Avrupa Komisyonu’nun Türkiye Yıllık İlerleme Raporu: Çevre ve İklim Değişikliği Faslı’nda Orta Derecede İlerleme

Avrupa Komisyonu yakın bir zamanda 2015 yılı İlerleme Raporu'nu yayınladı. Zaten bilindiği üzere, şu ana kadar 33 fasıldan 14’ü AB’ye katılım müzakereleri çerçevesinde açıldı ve bunlardan sadece biri (Bilim ve Araştırma Faslı) yalnızca geçici olarak kapatılmıştır. Çevre Faslı, müzakerelerin hâlâ devam ettiği bu fasıllardan biridir. 2009 yılında, Türkiye’nin Faslın açılması için önceden belirlenen kriterlere ilişkin değerlendirme koşullarını sağlamasının ardından bu Fasıl görüşmelere açılmıştır. 2015 yılı sonu itibarıyla, Komisyon Türkiye’yi çevre ve iklim değişikliği alanında “orta derecede hazır” bir aday ülke olarak görmektedir.

Komisyon, genel hatlarıyla, "çevre düzenlemelerinde temel anlamda bir ilerleme bulunması ile birlikte, bu alanın, atık yönetimi ve sınaî kirlilik gibi pekiştirilmesi gereken bazı yönlerinin zayıf kaldığını belirtmektedir. Yatay mevzuatın uygulanma biçiminde, geliştirilecek yeterince alan vardır. Çevre konularındaki mahkeme kararlarının yetersiz uygulanması, halkta endişelere sebebiyet vermektedir. Daha iddialı ve iyi düzenlenmiş çevre ve iklim politikalarının oluşturulması ve uygulanması gerekmektedir. Aynı zamanda stratejik planlamaya, önemli oranda yatırıma ve daha sağlam bir idari kapasiteye ihtiyaç vardır. Gelecek yıl içerisinde Türkiye’nin özellikle iklim eylemlerinde stratejik planlama yapması ve gerçekleştirilecek 2015 Paris İklim Sözleşmesi'ne katkıda bulunması, çevresel etki değerlendirme mevzuatının doğru şekilde uygulanmasını sağlaması, sera gazı yayılımının izlenmesi ve bildirilmesinin yanı sıra, kamu katılımı ve kamunun çevresel bilgi edinme hakkı konusunda AB mevzuatına uygun değişiklikler yapması gerekmektedir.” Alt başlıklar özelinde, Komisyon’un sorunlara dair bulguları gelecek paragraflarda özetlenebilir. 

Yatay mevzuat göz önünde bulundurulduğunda, Komisyon oldukça eleştirel olan tavrını sürdürmektedir: “Sivil toplum, kamuoyu görüşünün alınması ve prosedürel gereklilikleri yerine getirmedeki yetersiz seviyeyi eleştirmektedir. Akkuyu nükleer santrali ve mikro hidroelektrik santralleri dâhil olmak üzere birçok mesele dava konusu edilmiştir. Sınır ötesi danışmaya ilişkin prosedürler, Avrupa Birliği mevzuatına uygun değildir. Türkiye, sınır ötesi kapsamda çevresel etki değerlendirme işbirliği ile ilgili genel iki taraflı anlaşmalara yönelik hazırlanacak taslağı ilgili Üye Devletler’e henüz göndermemiştir. Stratejik Çevre Değerlendirme Direktifi’ne uygun davranma konusunda ise hâlâ sonuca varılmamıştır. BM Avrupa Ekonomi Komisyonu Aarhus Sözleşmesi’nde belirlenen çevresel konularda bilgi erişimi, kamu katılımı ve adalete erişime ilişkin hükümlere de uyulması gerekmektedir.” Komisyona göre, ulusal hava kalitesi mevzuatının “çevre hava kalitesi, ulusal gaz yayılımı tavan değerleri ve uçucu organik bileşiklere dair mevcut direktifler doğrultusunda hâlen yasalaşması gerekmektedir”. Atık yönetimine gelindiğinde ise, Komisyon “farklı atık su türlerinin ayrı toplanması ve doğada çözünebilen maddelerle ilgili daha fazla çalışma yapılması gerektiğini” ifade etmektedir. AB Atık Çerçeve Direktifi’nden kaynaklanan, atık yönetimi planları hazırlama ve uygulama gerekliliği henüz yerine getirilmemiştir.

