Türkiye-Brezilya-İran Mutabakatı ve Uluslararası Sistemde Değişim Sancısı

ORSAM Ortadoğu Danışmanı Bayram Sinkaya, İran Araştırmacısı Ali Kemal Yıldırım
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İran Dışişleri Bakanı Menuçehr Muttaki ve Brezilya Dışişleri Bakanı Celso Amorim’in, İran’ın elindeki düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyumun daha yüksek oranlarda zenginleştirilmiş uranyum ile takas edilmek üzere Türkiye’ye göndermesine ilişkin bir mutabakat metni imzalaması dünyada geniş yankılar uyandırdı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad ve Brezilya Cumhurbaşkanı Lula Da Silva’nın katılımıyla 17 Mayıs 2010’da Tahran’da gerçekleşen imza töreninin ardından konuyla ilgili değişik yorumlar yapılmaya devam ediyor.  
Bilindiği üzere mutabakat çerçevesinde, İran Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'na (UAEK) resmi bir mektupla detayları bildirecek. Daha sonra Viyana Grubu[1] onay verirse düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyumu bir ay içinde Türkiye'ye gönderecek. İran'a ait az zenginleştirilmiş uranyum, bir yıl içinde yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş uranyum yakıt çubuğuna çevrilerek İran'a teslim edilene kadar Türkiye’de depolanacak.[2] Böylelikle, İran az zenginleştirilmiş uranyum karşılığında Tahran’daki nükleer araştırma reaktörü için ihtiyaç duyduğu nükleer yakıtı almış olacak. Anlaşmanın detaylarına ilişkin olarak İran ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) 5 daimi üyesi ve Almanya, müzakerelere Türkiye'de devam edecek. Mutabakat metnine uyulmadığı takdirde, Türkiye İran'a ait uranyumu koşulsuz olarak İran'a geri gönderecek.
Mutabakatın önemi; daha önce “büyük güçlerin” de içinde bulunduğu birçok girişimin olmasına ve çabaların hepsinin olumsuz sonuçlanmasına rağmen, bu sefer Türkiye ve Brezilya gibi “yükselen güçlerin” dâhil olduğu bir sürecin sonunda anlaşmaya varılabilmiş olmasıdır. Burada vurgulanması gereken diğer bir husus, Türkiye ile Brezilya’nın İran ile sağladığı mutabakatta, İran’ın uranyum zenginleştirme hakkının kabul edilmesidir. Bu durumun nükleer teknoloji tekelinin bazı ülkelerin elinde bulunmasına karşı çıkmakla ilgili ilkesel bir mesele olduğu söylenebilir. 20 Mayıs 2010 tarihli basın toplantısında Başbakan Erdoğan, “İran, UAEK üye olmasının yanında Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (NPT) ile ilgili şartları kabul ettiğini bir kez daha açıkça teyit etti. Tabii barışçıl amaçlarla uranyum zenginleştirme çalışması yapılacağını. Çünkü bunun her ülkenin hakkı olduğu da teyit ediliyor” cümlelerine ek olarak Türkiye’nin de nükleer santralı olacağını ve uranyum zenginleştirmesi gerebileceğini ifade etmiştir.   