İsrail-Filistin Barış Görüşmelerinin Yeniden Başlamasının Nedenleri ve Önündeki Engeller

Yrd. Doç. Dr. Serhat Erkmen, ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Ahi Evran Üni. Uluslar. İliş.
Ortadoğu’da gündem öylesine hızla değişiyor ki; pek çok konu yeterince iyi irdelenemeden geride kalıyor. Son 1 ay içinde Mısır ve Suriye eksenli değişiklikler gündemin ön sıralarında yer alırken İran ve Kuveyt’teki seçimler, Irak’taki şiddet dalgası ve Tunus’taki gelişmeler sağlıklı olarak tartışılamadı. Tam da bu aşamada Washington’da İsrail ve Filistin arasındaki görüşmeler ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin öncülüğü ve Martin Indyk’in arabuluculuğunda yeniden başladı. Elbette son 5 ayda 6 kez bölgeyi ziyaret eden Kerry’nin bu ziyaretlerinden bir sonuç çıkması bekleniyordu. Fakat ABD’de iddialı sözlerle gündeme taşınan görüşmelerin başlayış biçimi ve görüşmelerin sonucu için ortaya konulan beklentiler kısa sürede sona erecek bir sürecin ötesinde gelişmeler olduğunu düşündürüyor. Bu noktada muhtemelen yapılması gereken ilk şey 3 yıldır durmuş olan görüşmelerin neden tekrar başladığını sorgulamaktadır. Açıkça ABD’nin inisiyatifinde başlayan görüşme sürecinin asıl iki aktörünün yani İsrail ve Filistin’in bu sürece dahil olmasının nedenleri şöyle sıralanabilir:
 
İsrail Barış Masasına Neden Döndü?
 
Normalde İsrail’in barış masasına dönmesi için bir neden yok gibi görünmektedir. Görünüşte İsrail, Filistin topraklarında yerleşim birimlerini genişletmektedir. İç politikada Filistin meselesi geri plana düşmüş, daha çok sosyal ve ekonomik sorunlar ön plana çıkmıştır. Güvenliği bağlamında ise Suriye, Mısır ve İran gibi gelişmeler ön plandadır. O zaman, İsrail hükümetinin karşılaşabileceği tüm siyasi risklere rağmen neden bu sürece dahil olduğu sorusu gelmektedir. Peki, bunlara rağmen neden kabul etti. Çünkü ABD bunu istiyor.
 
Bu noktada İsrail’i masaya geri döndüren nedenler şöyle sıralanabilir:
 
1. Netanyahu hükümeti, uluslararası desteğe ihtiyaç duymaktadır. AB’nin aldığı 1967 sonrasında ele geçirilen topraklara yönelik ekonomik yaptırım kararı da gösterdiği gibi İsrail’in Filistin’deki uygulamalarına destek azalmaktadır. Yıllar süren çözümsüzlük, Filistinlilere yapılan baskı ve İsrail’e olan desteğin azalması Netanyahu hükümetini barıştan kaçan taraf olarak görülmek istenmemesine neden olmaktadır. (1)
 
2. 5 ayda 6 kez bölgeye giderek Obama Yönetimi süreci başlatma konusunda ciddi olduğunu göstermiştir. Başarılı olsun ya da olmasın ABD Ortadoğu’da barış görüşmelerini canlandırmak istemektedir. Filistinlilerle yeniden görüşme karşılığında yerleşim birimi inşasının durdurulması ya da 1967 sınırları konusunda garanti vermek zorunda olmadığı bir durumda İsrail açısından bu görüşmelerin yeniden başlamasının karşısında olmak mantıklı görünmemektedir. Ayrıca ABD’nin başlatmak istediği sürecin engelleyicisi olmanın İsrail dış politikasını da koalisyon hükümetinin içindeki dengeleri de sarsacağı unutulmamalıdır.
 
