Viyana Müzakereleri: İran-Batı Anlaşmazlığında Dönüm Noktası

İran’ın nükleer programı üzerinde İran ile Batı arasındaki anlaşmazlığın nihai çözümü amacıyla İran ile P5+1 grubu arasındaki görüşmeler Viyana’da devam etmektedir. Taraflar arasında mutabık kalınan hususların ana hatları 2 Nisan’da belirlenmiş ve “Kapsamlı Ortak Eylem Planı”nın hazırlanması için 30 Haziran’a kadar müzakerelerin devam edeceği duyurulmuştu. Bu doğrultuda taraflar arasında müzakereler  10 Haziran’da Viyana’da başladı, fakat öngörülen sürenin bitimine iki gün kala müzakerelerin 7 Temmuz’a kadar uzatıldığı ilan edildi.
 
Müzakerelerin uzatılması bir taraftan olumlu, diğer yandan olumsuz değerlendirmelere sebep oldu. Müzakerelere ara verilmeksizin bir hafta gibi kısa bir süre için uzatılması, anlaşma ihtimalinin yakın ve güçlü olduğu şeklinde değerlendirildi. Bununla beraber müzakere heyetlerinden gelen açıklamalarda ise ihtiyatlı bir dil kullanılmış, anlaşmanın çok yakın olduğu ama garanti olmadığı ifade edilmiştir. Bu uzatma süresi içerisinde dahi hem Amerikalı yetkililerden, hem de İranlı yetkililerden gelen ve karşı tarafı kararlı olmaya çağıran ve “hiç anlaşma olmamasının kötü bir anlaşmadan daha iyi olduğu” şeklindeki sert açıklamalar müzakere sürecinin ne denli zorlu seyrettiğini göstermektedir. Nitekim hem ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, hem de İran Dışişleri Bakanı M. Cevad Zarif yaptıkları farklı açıklamalarda görüşmelerde büyük bir mesafe kat edildiğini, ama hala çözülemeyen bazı hususların olduğunu söyledi. “Her konuda anlaşılmadığı sürece hiç bir konuda anlaşılmamıştır” prensibi uyarınca hangi konularda uzlaşıya varıldığı açıkça ifade edilmiyor.
 
Görüşmelerin bu denli zorlu olmasının başlıca iki nedeni vardır. Birincisi, İran’ın karşısında oturan 5+1 ülkelerinin kendi aralarında bir birlik olmamasıdır. Rusya ve Çin’in müzakerelerden beklentileri ve süreçteki tutumu ile ABD, Almanya, İngiltere ve Fransa’nın öncelikleri farklıdır. Bununla beraber, İran’ın nükleer programı konusunda başından beri sert bir tutum alan Batılı ülkelerin, özellikle ABD’nin öncelikleri öne çıkmaktadır. Nitekim bu nedenle bir taraftan İran heyeti ile ilgili ülkelerin heyetleri arasında sık sık ikili görüşmeler yürütülmekte, diğer taraftan ortak görüşmeler yürütülmektedir.
 
 Müzakere sürecini zorlaştıran ikinci neden ele alınan konuların oldukça geniş kapsamlı olmasıdır. Müzakereler İran’ın nükleer programında ve tesislerinde yapılacak değişiklikler, yaptırımlar, denetleme başlıkları üzerinde yoğunlaşmaktadır. İran’ın Arak ve Fordo’daki tesislerinin dönüştürülmesi, Natanz’daki santrifüjlerin sayısının azaltılması ve İran’ın elinde mevcut olan 8,7 ton civarındaki düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyum stokunun azaltılması öngörülmektedir.  Tabii ki biraz zaman alması beklenen bu değişikliklerin gerçekleştirilmesi için bir takvim üzerinde çalışılmaktadır. Müzakerelerin ikinci ana başlığı nükleer programı nedeniyle İran’a uygulanan AB, ABD ve BM yaptırımlarının kaldırılması meselesidir. İran, anlaşmanın uygulamaya başlanması ile birlikte eşzamanlı olarak bütün yaptırımların kaldırılmasını istemektedir. Batılılar ise yaptırımların kaldırılmasını, anlaşmanın uygulanmasında atılacak adımlara bağlamaya çalışmaktadır.
 
Görüşmelerdeki üçüncü ana başlık ve en zorlu konu İran’ın nükleer programının ve muhtemel anlaşmanın uygulanmasının denetlenmesi hususudur. Bu hususta iki kritik nokta vardır. Birincisi denetimlerin kapsamına ve denetlenebilecek yerlerin özelliklerine ilişkindir. Batılılar, UAEA (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı) denetçilerinin önceden haber vermeksizin ve istedikleri yerlerde inceleme yapması konusunda ısrar ederken İran tarafı askeri bölgelerin bu denetimlerin dışında tutulması gerektiğini savunmaktadır.
 
