Filistin’de Tarihi Dönemeç

29 Kasım 2012 günü gelecekte her ne olursa olsun Filistin Sorunu’nun önemli köşe taşlarından birisi olarak anılacaktır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yapılan oylama sonucunda Filistin’in üye olmayan gözlemci devlet statüsü kazanması hukuki, diplomatik, psikolojik ve stratejik bağlamda pek çok sonuç üretmiştir. Her ne kadar bu başarı bazı çevrelerde yetersiz görülse, hatta bir kazanımdan ziyade Filistinlileri avutmaya yönelik yararsız bir adım olarak nitelense de bu nitelemeler tarihi başarıyı gölgelemek için yapılan bir dizi karalamanın ötesine geçmemektedir.
 
Filistin’in gözlemci devlet statüsü kazanması, elbette Filistin’de yaşamı bir günde kolaylaştıracak bir gelişme değildir. Oylamadan sonra Filistinlilerin yaşamında etkileri hemen görülen değişiklikler olmamıştır. Filistin Devleti hala ülkesi üzerindeki egemenlik haklarını tam olarak kullanamamaktadır. İsrail askerlerinin Batı Şeria’daki uygulamaları açık bir egemenlik ihlalidir. Hatta İsrail Hükümeti’nin Filistin Devleti’nin toprakları içinde yer alan bölgelerde yeni yerleşimler yapılmasına izin vermesi de bir egemenlik ihlalidir. Ayrıca bugün Filistin’deki iki başlılık sürmektedir. Filistin topraklarının coğrafi kopukluğunun yanısıra ve Gazze ve Batı Şeria’da her ikisi de meşru olduğunu ve Filistinlileri temsil ettiğini iddia eden iki ayrı siyasi liderlik bulunmaktadır.
 
30 Kasım 2012’de Filistin’deki ekonomik sorunlar da çözülmüş değildir. İşsizlik oranı çok yüksektir, Filistin Devleti vergi ve gümrük gelirlerini İsrail üzerinden sağlamaktadır. Filistin’de ihtiyaç duyulan altyapı için gerekli yardımı karşılayan ise büyük ölçüde uluslararası kuruluşlar ve bazı devletlerdir. Yıllar boyunca işgal altında kalan Filistin topraklarında ekonomik altyapı bilinçli bir biçimde çökertilmiştir. İkinci İntifada sırasında zeytin ağaçlarının İsrail ordusu tarafından sökülmesini gösteren kareler hala akıllardadır. Filistin Devleti’nin maaş ödeyebilmesi büyük ölçüde aldığı yardımlara bağlıdır. Filistin’e yönelik ambargo da sona ermiş değildir. İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ambargo halen Gazze’deki insanlar için yaşamı çok zorlaştırmaktadır. Ve son olarak Ortadoğu Barış Süreci’nde son aşamaya gelinmiş değildir. Fakat bütün bu eleştiriler Filistin Devleti’nin ilan edilmesine engel teşkil etmemektedir. Çünkü Filistin Devleti ilan edilse de edilmese de bu durum yıllardan beri devam etmektedir. Oysa Filistin’in gözlemci devlet olarak BM’ye kabul edilmesinin Filistin halkı ve dünyanın büyük bir kısmı nezdinde başta sembolik değeri vardır.