2012 yılında Komisyon iklim değişikliği konusunu gündeme almış ve çevre faslı başlığına eklemiştir. Böylece, Komisyon iklime ilişkin gereklilikleri son raporlarında daha detaylı değerlendirmeye başlamıştır. Bu durum aynı zamanda “AB’nin hareketli bir hedef olduğu” gerçeğini temsil etmektedir. Diğer bir deyişle, gereklilikler genellikle daha geniş bir mevzuat kapsamında birikmektedir ve zamanla daha da katılaşmaktadır. Bu da müzakerelerin tamamlanmasını ve ilgili fasılların geçici olarak kapatılmasını zorlaştırmaktadır. Bu nedenle aday ülkeler AB mevzuatına ne kadar erken uyumluluk gösterirse o kadar iyi olacaktır.

Yıllık olarak mevzuat ve uygulamada yapılan birkaç dikkate değer değişikliğin dışında, Komisyon’un Yıllık İlerleme Raporlarındaki değişmeyen temel yargılar, Türkiye’nin çevre politikasındaki uzun süredir varlığını sürdüren sorunlarının yansıması niteliğindedir. Diğer yandan, kısmen gerçekleştirilmiş amaçlara ilişkin olarak Komisyon son zamanlarda daha olumlu bir tutum sergilemektedir. Yüzde yüzlük bir uygulama beklemek yerine, Komisyon, yıl içerisinde gerçekleşen ilerlemeleri alkışlayarak, motive edici sinyaller göndermeye başlamıştır.   

Türkiye bir paradigma değişimi yaşayabilmek için reform sürecini hızlandırmalıdır. Bu çerçevede ortaya çıkmıştır ki eğer müzakereler aynı hızda devam ederse Türkiye’nin AB çevre mevzuatı kapsamında üyeliğe hazırlanması çok uzun sürecektir. Böyle kalıcı bir değişiklik için sadece vizyoner bir siyasi irade değil, aynı zamanda ekonomik bir “yeniden dağıtım” politikası ile ilgili adımlar atılması gereklidir. Ancak bu, zor bir bileşimdir. Bunun temel nedeni, siyasi alanda verilen kararlarla kazanan ve kaybedenlerin belirlenmesinin genel olarak bunlarla karşı karşıya kaldıklarında çoğu endişeye kapılan siyasi elitler için risk teşkil etmesidir. Diğer yandan, AB’ye ilişkin reformlara kararlı bir şekilde uymak, ülke bütününün AB’ye uyum sürecinden kayda değer menfaatler elde ederek kârlı çıkmasını sağlayacağı gibi, uzun vadede, siyasi yönetici sınıfın statüsüne de katkıda bulunacaktır. Bu bağlamda, tek partili bir hükümetin dört yıl boyunca iktidarda kalacağı Türkiye’de son zamanlardaki bakış açısı, ülkedeki AB ilişkilerini canlandırmak için bir fırsat penceresi açmaktadır. Çevre Faslı, en çetin görevleri gerektirse de, sürecin sonunda bekleyen faydalar da bir o kadar fazladır. AB çevre standartları uygulandıkça Türk ekonomisi daha da rekabet edebilir hale gelecektir. Ayrıca, ülke daha büyük miktarda doğrudan yabancı yatırım çekecektir. Sonuncu, ama belki de en önemli getirisi ise her bir Türk vatandaşının yaşam kalitesinin artacak olmasıdır.