljazeera kanalıyla yayınlanmaktadır. 
 
SUK bir şekilde organize olduysa bu, Batılı medya kuruluşlarına bilgi sağlama ve kolaylaştırma yoluyla mümkün olmuştur.(41) Rana Khazbak, Kahire merkezli Suriyeli devrimcilerin, Aljazeera aracılığıyla Suriye'den gelen bilgi akışının batılı izleyicilere nakledilmesinde nasıl önemli bir rol oynadığını gözler önüne sermektedir.(42) Yüzlerce Suriyeli aktivist (birçoğu uzun süre Mısır'da yaşayan sürgün edilmiş kişiler), 'güçlerini birleştiriyorlar ..., protesto gösterileri düzenliyorlar, bağış topluyor ve dağıtıyorlar, Arap Birliği ve Mısırlı yetkililere Suriyeli elçileri ülkelerine geri göndermeleri için baskı uyguluyorlar, ve Suriye içindeki bilgileri uluslararası medya kuruluşlarıyla paylşaıyorlar'.(43) İngilizce yayın yapan önemli günlük gazetelerin güvendiği video görüntüleri ve istatistikler, Kahire merkezli Suriye Ulusal Konseyi'nin aktivist kanadı olan Yüksek Devrim Konseyi tarafından incelenmektedir. Khazbak'a göre; “Medya komitesi Suriye haberlerini takip ediyor, ayırıyor ve protesto gösterileriyle rejim ihlallerinin videolarını derleyip, bunları insan hakları örgütlerine ve uluslararası/yerel basın kuruluşlarına gönderiyorlar. Grup haklı olarak, 'Biz Suriye ve dünyanın geri kalanı arasında köprü görevindeyiz' olduğunu iddia ediyor. 'Aynı zamanda isimleri belgeleyip şehit sayılarını da hesaplıyorlar'”.(44) Bu sadece SUK tarafından kontrol edilen ve bölgesel destekçisi Ürdün tarafından kolaylaştırılan bir bilgi akışı değildir, SUK yanlısı görüş aynı zamanda ABD ve İngiltere merkezli destekçi gruplar tarafından düzenli bir müdahale yoluyla tartışmayı da şekillenmektedir.(45)
 
Suudi Arabistan ise, Esad rejimini gayrimüslim olarak ve Alevileri ise görevden alınması gereken kafirler olarak resmeden köktenci din adamları için bir platform sunan Londra merkezli El-Arabiya ağı ile Esad rejimine karşı benzer bir kampanya yürütmektedir. 'Suriye'nin Dostları' konferansı sırasında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Saud Faysal, muhalefeti silahlandırmanın 'harika bir fikir' olacağını belirtmiştir.(46)
 
Türkiye'nin Baas rejimi karşısındaki tutumu, çatışma yoğunluğunu arttırdıkça daha da düşmanca bir hâl almıştır.(47) Türkiye'de Özgür Suriye Ordusu merkezlerini kurarak ve yien Türkiye'de muhalefet üyeleri arasında çeşitli toplantılar ve buluşmalar düzenleyerek Türkiye, Suriye muhalefetini yakından desteklemektedir.(48) İsyancıları silahlandırmayı düşünen ikinci 'Suriye'nin Dostları Konferansı'na da ev sahipliği yapmıştır. Suriye'deki bir yıllık çatışma boyunca Türkiye'nin tutumu, başta Katar ve Suudi Arabistan olmak üzere Körfez Devletlerinin tutumuna gitgide daha da benzer bir hal almıştır.(49) Türkiye'nin tutumunu daha kesin bir dille ortaya koyan Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise Suriye'deki sivil ölümlerine şu ifadeyle tepki göstermiştir: “Suriye'deki bu toplu katliamlar ve kan dökülmeleri bu şekilde devam edemez.”(50)
 
Baskın Bir Anlatı Oluşturmak 
 
Batı ve Körfez Devletlerinin desteğiyle oluşturulan baskın anlatı, Suriye ayaklanmasının kritik bir analizinin tamamen ötekileştirilmesine yol açmıştır.(51) Örneğin, çatışmanın iki tarafı için de son derece önemli olan Arab Birliği Gözlemci Heyeti raporu (Aralık 2011-Ocak 2012) batı basını tarafından hiç önemsenmemiştir. Ne var ki, basit ve batılı medya kuruluşlarının tek taraflı hikayelerinden daha güvenilir bir anlatı oluşturmak için raporda bahsi geçen bazı noktaların altını çizmek önemlidir. Arap Birliği Raporu, Suriye muhalefetinin ve batılı basının hesaplarına ters düşecek şekilde Humus ve Dera'daki silahlı grupların aslında hükümet güçelrine karşı şiddet eylemlerinde bulunduğunu ve bu durumun da silhlı grupların devlet altyapısını, depolarını ve köprülerini hedefleyip mahvettiği Suriye hükümetinin hesaplarını kuvvetlendirmiştir.(52) Gözlemciler; batılı silahların 2011'deki ayaklanmalarda kullanıldığını belirterek, silahlı grupların askerlere karşı zırh delici mermilerin de içinde bulunduğu sofistike silahlar kullandıklarını ifade etmişlerdir. Gözlemci Heyeti, İdlib ve Hama'da silahlı grupların sivil bir otobüsü hedefleyip sekiz kişiyi öldürdüklerini ve kadın ve çocukları yaraladıklarını kayda geçmiştir.(53) Silahlı muhalif gruplar da mazot taşıyan bir trenin bombalanması ve bir akaryakıt boru hattının patlamasından sorumlu tutulmuşlardı. Heyet aynı zamanda daha sonra ziyaret edip asılsız bulduğu çeşitli yerlerdeki hükümet saldırılarıyla ilgili birçok partinin sahte rapor düzenlediğini de raporlarında belirtmiştir.(54)
 