İsrail ve ABD basınında bazı çevreler Filistin Devleti’nin ilan edilmesini küçümsemeye çalışmaktadır. Bazı argümanlara göre BM Genel Kurulu’nda alınan kararların bağlayıcılığı olmadığı gibi işlevsel bir yanı da bulunmamaktadır. Suriye örneği başta olmak üzere pek çok sorunda BM Genel Kurulu’nda alınan kararların bir sonuç getirmediği ileri sürülmektedir. Dahası Filistinlilerin bu tavrının İsrail’in daha ileri tepkisine neden olacağından uzun vadede Filistinliler için dezavantaj yaratacağını ileri sürenler de bulunmaktadır. Bazı çevreler ise Filistin Devleti’nin ancak İsrail’le müzakere edilerek ilan edilebileceğini, ancak bu durumda fiili bir anlam kazanacağını savunmaktadır. Tüm bunlara ek olarak Filistin’in başarısının anlamsız olduğu Filistin’de hayatın değişmediğini ileri sürenler de vardır. Ancak tüm bu savlar İsrail’in neden aylarca bu oylamanın önüne geçmek için diplomasi yürüttüğünü açıklamamaktadır. Bir yandan İsrail hükümeti diğer yandan uluslararası platformda faaliyet gösteren lobi kuruluşları sadece ABD’de değil pek çok ülkede Filistin Devleti’nin ilanı anlamına gelecek bir BM kararına destek vermemeleri için Latin Amerika’dan Uzak Doğu’ya kadar geniş bir coğrafyada diplomatik faaliyetler yürütmüşlerdir. Fakat oylamanın sonucu bu lobi ve diplomasi faaliyetlerinin açıkça başarısız olduğunu göstermektedir. Oylamada 138 devletin kullandığı olumlu oy kadar sadece 9 devletin olumsuz oy kullanması da önemli bir göstergedir. Bugüne kadar pek çok karar taslağında İsrail’e desteğiyle bilinen İngiltere ve Almanya dahi (bazı şartlara bağlı olarak olsa bile) çekimser kalmayı tercih etmiştir. Küçük Pasifik ülkeleri bir yana konulacak olursa İsrail’i ABD, Çek Cumhuriyeti ve Kanada dışında destekleyen önemli bir ülke yoktur. Bu durum İsrail’in uluslararası alanda ne kadar yalnızlaştığının ortaya çıkması açısından da önemlidir.
 
Filistin’in BM’ye üye olmayan gözlemci devlet statüsü kazanması diplomatik anlamda ciddi sonuçları olabilir. En azından Filistin Devleti’nin Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne üyeliği önünde hukuki bir engel yoktur. Bugüne kadar Batı Şeria ve Gazze’de yaşananlardan ötürü pek çok İsrailli siyasetçi ve asker hakkında savaş suçu işlemekten davalar açılabilir. Bu İsrail açısından kolay yutulur bir lokma olmayacaktır. Başta Başbakan Benyamin Netanyahu olmak üzere pek çok İsrailli yargılamaya tabi tutulabilir. Bu durum İsrailli yetkililerin pek çoğunun ülkelerinin dışına çıkmasını bile engelleyecektir. Fakat Filistin Devleti’nin elde ettiği bu olanağı kısa vadede kullanmayacağı bilinmektedir. Hatta bazı gazetelerde çıkan yorumlarda İngiltere başta olmak üzere bazı önemli Avrupa ülkelerinin Filistin Devleti’nin ilan edilmesine karşı çıkmamasının ya da onu desteklemesinin ardında Filistin’in yeni gerginlikler yaratacak diplomatik girişimlerden kaçınma sözü verdiği yattığı yer almaktadır. Dahası ABD şu ana kadar açıkça Filistin’in üye olacağı herhangi bir BM organına ekonomik destek vermeyi keseceğini ilan etmiştir. ABD’nin BM’nin en büyük ekonomik destekçisi olduğu düşünüldüğünde bu tehdidin yabana atılmaması gerektiği görülebilir. Özetle Filistin’in BM’ye üye olmayan gözlemci devlet statüsüyle kabul edilmesinin ortaya çıkardığı iki diplomatik sonuç olduğu söylenebilir: İsrail’in uluslararası alandaki yalnızlığının bir kez daha teyit edilmesi ve Filistinlilerin ellerine şimdilik kullanmayacakları bir koz geçirmeleri.
 
Öte yandan bu gelişmenin Ortadoğu Barış Süreci’nde görüşmelerin yeniden başlaması halinde Filistin tarafına bir avantaj sağlayacağı da unutulmamalıdır. Filistin artık İsrail’in karşısına 1967 Savaşı öncesi sınırlarla uluslararası tanınma kazanmış bir devlet olarak çıkacaktır. Dolayısıyla İsrail’in işgal ettiği sadece statüsü tartışmalı topraklar değil, bir devletin toprakları olacaktır. Ancak gerçekçi olmak gerekirse Filistin’de Hamas ve Fetih arasında anlaşma sağlanmadan, İsrail’deki seçim süreci tamamlanmadan ve Obama Yönetimi tekrar barış sürecine ilgi duymadan umut verici bir barış görüşmesi sürecinin başlaması pek mümkün görünmemektedir.
 
