BAE-ABD Nükleer İşbirliği Anlaşması Nasıl Değerlendirilmeli?


İran’ın nükleer programı gündemdeyken, Körfez ülkelerinin Batılı ülkelerle yapmakta olduğu nükleer işbirliği anlaşmaları dikkat çekmektedir. Kimilerine göre bu anlaşmalar, Körfez ülkelerinde nükleer silahlanma sürecinin başlangıcını oluşturmaktadır. Bu görüşün savunucuları, İran’ın nükleer programının askeri amaçlı olabileceği varsayımından yola çıkarak Körfez ülkelerinin nükleer bir İran’ın yaratacağı güvenlik ikilemine karşı nükleer silahlanmayı tercih edebileceğini düşünmektedirler. BAE -İran ilişkilerinde Basra Körfezi’ndeki Büyük ve Küçük Tunb ile Ebu Musa adalarının egemenlik haklarıyla ilgili anlaşmazlık devam etmektedir. İran, adaların hâkimiyetinin 1903 yılında geçici olarak İngilizlerin eline geçtiğini, 1971 yılında ise iade edildiğini iddia etmektedir. Dolayısıyla, 1971 yılında henüz var olmayan BAE’nin adalar üzerindeki egemenlik iddiasını reddetmektedir. BAE’nin ise adalar üzerindeki iddiaları devam etmektedir. İkili ilişkilerdeki adalar sorununa rağmen BAE ve İran karşılıklı ekonomik bağımlılık içindedirler. BAE, İran’daki yabancı sermayenin üçte birini sağlamakta, İran da BAE’ye teknik mühendislik hizmetleri vermekte, yol, inşaat ve kimya ve gıda alanında önemli miktarda ürün ihraç etmektedir. BAE- İran arasındaki 14 milyar dolarlık ticaret hacmi de ikili ilişkilerin istikrarlı biçimde devam ettiğinin önemini göstermektedir. Bu nedenle, mevcut durumda BAE’nin nükleer enerji alanında işbirliği yapabileceği ortaklar aramasındaki itici gücün, güvenlik gerekçelerinden ziyade enerji ihtiyacı olduğu düşünülmektedir. BAE yetkilileri, petrol ve doğalgaz gibi doğal kaynaklara sahip olsa da 2020 senesinde enerji talebini karşılayabilmek için nükleer enerjiye ihtiyaç duyduklarını, çünkü mevcut kaynaklarla gereksinim duyulacak olan enerji miktarının ancak yarısının karşılanabileceğini söylemektedirler. Aynı zamanda BAE yetkilileri, nükleer enerji sayesinde daha fazla doğalgaz ve petrol ihraç ederek döviz rezervlerini arttırabileceklerini ve karbon ayak izini azaltacaklarını vurgulamaktadırlar. Dolayısıyla, BAE’nin ABD ile imzalamış olduğu nükleer enerji işbirliği anlaşması, barışçıl gerekçelerin bir sonucu olarak görülmelidir.   Körfez ülkelerinin imzalamakta oldukları nükleer işbirliği anlaşmaları çerçevesinde gündeme gelen bir diğer konu, ABD ve Avrupa ülkelerinin İran’ın nükleer programına yönelik sert tutumlarının devam ettiği sırada diğer bölge ülkeleriyle bu konuda işbirliği yapmalarıdır. Geçtiğimiz Nisan ayında BAE hükümetinin nükleer programla ilgili yapmış olduğu bilgilendirme toplantısında nükleer alanda imzalanan anlaşmaların nükleer silah sahibi olmayan devletlerin nükleer enerji elde etmesinde uluslararası desteğin var olduğunu göstermesi açısından önemli olduğu vurgulanmıştır. Bu çerçevede, İran’ın nükleer programının sivil amaçlı olduğunu iddia ettiği, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’na taraf ve nükleer tesislerinin Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın denetimine açık olduğu dikkate alındığında ABD ve Avrupa ülkelerinin, çifte standart uyguladığı düşünülmektedir. Ancak ABD ve Avrupa ülkelerinin nükleer enerji işbirliği anlaşması imzaladığı Körfez ülkeleriyle İran’a karşı tutumu karşılaştırılırken, İran’ın uranyum zenginleştirmeyi ısrarla kendi topraklarında yapmak istemesi gözden kaçırılmamalıdır. Zira BAE, ABD ile imzalamış olduğu nükleer işbirliği anlaşmasıyla ülke içinde yakıt zenginleştirme ve yeniden işleme kapasitesi elde etmemeyi taahhüt etmiştir. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleeza Rice da BAE’nin imzalanan anlaşmayla nükleer yakıtı ithal etmeyi uranyumu zenginleştirerek kendi imkânlarıyla yakıt temin etmeye tercih ettiğini vurgulamıştır. Böylelikle BAE’nin nükleer programının daha şeffaf olduğu ve askeri amaçlar doğrultusunda kullanılması durumunda tespitinin daha kolay olacağından güven duyulduğu anlaşılmaktadır. İran’ın nükleer programıyla ilgili olarak ise Batı ile arasında ciddi bir güven eksikliğinden bahsetmek mümkündür.   Sonuç olarak, BAE dahil Körfez ülkelerinin nükleer alanda işbirliği anlaşmaları imzaladığı bu sürece salt güvenlik politikaları çerçevesinde bakılmaması gerekir. Bunun yanı sıra, nükleer işbirliği anlaşmaları yapılan ülkelerin nükleer programlarının sıkı denetimde olmasına, böylelikle sivil amaçlarla başlanan nükleer çalışmaların askeri amaçlı çalışmalara dönüştürülmesinin engellenmesine önem verilmelidir.