Irak’ta Yükselen Şiddet Üzerine Notlar

Yrd. Doç. Dr. Serhat Erkmen, ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Ahi Evran Üni. Uluslar. İliş.
Irak’ta son iki aydır olağan dışı bir şiddet dalgası yaşanıyor. Her ne kadar işgal sonrası kamu otoritesi yıkılan ülkede halen güvenlik kurumlarının istikrarlı bir yapıya kavuşmaması nedeniyle zaman zaman şiddet olaylarında bir artış yaşansa da bu dalga diğerlerinden biraz daha farklı görünmektedir. Çeşitli haber ajanslarının yaptığı açıklamalara göre Mayıs ayında toplamda 1045 güvenlik görevlisi ve sivil Iraklı hayatını kaybetmiştir. Bu rakam 2008 yılının Nisan ayından bu yana Irak’ta kaydedilen en büyük kayıp olarak istatistiklere geçmiştir. (2008 yılının Mart ayında 1616, Nisan ayında 1266 kişi hayatını kaybetmişti.) Bu tarihin ABD ve Irak güçlerinin Sadr’a bağlı silahlı grupları temizlemek için Bağdat ve Basra’da yürüttüğü operasyonlar nedeniyle şiddet olaylarının doruğa çıktığı dönem olduğu dikkate alınırsa, aslında son dönemdeki olayların iç savaşın olanca hızıyla sürdüğü süreçle karşılaştırılması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Her ne kadar 2005-2007 yılları arasında yoğunlukla süren iç savaşın en kanlı dönemlerinde ülkedeki aylık can kaybı sayısı 2500-3200 Aralığında seyretse de ülkedeki güvenlik güçlerinin eğitim durumu ve iç göç sonucunda yaşanan kompartımanlaşma dikkate alındığında güvenlik sorununun her geçen gün kötüye gittiği anlaşılmaktadır. Geçtiğimiz ay konuyla ilgili değerlendirmemize ek olarak son dönemdeki gelişmeler dikkate alındığında şu noktaların altı çizilebilir:
 
1- Ülkede koordine saldırılarda önemli bir artış görülmektedir. Özellikle Mayıs ayında büyük çaplı saldırıların toplamında yaklaşık 500 kişi hayatını kaybetmiştir. 20 ve 27 Mayıs’ta Bağdat ve güneydeki pek çok vilayette aynı anda meydana gelen saldırılar Irak El Kaide’sinin tipik imzasıdır. Ancak bir hafta arayla hem birbirinden farklı şehirlerde hem de Bağdat’ın stratejik noktalarında saldırılar düzenleyebilmek El Kaide’nin istediğinde son derece kritik saldırılar gerçekleştirebileceğini göstermektedir. Saldırıların gerçekleşme biçimi ve sırası olayların mezhepsel boyutunu bir kez daha gözler önüne sermektedir. Özellikle Bağdat’ta Sünnilere yönelik saldırılardan sonra Şii mahallelerinde, Şiilere yönelik saldırılardan sonra Sünni mahallelerinde büyük çaplı ve eşgüdümlü saldırıların gerçekleşmesi şiddet sarmalında intikam boyutunun artan önemini göstermektedir. Asaib El Hak ve Irak Hizbullah’ının eylemleri hakkında Bağdat’ta yayılan söylentiler 2007 yılını hatırlatmaktadır. Irak’ta pek çok saldırı siyasal hedeflerle yapılmasına rağmen iç savaşın en kanlı döneminde mezhep savaşının en kanlı arenasına dönen Bağdat’ta neredeyse aynı görüntülerin yaşandığı söylenebilir. Babil ve Bağdat’ta sahte kontrol noktalarının kurularak insanların katledilmesi iç savaşın en hummalı günlerinden çıkagelen sahnelerdir. Özellikle camilere yönelik saldırılar sonrasında, Babil, Selahaddin, Diyala ve Bağdat’ta eşgüdümlü olarak yapılan ve mümkün olduğunca çok sayıda kişinin öldürülmesinin hedeflendiği açıkça belli olan saldırılar bir intikam saldırısı dalgası yaratmıştır. Ancak bu intikam saldırıları bireysel bazda değil, saldırıları yapan örgüt veya gruplar arasında gerçekleşmektedir. Bu nedenle basitleştirilmemeli, mezhepsel boyutun ön plana çıkması nedeniyle sarmalı tırmandırma etkisi dikkate alınmalıdır.
 