Zaman zaman Katar ve Suudi Arabistan tarafından engel olunan Arab Birliği Heyeti şunu net bir şekilde ortaya koymuştur ki; Suriye muhalefeti medyanın gücü ve Suriye'den çıkan hikayenin öneminin farkındadır.(55) Küresel kamuoyunu şekillendirmek, muhalefet ile Suriye rejimi arasındaki mücadelenin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.(56) Ölü ve yaralıların kayda geçmesi söz konusu olduğunda, bunlar batılı izleyici kitlesinin nasıl tepki vereceği konusunda önemli bir rol oynadığından verilen bilgilerin doğruluğuna ilişkin bir risk söz konusudur. Suriye'de sivil ölümlerini kayda geçen hâlihazırda iki kuruluş vardır: Suriye İnsan Hakları Ağı ve Suriye İnsan Hakları Gözlem Merkezi. Ölümleri kaydeden tek bilgi kaynağı ise anlaşmazlıklarla çevrili Londra merkezli bir kuruluş olan Suriye İnsan Hakları Gözlem Merkezi'dir. Başkanlığını Rami Abdul Rahman'ın yürüttüğü Suriye İnsan Hakları Gözlem Merkezi, ABD ve İngiltere tarafından finansal destek sağladığı ve muhalefetle bağlantılı olduğu gerekçeleriyle suçlanmaktadır. Batılı basın tarafından sık sık, Suriye'den gelen bilgilerin kaynağı olarak belirtilen kuruluş budur. Gözlem Merkezi aynı zamanda, Türkiye'deki Adalet ve Kalkınma Partisi modelini örnek alan bir Suriye muhalefet partisi ile de bağlantılıdır. Gözlem Merkezi'nin, Baas rejimine zarar vermek için ölü sayılarını şişirebiliyor olması da pek şaşırtıcı değildir.(57) Levesque, Suriye'deki çatışma durumunda verilerin doğru olmasının önemini şu şekilde vurgulamaktadır:
 
Anaakım medyanın anonim gruplardan çıkan bilgilere olan güveni, Suriye rejiminin istikrarsızlaştırması hedefini destekleyen Suriye'deki protestolar konusunda taraflı bir anlayış sunmaktadır. Ya anaakım medya ya da bilindik bir insan kaynakları grubu ölü bilançosuna ilişkin belirsiz bir kaynaktan gelen veriyi yayınlandığında, diğer haber kaynakları veya düşünce kuruluşları bu veriyi değiştirmeden veya verinin doğruluğunu onaylamadan bilgiyi alıp “gerçek kanıt” olarak görmektedirler.(58)
 
Ancak Birleşmiş Milletler'in verilerine göre ise, Aralık 2011 tarihine kadar 7,500 sivil ve 2,000 asker öldürülmüştür, bu ise rejimin silahsız muhalefete karşı yürüttüğü bir kampanyadan ziyade bir savaş durumunu gözler önüne sermektedir.(59) Ayaklanmanın ilk yılında 2,000 silahlı askerin öldürülmesi için muhalefetin önemli miktarda bir mühimmata sahip olması gerekmektedir.(60) Her iki taraftaki ölü sayısına daha tarafsız bir şekilde bakacak olunursa; devletin sivil ve barışçıl bir topluma karşı dengesiz ve oransız güç kullanımına karşı daha ziyade farklı tarafların şekillendirdiği ve yönettiği bir çatışmayı gözler önüne seren farklı bir çatışma tablosu çizmektedir.   
 
