Tersine Dönmüş İki Seviyeli Bir Oyun Olarak Suriye Krizi

Yrd. Doç. Dr. Kürşad Turan Gazi Üniversitesi İ. İ. B. F Uluslararası İlişkiler Bölümü
Bağlantı politikaları farklı analiz seviyeleri arasındaki bağlara odaklanır. Putnam’ın iki seviyeli oyun modeli özellikle iç politikadan doğan kısıtlamaların uluslararası görüşmelere etkisine odaklanır. Bu tür görüşmelerde bir aktörün başarısı ortaya çıkan anlaşma ve bu anlaşmanın iki tarafça onaylanarak yürürlüğe girmesiyle ölçülür. Bunun mümkün olması için farklı seviyelerdeki aktörlerin çıkarlarının örtüşmesi ve bir anlaşma yapmayı anlaşmadan görüşmeleri sonlandırmaya tercih etmeleri gerekir. Bu çalışmada ben de benzer bir sürece bakıyorum. Bir fark modelin ters çevrilmesiyle Suriye’de görüşmelerin iç politikadaki rakipler arasında, onayın ise bu aktörlerin uluslararası müttefiklerinden gelecek olması. Suriye krizi örneğinden hareketle aktörlerin konumlarını ve yakın gelecekte barışçı bir çözüm olasılığını değerlendiriyorum.
 
Anahtar Kelimeler: İki seviyeli oyun modeli, Baas, Suriye, Ayaklanma, Muhalefet.
 
Giriş
 
Suriye Krizi Mart 2011 tarihinde başlamış ve bölgesel ve küresel sonuçlar doğuran şiddetli iç çatışmalarla gitgide daha da artmıştır. Görünürde kriz daha bitmeyecek gibi görünse de, krize dahil olan çok sayıdaki aktörün çıkarlarını ve aralarındaki bağlantıları daha iyi anlamak için çok-seviyeli bir analiz gerçekleştirmek gerekir. Bunun bir yöntemi de; konuya, analizin farklı seviyelerinde aktörlerin birtakım sıkıntılarla karşılaştıkları karar alma açısından yaklaşmaktır.  
 
Uluslararası ilişkiler literatürü de analizlerin farklı seviyeleri arasındaki bağlantılar üzerine odaklanmaktadır ve başlıca odak noktası ise uluslararası tutum konusunda iç politikanın etkisidir. Leeds'in de işaret ettiği gibi, bu örneklerden biri de, “demokratik siyasi sistemlerin tipik özelliğinin devletlere, uluslararası arenada güvenilir tahhütlerde bulunma konusunda yarar sağladığı iddiası”na dayanan “ikinci imaj” literatürüdür.(1)
 
Bu görüş Robert Putnam'ın; müzakerelerin aktörler arasında gerçekleştiği uluslararası seviye ve varılan anlaşmayı tasdik eden seviye olan iç siyasetten oluşan iki-seviyeli oyun modeliyle de örtüşmektedir.(2) Putnam'ın modelini geliştirmeye çalışan çok sayıdaki çalışma uluslararası müzakerelere ve bunların iç siyasi koşullardan nasıl etkilendiğine vurgu yapan bir tutum benimserken; burada benim savunduğum düşünce ise uluslararası sonuçlar doğuran küçük ülkelerde meydana gelen iç çatışmaların, buradakinin tam tersi bir model (yani müzakerelerin içerde gerçekleştirilip, dış aktörler tarafından da onaylandığı bir tutum) gerektirdiğidir. Suriye örneğinden yararlanarak, rejim ile muhalefet güçleri arasındaki çatışmada elde edilecek başarının büyük oranda her iki tarafın da aldığı desteğe bağlı olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bu destek, söz konusu aktörlerin çıkarlarına dayanmaktadır. 
 
Aşağıdaki bölümlerde öncelikle kısaca Putnam'ın modelini ve söz konusu modelin 1988'den bu yana nasıl bir evrim geçirdiğini açıklayacağım. Ardından ise dikkatimi Suriye'ye yöneltip farklı aktörler ve aralarındaki bağlara odaklanacağım ve bu doğrultuda, yakın gelecekte karşılaşabileceğimiz olası sonuçlar konusunda tahminlerde bulunmaya çalışacağım.   
 
İki Seviyeli Oyunlar
 
“Diplomasi ve İç Politika: İki Seviyeli Oyunların Mantığı” adındaki 1988 tarihli makalesinde Robert Putnam, aktörlerin içerden kısıtlandıkları uluslararası müzakerelere değinmiştir. Burada yazarın başlıca hedefi, yerel ve uluslararası politika arasındaki ilişkinin sistematik bir açıklamasını ortaya koymaktı. James Rosenau'nun “bağlılık politikası” taksonomisi ile oluşturulan çatışma tavrı ile sınırlı kalmış az miktarda gerçekleştirilen araştırmalarla tatmin olmayan Putnam, her iki politika geliştirme boyutunun da eşit şekilde altını çizecek basit bir model üretme arayışına girmiştir.(3) Putnam'ın literatür değerlendirmesi, hâlihazırdaki çalışmaların çoğunlukla seviyelerden birine odaklandığını ortaya koymuştur. Buna göre Karl Deutsch(4) ve Ernst Haas’ın (5) yerel ve uluslararası gelişmeler arasındaki yayılma etkilerini konu alan eserlerinde, özel politika geliştirme konusu hariç tutulmaktadır. Benzer biçimde Putnam'ın iddiasına göre Robert Keohane and Joseph Nye’nin (6) karşılıklı bağımlılık ve çok ulusluluk üzerine kaleme almış oldukları eser de politika geliştirme konusunun iç boyutunu hariç tutmaktadır. Graham Allison’ın Bürokratik politika geliştirme modeli konusundaki eseri(7) de karar alma sürecini etkileyen iç faktörlere vurgu yapmış, ancak iki seviye arasındaki bağlantıyı ortaya koyamamıştır. Yine aynı çizgideki Peter Katzenstein(8) ve Stephen Krasner’ın eseri de(9) merkezi otoritenin bir taraftan politika geliştirirken, öte yandan iç ve dış politika ile de ilgilenmesi gerektiğini iddia etmektedir, ancak asıl odak konusu uluslararası siyasi ekonomi ile sınırlandırılmıştır.(10)
 
Putnam'ın versiyonunda ise iki ayrı seviye bulunmaktaydı. Ulusal seviye, iktidara gelip burada kalmak için çeşitli grupların desteği karşılığında bu grupların hükümet ve siyasetçileri etkilemeye çalıştığı iç politikaya yoğunlaşmaktadır. Oyunun ikinci seviyesi ise; her bir aktörün iç baskıları hafifletecek bir anlaşmaya varmaya çalıştığı ve aynı zamanda uluslararası gelişmelerin olumsuz etkisini de azaltmaya çalıştığı uluslararası boyuttur.(11) Aktörlerin kaybedecekleri çok şey olduğundan, her iki seviyeye de eşit derecede önem vermeli ve iki seviye arasında bir denge kurmalıdırlar. 
 
Putnam söz konusu süreci evrelere ayırmıştır: olası bir anlaşmaya zemin hazırlayacak müzakereciler arasındaki pazarlık süreci ve anlaşmayı sonuca ulaştıracak anlaşmanın onaylanıp onaylanmayacağı ile ilgili unsurlardan oluşan her bir grup arasında gerçekleştirilen ayrı görüşmeler.(12) Anlaşmanın başarıya ulaşması ancak, eğer her iki seviyede de ortak çıkarlar örtüşürse mümkün olabilir. Uluslararası düzeyde hükümetler diğerleri pahasına kendi çıkarlarının peşine düşme eğilimindedirler ve ancak anlaşmadan her iki tarafın da faydalanacağı inancıyla politikalarında değişime gitme yolunu tercih ettikleri takdirde bir ortak çıkar elde edilebilir.(13) Bu da demek oluyor ki, anlaşmanın başarıya ulaşması için en önemlisi; bir anlaşma imzalamanın, hiçbir anlaşma imzalamamaktan daha iyi olduğu gerçeğidir. Öte yandan ülke içinde hükümeti ve hükümeti oluşturan unsurları bir araya getiren ortak çıkara genellikle milli çıkar olarak anılmaktadır ve bu milli çıkar müzakerelerin başlangıcındaki aktör için söz konusu olan hedefi temsil etmektedir.(14) Sadece uluslararası seviyedeki müzakereciler için değil, ülke içindeki unsurlar için de kabul edilebilir olacak anlaşmalar “win-set” durumuna (uluslararası anlaşmanın muhtemel olduğu durum) yol açmaktadır.(15) Sonuç olarak iç aktörlerce kabul edilir olan çok sayıda muhtemel sonuca erişme anlamına gelen büyük çaplı bir win-set, uluslararası seviyedeki anlaşmayı daha olası kılarken bu aynı zamanda daha fazla çıkarı olan aktörün müzakereler sırasında daha esnek olması gerektiği anlamına gelmektedir.(16) Öte yandan daha küçük çaplı olanları ise, muhtemelen müzakerelerin herhangi bir anlaşmaya varılmadan bozulmasına yol açmaktadır. Putnam'a göre win-set'in boyutu üç etkenle belirlenir: iç koalisyonlar ve tercihler, iç kurumlar ve müzakerecilerin uluslararası seviyedeki stratejileri.(17) Buna dayanarak, Putnam, demokratik rejimlerin daha küçük çaplı win-setler yaratma eğiliminde olduğunu ve bir anlaşmaya varılma hâlinde bunun şartlarını belirleme konusunda daha iyi bir pozisyonda olduğu sonucuna varmaktadır.  
 