Bu mutabakat, taraf devletlerce İran ile Batı ve ABD arasındaki diğer sorunların müzakere yoluyla çözülebilmesi ve diyalog yolunun açılması için Tahran tarafından atılan olumlu bir adım olarak değerlendirilmiştir. Konuyla ilgili olarak Başbakan Erdoğan, İran ile uluslararası toplum arasında diyaloğun yeniden başlatılmasının ve bunun kalıcı bir uzlaşıyla sonuçlanmasının bu anlaşma sayesinde mümkün olacağını belirtmiştir. Erdoğan, "Önümüzdeki döneme hepimiz sorumlulukla yaklaşmalıyız. Barışçıl çözümleri sadakatle takip etmek herkes için bir görevdir diye düşünüyoruz" ifadelerini kullanmıştır. Buna karşılık Batılı ülkelerin, ABD’nin ve İsrail’in anlaşmaya tepkisi pek olumlu olmamıştır. Mutabakat metninin imzalandığı gün İsrail, İran'ın nükleer tesislerinin elinde kalacağı ve nükleer silah üretim alternatifinin her zaman elinde bulunacağı, ABD'nin devreden çıkarılarak inisiyatifin başka ülkelerin eline geçeceği gerekçeleriyle gelişmelere tepkisini dile getirmiştir. Avrupa Birliği ise temkinli politikasını sürdürmüş, İran’ın Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'na (UAEK) yazılı cevap vermesini istemiştir.[3]   Washington yönetiminin mutabakat konusundaki tavrı da Türkiye, Brezilya ve İran’ın beklemediği bir yönde olmuş, ABD’nin BM Büyükelçisi Susan Rise, İran’ın nükleer zenginleştirme çalışmalarını durdurmaması ve bu konuda uluslararası nükleer uzmanlarıyla işbirliği yapmaması gerekçeleriyle İran’la ilgili yeni yaptırım tasarısı taslağını BM Güvenlik Konseyi’ne sunmuştur.[4] Daha önce Hillary Clinton ABD’nin İran’a yaptırım uygulanması konusunda Rusya ve Çin ile anlaştığını açıklamıştı.[5] Bu desteği aldığını düşündüğü bir zamanda Türkiye, Brezilya ve İran’ın bir mutabakat metni üzerinde anlaşması ABD nezdinde İran’ın yeni bir taktiği olarak değerlendirilmiştir.[6]   ABD’nin bu sefer BMGK’ya sunduğu taslaktaki hükümlerin, Rusya ve Çin’i ikna edebilmek için yumuşatılmış olmasına rağmen Konsey’in İran’a yönelik olarak aldığı daha önceki yaptırım kararlarından daha ağır olduğu ileri sürülmektedir.[7] Metnin tüm detayları kamuoyu ile resmen paylaşılmadığı için yaptırımların ne kadarının zorlayıcı ne kadarının ise öneri boyutunda olacağı tam olarak bilinmemektedir. Bununla birlikte, kamuoyuna sızdırılan bilgilere göre yeni tasarı şu düzenlemeleri öngörmektedir: [8]
 
- İran’la ilişkili olarak, uranyum madeni çıkarılması, zenginleştirilmesi, yeniden işlenmesi, nükleer malzeme ve teknoloji üretimi ve kullanımı, ağır su faaliyetleri ve nükleer silah taşıyabilen balistik füze teknolojisi konularında yabancı yatırımın yasaklanması.   - Savaş tankı, savaş uçağı, füze sistemleri gibi ağır silahların satışına yasak getirilmesi.   - Yabancı ülkelerin bu silahlar konusunda teknik eğitim vermesi, maddi destek sağlamasının yasaklanması.   - Yasaklı kargo taşıdığından şüphelenilen gemilerde arama yapılmasının istenmesi.     - İran’ın nükleer faaliyetlerine katkıda bulunduğundan şüphelenilen mali işlemlerin bloke edilmesi.     Öte yandan, İran’la ilgili yeni karar taslağının içeriği nasıl olursa olsun BMGK’nın 10 geciçi üyesi (Avusturya, Bosna Hersek, Brezilya, Gabon, Japonya, Lübnan, Meksika, Nijerya, Türkiye ve Uganda) arasında olan Brezilya, Türkiye ve Lübnan’ın kararı desteklemeleri beklenmemektedir.[9] Bilindiği üzere Konseyin karar alabilmesi daimi ve geçici üyelerden toplamda en az 9 olumlu oy gerekmektedir.