Medya da, Suriye'yi istikrarsızlığa sürüklemek üzere bu militanlara güvenen Selefiler, El-Kaide ve batılı güçlerle benzer eğilimlerde olan radikal İslamcı militan grupların rolünü önemsizmiş gibi lanse etmektedir. Rejim bu gruplar tarafından bazı zorluklarla karşılaştığını iddia ederken, batılı güçler ve batı medyası da rejimin, örneğin Mübarek'in ilk protesto gösterilerini bastırmak için yaptığı gibi, aynı bahanelere başvurduğunu iddia etmekteydi. Ancak 2011 yılının sonları ve 2012'nin başlarına gelindiğinde, yabancı güçlerin Suriye rejimi tarafından ele geçirildiğine dair haberler ortaya çıkmıştır.(61) Suriye ayaklanmasını anlamak için göz önünde bulundurulması gereken son bir faktör de, ayaklanmanın başlangıcından beri şaşırtıcı bir şekilde daha da artan rejime yönelik halk desteğinin eriştiği önemli boyutlardır. Ülkede birçok hayatı etkileyen gittikçe büyüyen sosyo-ekonomik sorunlara rağmen Suriyeliler, yeni anayasanın kabulü için 26 Şubat 2012'de gerçekleştirilen Referandum ve sonrasında da Mayıs 2012 tarihinde gerçekleştirilen meclis seçimlerinde verdikleri oylarla rejime olan desteklerini ifade etmişlerdir.(62) Ocak 2012'nin başlarında Katar tarafından gerçekleştirilen YouGov Siraj oylaması, Suriyelilerin yüzde 55'inin rejimi desteklediğini ve Esad rejiminin iktidarda kalmasını istediğini ortaya koymuştur.(63) Rejime yönelik bu seviyede bir desteği görmezden gelmek ve bunun yerine dış muhalefeti Suriye'lilerin tek meşru temsilcisi olarak tanımak, çatışmada taraf tutmakla denk sayılır. Başlı başına bu bile, rejim düştüğü takdirde sonu gelmez bir iç savaşın hemen ardından bunu takip edeceğini garanti etmektedir.  
 
 
Rusya, Çin ve eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın sunduğu altı maddelik Barış Planı Suriye krizinden çıkmak için diplomatik bir yola başvurulması gerektiğini savunmaktadır.(64) BM Güvenlik Konseyi'nde BRICS'in iki üyesi, Libya modelindeki askeri müdahale ve rejim değişimi karşı muhalefeti yaymak için veto yetkilerini kullanmışlardır. Rusya ve Çin, tüm tarafların silahlı çatışmayı durdurmasını ve bunun yerine barışçıl görüşmelerin yapılmasını talep etmiştir.(65) Bu iki gücün söz konusu çağrısı, Kofi Annan'ın Suriye Planı'nda da yer almaktaydı. Tüm batılı güçlerin Annan Planı'nı düşünmeden reddetmiş olmasına rağmen, görünüşe göre aslında İnsan Hakları aktivistleri tarafından derlenen istatistiklere göre Nisan 2012 tarihinde yürürlüğe girdikten sonra ölü sayısında radikal bir düşüşe de yol açmıştır.(66)
 
Sonuç
 
Suriye'deki çatışma bir yıldan fazla bir süredir devam etmekte. Baas rejimi hem Suriye'nin içinden hem de dışardan büyük oranda destek almaya devam etmektedir. Dış muhalefet, askeri müdahale yoluyla rejimi devirmek için dış güçlerle bağlantısını sürdürmeye devam etmektedir. Tüm bunlar arasında en çok zarara uğrayan kesim siviller, işçiler ve köylüler olmuştur; zira demokratik reformlar için başlangıçtaki talepleri, gitgide bölgesel ve küresel güçleri de içine alan temsili bir savaş görünümü alan bir çatışmanın tamamen gölgesinde kalmıştır.(67) Suriye'den gelen bilgi akışının karışık yapısı göz önünde bulundurulduğunda, mevcut rejimi değiştirmek için yapılan askeri müdahale çağrısına hem Suriyeliler ve Araplar hem de daha geniş küresel toplum itiraz etmektedir. Hem muhalefet hem de rejim suçu birbirlerinin üstüne atarken hangi tarafın şiddete başvurduğunu ayırt etmek hala çok zor.    
 
Küresel ve bölgesel güçler askeri müdahaleyi tartışırlarken, Suriye halkının hayatlarını etkileyen sosyo-ekonomik sorunlar geçtiğimiz yıl içinde daha da vahim bir hâl almıştır. Zaten yüksek oranlarda olan işsizlik oranı, çatışma alanlarındaki ekonomik faaliyetler de durunca artmaya devam etmiştir.(68) Ekonominin geri kalan bölümüne bakıldığında ithalatın düştüğünü ve batılı devletlerin uyguladıkları yaptırımlar yürürlüğe girince bu durum gıda ve temel maddelerde ciddi boyutlarda kıtlığa yol açmıştır.(69) Ekonomik faaliyetlerin ve vergilerin azlığından dolayı Suriye hükümetinin gelirlerinde de düşüş yaşanmıştır. Dış rezervler tükenirken, açığın bu yıl GSYİH'in yüzde 17'sine erişmesi beklenmektedir, ayrıca vergi gelirlerinin ise 2011'dekinin yarısı olacağı öngörülmektedir.(70)
 