Putnam'ın çalışmasının ardından, birçok çalışma bağlılık politikası üzerine odaklanmıştır. Örneğin Keisuke Iida, orijinal modelde eksik olan iç seviye belirsizliği konusunu ilave etmeye çalışmıştır.(18) Putnam'ın çalışmasındaki belirsizlik modeli sadece uluslararası seviyede mevcuttu ve iç desteğin varlığı ya da yokluğu kesin olarak bilinmiyordu. Diğer yandan Jongryn Mo, her bir iç katılımcının üç yetkisi olduğu iç pazarlık evresini birleştirerek iç koalisyonların, müzakerecilerin stratejisine getirilen sınırlamanın seviyesini hesaplamaya çalışmıştır. Bu üç yetki ise şu şekilde sıralanmaktadır: 1-) tercihe dayalı yetki, daha iyi bir teklif için bekleme şansı; 2-) gündemi belirleme yetkisi, öneri sunma yetkisi; 3-) veto yetkisi, bir öneriyi veto etme yetkisi.”(19) Mo, iç yetkilerin dağılımına bağlı olarak müzakerecinin ağır iç kısıtlamalardan kârlı ya da zararlı çıkabileceği sonucuna varmıştır.(20) Bu sonuç ise bir bakıma rejim türünün önemini bir kez daha doğrulamıştır. Tara ise, “ulusal bir seçimle görece gelen devlet başkanı gibi ulusal çapta seçmeni olan bir yöneticinin, hiçbir anlaşmaya varmanın mümkün olmadığı boyuttaki kısıtlamalardan fayda sağladığını iddia ederek yönetici üzerindeki iç kısıtlamaların etkisine odaklanmıştır. Bir yönetici, söz konusu kısıtlama kendi seçmeninden geldiğinde de durumdan kârlı çıkar.”(21) Tüm bu çalışmalarda, üzerinde asıl odaklanılan nokta, Putnam'ın modelinde ikincil ve daha az detaylı olarak ele alınan onaylama sürecidir. 
 
Öncelikle özel bir iç çatışma türüne ve bu durumun ülkenin uluslararası ilişkilerine olan etkisi üzerine eğilen David Carment ve Patrick James, etnik çatışmaların “iki boyutta da güvenlik ikilemi” arz ettiğini iddia etmektedir.(22) Bunlardan ilki; sunduğu fırsatlardan istifade etmek için etnik bir çatışmaya müdahalede bulunan devletlerdir. İkincisi ise; bu dış müdahaleyi engellemeye çalışan devletin gösterdiği çabalardır. Her iki durumda da siyasi lider uluslararası seviyede müzakerelerine devam ederken; diğer siyasetçiler veya kitleler, kendisine etnik çatışmayla ilgilenmesi konusunda baskı uygulamaktadır. Bulundukları önemli bir katkı da, devletin tutumunda belirleyici olarak fırsatlar konusunda yaptıkları vurguydu.(23) 
 
1988'den beri kaleme alınan nispeten geniş çaplı yazılı kaynaklar bütünü, Putnam'ın müzakere yapısını uluslararası seviyeye ulaştırmıştır ve bunu da iç onaylama süreci takip etmektedir. 1990'lı yıllardan bu yana uluslararası sistemde meydana gelen değişimler, çatışmaların yapısında da değişikliklere yol açmıştır. Soğuk Savaş döneminde müzakereleri gerektiren temel bölünmeler dışarıdan kaynaklanırken, geçtiğimiz son yirmi yılda meydana gelen çatışmaların büyük bir bölümünün, uluslararası bir boyut kazanmadan önce devlet içinde ortaya çıktığı görülmektedir. Bu iç çatışmalar genellikle sadece bölgesel değil, aynı zamanda küresel sonuçlar da doğurmakla birlikte, çok sayıda uluslararası aktörü de kendine çekme eğilimindedir. Uluslararası müdahale, Libya'da görüldüğü gibi ülkedeki iç çatışmaya diğer ülkelerin müdahale ettiği gibi doğrudan gerçekleşebileceği gibi; Suriye'de gözlemlediğimiz gibi diğer ülkelerin, tercih ettikleri tarafa destek sağlarken sorunun çözümünü iç aktörlere bıraktıkları dolaylı müdahale yoluyla da gerçekleşebilmektedir. İkinci seçenek, müzakerelerin iç aktörler arasında gerçekleştirildiği, ancak vardıkları anlaşmanın uluslararası unsurlarca onaylanması gerektiği iki seviyeli oyun yapısına benzer bir durum yaratmaktadır. Böyle bir yapıda sonucu üç etken belirlemektedir: iç aktörler, iç kurumlar ve uluslararası aktörlerin çıkarları.   
 
Bir sonraki bölümde, müzakere seviyesinin hükümet ve muhalefet arasındaki çatışma olduğu iki seviyeli bir oyunun bakış açısından Suriye Krizini değerlendireceğim. Onaylanma sürecinde iki tip aktöre rastlarız. Bunlar bölgesel ve sistemik aktörlerdir ve bu aktörlerin ikisi de birbirlerinden bağımsızdırlar. 
 
Suriye Olayı
 
Ulusal seviyede Baas rejimi ile Beşar Esad, çok sayıda muhalif gruba karşı mücadele vermektedir. Etnik boyutuna rağmen, mezhep farklılıkları dolayısıyla çatışmayı etnik farklılıklar temeline dayandırmak basit kaçacaktır. Etnik yapı başlıca faktörlerden sadece biridir ve Carment ile James'in de belirttiği gibi “tek bir etnik grup, diğer grupları ilgilendiren konulara ilişkin karar süreci üzerinde kontrol hakkı olduğunu iddia ettiğinde, gruplar arası çatışma yönetimi ile ilgili kurumsal mekanizmalar yetersiz kalmış olabilir.”(24) Bu başarısızlığı, rejimin şiddete son vermek adına neredeyse sadece baskı yoluna gittiği Suriye'deki çatışma yönetiminde net bir şekilde gözlemleyebiliriz. Buna rağmen siyasi kurumlar elit tavrı sınırlamada bir rol oynamaktadırlar. Siyasi kurumların yetkisi doğal olarak, demokrasilerin kurumlar tarafından daha fazla kısıtlandığı rejim türüne dayanmaktadır. Otoriter sistemlerdeki önemli kurumlar; tek parti ve elitleri iktidara getiren ve iktidarda kalmalarını sağlayan güvenlik organıdır. Suriye'de asıl siyasi gücü elinde tutan bu az sayıdaki kuruma bir azınlığın hakim olduğunu görüyoruz. Bu düşünce, “kısıtlamanın az olduğu durumlarda gücü tekelinde bulunduran elitlerin, gruplar arasındaki çatışmanın kontrolü ve yönetimi için kurumsal olmayan yöntemlere başvurabileceği”ni belirten Carment ve James'in iddiasıyla da örtüşmektedir.(25)
 
Çatışmanın ikinci boyutu ise Suriye'deki ekonomik koşullardı. 1996 ve 2004 yılları arasındaki ekonomik durgunluk, nüfus artışının yüzde 2,7 oranında olduğu ülkede yıllık yüzde 2,4 oranında bir büyümeye yol açmıştır.(26) Ülkedeki ekonomik durumdan dolayı rejim üzerindeki baskı, Suriye Irak petrolü satarken Irak'ın işgal edilmesi sırasında bir nebze azalmıştır. Düşük seyreden bu büyüme rakamları yaşam standartlarını da etkilemeye başlamıştır. 2003-2004 yıllarına gelindiğinde 5,1 milyon Suriyeli (nüfusun yüzde 30,1’i) yoksulluk sınırının altındayken, 2 milyonu ise günlük ihtiyaçlarını karşılayamıyordu.(27) İmkanları kısıtlı olan bir ülkede rejim, eğilimi değiştirecek imkânlara sahip değildir ve toplumunun ihtiyaçlarının en azından bir kısmını karşılamak adına diğer ülkelerden alacağı yardıma bağımlıdır. Suriye'nin geleceği ne yazık ki şu anki hâlinden daha iyi görünmüyor. Yılda yaklaşık 300.000 yeni çalışanın iş piyasasına girdiği yüzde yirmi civarındaki işsizlik oranı ile ekonominin yeni iş olanakları yaratması daha büyük bir sıkıntıya girmiştir.(28) Söz konusu durumun, Rusya'nın sağlayabileceğinden daha fazla kaynağa ihtiyaç duyduğu netleştiğinde Beşar Esad; ABD, AB ve Suriye'nin komşularıyla ekonomik işbirliğini kolaylaştıracak sınırlı liberalleştirme politikaları benimseme gereksinimi duymuştur. Bu politikalar başta Türkiye ve AB ile olmak üzere ekonomik işbirliği yaratma konusunda etkiliyken, söz konusu politikalara toplumun belli bir kesiminde hayal kırıklığına yol açan siyasi liberalleşme süreci eşlik etmiyordu.  
 