[10]   İran’la yapılan mutabakat ile sonrasında yapılan tartışmalar daha çok İran’ın nükleer programı ile Türkiye ve Brezilya’nın arabuluculuğu üzerinde yoğunlaşsa da bütün bu gelişmeler Soğuk Savaş sonrası oluşan uluslararası sistemin değişmekte olduğunu göstermektedir. ABD’nin mutabakata olumsuz tepkisi üzerine hem Brezilya hem de Türkiye liderleri ABD’nin hala yeni yaptırım arayışında olmasına şiddetle karşı çıkmış ve muhtemel yaptırımlara zemin sağlayacak BMGK karar alma surecine yönelik eleştirilerde bulunmuşlardır. Başbakan Erdoğan, “Üstünlerin hukukunu değil hukukun üstünlüğünü” savunacağız derken, Dışişleri Bakanı Davutoğlu kendilerine danışılmadan karar alınmasını ve sonra bu kararlara uyulmasının istenilmesini kabul etmeyeceklerini ifade etmiştir. Aslında BMGK’nın yapısına ilişkin tartışmalar çok uzun sureden beri devam ediyor olmasına rağmen simdi Konsey’in iki geçici üyesinin birlikte bu süreci sorgulamaya başlamaları önemli bir değişimin habercisidir. Nitekim bu iki ülke gelişmekte olan birçok devletin desteğini de almıştır. İslam Konferansı Örgütü ve Körfez İşbirliği Konseyi gibi uluslararası örgütlerin yanı sıra İran’ın komşularının ve gelişmekte olan ülkelerin önemli bir kısmı da bu mutabakata destek verdiklerini bildirmiştir. “Bağlantısız Ülkeler” de uzun süreden beri İran’ın nükleer programını destekleyen mahiyette açıklamalarda bulunmuştur. Nitekim Türkiye, Brezilya ve İran arasında mutabakatın yapıldığı sırada Tahran’da, gelişmekte olan 15 ülkenin (G-15) zirvesinin yapılıyor olması bir tesadüf değildir.   İşte bu noktada Güvenlik Konseyi’ne gelecek yaptırımların görüşülmesi süreci oldukça kritik olacaktır. Yukarıda da değinildiği üzere Türkiye, Brezilya ve Lübnan’ın yaptırımlar lehinde oy kullanması beklenmemektedir. Konseyin karar alabilmesi için en az dokuz olumlu oy alması gereği hatırlandığında bu durumun yaptırım kararlarını aralarında formüle eden büyük güçlere karşı nasıl ciddi bir meydan okuma olduğu gayet açıktır. Konsey’in İran’a karşı yaptırım kararı alamaması halinde bu gelişme uluslararası sistemdeki değişim taleplerine güç kazandıracaktır.      Aslında uluslararası sistemdeki değişim sancıları uzun süreden beri görülmektedir. George Bush yönetimi döneminde ABD’nin tek taraflı eylemlerine karşı tepki doruk noktasına ulaşmış ve ABD’nin Irak’a müdahalesi sürecinde uluslararası sistemde büyük bir yara açmıştı. O tarihten sonra büyük güçlerin bir araya gelerek uluslararası sistemdeki gelişmeleri değerlendirdikleri G-7’nin yerini G-20’ye bırakması sistemdeki değişim sürecinin bir yansıması olarak değerlendirilmiştir. Ancak, Barack Obama yönetiminin işbaşına gelmesi ABD’nin bu değişim sürecine karşı daha duyarlı olabileceği, müttefikleriyle daha uyumlu çalışabileceği ve böylelikle ülkesinin küresel liderliği konusunda yeniden destek sağlayabileceği beklentilerine yol açmıştı. Nitekim Obama yönetimi işbirliğine önem veren yeni politikalarıyla Çin ve Rusya’yı İran’a karşı yeni yaptırımlar için ikna etmeyi başarmıştır. Ancak Türkiye-Brezilya öncülüğünde yürütülen uzlaşma sürecine karşı takındığı tavır, Amerikan yönetiminin işbirliği anlayışını dar bir çevreyle sınırlı tuttuğunu göstermektedir. Sonuç olarak, Güvenlik Konseyi’nden ABD’nin istediği yönde yeni yaptırım kararları çıkması halinde, bu durum Barack Obama yönetiminin ülkesinin küresel liderliği konusunda ihtiyacı olan destek arayışlarına zemin kaybettirecektir.    