İkinci kritik nokta ise İran’ın nükleer programının muhtemel askeri boyutlarıdır (PMD). Bu konunun öne çıkması bu zamana kadar atılan bütün adımlara rağmen neredeyse müzakere sürecinin başına dönülmesi anlamına gelmektedir. Bilindiği üzere ABD sürecin başından beri İran’ın nükleer programının amacının nükleer silah elde etmek olduğunu iddia etmektedir ve Amerikan yönetimin bu müzakerelerden en önemli beklentisi de İran’ın nükleer silah elde etme kapasitesini en az bir yıl süreyle geciktirmektir. Amerikan yönetimi şimdi İran’ı “nükleer eşik”te tutmanın yanı sıra geçmişte bu konuda ne tür çalışmaların yapıldığının açıklığa kavuşturulmasını istiyor. İran tarafı ise bu iddiaları başından beri reddetmektedir. UAEA’nın İran hakkında hazırladığı raporlarda ise mütemadiyen nükleer programın muhtemel askeri boyutlarına dikkat çekilmekte ve bu konuda Parchin askeri üssündeki çalışmalara işaret edilmektedir. İran’ın açığa çıkmamış olan askeri amaçlı nükleer faaliyetlerinden, özellikle füzeler için nükleer başlık geliştirme ihtimalinden bahseden Ajans, İran’dan bu konuda tam işbirliği yapmasını istemektedir. Bu konuda UAEA’nın yılsonuna kadar yeni bir rapor hazırlaması beklenmektedir. Muhtemel Askeri Boyutların öne çıkmasının bir başka sonucu ise İran’ın silahlanma çalışmalarının, özellikle balistik füze programının müzakere masasına getirilmesidir. Batılılar İran’ın balistik füze programının da tamamen durdurulmasını istemektedir. İran ise muhtemel anlaşma ile birlikte füze programı üzerindeki yaptırımların ve silah ambargosunun kalkmasını talep etmektedir.
 
Müzakere sürecindeki bütün sorunlara rağmen bir an önce sonuç alınabilmesi için heyetler üzerinde çeşitli baskılar vardır. Birincisi, Amerikan Kongresi’nin aldığı karar uyarınca İran ile varılacak muhtemel anlaşmayı yönetimin en geç 9 Temmuz’a kadar Kongre’ye sunması gerekmektedir. Eğer bu tarih aşılacak olursa bu defa Kongre’nin muhtemel anlaşmayı incelemek için iki ay süresi olacak ve ABD içinde daha zorlu tartışmaların önünü açabilecektir. Diğer taraftan, müzakerelerin daha fazla uzaması hem İran’da hem de Batı’da müzakere sürecinden rahatsız olanların elini güçlendirecektir. Dolayısıyla müzakere sürecinin sürekli uzaması taraflar üzerindeki siyasi ve psikolojik baskıyı artırmaktadır. Nitekim, Kerry yaptığı bir açıklamada İran’ın artık karar vermesi gerektiğini ve 7 Temmuz’a kadar anlaşmaya varılamaması halinde müzakerelerden çekileceklerini söyledi. Zarif ise yayınladığı bir mesajda Batı’nın artık tehditler ve baskı ile uzlaşma arasında bir seçim yapması gerektiğini söyledi. İran müzakerecisi Arakçı da 7 Temmuz mühleti ile bağlı olmadıklarını söyledi ve İran milletinin haklarını ve kırmızı çizgilerini ihlal eden kötü bir anlaşmayı imzalamayacaklarını ekledi.
 
Gelinen noktada bütün taraflar yeterince esneklik gösterdiğini düşünüyor ve diğer tarafın siyasi inisiyatif almasını bekliyor. Farklı heyetler bir taraftan anlaşmaya son derece yakın olduklarını, diğer taraftan ise hiç anlaşma olmamasını “kötü” bir anlaşmaya tercih edeceklerini ifade etmektedir. Bu durum Viyana müzakerelerinin İran ile Batı arasındaki anlaşmazlıkta dönüm noktası olduğu, tarafların ya anlaşacakları veya müzakerelerin sona ereceği şeklinde değerlendirilmektedir. Fakat ele alınan konuların ve zorluğu ve yapılacak anlaşmanın taraflar için önemi dikkate alındığında zaman baskısı önemini yitirmektedir. Bu nedenle müzakerelerin bir müddet daha uzaması muhtemeldir. Ayrıca Viyana’da anlaşma olmaması taraflar arasındaki bütün bağların kopması anlamına gelmeyeceği gibi, anlaşma olması da bütün sorunların çözülmesi anlamına gelmeyecektir.