Ülkedeki siyasi ve ekonomik durum beraberinde son dönemde bölgede yaşanan gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda, Suriye'deki protesto gösterileri 15 Mart 2011'de başlamış ve yoğun bir hükümet baskısıyla karşılanmıştır. Son bir buçuk yıl içinde Baas rejimi düzenli aralıklarla reform yapacağını duyurmuş, ancak bunların hiçbiri faaliyete geçirilmemiştir. Haziran 2012 tarihine gelindiğinde ölü bilançosu kaynaklara göre değişim göstererek 10.000 ila 14.000 arasında bir rakama ulaşmıştır.  
 
Bu koşullar altında resmi müzakerelerden ve onaylardan söz etmek güç olsa da, iki tarafın çatışma tutumunu, mümkün olduğunca az bir feragatle çıkarlarına ulaşma çabasında oldukları dolaylı bir müzakere süreci olarak yorumlayabiliriz. Çatışma nasıl devam ederse etsin toplu bir müzakere gerçekleşecek ve devam eden çatışma söz konusu müzakerelerin koşullarını belirleyecektir ve bu yüzden de katılımcılar ve performansları oldukça önemlidir. Aktörlerin tutumunu anlayabilmek için öncelikle yapılarını açıklığa kavuşturmak gerek.
 
İç – Müzakere Seviyesi
 
Suriye'de iki temel iç aktör bulunmaktadır: Bunlardan ilki rejim, ikincisi ise farklılıklarına bakılmaksızın muhalefettir. Bunların ikisi de üniter aktörler olmamalarına rağmen rejimin, bölünmüş muhalefetten daha homojen bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. Baas partisi ve temeli buna dayanan rejim, çok uzun bir süredir Suriye'deki başlıca siyasi aktördür. Baas partisi, 1930'ların sonu ve 1940'ların başında, bölgedeki Fransız ve İngiliz kontrolüne karşı Suriye'de kurulmuş bir partidir. Parti; bir mezhebe bağlı olmayan Pan Arabizm, sosyal reform ve Arap sosyalizmi adını verdikleri bir sosyalizm türünü desteklemiştir.(29) Bu ideoloji, milliyetçilik dışında birçok bakımdan başlangıçta Suriye toplumunun geniş bir kesimine hitap etmiyordu. Galvani’nin de(30) belirttiği gibi, Arap birliği fikri sömürülmüş kesimler için pek bir şey ifade etmezken, toprak ağaları ve fabrika sahipleri bu belirsiz Arap sosyalizmi konusunda kaygılıydılar ve çoğunlukla Sünnilerden oluşan orta tabaka halk ise laiklik taraftarı ideolojiyi rahatsız edici buluyorlardı. Sonuç itibariyle, ilk günlerinden itibaren Baas partisi; Aleviler ve Dürziler gibi Sünni olmayan kırsal toplulukların desteğini arkasına almıştır. Baas partisinin özellikle kırsal nüfusa hitap etmesinin bir başka nedeni ise, askeri okullar vasıtasıyla çocuklarına bir mevki ve eğitim sağlama olasılığıdır. Yeni bağımsızlığa kavuşmuş ve az gelişmiş birçok ülke gibi, Suriye'deki kamu eğitim sistemi de en iyi deyişle yetersizdi ve düşük gelirli kesime imkan sunamıyordu, dolayısıyla askeri okullar, ailelerin çok az masraf yapmasına veya hiç masraf yapmamasına olanak sağladığından önemli bir eğitim seçeneğiydi.
 
Baas üyesi Hafız Esad'ın iktidara yükselişi, Birleşik Arap Cumhuriyeti'nde Mısır'ın hakimiyetini eleştiren diğer birçok Baas yanlısı subay gibi Mısır'a atandığı dönemde başlamıştır. Kurdukları gizli örgütün adı Askeri Komite'ydi ve Baas yanlısı subaylardan oluşmasına rağmen partiyle aralarında organik bir bağ yoktu.(31) Askeri Komite, 1963 askeri darbesine katılmış ve sonrasında desteğini önemli ölçüde kaybeden (yaklaşık 500 üye) Baas tarafından da kabul edilmiştir.(32) İki taraf da bu durumdan fayda sağlamış ve tarımsal reformun yanı sıra ağır sanayi ve bankaların devletleştirilmesi yoluyla Baasçı ideolojiyi hayata geçirme fırsatı buldukları darbe sonrası koalisyon hükümetini kontrol etmeyi başarmıştır. Sonunda 1966'da Askeri Komite kanlı bir darbeyle yönetimi devraldığında, yeni rejimin elit kesimi ülkedeki siyasi iktidarın geleneksel kaynaklarından değil, başlıca azınlık gruplarından gelen üyelerden oluşmaktaydı. 1970 yılında Baas bünyesinde gerçekleştirilen son bir kansız darbe ise, Hafız Esad'ı yönetime getirmiştir. O tarihten bu yana, güvenlik kurumlarının hakim olduğu tek-parti yönetimi istikrarını korumuş ve Baas rejimi destek üssünü sürdürmek adına yönünü değiştiren elit ittifaklardan yararlanmayı başarmıştır.
 
İktidarda olduğu süre boyunca Hafız Esad birçok zorlukla karşılaşmış, fakat iktidarda kalmayı başarmıştır. Bunlar arasında en önemlisi Soğuk Savaş'ın sona ermesiydi. Sovyetler Birliği çöktüğünde ve Rusya bazı taahhütlerini geri çektiğinde, Suriye rejimi politikalarını yeniden düzenlemek zorunda kalmıştı. Haddad, Suriye'nin bir ikilemle yüz yüze geldiğini şu ifadelerle dile getirmiştir: “ya kendini korumak adına dış güçlerin taleplerine ses çıkarmıyor ya da iktidarın dağılmasına ve adem-i merkeziyetçi bir hâl almasına yol açarak iç tutumundan taviz veriyor.”(33) Önceleri rejim iç kontrolünü devam ettirmek adına dış güçlerle ilişkilerini geliştirme yolunu seçmiş gibi görünmekteydi. Körfez Savaşı sırasında Suriye'nin koalisyon güçlerine katılma kararında görüldüğü gibi ABD ile yakın ilişkiler geliştirme çabası ile AB ile kurulan ekonomik bağlar, bu anlayışın kanıtı olarak görülebilir.  
 
Bu süreç, Hafız Esad'ın 2000 yılındaki ölümünü takiben ivme kazanmıştır. Beşar Esad sadece yönetime gelmekle kalmamış, kendi ekibini de ülkenin önemli konumlarına getirmiştir ve bu süreçte babasının yakın destekçilerinden birçoğunu da görevden almıştır. 2005'te düzenlenen Baas Partisi Onuncu Bölgesel Konferansı bu sürecin sonu olmakla beraber birçok kişiyi de Beşar Esad'ın güvenilir olduğuna ikna etmiştir. Konferans, yönetici elit kesimi değiştirirken aynı zamanda reforma ilişkin bazı beklentilere de cevap bulmaya çalışmıştır. Konferansta kabul edilen değişikliklerden bazıları şu şekilde sıralanabilir; 1963 yılından beri yürürlükte olan Olağanüstü Hâl Kanunu'nu gözden geçirmek, güvenlik konularının kapsamını daraltmak, siyasi partilere ilişkin yeni bir yasa çıkarılmasıyla ilgili görüşmeler, parti ve devlet arasındaki ilişkilerin yeniden tanımlanması.(34)
 
Aynı zamanda rejim, Suriye halkının değil dışarının çıkarına olduğunu iddia ederek bazı taleplere cevap vermeme kararı almıştır. Konferansı takiben önemli güvenlik kuruluşlarının yönetim kadrolarında değişiklikler görülmüştür. Beşar Esad'ın eniştesi Asef Shawkat askeri istihbaratın başına getirildiğinden ve kardeşi Mahir Esad da Cumhuriyet Muhafızları örgütünün etkili liderlerinden biri olduğundan dolayı rejimin zorlayıcı mekanizmaları da Esad'ın ekibinin doğrudan kontrolü altına girmiştir.(35) Bu değişimle birlikte, rejimin geleceğine ilişkin iki belirgin görüş ortaya çıkmıştır: “Bir yandan sorgusuz sualsiz sadakati nispeten daha istikrarlı bir politikaya zemin hazırlayacaktır. Öte yandan ise yeni yönetim bir vizyon veya birçoğunun ifadesiyle, yeterlilikten noksandı.”(36)
 
Her ne kadar liderlik mevkileri son on yıl içinde değişime uğramış olsa da, bu tam anlamıyla rejimin zayıfladığı anlamına gelmez. Yapılar ve kurumlar hâlâ yerli yerinde durmakla birlikte, ortada bir de hâlihazırdaki düzenden fayda sağlamaya devam eden nispeten daha geniş bir elit kesim söz konusudur. Bu koşullar altında, statükoyu rejim muhaliflerinin lehine değiştirmek için iyi organize olmuş kitlesel bir muhalefet hareketi veya dış müdahaleye gerek duyulmaktadır.
 