2- Eşgüdümlü saldırılardaki artışa rağmen halen ölüm ve yaralanmaların büyük bir kısmı göreli olarak küçük çaplı ve dikkat çekmeyen olayların sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bu tip saldırılar dikkate alındığında her bölgenin kendine has karakteristiği ön plana çıkmaktadır. Örneğin Musul’da saldırılar açık bir biçimde güvenlik güçlerine yönelmiş, Anbar’da Sahva güçleri hedef alınmış, Diyala’da ise sivil-asker gözetmeksizin herkes hedef alınmıştır. Söz konusu dönemde Kerkük’te daha çok peşmergelere yönelik saldırılar düzenlenirken, Selahattin’in farklı ilçelerinde (özellikle Tuzhurmatu’daki Türkmenlere) demografik ve siyasi denklemlere göre farklı saldırılar gerçekleşmiştir.
 
3- Irak hükümetindeki parçalanmışlık çatışmaların hem artmasının hem de durdurulamamasının nedenidir. Ülkede bazı siyasi grupların doğrudan ya da dolaylı olarak siyasal şiddet kullanma eğiliminde olması işgal sonrası siyasal yaşamın en önemli özelliklerinden birisi olmuştur. Ülkede seçim öncesinde artan şiddet bunun en temel göstergesidir. Fakat bu dönemde şiddetin yükselişi sadece seçim öncesiyle sınırlı kalmamıştır. Ülkede şiddet olaylarında büyük bir artış olmasına rağmen ilgili bakanlıklar ve meclis çözüm üretmek bir yana, doğru dürüst toplanamamaktadır. Başbakan Maliki sorunu çözmek için ne yapacağını bilemez bir haldedir. Şu ana kadar Anbar’da Irak’ın Oğulları’nı canlandırıp genişletmeye çalışmak ve ordunun üst düzey komutanlarının bazılarını görevden almak dışında herhangi bir girişimde bulunmamıştır. Attığı adımların ise çözüm üreteceği şüphelidir. 2009’daki Vilayet Meclisi seçimindeki başarısını her şeyden önce güvenliği sağlamasına borçlu olan Maliki, bugün en çok ülkenin güvenliğini sağlayamamaktan dolayı eleştirilmektedir. Dahası, kendi açısından güvenliği sağlamak içi attığı her adım otoriterleşme eğilimini artırması olarak karşılanmakta ve ters tepmektedir. Irak ordusu ya Havice olaylarındaki gibi aşırı güç kullanmakta ya da Anbar’da olduğu gibi göstericiler tarafından küçük düşürülmektedir. Bağdat’ın en güvenlikli alanlarının bile sürekli saldırılara maruz kalması büyük bir istihbarat zaafı olduğunu ortaya koymaktadır. Ülkedeki güvenlik güçlerinin içine farklı taraflardan şiddeti destekleyen kesimlerin sızdığı açıktır. Özellikle Mayıs ayının ortasından itibaren ülkede neredeyse gün aşırı eş güdümlü ve büyük kayıplara neden olan saldırıların gerçekleşmesi Maliki’nin elini kolunu bağlamaktadır.
 
4- Suriye’deki çatışmaların da Irak’taki güvenlik sorunu üzerinde önemli bir etkisi bulunmaktadır. Son iki yıldır pek çok kişi Irak’taki çeşitli grupların Suriye’deki iç savaşa çoktan dahil olduğunu bilmektedir. Bazı Şii milislerin Esad güçlerinin yanında Sünni aşiretlerin ise muhaliflerin yanında olduğu pek çok kişi tarafından bilinen ama açıklanmayan bir olgudur. Son dönemde bu olguyu destekleyecek gelişmelerin arttığı görülmektedir. Irak ordusunun güvenlik sağlayabilmek için Anbar’da varlığını artırması, bazı bölgelere hendek benzeri engeller oluşturma çabaları, Irak El Kaide’sinin yeniden canlanması buna örnek olarak sayılabilir. İki ülke arasındaki ilişki ve çatışmanın mezhepsel bağına ilişkin diğer bir örnek de Hasan Nasrallah’ın 25 Mayıs’ta Esad Yönetimi’ne desteğini ilan etmesinin hemen ardından Bağdat ve civarında 27, 28 ve 30 Mayıs tarihlerinde karşılıklı olarak gerçekleşen son ayların en kanlı saldırılarıdır. Fakat hepsinden önemlisi ülkede inandırıcılığını yitiren Maliki’nin hükümetini korumak için İran ile ilişkilerini sıkılaştırmak zorunda kalmasıdır. Maliki, Suriye konusunda taraf oldukça içeride bazı Şii grupların desteğini alabilir ama Sünnilerin daha fazla tepkisini çekecek ve bölgesel çatışmanın bir aktörü olarak görülecektir. Dolayısıyla Irak, Suriye’deki çatışmanın bir parçası olarak görüldükçe bu şiddet sarmalı durdurulamayacaktır.