Görüşmelere dayalı siyasi bir çözüm yerine rejimin düşürülmesini talep etmek çatışmayı sadece daha da kötüleştirir ve bu durum da çok sayıda sivil ölüme ve altyapının büyük ölçüde zarar görmesine yol açar. Dahası, farklı mezhepler arasındaki düşmanlığın artmasıyla birlikte olası bir demokratik toplum yaratma şansı da çok düşük olacaktır. Şimdiye kadar rejim değişikliği için harcanan çabalar, demokratik reform çağrısına zarar vermesinin yanısıra kontrolü ele alma konusunda kendi gündemi olan ancak yine de Suriye halkı içinde bir popülerlik kazanamayan dış desteği de güçlendirmektedir. Çatışma, her iki tarafta da milis güçlerini içine alarak gittikçe daha şiddetli bir hâl almaktadır. Gerçek bir diplomatik çabanın olmaması, durum hakkındaki kararın silah yoluyla verilmesine yol açmıştır; bu da tüm büyük dünya güçlerince kolaylaştırılmıştır. Milyonlarca Suriyelinin hem Suriye içinde hem de dışarda Lübnan ve Türkiye'de yerlerinden edilmeleri, yoksulluğu ve son on yıldır ekonomik sorunlarla karşı karşıya olan halkın uzun vadeli güvenlik sorunlarını daha da arttıracaktır. Söz konusu çatışma daha da askeri bir boyut kazandığı takdirde, Suriye 1990'lardaki Afganistan'ı anımsatan sürüncemeli bir iç savaşa sürüklenecektir.(71)
 
* Bu makale ilk önce Birleşik Krallık'taki Durham Üniversitesi Arap Dünyası İleri Çalışmalar Merkezi'nde 12-13 Mart 2012'de gerçekleştirilen ‘The Arab Spring: Between Authoritarianism and Revolution’ uluslararası konferansta 'Suriye Krizini Anlamak: Sebepleri, Aktörleri ve Sonuçları' adı altında sunulmuştur. ---------------------------------------------------------------------------------------------
 
[1] Lina Sinjab, ‘Syrian drought triggers rural exodus’, BBC, 29 August, 2010, http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-11114261.
[2] Devletin yönetimini devralıp ülkeyi şeriat kurallarına göre yönetmeyi amaçlayan siyasi İslam'ın tersine apolitik İslam ise bireyleri camiler, dini toplantılar ve mali yardım yoluyla dönüştürerek toplumu da aynı şekilde değiştirmek isteyen bir harekettir. Hem Siyasi İslam hem de apolitik İslam bireyleri dönüştürmek isterken, Siyasi İslam bunu devletin pişdar şekilde yönetimi devralması yoluyla gerçekleştirme arayışındadır; diğer yandan apolitik İslam ise medya, okullar, camiler, kitabevleri vs. gibi sivil toplumdaki önemli kurumların yönetimini devralmayı beraberinde getiren Gramscici savaş yöntemiyle bunu gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır.   
[3] Hafız Esad yönetimindeki ekonomik liberalleşmenin daha önceki evresinin değerlendirmesi için bkz. Hopfinger, Hans and Marc Boeckler, ‘Step by Step to an Open Economic System: Syria Sets Course for Liberalization’, British Journal of Middle Eastern Studies, No. 23 (November) 1996.
[4] International Monetary Fund, ‘Syrian Arab Republic: Statistical Appendix’, IMF Country Report No. 05/355, October, 2005.
[5] 'Sosyal piyasa ekonomisi' kavramı, Suriye'nin benimsediği özel bir tür sertbest piyasa ekonomisi olarak tanımlanmaktadır. 'Sosyal' kavramı, Baas sosyalizmine uygun ılımlı bir tür liberalleşmeyi yansıtır. Bkz. Samir Seifan, ‘Syria on the Path to Economic Reform’, St. Andrews Papers on Contemporary Syria, St. Andrews University, 2009.
[6] Raymond Hinnebusch, ‘The Ba’th Party in Post-Ba’thist Syria: President, Party and the Struggle for ‘Reform’, Middle East Critique, Vol.20, No.2, 2011, s. 109-125.
[7] Volker Perthes, ‘Syria: Difficult Inheritance,’ in Volker Perthes (ed), Arab Elites: Negotiating the Poiltics of Change, Oxford University Press, s. 87-114.
[8] All-born-equal-Rights, ‘Arab Economist Samir Aita: impact of international sanctions’, all-born-equal-rights, May 24, 2012; Jihad Yazigi, ‘Syria’s growing economic challenge’, Bitterlemons-international, May 24, 2012.
[9] Hanna Batatu Syria’s Peasantry, the Descendants of its Lesser Rural Notables, and Their Politics, (N.J: Princeton, 1999).
 