Geçen yıl 'Arap Baharı' olarak ortaya çıkan Suriye'deki muhalefet hareketi, bölgenin diğer kısımlarının yönetimini devralsa da organize olamamıştır. Buradaki hareket, aynı dönemde gözlemlediğimiz diğer ülkelerden daha farklı bir gelişme göstermiştir. Halk ayaklanmaları,  başkent Şam'da kitlesel protesto gösterileri düzenlemek yerine, başlangıçta Koordinasyon Komiteleri adı altında İdlib ve Humus'ta gelişip organize olmuştur.(37) Ayaklanmanın bu ilk günlerinde özellikle kırsal alanlardaki muhalefet liderleri arasından yerel şeyhler peyda olmuştu. Protesto gösterilerinin barışçıl bir yapısı olduğunun altını çizmelerine rağmen, şiddetin boyutu artınca bu ikinci sıraya düşmüş ve rejim bunları muhalefetin daha görülür yüzleri olarak hedef almaya başlamıştır.(38)
 
Protesto göstericilerinin diğer ülkelerdeki gelişmeleri gözlemlemesi ve bir bakıma organize olmaları anlamında Suriye'deki ayaklanma spontane gelişen bir hareket olmamıştır. Öte yandan ortama hâkim herhangi önemli bir grup veya çatı örgüte de bağlı kalmamışlardır. Bunun sebebi ise; bu grupların farklı ideoloji ve geçmişlerinin, Suriye'nin geleceği için ortak bir model konusunda karara varmalarını zorlaştırıyor olmasıdır. Görünüşe bakılırsa bu grupların hemfikir oldukları tek hedef, rejimin değişikliğidir. İlk olarak; Protesto gösterileri ilk başladığında, geçmişte ülkeden sürgün edilmiş eski muhalefet grupları vardı. İkincisi ise yeraltında varlıklarını sürdürmeye zorlanan ülke içindeki rejim muhalifleridir, ancak bu grup ağır baskılara rağmen hareketlerini sürdürmeyi başarmışlardır. Üçüncü bir kategori ise, protestolar başladıktan sonra oluşan gruplardır. Ve son olarak, protesto gösterileri ancak belli bir seviyeye ulaştıktan sonra taraf değiştiren eski rejim destekçileri bulunmaktaydı.
 
Geçmişte rejime meydana okuduğu ve bunu takiben şiddetli bir baskıya uğradığı için, Suriyeli Müslüman Kardeşler diğer gruplara kıyasla daha fazla dikkat çeken gruplardan biridir. Geçmişte rejime meydan okudukları için Müslüman Kardeşler topluluğuna üye olanlar 1980'lerden itibaren ölüm cezasına çarptırılıyorlardı, bu durum da grubun birçok liderini yurtdışına sürgüne zorlamıştı. Suriye'deki Müslüman Kardeşler topluluğu, örgütün diğer şubelerine kıyasla daha radikal ve şiddetli muhalefete daha açık bir grup olarak değerlendirilmektedir. Hâlâ aktif olarak Baas karşıtı çalışmalarını sürdüren grubun sürgündeki üyeleri, 2006 yılında Suriye'deki Ulusal Kurtuluş Cephesinin oluşumuna katkıda bulunmuş, ancak 2009'da bu koalisyonu terk etmişlerdir.(39)
 
Tablonun öteki ucunda ise, başka bir geleneksel muhalefet grubu olan Suriye Komünist Partisi bulunmaktadır. 1950'li yılların sonunda önemli bir etkiye sahip olmalarına rağmen, Mısır ile birleşme fikrine karşı çıktıktan sonra gözden düşmüşlerdir. 1979 yılından beri ise diğer solcu partilerle birlikte Suriye Demokratik Meclisi'nde yer almaktadırlar.(40)
 
Aynı zamanda, Batı'da yaşayan sürgün edilmiş muhalif gruplar tarafından kurulan siyasi partiler de bulunmaktadır. 11 Eylül 2001 saldırılarını takiben ABD'de kurulan Suriye Reform Partisi de bunlardan biridir. Parti kendisini, üçüncü bir alternatif (Baas ve Müslüman Kardeşler'e) olarak görmekte ve İsrail ile işbirliğini desteklemektedir.(41) Ancak ABD'den aldıkları desteğe rağmen, Suriye'de sabit bir merkezi bulunmamaktadır. Bir başka örnek ise; özgürlüklerin genişletilmesine ve olağanüstü hâl durumuna bir son verilmesine odaklanan, Londra'da 2006 yılında kurulan Adalet ve Kalkınma Hareketi'dir.(42)
 
Yönetici elit kesime dahil olmayan önemli azınlık gruplarından biri ise Kürtlerdir. Farklı isimler altında 1957'den bu yana rejime karşı çıkan çok sayıda Kürt partisi bulunmaktadır. Bu partilerden on ikisi Kürt Partileri Ulusal Hareketi bünyesinde bir araya gelmiştir.(43) Bu partilerin bir kısmı bölücüyken, bir kısmı da daha ziyade reform yanlısı bir nitelik taşımaktadır ve söz konusu partiler Baas rejiminin büyük bir kısmının baskısıyla karşı karşıya kalmıştır. 
 
Sayılarını ve farklılık derecelerini göz önünde bulunduracak olursak, böylesi bir adem-i merkeziyetçi muhalefetin, iyi organize olmuş bir rejime ciddi boyutlarda meydan okuyabilmesi hiç beklenmedik bir durumdur. Sonuç itibariyle henüz Mayıs 2011 tarihinin başlarındayken, bu grupların çoğu mümkün olduğunca fazla sayıda bir araya gelmeye çalışmışlardır. Bu konudaki ilk girişimlerden biri, “Suriye devrimi adına uluslararası görüşmeler yapacak ve Cumhurbaşkanı Beşar Esad'ı ekarte edip rejimini devirecek bir destek grubu” oluşturma hedefleriyle gerçekleştirilen Antalya toplantısıdır (31 Mayıs – 2 Haziran 2011).(44) Ardından 23 Ağustos 2011 tarihinde İstanbul/Türkiye'de Suriye Ulusal Konseyi (SUK) kurulmuştur. Aslında bu Konsey'in, Libya'daki Ulusal Geçiş Konseyi (UGK) ile benzer özellikler taşıması gerekiyordu. Ancak Libya UGK, Bingazi şehri özgürlüğüne kavuştuktan sonra Libya topraklarında bulunan bu şehirde kurulmuştur. Suriye'de, muhalefetin rejime karşı mücadelesini başlatacağı bir üs olarak kullanabileceği “kurtarılmış bir bölge” bulunmamaktaydı. Bu ise rejimin, mücadele verdiği muhalefet hareketinin köklerinin Suriye dışında bulunduğunu ve yabancı güçlerin çıkarlarına hizmet ettiğini iddia etmelerine yol açmıştır.(45)
 
SUK'un kuruluşunu takip eden bir hafta içinde Burhan Ghailoun başkan olarak atanmıştır. SUK'a katılan örgütlerin bazıları şunlardır: Şam Deklarasyonu, Müslüman Kardeşler İttifakı, Şam Baharı, Kürt Bloku ve Asuriler.(46) SUK'un kuruluşuyla tek bir muhalif örgütün, rejimi devirmek üzere uluslararası bir askeri müdahale için daha etkili lobi faaliyetleri yürütülerek Batı ve Arap baskısını azaltacağı umutlarını arttırmıştır.
 
Başlangıçta SUK'un yürütme organı olan Genel Kurul, 71'i Suriye dışında yaşayan 140 üyeden oluşmaktaydı. Aktivistlerin Suriye içinde bulunmasının güvenli olmayacağı iddia edilerek bu 71 üyenin isimleri açıklanmıştır.(47) İsmi açıklanan üyelerin yaklaşık üçte birini oluşturan Müslüman Kardeşler de kurulun önemli bir bölümünü oluşturuyordu. Bu durum ise Konsey içindeki bazı bazı grupları, rekabet yarattığı ve etkinliğini azalttığı için rahatsız etmişti. Zaman içinde yürütme komitelerindeki üye sayısı önemli oranda artmış ve böylece her örgüt için belli sayıda koltuk tahsis edilmiştir. Ancak artan üye sayısı, SUK içindeki gerilimi azaltmaya yetmemiştir. Bazılarının iddiasına göre sağ kanat olan Müslüman Kardeşler ile sol kanat olan Ghailoun grubu arasında bir iktidar mücadelesi ortaya çıkmıştır.(48) Ve söz konusu mücadele, Mayıs 2012 tarihinde ağır eleştiriler nedeniyle Ghalioun'un istifasıyla sonuçlanmıştır.
 