Bu noktaya kadar çizilen tablo Filistin’in kazanımının sembolik ve diplomatik anlamı olabileceği, bunun yanı sıra egemenlik ihlalinden kaynaklanan yeni hukuki durumlar yaratacağını göstermektedir. Ancak Filistin Devleti’nin BM’de üye olmayan gözlemci statüsü kazanmasının Filistin’in geleceği açısından son derece kritik bir boyutu daha bulunmaktadır. Bu boyut, Filistinlilerin kendi aralarındaki sorunları çözmek için BM’deki kazanımın bir vesile olarak kullanılmasıdır. Nitekim Mahmut Abbas’ın Batı Şeria’daki konuşmasından sonra Gazze için yaptığı girişim de bunu göstermektedir. İşte sorun Filistinliler açısından bu noktada düğümlenmektedir. Mahmut Abbas BM’deki başarıyı kendisi için iç politikada bir kazanıma dönüştürmek Gazze’ye gitmeyi hedeflerse bunun ancak kısa vadeli ve kısmi bir önemi olabilir. Fakat eğer Hamas ve Fetih aralarındaki sorunları giderebilirlerse İsrail’e karşı avantajlı bir duruma geçebilirler. Aslında uzun süreden beri Filistin’de önde gelen partiler arasındaki temel mesele Filistin Sorunu’nun çözümünde en iyi yolun diplomasi mi yoksa silahlı mücadele mi olduğudur. Hamas silahlı mücadeleden yana tavır koyarken Fetih ise diplomasiyi tercih eder bir görüntü çizmiştir? Ancak son bir ayda yaşanan gelişmeler bu iki aracı birbirinden ayrılmaması gerektiğini göstermiştir. İsrail ile HAMAS arasındaki 8 günlük çatışma Filistinlilerin moralinin korunması ve İsrail’in eskiden olduğu gibi kolaylıkla Filistin topraklarına giremeyeceğini göstermesi açısından önemlidir. Fakat BM’de yaşanan gelişmeler diplomatik boyut olmaksızın Filistin Sorunu’nda ilerleme kaydedilemeyeceğini bir kez daha hatırlatmıştır. Bu durum Yaser Arafat’ın silahlı mücadele ile diplomasiyi bir arada götürdüğü dönemin önemini bir kez daha göz önüne sermektedir. Arafat’ın varlığı Filistinli gruplar arasındaki fikir ayrılıklarına rağmen fiili bir bölünmeyi imkansız kılıyordu. Ancak tüm bunların ötesinde Arafat’ın silahlı mücadele ile diplomasiyi birbirine paralel ve destekler bir biçimde kullanması Filistinliler için önemli başarılar sağlamıştı. Arafat’ın ölümünden sonra ise Hamas silahlı mücadeleyi yürütürken, Fetih diplomatik alanda ilerlemeye çalışmıştır. Bu iki ayağın birbirine paralel yürütülmesi 1960’lardan 1990’lara kadar uzun bir süre içinde Filistin Kurtuluş Hareketi’nin en önemli kazanımı olmuştu. Bu strateji geçmişte başarılı olduysa gelecekte de olabilir. İsrail’in işgali devam ettiği sürece silahlı direnişten vazgeçmek ne kadar olanaksız ve yürütülemez bir strateji ise diplomasi ayağını bir yana bırakıp sadece silahlı mücadeleye odaklanmak bir o kadar yararsız görünmektedir. Ayrıca Filistin’in iki önemli gücü arasında birisinin diğeri aleyhine çalıştığı bir iş bölümü sadece İsrail’de barışı istemeyen çevrelerin işine yaramaktadır. Dolayısıyla Hamas ve Fetih’in ayrı ayrı alanları seçerek kendi perspektiflerinden mücadeleyi sürdürmek yerine birbirlerini destekler bir biçimde hareket etmeleri gerekmektedir. Ancak bu şekilde Filistin’in BM’de elde ettiği başarı uzun vadede Filistin halkının hak ettiği gerçek ve egemen devlete ulaşmasını sağlayabilecektir.