[10] Hama, Humus ve Halep, Suriye'deki iktidar sınıfının coğrafi bir boyutudur, zira bu üç bölge de Baas rejimine, arazilerinin köylü sınıfına dağıtılmasına ve kendilerinin siyasi olarak devletten dışlanmasına şiddetle karşı çıkan şehirli tüccar sınıfı ve toprak ağalarının gücünü temsil etmektedir. Tek istisna ise, 1982 yılındaki Hama ayaklanması süresince rejimi destekleyen Şamlı tüccarlardı.
 
[11] Line Khatib, Islamic Revivalism in Syria: the rise and fall of Ba’thist Secularism, (London: Routledge, 2011), s. 90.
 
[12] a.g.e.
 
[13] a.g.e., s. 146
 
[14] Ismail, Salwa, ‘Changing Social Structure, Shifting Alliances and Authoritarianism in Syria’ in: Lawson, Fred, (ed.), Demystifying Syria, (London: Saqi Press,2009), s. 13-28.
 
[15] Baas rejimine karşı muhalefet, İslami kesimle sınırlı kalmamıştır. Irak'ın işgalinden sonra gitgide önemi artan Militan İslamcılar, Baas rejimine de karşı çıkmışlardır. Hatib'in tahminlerine göre 2010 yılında Suriye'de Selefi/El Kaide ittifakı kuran en az 8,000 İslamcı militan güç bulunmaktaydı. Suriye'de El-Kaide'ye bağlı kuvvetlerin güçlerini arttırmaları, 2004'ten beri süregelen militanların saldırı sayısına yansımıştır. Militanların Suriye'deki saldırıları, 2004 ile 2008 yılları arasında devam etmiştir. 1999, 2000, 2006 yıllarında Suriye rejimi ve Hizb al-Tahrir al –Islami arasında çatışmalar gerçekleşmiştir,  Bkz. Line Khatib, Islamic Revivalism in Syria, pp. 189-190, 194-195. Opposition from secular groups against the regime appeared for a short time between summer of 2000 and fall of 2001. Soon after the regime succeeded in crushing this opposition that has become known as the Damascus Spring.
 
[16] Kitlesel protesto gösterileri için çağrıda bulunan çoğu kişinin Suriye'nin dışından ve sıklıkla da facebook gibi sosyal paylaşım siteleri aracılığıyla birçok kişinin böylesi çağrılarda bulunduğu da göz önünde bulundurulduğunda, 2011 yılının ilk dönemlerinde Suriye'deki protesto gösterilerinin, Mısır ve Tunus'takine kıyasla daha küçük çaplı olduğu belirtilmektedir. , bkz. The New York Times, ‘Day of Rage’ for Syrians Fails to Draw Protestors’, February 4, 2011 and Bassel Oudat, ‘Pre-emptive strike’, Al Ahram Weekly, February 10-16, 2011, Special Edition, Issue No. 1034.
 
[17] 2006 yılında Müslüman Kardeşler topluluğu, Ulusal Kurtuluş Cephesini kurmak üzere eski Suriye Başkan Yardımcısı Abdel al Halim Khaddam ile güçlerini birleştirmiştir. Khaddam, Suudi Arabistan ve Lübnan'daki Harriri ailesi ile yakın ilişkilerinden fayda sağlamaktadır.  
 
[18] Interestingly, in 2010, the Syrian Brother’s previous Superintendent had argued that in order to overthrow the regime, they will educate and mobilize the Syrian people and in international forums work towards raising the international blockade on the Syrian regime (Khatib, 2011:180).
 
[19] Zvi Bar’el, ‘Syria rebels pull out of embattled Homs Stronghold’, Haaretz, January 3,2012.
 
[20] Bkz. Human Rights Watch report condemning the Syrian armed opposition groups for crimes against civilians including kidnapping, executions and forced confessions, Human Rights Watch, March 20, 2012; see also The Independent, June 1, 2012 on executions of workers at the hands of armed members of the opposition.
 
[21] Bkz. ‘Lebanese fighter trains new generation of jihadis for Syria’, by Nicholas Blanford,  Gulfnews, June 2, 2012; ‘Lebanese join the Free Syrian Army’s struggle’, by Nicholas Blanford, The Daily Star, May 30, 2012.
 
[22] Syrian Arab News Agency (SANA), ‘Tunisian Terrorists Confess to Entering Syria via Turkey with Coordination between So-Called Free Army and Al-Qaeda’, May 21, 2012.
 
[23] Bkz. articles by Patrick Cockburn, ‘Long War Looms: Syria after the Massacre’, Counter Punch, May 28, 2012;‘Why war is marching on the road to Damascus’,  Counter Punch, June 3, 2012.
 
[24] Ali Hashem, ‘The Arab Spring has shaken Arab TV’s credibility’, The Guardian, April 3, 2012, http://www.guardian.co.uk/commentisfree/2012/apr/03/arab-spring-arab-tv-credibility
 
[25] Salameh Khodor, ‘The reality of Syria’s opposition’, Egypt Independent, February 28, 2012,  translated by Dina Zafer.
 