Suriye'de kurulan bir başka büyük muhalefet grubu ise Ulusal Koordinasyon Komitesi (UKK)'dir.(49) Diğerlerinden farklı olarak UKK, Esad rejimi tarafından hoşgörüyle karşılanıyor ve varlığını sürdürmesine izin veriliyordu.(50) Eski bir Baasçı olan lideri Hasan Abdul Azim(51), dış müdahaleye karşı olduklarını ve Esad'ın görevden alınmasının kendileri için bir öncelik teşkil etmediğini açıklamıştır.(52) Rejimle diyalog kurma taraftarı olmakla birlikte ciddi bir diyalog başlatmak için de belirli koşullar öne sürmüşlerdir. Bu talepler şunları kapsamaktadır: askeri çözüme son vermek, tüm siyasi tutukluların salıverilmesi, bağımsız bir soruşturma kurulunun oluşturulması, protestoculara karşı şiddete başvuran insanların cezalandırılması, olağanüstü hâl ile sıkıyönetime bir son verilmesi ve son olarak da barışçıl protesto gösterileri düzenleme hakkının tanınması.(53) UKK'nin rejim tarafından bir şekilde desteklendiği ortadadır, ancak böyle bir kuruluşun varlığı aynı zamanda cesaret vericidir, zira bu durum şiddete son vermek amacıyla rejimin bir tür reformu kabul etme konusunda istekli olabileceğini göstermekle birlikte ve rejimin doğrudan ilan edemeyeceği niyetlerini belli etme konusunda da faydalı olabilir. Muhalefet ile Esad rejimi arasında görüşmeler başlayacak olursa, UKK buna zemin hazırlama konusunda önemli bir yere sahip olabilir.   
 
Rejim yanlısıyken taraf değiştirenlerin hangi şemaya dahil edileceği ise henüz net değil. Bu kişilere, Baas partisinin bir parçasıyken yürüttükleri faaliyetler nedeniyle bazı muhalefet grupları tarafından kesin bir şekilde karşı çıkılmıştır. Taraf değiştirenlerden biri de, eski Cumhurbaşkanı Hafız Esad'ın erkek kardeşi olan Rıfat Esad'dır. Kendisi güvenlik kurumunun etkili bir üyesiydi ve hatta 1978 ve 1982 yılları arasında Hama'da önemli bir rol oynadığından ötürü suçlu da bulunmuştur.(54) İkinci önemli figür ise, eski cumhurbaşkanı yardımcısı olan AbdülHalim Kaddam'dır. 2005 yılında Beşar Esad ile ilişkileri kötüleştikten sonra sürgüne gitmiş ve çok sayıda muhalefet grubunu bir çatı altında topladığı Ulusal Kurtuluş Cephesi'nin kurucularından biri olmuştur.(55)
 
Muhalefetin adem-i merkeziyetçi yapısının, rejimin devrilmemesine ve hatta istikrarlı uluslararası desteğin sağlanmasına yol açan sebeplerden biri olduğu iddia edilirken, aynı zamanda söz konusu durumun, hükümetin bunu etkili bir şekilde bastırmasını zorlaştırdığı da bir gerçektir. Hükümetin, muhalefet liderlerini hedef alma çabaları ancak bir dereceye kadar etkili olmuştur, zira muhalefet cephesinde, bazıları Suriye dışından gelen birçok isim yer almaktadır.    
 
Onaylama Seviyesi
 
Anlaşmanın esasen uluslararası toplum tarafından kabul edilmeden önce onaylanması gereken iki farklı seviyesi mevcuttur. Bunlardan ilki, yeni bir denge kurmak amacıyla çaba sarf edilen bölgesel seviyedir. Sistemik aktörlerin garantisiyle birleşen herhangi bir çözüm, bölgesel aktörlerin çıkarlarına da hitap etmelidir. İkincisi ise, başlıca aktörlerin güçleri ve uluslararası statüleri sayesinde son sözü söyledikleri sistemik seviyedir. Bunların ikisi de birbirinden bağımsızdır. Birindeki gelişmelerin öteki seviyeyi etkilemesi muhtemeldir. Sonuç itibariyle bir seviyedeki ittifaklar, diğerindeki ittifaklarla paraleldir. Savunulan düşünceye göre ise, iç gelişmeler ne olursa olsun iç seviyede varılan bir anlaşma onaylanacak, ya da en azından uzun süreli bir sonuç alınması açısından bu aktörler tarafından gayri resmi de olsa kabul edilecektir.    
 
Bölgesel
 
Çatışmaya katılan başlıca aktörler; İran ve Suudi Arabistan ile diğer Basra Körfez ülkelerinden oluşan bir koalisyondur.(56) Rusya ve Çin'in yanı sıra İran da rejimi desteklerken, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri de ABD, AB ve Türkiye ile ittifak kurmuştur.
 
İran açısından bakacak olursak, Suriye ülke için uzun zamandan beri önemli bir müttefik olmuştur. Özellikle de İslam Devrimi'nden beri Suriye ve İran, özellikle Irak'a karşı birbirlerine destek olmuşlardır. Suriye'de rejim değişikliği, Alevi hakimiyetinin sonu demektir; bu da ilişkileri mevcut düzeyde sürdürmenin çok zor olacağı anlamına gelmektedir. Daha pratik düzeyde bu aynı zamanda İran'ın Hizbullah'a gönderdiği desteğin fakrlı ve daha zor bir yoldan gitmek durumunda kalacağı anlamına gelmektedir. Buna ilaveten İran, silah sattığı önemli bir müşterisini de kaybetmiş olacaktır. BM'ye göre, yaptırımlara rağmen İran hâlâ Suriye'ye silah sevkiyatı yapmaya devam etmektedir.(57) İran Ulusal Güvenlik Konseyi'nden Muhammed Naderi'nin iddiasına göre İranlılar, Suriye'nin Suudi Arabistan ve İsrail tarafından saldırıya uğrayacağına ve Esad rejimi düşer düşmez sıranın İran'a geleceğine inanmaktadırlar.(58) Aynı zamanda Suriye çatışmasını Filistin hareketinin geleceğine de bağlamakta ve Suriye'deki bir değişimin muhtemelen tüm bölgenin istikrarını da bozacağını ileri sürerek tehditte bulunmaktadırlar.(59) Ne var ki, İran'ın Suriye rejimine olan ihtiyacı abartılmamalıdır. Eğer olaylar Irak ve Bahreyn'de İran'ın lehine gelişirse, İran Suriye'nin kaybını telafi edebilir. Bu nedenle reformların gerekli olduğunu, ancak dış güçler tarafından değil de Suriye tarafından gerçekleştirilmesi gerektiğini kabul ederek bir dereceye kadar esneklik göstermeye çalışmaktadırlar.(60) Ayrıca Esad rejimine yönelik asla resmen kayıtsız şartsız bir destek vermemiştir. İran şimdiye dek Suriye rejiminin arkasına durmuş olsa da, bu durum bir takım gelişmelere bağlı olarak değişim gösterebilir. Öncelikle İran için Esad'ın yerine geçecek en iyi alternatif Müslüman Kardeşler, ancak bu grup çoktan Esad rejimine karşı bir tutum almış ve bugüne dek İran'ın baskılarına karşı da direnmiştir.(61) İran'ın, yönetimi devralacak kişi üzerinde etki sağlamayı garanti etmeden önce mevcut rejimle bağları koparması mantıklı olmayabilir. İkinci olarak ise; Irak Başbakanı Maliki'nin İran'la giderek yakınlaştığı gözlemlense de, İran'ın Irak'ı engelleyip engelleyemeyeceği kesin olmamakla birlikte İranlıların, Esad rejiminin düşmesine izin vermeden önce Irak'ı kendi taraflarına çektiklerinden emin olmaları için zamana ihtiyaçları vardır.(62) Daha da önemlisi, İran'ın Suriye'ye yönelik desteği, giderek artan bir biçimde nükleer programları hakkındaki görüşmelere bağlı hâle gelmiştir. İran, desteğini çekmeden önce bir noktada görüşmeler sırasında bazı taviz taleplerinde bulunabilir.(63)
 
Muhalefet tarafında yer alan en çok göze çarpan aktör Suudi Arabistan'dır. Muhafazakar ideolojisini ve Tunus, Mısır ve Bahreyn'deki rejim yanlısı duruşunu göz önünde bulunduracak olursak, Suudi Arabistan'ın herhangi bir muhalif harekete destek olmayacağı ihtimali yüksek gibi görünmektedir. Ancak Suudi Arabistan iki önceliği vardır. Bunlardan biri; protesto gösterilerinin Suudi topraklarından olabildiğince uzak olması, diğeri ise İran'ın değişimlerden bir fayda sağlamayacağını garanti etmektir.(64) Suriye söz konusu olduğunda Suudilerin başlıca iki kaygıları vardır: “bunlardan biri iç, diğeri ise dış kaynaklıdır. İlk olarak, Suudi rejimi Alevi (kafir olarak gördükleri) Suriye rejimi karşısında Sünni güvenilirliğini gözler önüne sererek iç muhalefeti kontrol altına almanın yollarını aramaktadır. (…) İkinci olarak ise, bölgede oynadığı rolü destekleme açısından Şam'da Suudi yanlısı bir rejim görmek istemektedir. En önemli amaç ise, İran etkisinin arttığı Irak ve Lübnan'ın uğradığı kayba karşı koymaktır.”(65) Suriye'nin Dostları toplantısının katılımcılarından biri olan Suudi Arabistan'ın muhalefet hareketlerine yönelik desteğinin üç boyutu bulunmaktadır: Muhalif savaşçılara açık bir biçimde maddi destek sağlamaktadırlar; muhalif güçlerin silahlarla donanmasına yardım etmektedir ve şiddete son vermek adına uluslararası bir müdahale için lobicilik faaliyetleri yürütmektedir. En azından ilk olarak, sivil nüfusu korumak için güvenli bölge ile uçuşa yasak bölge oluşturulması gerektiğini savunmaktadırlar. İlginç olan ise, hem İran hem de Suudi Arabistan'ın Müslüman Kardeşleri desteklemesi, hükümetin mevcut rejimi değiştirmesine yol açmaktadır. Bu ise, Esad gittikten sonra bile Suriye'nin bir şekilde istikrara kavuşacağı anlamına gelebilir.
 
