Desalinasyon Ortadoğu’nun Tüm Su Sorunlarının Çözümünü Vaat Ediyor mu?

Uluslararası Desalinasyon Derneği (IDA), desalinasyonu “çözünmüş tuzları sudan arındırma ve böylece deniz suyu veya tuzlu sudan içme suyu üretmek” olarak tanımlamıştır. Bu tuzdan arındırma işlemi hidrolojik döngü sayesinde milyonlarca yıldır doğal bir biçimde gerçekleşmesine rağmen desalinasyonun ticarileştirilmesi oldukça modern bir fenomendir. “Elektrodiyaliz” ve “ters osmoz” gibi desalinasyon için daha yeni ve ucuz yöntemlerin bulunması, bu yeni su kaynağının 20. yüzyılın ortalarından itibaren yaygınlaşmasına fırsat tanıdı.

Desalinasyonun küresel ölçekte yükselişte olduğu bir gerçektir. Dünya çapında her gün yeni desalinasyon tesisleri kurulmaktadır. Bu konuda rakamlar oldukça çapıcıdır. IDA’ya göre dünyada 2013 itibariyle 17.000’den fazla desalinasyon tesisi bulunmaktadır. Tesislerin toplam kapasiteleri günlük 80 milyon metreküpü aşmaktadır. Dünya üzerinde 150 ülkede 300 milyondan fazla insan desaline edilmiş su kullanmaktadır.

Deniz suyu arıtma tesisi inşaatlarının yoğunlaştığı bölgelerden biri olan Ortadoğu’da petrol zengini Körfez ülkeleri ve İsrail, bölgedeki arıtılmış su kullanımının öncülerindendir. Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Umman ve Bahreyn günlük ortalama 30 milyon metreküp su üretmektedir. İsrail’in içme suyunun yaklaşık yarısı desalinasyon yoluyla üretilmektedir ve yakın gelecekte bu oranın düzenli olarak artması beklenmektedir. İsrail aynı zamanda ABD gibi ileri sanayileşmiş ülkeler de dahil olmak üzere tüm dünya için önemli bir membran teknolojileri ihracatçısıdır.

Yukarıda sayılan ülkelere ek olarak, nüfus baskısı ve iklim değişikliği gibi ülkeleri alternatif su kaynakları bulmaya iten zorluklar nedeniyle desalinasyon Ortadoğu’daki diğer ülkeler arasında da yaygınlaşmaya başlamıştır. Nispeten bol su kaynaklarına sahip Türkiye ve İran gibi ülkeler de desalinasyon kapasitelerini arttırma sürecindedirler. Bahsi geçen “iten" faktörlerin yanında desaline suyun bedelinin gittikçe düşmesi bir “çekme” faktörü olarak sahnededir. On yıl gibi bir zaman zarfında desalinasyon bedeli metreküp başına 0.5 dolara kadar düşmüştür.

Var olan olumlu havaya rağmen desalinasyonla ilgili belirli bir takım problemler de mevcuttur. Her şeyden önce maliyet hala büyük bir sorun teşkil etmektedir. Milyonlarca dolara mal olabilecek tesis inşaat masrafları bir yana, enerji maliyetlerinin yüksek olduğu ülkelerde su arıtmanın bedeli de oldukça yüksektir. Bu durum, basit bir biçimde desalinasyondaki en pahalı kalemin enerji olmasından kaynaklanmaktadır.  Suyun membranlardan geçirilebilmesi için yoğun enerji kullanılmaktadır. Her ne kadar bu maliyet petrol zengini Körfez devletleri için bir sorun teşkil etmese de diğer ülkelerin deniz suyunun arıtılmasını olası bir alternatif su kaynağı olarak görmesine engel olmaktadır. Desalinasyon yoluyla su elde etmek herhangi bir diğer su kaynağından daha maliyetlidir. Geçerli maliyet düzeyleri göz önüne alındığında, Suriye ve Yemen gibi ülkeler için tuzdan arındırma uygun bir yöntem olmayacaktır. İkincisi, desalinasyon söz konusu olduğunda çevresel konular eleştirilerin odak noktası haline gelmektedir. Desalinasyon bazı firmalar tarafından çevre dostu olarak tanıtılsa da –en azından- iki konuda çevreye zararlı olduğunu söylemek mümkündür. Bu konulardan ilki su alımı ile ilgilidir. Doğru bir biçimde yapılmadığı takdirde su alımı larvaları veya küçük balık yumurtalarını vakumlayarak deniz yaşamına zarar verebilmektedir. Bu riskin üstesinden gelebilmek için yeni teknikler geliştirilmiştir, fakat bunlar hem daha maliyetli hem de henüz iş piyasasında yaygın olmayan tekniklerdir. Çok iyi bilinen diğer çevresel risk ise ortaya aşırı tuzlu suyun çıkmasıdır. Aşırı tuzlu su, suyu tuzdan arındırma sürecinin bir yan ürünüdür ve yüksek oranda konsantre tuzlu yapısından dolayı herhangi bir işlemden geçmeden tahliye edildiği takdirde dibe çökmektedir. Bu sorun deniz yaşamı için özellikle deniz tabanında daha ölümcül bir hal almaktadır. Bu tehlikeyi azaltmak için de yeni yollar vardır. ABD’deki Kaliforniya eyaletinin Monterey Körfezi bölgesindeki Kaliforniya Amerikan Su Şirketi, aşırı tuzlu suyun etkisini azaltmak amacıyla sualtı püskürteçleri kullanmaktadır. Firma, suyu yüksek basınçla konvansiyonel bir borudan göndermek yerine üzerinde birkaç metre aralıklarla yerleştirilmiş küçük delikler bulunan daha uzun bir boru yardımıyla suyu püskürtmektedir. Yine bu yöntemde oldukça az örnekle sınırlıdır ve olağan bir hal alıp almayacağı henüz öngörülememektedir. Üçüncüsü, desalinasyonun, Mısır’ın Ürdün’de yapılması planlanan desalinasyon tesislerine karşı çıkması örneğinde olduğu gibi, uluslararası bir anlaşmazlığa neden olması da ihtimaller dâhilindedir. Mısır, Ürdün’den gelecek aşırı tuzlu suyun Kızıldeniz’deki deniz hayatını etkileyeceğinden endişelenmiştir. Filistin Su Otoritesi BaşkanıShaddad Attili’ye göre, İsrail ve Ürdün, Mısırlılar’ın ve Suudlar’ın eleştirilerine hedef olmamak için ortaya çıkacak aşırı tuzlu suyu Ürdün Akabe’deki desalinasyon tesisinden, kuzeydeki Ölü Deniz’e pompalama konusunda anlaşmışlardır.

Kısaca özetlemek gerekirse, desalinasyon Ortadoğu’daki su problemlerinin kesin çözümü anlamına gelmemektedir. Tuzdan arındırma işlemleri özenle tasarlanmalı ve çevre konusundaki riskleri minimum düzeyde tutmak için sürekli olarak gözlemlenmelidir. Bu durumda bile, ekonomik maliyetler birçok ülke için desaline edilmiş su kullanımına başlama noktasında engel oluşturmaktadır. Maliyeti ve çevreye verebileceği ağır hasarlar göz önünde bulundurulduğunda desalinasyon, bütün diğer su kaynaklarının tüketilmesinin ardından son çare olarak düşünülmelidir.