[26] Manna'ya göre, Suriye içinde silahlı direnişe olan destek yüzde 15 seviyesinde kalırken, nüfusun geri kalan yüzde 85'i ise Irak veya Libya'daki gibi şiddete dayalı bir seyir izlemeyerek, demokratik bir Suriye'ye barışçıl bir dönüşümü desteklemektedirler. Bkz. interview with Haytham Manna on France24, January 31, 2012, http://www.youtube.com/watch?v=XmSxKvkYeWE&feature=related
 
[27] Mohamed Elmeshad, ‘Syrian Brothers everywhere but Syria’, Egypt Independent, February 29, 2012.
 
[28] Salameh Khodor, ‘The reality of Syria’s opposition’.           
 
[29] Suriye'deki Kürt Politikası için; Bkz. Christian Sinclair and Sirwan Kajjo, ‘The Evolution of Kurdish Politics in Syria’, MERIP, August 31, 2012. In June 2012, in an attempt to unite the various opposition groups, Abdelbaset Sieda, a Kurd from Uppsala, Sweden, was elected as the new president of the SNC, replacing the Syrian-French intellectual Burhan Ghalioun.
 
[30] Deborah Sherwood, ‘Syria will be bloodiest yet’, Daily Star, 1 January, 2012.
 
[31] 2007 yılındaki yazısında Hersh, Körfez Devletlerinin ve ABD'nin İran'ı içerecek politikasında dört unsur bulunduğuna işaret etmiştir: İsrail'in güvenliğini garanti etmek, Hamas ve İran arasındaki bağları azaltmak, ABD'nin yardımıyla Şii üstünlüğüne karşı koymak için bölgede bir Sunni koalisyonu kurmak, ve son olarak,  Suriye'deki Esad rejimini güçsüzleştirmek için Suudiler ve ABD bütçe ve lojistik yardım sağlayacaktır. Hersh’s piece lays out the complex and intricate ties forged between the Saudis and powerful Sunni groups in Lebanon against Syria. See Seymour M. Hersh, ‘Annals of National Security: The Redirection’, The New Yorker, March 5, 2007.
 
[32] Barbara Starr and Jamie Crawford, ‘U.S sees ‘no fracturing’ of al-Assad regime’, CNN, March 1, 2012 Feltman has recently assumed a new role within the UN which entails negotiations with various Lebanese political groups, which appears controversial as it may entail destabilizing Lebanon  in order to secure American policy of containing Iran. See Vijay Prashad,  ‘The Elevation of Jeffrey Feltman’, Counter Punch, May 25-27, 2012.
 
[33] Chris McGreal, ‘John McCain says US should be ‘ashamed’ of inaction over Syria conflict’, The Guardian, June 6, 2012.
 
[34] Josh Rogin,‘Conservatives call on Obama to intervene in Syria’, Foreign Policy, February 17, 2012.
 
[35] DEBKAfile, ‘US, France, UK, Turkey, Italy prepare for military intervention in Syria’, Exclusive Report, February 23, 2012; DEBKAfile, ‘Obama secretly approves top-of-the-line anti-tank arms for Syrian rebels’, May 22, 2012.
 
[36] Ahram Online, ‘18 French Officers and 100 paratroopers captured in Homs, a Lebanese MP claims’, March 2, 2012, http://english.ahram.org.eg/NewsContent/2/8/35858/World/Region/-French-officers-and–paratroopers-captured-in-Hom.aspx (accessed March 20, 2012).
 
[37]             Middle East Online, ‘Major war games on Syria border ‘have nothing to do’ with Syria’, Middle East Online, May 15, 2012,  http://www.middle-east-online.com/english/?id=52271 (accessed June 1, 2012).
 
[38] Bkz. Patrick Seale’s articles: ‘The View from Riyadh’, February 14, 2012, http://www.middle-east-online.com/english/?id=50642; ‘Deciphering the Qatar Enigma’, February 28, 2012, http://www.agenceglobal.com/article.asp?id=2741
 
[39] Steinberg, Guido, ‘Qatar and the Arab Spring: Support for Islamists and New Anti-Syrian Policy’, Stiftung Wissenschaft und Politik, German Institute for International and Security Affairs, February 2012.
 
[40] Peter Lee, ‘In Syria, al Jazeera’s Credibility implodes’, Counter Punch, March 5, 2012. Ahmed Ibrahim who has been in charge of the channel’s Syria coverage is the brother of Anas al Abdeh, a leading member of the opposition Syrian National Council (SNC). He allegedly stopped using his family name to avoid drawing attention to the connection.
 
[41] Batılı diplomatların son dönemde işaret ettikleri gibi; bilgi akışını kontrol etmek, Baas rejimine karşı mücadele vermede önemli bir husustur, dolayısıyla 'doğru' olan siyasi açıdan uygun olan ve Suriye'den çıkan bilgiyi kontrol edip rejim değişiminde çıkarı olan güçlerin çıkarlarına hizmet edendir,( Bkz. Jon Williams, ‘Reporting conflict in Syria’, June 7, 2012, BBC, http://www.bbc.co.uk/blogs/theeditors/2012/06/reporting_conflict_in_syria.html (accessed June 15, 2012).
 