Sistemik
 
Başlangıçta ABD, rejimi değiştirmek yerine mevcut rejimde reform yapılması fikrini savunuyordu. Hatta bu ilk zamanlarda, şiddetin sebebinin Beşar Esad'ın kendisinden rejimdeki bazı gruplardan kaynaklandığını bile iddia etmişlerdi. Esad, rejiminde yer alan üyelerle arasına mesafe koymayı reddedince, rejimin bir şekilde kurtarılabileceğine dair ümitler gitgide rejim değişikliğinin uygun olacağı fikrine dönüştü. Bu yaklaşım, Müslüman Kardeşlerin şu anki rejime en muhtemel alternatif olmasıyla birlikte Amerika'nın bölgedeki çıkarları açısından mevcut rejimden potansiyel olarak daha fazla tehlike arz etmesiyle açıklanabilir. Bugün ise ABD, Annan Planı'nın uygun bir çözüm yolu olduğunu düşünmese de, bunu iki sebeple desteklemektedirler: Öncelikle, BM'nin yakın bir gelecekte müdahaleye destek verebilmesi için tüm uygulanabilir alternatiflerin tükenmiş olması gerekmektedir. İkincisi ve daha önemlisi ise, BM Genel Sekreteri Moon ve NATO Genel Sekreteri Rasmussen'in de ifade ettikleri üzere, her iki tarafın taleplerini karşılayabilecek alternatif bir plan yoktur.(66) Şu anda ABD ve AB, şiddete son verecek ve rejime önemli bir reform ya da değişim getirecek bir dönüşüm planına destek vermesi için Rusya'yı açıkça ve özel olarak ikna etmeye odaklanmış durumdadır.(67) Suriye'ye yönelik ise, ekonomik ve siyasi yaptırımlar yoluyla rejimi istifaya zorlamaya çalışarak daha direkt bir politika uygulamaktadır. Her ne kadar bu çabaların bir etkisi olsa da, Suriye'nin müttefikleri bu yükü azaltmak için çok çaba sarf etmektedirler.  
 
Rejim tarafında ise, müdahale ve hatta Suriye'yi kınama kararına yönelik tüm çabalara engel olan Rusya ve Çin'i görüyoruz. Egemenlik hakkının altını çizen her iki ülke de müdahalenin söz konusu bile olamayacağını ve sorunların çatışmada yer alan ülke içindeki partilerle istişare yoluyla çözülmeye çalışılması gerektiğini öne sürmektedirler.(68)
 
Ancak böyle düşünmelerinin nedeni birbirlerinden farklı olabilir. Rusya açısından bakıldığında, Suriye, bölgede kalan son Arap müttefikidir. Burası aynı zamanda Rus silahları için de önemli bir pazardır. Rusya'nın, herhangi bir taviz vermeden Suriye rejiminin düşmesine izin verememesinin en az dört nedeni vardır: İlk olarak, Sovyetler Birliği'nin çöküsü sonrasında Rusya Federasyonu daha kısıtlı bir küresel rol oynamaya başlamıştır. Bu dönemde ABD, uluslararası sistemi şekillendiren başlıca aktördü. Putin yönetimindeki Rusya, Batı'ya meydan okuyan ve kendinden emin bir dış politika uygulama çabasındadır. Özellikle Libya'da saf dışı bırakılıp bir müttefikini daha kaybettikten sonra bunun tekrar yaşanmasına izin vermeme konusunda kararlı oldukları görülmektedir. Suriye Rusya'nın Akdeniz filosuna ev sahipliği yapmaktadır ve rejim değişikliği demek, Rusya'nın sıcak sulara erişiminde çok önemli bir yere sahip olan Tartus limanının da kaybedilmesi anlamına gelebilir. Özellikle de Tartus'taki limanın daha büyük gemiler için kapasitesinin yenilendiğini ve Esad'ın da belirttiği üzere söz konusu limanın Moskova'nın nükleer silahlarla donatılmış savaş gemilerinin bir kısmına ev sahipliği yapacağını da göz önünde bulundurduğumuzda, bu durum Rusya'nın küresel hedefleri için daha da önemli bir hâl almaktadır.(69) Üçüncü olarak; Rusya, Orta Asya ve Kafkasya bölgesindeki İslami köktencilik konusunda sorunlar yaşamaktadır ve Ortadoğu'da giderek artan Suudi kontrolü de Rusya'nın bölgedeki etkinliği için güvenlik riski arz etmektedir. Son sebep ise ekonomik kaynaklıdır. Rusya ve Suriye ticaret ortaklarıdır ve Suriye geleneksel olarak Rus silahlarının en büyük müşterilerinden biri olmuştur. Rusya'nın en büyük müşterisi Hindistan olmasına rağmen, Libya piyasasını(70) Batı'ya kaptırdıktan hemen sonra Suriye'yi de kaybetmesi hâlinde Rusya büyük bir darbe alacaktır. Geçtiğimiz son bir yıl içinde Rusya; MIG savaş uçakları, saldırı helikopterleri ve hava savunma sistemleri satışı yapmıştır.(71) Bu satışlar; Rusya'nın 2007 ve 2010 yılları arasında Suriye'ye satmış olduğu silahların iki katından fazla bir rakama ulaşarak 2,1 milyar dolardan 4.7 milyar dolara çıkmasından sonra gerçekleşmiştir.(72) Bu büyük artış, aynı dönemde İran'a yapılan satışlardaki düşüşü zar zor karşılamaktadır.(73) Ne var ki, silah satışları bu iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin sadece bir kısmını temsil etmektedir. Suriye'de yer alan Rus yatırımları arasında 20 milyar dolara ulaşan altyapı, enerji ve turizm projelerinin yanı sıra doğal gaz işleme tesisi de bulunmaktadır.  
 
Öte yandan Çin ise bu kadar büyük bir risk altında değildir. Çin'e göre Suriye ile ticaret, Esad rejiminin düşmesiyle büyük bir etkiye uğrayacak boyutta değildir. Çinliler için Suriye, bir tür “sınama” olarak görülebilir. Söz konusu çatışma vesilesiyle Çin, sadece küresel ekonomik bir aktör olmakla kalmayıp, hafife alınmaması gereken bir siyasi güç de olduklarını dünyaya duyurmaktadır. Aynı zamanda Tibet'te ve Uygurlarla olan iç çatışmalarına yönelik müdahaleyi kısıtlamak adına bağımsız devletlerin egemenliğine de vurgu yapmaktadırlar. Suriye çatışması aynı zamanda benzer rejimler için, dış baskıyla karşılaştıklarında Çin'in kendi taraflarında olacağı sinyallerini de vermektedir. Bu durum başta Asya ve Afrika'da olmak üzere, Üçüncü Dünya milletleriyle ilişkilerini geliştirmek için yumuşak güç kullanma yoludur.
 
Geleceğe Yönelik Beklentiler
 
Şimdiye kadar net bir şekilde görüldüğü üzere, iki seviyede de bu aktörlerin ihtiyaçlarını karşılayacak bir çözüm üretmek çok zor olacaktır. Mevcut durumda iki muhtemel gelişme söz konusudur. İlk olarak; her aktör bugüne kadarki tutumlarını sürdürebilir. Statüko biri iç, diğeri ise bölgesel olmak üzere iki tehlike arz etmektedir. Ülke içinde rejim avantajlı durumdadır, zira muhalefet üzerindeki baskısını sürdürecek donanıma sahiptir ve iyi bir şekilde organize olmuştur. Dolayısıyla bu da muhalefet gruplarının çoğunun mücadelelerine devam edemeyecekleri anlamına gelmektedir; böylelikle yalnızca, rejimi devirme konusunda hem daha azimli hem de terör taktikleri konusunda daha deneyimli olan muhalefetin en radikal üyelerinin mücadeleye devam etmesi gerekecektir. Bu nedenle ülke içindeki muhalefetin,  kendi aleyhine olan bu durumu telafi etmek adına teröre başvurarak daha da radikalleşme ihtimali yüksektir. Bölgesel anlamda ise çatışmanın devam etmesi, şiddetin başta Lübnan olmak üzere diğer komşu ülkelere de sıçrama olasılığı anlamına gelmektedir ve bu da çatışmalara dahil olan tüm ülkelerde sorunlara yol açacaktır.    
 
