Türkiye’nin Suriye Politikası Mezhepsel Değil, İlkeseldir

Doç. Dr. Mehmet ŞAHİN, ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
Arap Baharı diye tanımlanan Arap Orta Doğusu’ndaki halk hareketlerinin Suriye’ye sıçraması, Türk Dış Politikasının tartışılmasına meydan verdi. Bu süreçte, zaman zaman Türkiye’nin Suriye’ye yönelik politikasının mezhepsel olduğu iddiaları gündeme getirildi. Fakat Türk Dış Politikasını dikkatli takip eden herkes bunun böyle olmadığını kolayca görebilir. Nasıl mı? Türkiye, Arap Baharı’nın Tunus’ta başladığı ilk günden itibaren aynı tavrı sergiledi, ki bu tavrı; aile şirketleri haline dönüşmüş, otoriter baskıcı diktatörlere karşı ayaklanan halkların taleplerinin meşru görülmesi ve desteklenmesidir. Bu bağlamda Türkiye, Tunus’ta, Mısır’da, ve Libya’daki tutumunu aynen Suriye’de de sürdürmektedir. Bu mezhepsel değil, ilkesel bir tavırdır. Çünkü Türkiye, Ortadoğu’da yaşananları dini/mezhepsel bir mücadele değil, demokrasi mücadelesi olarak görmektedir. Bundan dolayı Türkiye, Tunus, Mısır ve Libya’daki “demokrasiye geçiş sürecine” destek vererek, Sünni olan Bin Ali, Mübarek ve Kaddafi’nin yönetimlerine karşı net tavrını ortaya koymuştur. Bugün aynı tavrını Suriye’deki yönetime karşıda sürdürmektedir.
 
Türkiye’nin Suriye politikası ilkesel değil de mezhepsel olsaydı, son on yılda Türkiye-Suriye ilişkilerinde tarihin en iyi dönemi yaşanmazdı. Suriye’deki rejim karşıtı olayların başladığı 17 Mart 2011’den öncede Esad vardı yönetimde. Türkiye bu dönemde tüm dış baskılara rağmen Esad’ın yanında olmaktan kaçınmadı. Esad yönetimindeki Suriye’nin başta ABD olmak üzere birçok ülke tarafından izole edilmeye çalışıldığı bir dönemde, Türkiye bu ülkeye kucak açarak, Suriye yönetiminin ve halkının yanında oldu. Dolayısıyla Türkiye Esad’ın mezhebi yönüyle alakadar olmamaktadır. Esad bugün olduğu gibi o gün de Nusayri idi. Peki değişen ne oldu?

Arap Baharı’nın Suriye’ye sıçramasıyla birlikte, Suriye Yönetimi’nin halkın meşru taleplerini görmezden gelmesi ve halkına silah doğrultarak çocuk, genç, yaşlı binlerce insanın ölümüne neden olması, tüm dünyanın olduğu gibi Türkiye, yaklaşık 900 km sınır paylaştığı komşusunda vuku bulan bu insanlık dramına sessiz kalamayacağı ve Türkiye’ye sığınan Suriye vatandaşlarına insani yardımlarını esirgemeyeceğini açıkça gösterdi. Aynı zamanda, Türkiye, Suriye’deki sürecin daha sağlıklı geçmesi, Suriyelilerin köylerinde, şehirlerinde barış, huzur ve istikrar içinde yaşanması, ülkenin birliğinin sağlanarak en kısa sürede sorunun barışçı bir şekilde çözülmesi için elinden gelen çabayı gösterdi. Ne yazık ki; Esad Yönetimi kendi halkının meşru taleplerine silahla karşılık verdi. Türkiye ise Tunus olaylarından buyana takip ettiği ilkesel duruşunu sürdürdü.

Bölgede mezhepsel politika takip etmek Türkiye’de olduğu gibi güçlü yönetimlerin işine yaramaz. Mezhepsel politikalar ancak toplumsal zemini zayıf olan, bölgede oluşacak olan bir kutuplaşmadan medet uman bölgesel ve küresel güçlerin işine yarar. Bu bağlamda Suriye’de meşruiyet sorunu yaşayan Esad Yönetimi, Irak’ta gücü tek elde toplamak isteyen Maliki Yönetimi ve Arap Orta Doğusu’nda varlık göstermek isteyen İran’daki mevcut yönetim bölgedeki mezhepsel fay hattından faydalanmak isteyebilir. Aynı zamanda, mezhep çatışması, bölgede kalmak ve bölgeye dahil olmak isteyen bölge dışı güçlerinde faydalanacağı uygun bir ortamın oluşmasını sağlar.
 
Uzun süredir bölgede mezhepsel fay hatlarının tekrar belirginleşmeye başladığı görülmektedir. Bir tarafta Lübnan Hizbullah’ı, Esad Yönetimindeki Suriye, Maliki yönetimindeki Irak ve İran ekseninde bir hat oluşurken, diğer taraftan Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri eksenli bir yapıda kendini açıkça göstermektedir. Türkiye ise, bu kamplaşmanın içine çekilmek istense de, mezhep çatışmasının/mezhepsel bir kutuplaşmanın bölge için felaket olacağını ve bölgede yeni bir soğuk savaş ortamının doğacağını en üst perdeden anlatmaya çalışmaktadır. Ortadoğu’da muhtemel bir mezhepsel kutuplaşma, daha da kötüsü çatışma, bölgeyi felakete sürükleyeceği gibi Türkiye’nin gücünü de önemli ölçüde sınırlar. Bugün Türkiye’nin bölgede görmek istediği en son şeyin mezhepsel kutuplaşma/çatışma olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.