[42] Kahire merkezli başlıca üç Suriyeli devrimci grup vardır: Müslüman Kardeşlerin ağır bastığı, Mısır'daki Suriye Devrim Kuruluşu (SRAE); Muhalif lider Moatez Shaqlab tarafından idare edilen ve siyasi olarak ılımlı bir grup olan Şeref hareketi (Dignity movement) ve çoğunluğunu belli bir siyasi örgüte bağlı olmayan Suriyeli gençler ile üniversite öğrencilerinin oluşturduğu Özgür Suriye Genç Hareketi'dir. Hepsinin amacı ortaktır: Rejimi devirmek. (Rana Khazbak, ‘Syria’s revolution finds a temporary home in Cairo’, Egypt Independent,  February 14, 2012).
 
[43] a.g.e.
 
[44] a.g.e.
 
[45] Surprisingly, despite the small number of authors who write in support of the Syrian opposition, their position has become the dominant position shaping the debate and viewpoints globally. Some of the names that often appear include: Ammar AbdulHamid, Reem Allaf (2011, 2012), Nadim Shehadi (2011), Ali Al Bayanouni (2011a,b), and Radwan Ziadeh (2012). Ammar AbdulHamid, a member of the SNC based at the Foundation for Defence of Democracies, has been speaking internationally as the voice of the Syrian uprising. He has visited Kosovo to learn about insurgency training and has got the backing of Republicans and neoconservatives in the US (Associated Press, ‘Syrian Opposition Activists ask Kosovo for advice’, April 26, 2012).  Abdulhamid was photographed with George W. Bush in a foreign policy cable titled ‘Bush: The Authoritarian Regimes of the Arab World Will Fall’ (by Josh Rogin, Foreign Policy, May 16, 2012). Abdulhamid is also one of fifty six signatories of a letter sent to Obama by neoconservatives demanding military intervention in Syria. Some of the other prominent signatories included Carl Rove, Paul Bremer and William Kristol, all of whom played an important role in the 2003 invasion of Iraq (Rogin, 2012).
 
[46] Karen DeYoung and Liz Sly, ‘Syrian rebels get influx of arms with Gulf Neigbhors’ money, U.S coordination’, The Washington Post, May 16, 2012. After the first months of the uprising, the Syrian Communist Party warned that the militarization of the conflict, far from helping them reach their legitimate demands, has instead turned the conflict into a regional rivalry between external forces who rely on the Syrian National Council to press ahead with their goals of weakening Iran and bringing regime change in Syria (The Syrian Communist Party, May 2011, Monthly Review Zine, http://mrzine.monthlyreview.org/2011/scp310511.html (accessed December 6th, 2011). The same concerns were echoed by the International Crisis Group (ICG) almost a year later. The ICG report summed up the situation in the following words:  “Faced with mounting casualties and a political deadlock, outside actors at best have been inefficient, at worst have poured oil on fire. Many have chosen to view the crisis primarily through the prism of its regional strategic stakes-who win and who loses in the event of the regime’s collapse-and have done nothing to advance prospects for a negotiated transition”( International Crisis Group, ‘Now or Never: A Negotiated Transition for Syria’, Middle East Briefing No. 32, Damascus/Brussels, 5 March, 2012). The ICG warns of a proxy war that could spill into Lebanon and destabilize the fragile peace in that country. See also Michael Peel and Abigail Fielding-Smith, ‘Qatar backs arming Syrian Rebels’, Financial Times, February 27, 2012, http://www.ft.com/cms/s/0/24db27d0-6169-11e1-8a8e-00144feabdc0.html#axzz1xmCkFOQN (accessed February 28, 2012). Also see Martin Chulov and Matthew Weaver, ‘Saudi Arabia backs arming Syrian opposition’, The Guardian, February 25, 2012; Vela, Justin, ‘Exclusive: Arab states arm rebels as UN talks of Syrian civil war’, The Independent,  June 13, 2012.
 
[47] Turkey has assumed a similar role in Syria as the one that was assumed by Pakistan vis-à-vis Afghanistan in the 1980s, in the sense that it has become a base for the Syrian opposition, has provided home for Syrian refugees and has become a transmission belt for transfer of weapons to the FSA. Turkey however, has to be cautious about the coming decades and how the intensification of the conflict and instability in Syria could spill over into its own border as happened in the case of Pakistan. Hakura captures the position of Turkey in the following excerpt: “Turkey is undoubtedly in a precarious and unenviable spot at the mercy of unpredictable and deteriorating regional circumstances. It is not in control of events but is being controlled by events. What the ultimate outcome will be is anyone’s guess” (Hakura, February 12, 2012).
 