Bir başka seçenek de rejimi devirmek veya hiç olmazsa önemli reformlarla otoriter yapıyı zayıflatmaktır. Carment ve James'in de belirttikleri gibi “yaptırımlar ve uluslararası kınama, siyasi anlamda az gelişmiş ve etnik açıdan dominant devletleri de içine alan çatışmaların yönetimi için gerekli, ancak yetersiz önlemlerdir.”(74)
 
Otoriter rejimlerin çöküşünü inceleyen Dix, söz konusu süreci beş aşama ve iki koşulla açıklamaktadır.(75) rejimin özellikle ekonomik anlamda yükümlülüklerini yerine getirememesi; halkın gözünde rejimin meşruiyetini kaybetmesi; rejimin destek üssünde bir daralma; rejimdeki elit kesimin taraf değiştirmesi ve muhalefetin birleşmesi. Suriye'de, bu beş aşamadan ilk üçünü gözlemlemiş durumdayız. Başta askeri kesimden olmak üzere rejim bünyesinde az sayıda kişinin taraf değiştirdiği görüldüyse de, bu henüz ciddi bir tehdit oluşturacak boyutlara ulaşmamıştır. Benzer şekilde muhalefeti bir araya getirme çabalarına rağmen grupların birbirinden oldukça ayrı oldukları gözlenmektedir.    
 
Dix'in bahsettiği iki koşul ise; uluslararası müdahale ve “terk garantisi”dir.(76) Dix, uluslararası anlamda rejime karşı yaptırımlara ve muhalefete yönelik uluslararası destek üzerinde yoğunlaşmaktadır. Suriye'de her iki taraf için de uluslararası destek mevcuttur ve bölünmüş bir uluslararası toplum yüzünden yaptırımlar sadece belli bir dereceye kadar etkili olabilmektedir. Ve son olarak “terk garantisi” ise, eski rejimin üst düzey elitlerin muamelesi üzerine odaklanmaktadır. Daha önce Libya'da da görüldüğü gibi Suriye'de kabul edilen yaptırımlar öncelikle devlet liderini ve üst düzey yetkilileri köşeye sıkıştırıp hiçbir hareket alanı bırakmamayı amaçlamıştır. Bu da rejimin çaresiz kalıp ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmaya çalışmasına yol açmaktadır. Ancak en azından etnik boyutun bir dereceye kadarki etkisiyle, çatışma sırasında bu garantiye ihtiyaç duyacakların sayısı o kadar artmıştır ki bu koşul uygulanamaz hâle gelmektedir.
 
Mevcut durumda, doğrudan dış müdahale dışında rejimi zayıflatacak sadece bir yol var gibi görünmektedir: Rejime yönelik uluslararası desteği azaltmaya çalışmak. İran ve Rusya bu hususta önemli aktörlerdir, zira Çin'in riske atacağı pek bir şey olmamasının yanı sıra daha esnek davranma lüksü de vardır. İran desteği, bu çatışmadaki duruşları nükleer görüşmelere bağlanarak ve burada teşvik sağlanarak azaltılabilir. Rusya için, işler daha karışıktır çünkü yeni rejimin Suriye ile Rusya arasındaki bağlarını devam ettirmesi gerekirken, Rusya bunca zamandır Esad'a destek olduktan sonra bu durum muhalefet grupları için pek de kabul edilebilir bir durum olmayabilir. Bir ihtimâl de; Ulusal Koordinasyon Komitesi'nin talepleri ile birlikte kapsamlı reformları kabul etmek ve rejim çizgisine nispeten yakın olan UKK'yi yönetimi devralacak şekilde hazırlamak.
 
Bir başka alternatif ise, işler daha da kötüleşirse kabul edilebilir. Bunun için tek taraflı veya bölgesel hareketlerin desteğiyle hareket eden, Suriye'ye komşu bir ülkenin rejimi devirmeye çalışması gerekmektedir ve bunun için sadece iki uygun aday vardır: Türkiye ve İsrail. İsrail şimdiye kadar bu çatışmanın dışında durmaya çalışmıştır ve bu politikasını yakın gelecekte değiştirmesi de pek olası görünmemektedir. Bunun sebebi ise iki gerekçeyle açıklanabilir: Öncelikle İran'ın nükleer programını daha önemli bir tehdit olarak algılıyor gibi görünmektedirler. İkinci ve daha önemlisi ise; İsrail için zayıf bir Esad rejimi, Müslüman Kardeşler gibi daha güçlü alternatiflerden daha az tehlike arz etmektedir. Buna ek olarak, İsrail'in olaya müdahil olması bölge çapında sorunlara yol açacağı gibi muhalefetin meşruiyetini kaybetmesine bile neden olabilir. Öte yandan Türkiye, çatışmanın başından beri savaş yanlısı bir tutum benimsemiştir ve görünen o ki uygun koşullar altında bu durum müdahalede bulunmaya sebep olabilir, ancak mevcut koşullarda bunun yaratacağı sonuçları İsrail'in müdahalesinden yalnızca biraz daha az yıkıcı olacaktır.    
 
Sonuç
 
Putnam'ın iki seviyeli oyunun odak noktası, uluslararası müzakerelere uygulanan iç siyasi kısıtlamalardı. Putnam modelinde bir aktörün başarısı yalnızca müzakere masasındaki başarısıyla değil, aynı zamanda her iki tarafın da anlaşmayı onaylayıp onaylamamasıyla belirlenmektedir. Bu hedefe ulaşmak için iki şeyin gerçekleşmesi gerekmektedir. Öncelikle farklı çözümleme seviyelerindeki çeşitli aktörlerin çıkarlarının birbiriyle örtüşmesi gerekmektedir. İkinci olarak ise, tüm tarafların uzlaşma şansını arttıracak bir anlaşmayı tercih etmeleri gerekmektedir. Bu çalışmada çatışma süreçlerinin, aktörlerin faydalı sonuç verecek müzakerelere başlama çabaları olduğunu ve aktörlerin kendi duruşlarını belirledikleri müzakerelerin ilk aşamaları olduğunu ileri sürdüm. Bu iddiam, Carment ve James'in etnik çatışmalara bakışlarıyla da benzeşmektedir.(77) Bu varsayıma dayanarak modeli ters çevirdim ve uluslararası aktörlerin iç çatışma süreçlerinde uyguladıkları kısıtlamalar üzerine odaklandım. Suriye örneğini değerlendirirken ise; müzakere seviyesi olarak ele aldığım iç siyaset ve onaylamanın gerçekleştiği bölgesel ve sistemik seviyeler olmak üzere üç farklı seviyeden söz ettim. Suriye'de aktörlerin çıkarları arasında büyük ayrılıklar olduğu görünmektedir ve görünüşe bakılırsa taraflar çıkarları peşinde koştukları sürece ortak bir zeminde buluşmaları pek olası görünmemektedir. Aynı zamanda uzlaşma yoluyla çatışmayı sona erdirme konusunda da çok az bir teşvik olduğu görülmektedir. İç aktörler için bu durum baskının diğer tarafta olduğu anlamına gelebilecekken, uluslararası aktörlere göre çatışmanın etkisi şimdilik çok belirsizdir. Önceki bölümde de belirttiğim gibi, geleceğe yönelik beklentiler şimdilik amansız bir görüntü sergilemektedir. Suriye çatışmasının, iç aktörlerden  en az biri diğer tarafı uzlaşmaya zorlayacak derecede büyük bir avantaj elde edene; veya önemli uluslararası aktörlerden biri tutumunu değiştirene kadar devam etme ihtimali yüksektir. Rusya için risk çok daha büyük olduğundan, mevcut rejime olan desteği kesmeye odaklanmaları daha mantıklı olabilir. Ancak bu durum Rusya için büyük kayıplara yol açacaktır. Çatışmaya müdahil olan tüm taraflar için kabul edilebilir bir ortak zemin, BM tarafından yaptırım uygulanan ve yönetilen bir Rus müdahalesi yoluyla çatışmaya son verebilir. 
  Bibliyografya
 
Allison, Graham T., Essence of Decision: Explaining the Cuban Missile Crisis, (Boston: Little Brown, 1971).
 
Al-Rasheed, Madawi, Saudi Arabia and Syria: logic of dictators. Available at: http://www.opendemocracy.net/madawi-al-rasheed/saudi-arabia-and-syria-logic-of-dictators. [Last Accessed 5 May 2012].
 
Beinglass, Yagil and Daniel Brode, Russia’s Syrian Power Play. Available at: http://www.nytimes.com/2012/01/31/opinion/russias-syrian-power-play.html?_r=1. [Last Accessed 14 March 2012].
 