[1] Viyana Grubu ABD, Rusya, Fransa ve Birleşmiş Milletlere bağlı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'ndan oluşmaktadır. Görüldüğü üzere, dolaylı olarak da olsa, ABD’nin de bu mutabakat içerisinde yer alması gerekiyor. [2] Mutabakata göre %3,5 zenginleştirilmiş 1.200 kg. uranyum karşılığında zenginleştirilmiş 120 kg. uranyum yakıt çubuğu İran’a verilecektir. Bu oran silah yapımı için gereken zenginleştirme düzeyinin altındadır, ancak enerji üretimi ve araştırma reaktörleri için yeterlidir. [3]ABD eski Başkanı Jimmy Carter’ın Latin Amerika Ulusal Güvenlik danışmanı Robert Pastor Brezilya ve Türkiye’nin söz konusu mutabakat çerçevesinde iki hata yaptıklarını ifade etmiştir: “Brezilya ve Türkiye çabalarından ötürü takdir edilmeliler. Ancak iki büyük hata yaptılar. Birincisi İran’a nükleer bomba yapmasına yetecek kadar zenginleştirilmiş uranyum bıraktılar. İkincisi ise yaptıkları anlaşmada tam bir uluslararası denetim garantisi vermediler” (Iran deal a boost or bust for Brazil diplomacy?, Reuters, 18 Mayıs 2010). [4] Konunun BMGK’nın gündemine gelmesine rağmen, Başbakan Erdoğan, başta ABD Başkanı Barack Obama ve Rusya Başbakanı Vladimir Putin’i arayarak telefon diplomasi ile mutabakata ilişkin kararlılığını göstermiştir.  [5] Anlaşmanın sağlanmış olmasına dair yaygın bir kanaate göre, ABD’nin Çin gibi BMGK’nın tüm daimi üyelerinin desteğini elde etme konusundaki “olumlu gelişmelere” ilişkin haberler İran’ı endişelendirmiş ve bu durum İran’ın mutabakata razı olmasında etkili olmuştur. (Massoumeh Torfeh, Iran’s Nuclear Pact is not a Done Deal, Guardian, 17 Mayıs 2010). [6] Bu görüşe bazı yazarların da katıldığı görülmektedir. Örneğin Klein, İran’ın nükleer antlaşmaların gereklerine uymamak ya da uymayı geciktirmek için Brezilya ve Türkiye’yi kullandığını söylemektedir. Brezilya ve Türkiye’nin ise bu mutabakatta yer almalarının sebebini ticari çıkarlarla ilişkilendirmektedir. Ayrıca, Brezilya’nın küresel ekonomik bir güç olmasına rağmen uluslararası diplomaside yerini alamaması; Türkiye’nin ise Avrupa Birliği’nden geri çevrilmesi nedeniyle bölgesinde öncü bir güç olmaya karar vermesi nedenleriyle böyle bir mutabakatta yer aldıklarını ifade etmektedir (Joe Klein, The Tehran Tango, Time, 24-31 Mayıs 2010, s.16) [7] İran, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Avrupa Birliği ve ABD`nin mali yaptırımları ile karşı karşıyadır. Bu konuda bkz: Sinkaya ve Yıldırım, İran Yaptırımlarının Mali Boyutları, Ortadoğu Analiz, cilt 2, sayı 13 (Ocak 2010), s.40-47. [8] Söz konusu tasarıya ilişkin alınan yazılanlar ABD yetkililerince kamuoyuna aktarılan bilgilerdir (Kirit Radia, What’s in the new Iran Sanctions Draft?, ABC News, 18 Mayıs 2010) [9] a.g.m. [10] Diğer taraftan, İran tasarının BMGK’nın gündeme gelmesi nedeniyle yapılan açıklamada yaptırımın onaylanması halinde uranyumun Türkiye’ye emanet edilmesi anlaşmasının iptal edebileceği sinyalini vermiştir.