[48] France 24, ‘Syrian dissidents convene in Turkey to discuss regime change’, Agence France-Presse, 1 June 2011, http://www.france24.com/en/20110531-syria-middle-east-opposition-groups-turkey-assad-revolution-arab-spring (accessed January 4, 2012); Zeina Karam, “Syrian dissident colonel takes refuge in Turkey’, The Guardian, Associated Press (Beirut), October 5, 2011, http://www.guardian.co.uk/world/feedarticle/9880236 (accessed October 15, 2011); Liam Stack, ‘In Slap at Syria, Turkey Shelters Anti-Assad Fighters’,  The New York Times, October 27, 2011 (accessed January 2, 2012).
 
[49] Michael Weiss, ‘Syrian rebels say Turkey is arming and training them’, The Telegraph, May 22, 2012.
 
[50] The Jerusalem Post, ‘Syria on the Brink’, November 16, 2011.
 
[51] Lundgren-Jorum articulated the establishing of a dominant discourse in terms of ‘framing’, which as she rightly pointed out could be a conscious way of shaping public opinion in favour of a particular group, see Emma Lundgren-Jorum, ‘Discourse of a Revolution: Framing the Syrian Uprising’, Ortadogu Etutleri, Volume 3, No. 2, January 2012, pp. 9-39.
 
[52] Bkz. the news in the Syrian Arab News Agency (SANA), ‘Armed Group attacks oil pipeline in Deir Ezzor’, May 30, 2012; Syrian Arab News Agency (SANA), ‘Terrorists Attack central Bank, Police Patrol with RPG Rounds’, May 1, 2012; Syrian Arab News Agency (SANA), ‘Authorities Storm Den of Terrorists in Nawa in Daraa, Foil Attempt to Blow up al-Najih Bridge on Damascus-Daraa Highway’, March 26, 2012.
 
[53] Over the course of the year, it appears that armed groups of the opposition have adopted a new strategy of discrediting the Assad regime and that is through inflicting atrocities against the civilians which are then portrayed to western audiences as acts of the regime. The recent massacre in Houla, although automatically seen as the act of the Assad regime, has recently been concluded as the act of rebels against pro-regime families, see Rosenthal, John ‘Report: Rebels Responsible for Houla Massacre’, National Review Online, June 9, 2012, http://www.nationalreview.com/corner/302261/report-rebels-responsible-houla-massacre-john-rosenthal#.‘John’
 
[54] Bkz. The Report of the Arab League Observer Mission, January 2012; Saul Landau, ‘End the Hypocrisy: The Syrian Dilemma’, Counter Punch, February 21, 2012. The Arab League Mission called for the withdrawal of military and security forces from all Syrian cities and the release of tens of thousands of political detainees and of those arrested during the demonstrations. It also called for the launch of dialogue with the country’s opposition. All of these proposals have been retained in the Annan Plan for Syria.
 
[55] Arab League Report highlighted the divisions within the League and the intension of League members such as Saudi Arabia and Qatar to use the observer mission in their own interest. In fact, despite the recommendation of the observers’ report to extend the mission, the League decided not to extend the mission.
 
[56] Bkz örn; Dowel, Ben, ‘Syrian rebels tried to get me killed, says Channel 4 correspondent’, The  Guardian, June 8, 2012.
 
[57] The consequence of bad or simply false media feed could be quite damaging to the reputation of an organization. See for instance, Black, Ian and Weaver, Matthew, ‘Syria attacks ‘media fabrications’ by showing ‘beheaded’ woman alive on TV’, The Guardian (London), October 5, 2011.
 
[58] Julie Leveresque, ‘Media lies used to provide a pretext for another ‘Humanitarian War’: Protest in Syria: Who counts the Dead?’ Global Research, November 25, 2011.
 
[59] Zvi, Bar’el, ‘Syria rebels pull out of embattled Homs Stronghold’, Haaretz, January 3, 2012.
 
[60] Bkz. Saul Landau, ‘End the Hypocrisy: The Syrian Dilemma’, Counter Punch, February 21, 2012. For a typical narrative that western mainstream media produces in order to promote military intervention rather than encourage a diplomatic and political solution to conflicts, see also Diana Johnstone, ‘Road to Damascus…and on to Armageddon?’, Counter Punch, February 13, 2012.
 
[61] DEBKAfile, ‘US, France, UK, Turkey, Italy prepare for military intervention in Syria’, Exclusive Report, February 23, 2012.
 
[62] Kristian Boysen, ‘A new Syrian leadership?’, Egypt Independent,  February 19, 2012.The Syrian regime has also reversed some of the neoliberal policies that had affected peasants and workers, see SANA, January 1, 2012.
 
[63] Jonathan Steele, ‘Most Syrians back President Assad, but you’d never know from western media’, The Guardian, January 17, 2012; Saul Landau, ‘End the Hypocrisy’. The poll was ‘ignored’ by almost all western media outlets whose governments demanded Assad to resign. The poll also showed the majority wanted free elections and more rights. Although the poll was conveniently ignored by almost all me