Carment, David and Patrick James, “Two-Level Games and Third Party Intervention: Evidence from Ethnic Conflict in the Balkans and South Asia,” Canadian Journal of Political Science / Revue Canadienne de Science Politique, Vol. 29, No. 3, 1996, pp. 521-554. 
 
Charbonneau, Louis, Iran-Syria Arms Shipments Violate UN Ban. Available at: http://www.huffingtonpost.com/2012/05/16/iran-syria-arms_n_1521991.html. [Last Accessed 5 June 2012].
 
China, Russia on same page regarding Syria, Beijing says. Available at: http://www.reuters.com/article/2012/06/05/us-china-russia-syria-idUSBRE8540BI20120605. [Last Accessed 8 June 2012].
 
Crawford, Jamie, U.S. sticking with ‘Plan A’ for Syria. Available at: http://security.blogs.cnn.com/2012/05/30/u-s-sticking-with-plan-a-for-syria/. [Last Accessed 3 June 2012].
 
Deutsch, Karl W. et al., Political Community in the North Atlantic Area: International Organization in the Light of Historical Experience, (Princeton: Princeton University Press, 1957).
 
Divide and Rule in Syria: The Schisms of the Syrian Opposition. [ONLINE] Available at: http://www.majalla.com/eng/2012/01/article55228708. [Last Accessed 5 May 2012].
 
Dix, Robert H., “The Breakdown of Authoritarian Regimes,” The Western Political Quarterly, Vol. 35, No. 4, 1982, pp. 554-573.
 
Fakher, Hamza and Michael Weiss, Revolution in Danger: A critical Appraisal of the Syrian National Council with Recommendations for Reform, (A Henry Jackson Society Strategic Briefing, February 2012).
Galvani, John, “Syria and the Ba’ath Party,” Middle East Research and Information Project, Vol. 25, 1974, pp. 3-16.
 
Haas, Ernst B., The Uniting of Europe: Political, Social, and Economic Forces, 1950-1957, (Stanford: Stanford University Press, 1958).
 
Haddad, Bassam, “Syria’s Curious Dilemma,” Middle East Research and Information Project, Vol. 236, 2005, pp. 4-13.
 
Hagan, Joe D., Philip P. Everts, Haruhiro Fukui and John D. Stempel, “Foreign Policy by Coalition: Deadlock, Compromise, and Anarchy,” International Studies Review Vol. 3, No. 2, 2001, pp. 169-216.
 
Herszenhorn, David M., For Syria, Reliant on Russia for Weapons and Food, Old Bonds Run Deep. Available at: http://www.nytimes.com/2012/02/19/world/middleeast/for-russia-and-syria-bonds-are-old-and-deep.html?_r=1&pagewanted=all. [Last Accessed 7 March 2012].
 
Iida, Keisuke, “When and How Do Domestic Constraints Matter? Two-Level Games with Uncertainty,” The Journal of Conflict Resolution Vol. 37, No. 3, 1993, pp. 403-426.
 
‘Iran preparing a soft landing strip for Syria’. Available at: http://www.rt.com/news/iran-syria-islamic-reforms-167/. [Last Accessed 8 June 2012].
 
Katzenstein, Peter J., “International Relations and Domestic Structures: Foreign Economic Policies of Advanced Industrial States,” International Organization Vol. 30, No. Winter, 1976, pp. 1-45.
 
_____________, Between Power and Plenty: Foreign Economic Policies of Advanced Industrial States, (Madison: University of Wisconsin Press, 1978).
 
Keohane, Robert O. and Joseph S. Nye, Power and Interdependence, (Boston: Little Brown, 1977).
 
Krasner, Stephen D., Defending the National Interest: Raw Materials Investments and US Foreign Policy, (Princeton: Princeton University Press, 1978).
 
______________, “United States Commercial and Monetary Policy: Unravelling the Paradox of External Strength and Internal Weakness,” in Katzenstein, Between Power and Plenty, 1978, pp. 51-87.
Landis, Joshua (2009). The National Salvation Front Folds. Available at: http://www.joshualandis.com/blog/?p=2757. [Last Accessed 27 February 20012].
 
Leeds, Brett Ashley, “Domestic Political Institutions, Credible Commitments, and International Cooperation,” American Journal of Political Science Vol. 43, No. 4, 1999, pp. 979-1002.
 
Lundgren-Jörum, Emma, “Discourses of a Revolution: Framing the Syrian Uprising,” Ortadoğu Etüdleri, Vol. 3, No. 2, 2012, pp. 9-39.
 
Mo, Jongryn, “The Logic of Two-Level Games with Endogenous Domestic Coalitions,” The Journal of Conflict Resolution, Vol. 38, No. 3, 1994, pp. 402-422.
 
Putnam, Robert D., “Diplomacy and Domestic Politics: The Logic of Two-Level Games,” International Organization, Vol. 42, No. 3, 1988, pp. 427-60.
 
Şen, Gülriz, “İran ve ‘Arap Baharı’: Bağlam, Söylem ve Siyaset,” Ortadoğu Etüdleri,Vol. 3, No. 2, pp. 96-118.
 
Taheri, Amir, Iran’s triple mistakes in Syria, Iraq and Bahrain. Available at: http://www.asharq-e.com/news.asp?section=2&id=29658. [Last Accessed 20 May 2012].
 
Tarar, Ahmer, “International Bargaining with Two-Sided Domestic Constraints,” The Journal of Conflict Resolution Vol. 45, No. 3, 2001, pp. 320-340.
 
______________, “Constituencies and Preferences in International Bargaining,” The Journal of Conflict Resolution, Vol. 49, No. 3, 2005, pp. 383-407.
 
Working Model of Syrian Opposition (April 2011). Available at: http://www.offnews.info/downloads/4e3c254685598.pdf. [Last Accessed 27 April 2012].
 
 
 
--------------------------------------------------------------------------------
 
[1] Brett Ashley Leeds, “Domestic Political Institutions, Credible Commitments, and International Cooperation,” American Journal of Political Science Vol. 43, No. 4, 1999, sy. 979.
 
[2] Robert D. Putnam, “Diplomacy and Domestic Politics: The Logic of Two-Level Games,” International Organization, Vol. 42, No. 3, 1988, sy. 427-60.
 
[3] a.g.e., sy. 430.
 
[4] Karl W. Deutsch, et al., Political Community in the North Atlantic Area: International Organization in the Light of Historical Experience, (Princeton: Princeton University Press, 1957).
 
[5] Ernst B. Haas, The Uniting of Europe: Political, Social, and Economic Forces, 1950-1957, (Stanford: Stanford University Press, 1958).
 
[6] Robert O. Keohane and Joseph S. Nye, Power and Interdependence, (Boston: Little Brown, 1977).
 
[7] Graham T. Allison, Essence of Decision: Explaining the Cuban Missile Crisis, (Boston: Little Brown, 1971).
 
[8] Peter J. Katzenstein, “International Relations and Domestic Structures: Foreign Economic Policies of Advanced Industrial States,” International Organization Vol. 30, No. Winter, 1976, sy. 1-45; Peter J. Katzenstein, Between Power and Plenty: Foreign Economic Policies of Advanced Industrial States, (Madison: University of Wisconsin Press, 1978).
 
[9] Stephen D. Krasner, Defending the National Interest: Raw Materials Investments and US Foreign Policy, (Princeton: Princeton University Press, 1978); Stephen D. Krasner, “United States Commercial and Monetary Policy: Unravelling the Paradox of External Strength and Internal Weakness,” in Katzenstein, Between Power and Plenty, 1978, sy. 51-87.
 
[10] Robert D. Putnam, “Diplomacy and Domestic Politics: The Logic of Two-Level Games,” p. 431.
 
[11] a.g.e., sy. 434.
 
[12] a.g.e., sy. 436
 
[13] Keisuke Iida, “When and How Do Domestic Constraints Matter? Two-Level Games with Uncertainty,” The Journal of Conflict Resolution Vol. 37, No. 3, 1993, sy. 407.
 
[14] a.g.e., sy. 407.
 
[15] Robert D. Putnam, “Diplomacy and Domestic Politics: The Logic of Two-Level Games,” International Organization, Vol. 42, No. 3, 1988, sy. 438.
 
[16] a.g.e., sy. 440.
 
[17] a.g.e., sy. 441.
 
[18] Keisuke Iida, “When and How Do Domestic Constraints Matter? Two-Level Games with Uncertainty,” The Journal of Conflict Resolution Vol. 37, No. 3, 1993, sy. 403-426..
 
[19] Jogryn Mo, “The Logic of Two-Level Games with Endogenous Domestic Coalitions,” The Journal of Conflict Resolution, Vol. 38, No. 3, 1994, sy. 405-6
 
[20] a.g.e., sy. 415.
 
[21] Ahmer Tarar, “Constituencies and Preferences in International Bargaining,” The Journal of Conflict Resolution, Vol. 49, No. 3, 2005, sy. 405.
 
[22] David Carment, Patrick James, “Two-Level Games and Third Party Intervention: Evidence from Ethnic Conflict in the Balkans and South Asia,” Canadian Journal of Political Science / Revue Canadienne de Science Politique, Vol. 29, No. 3, 1996, sy. 522.
 
[23] a.g.e