3. Sürecin başlamasıyla birlikte 1967 öncesi sınırlara bazı değişikliklerle dönüleceği düşüncesi, Filistinli mahkûmların serbest bırakılması ve 1967 sınırları dışında kalan yerleşimlerin yıkılacağı ya da terk edileceği fikri koalisyon hükümetinde büyük bir tepki yaratmış durumdadır. Sağ kanat, Netanyahu’nun geçmişten beri savunmuş olduğu tezlere ters düşen bir çizgide ilerlemesini eleştirmektedir. Fakat bakanlar kurulunda 104 Filistinli mahkumun serbest bırakılmasının üyelerin 2/3’sinin desteğiyle kabul edilmesi Netanyahu’nun olası tepkileri göğüsleyebileceğini göstermektedir.
 
4. Netanyahu Filistinli mahkumları serbest bırakarak tepki çekmiş olabilir, fakat görüşmelerin yeniden başlaması için Filistinlilerin öne sürdüğü diğer şartlar dikkate alındığında bu ödenebilecek bir bedel olarak görülmektedir. ABD’nin baskısıyla karşılan Netanyahu ya bu şartı kabul edecek ya da yerleşim birimlerini durdurma ya da 1967 öncesi sınırlar üzerinde müzakere yapmayı kabul edecekti. Netanyahu için hem pratikte uygulaması daha kolay olan, hem de diğerlerine göre daha az tepki çekecek olanı buydu.
 
5. Bölgesel gelişmeler İsrail’in dış politikasını gözden geçirmesine neden olmaktadır. Mısır’daki olaylardan sonra Gazze’deki Hamas yönetiminin geleceği muamma yaratmaktadır. Hamas’ın devre dışı kalması kısa sürede mümkün değildir, fakat yine de Gazze’de bir değişim olabilir. Bu İsrail için önemli bir gelişmedir. Suriye’de ise rejim önemli kazanımlar sergilemeye başlamıştır. İsrail için en önemlisi çatışmanın uzaması, bir tarafın kazanması çıkarına değildir. İran-Suriye ekseni bu çatışmadan da sağ salim çıkarsa İsrail için bölgedeki güç dengesi kötüye gidebilir.
 
6. İsrail Arap Baharı’nın sonuçları konusunda bekle gör politikası izliyordu. Fakat artık süreç farklı bir yöne girince İsrail devreye girmeye başladı. İsrail, Ürdün ve Mısır gibi iki önemli ülkede göreli olarak rahat bir nefes aldı. Diğer yandan Suudi Arabistan’ın Müslüman Kardeşlerle ilişkilerinin kötüleşmesi de İsrail için önemli bir gelişme. Bu süreçte barışa ulaşılsa da ulaşılmasa da, İsrail’in bu devletlerle iyi ilişkide bulunan Fetih’ten masada kaçması mantıksız görünmektedir. Hamas zayıflarken Fetih’e sıkıntı yaratmaması onun bölgesel dengedeki ortaklarıyla ilişkisi açısından da önemlidir.
 
7. AB’nin baskısı İsrail üzerinde önemli bir etki yaratmıştır. Hatta son yıllarda AB’nin Ortadoğu’daki en önemli inisiyatiflerinden birisinin İsrail’e 1967 sınırları ötesinde uygulayacağı ambargo kararı olduğu söylenebilir. İsrail diplomatik dışlanmanın yanında ekonomik dışlanmayla karşı karşıya kalmak istemiyor. Bunun İsrail üzerindeki ekonomik sonuçları beklendiğinden ağır olabilir. Hiçbir AB ülkesi masaya oturmuş bir İsrail’e daha sert yaptırım almaya yönelmez, ABD’nin de yönlendirmesiyle en azından barış görüşmelerinin olumlu ya da olumsuz olarak sonuçlanmasını bekler. Bu nedenle müzakere süreci, İsrail ile AB ilişkilerinde bir kalkan rolü oynayabilecektir.
 
8. İran, İsrail için hala en önemli gündem maddesidir. İran’daki cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında bir yumuşama ortamı doğsa da İsrail kendisine yönelik tehdidin devam ettiğine inanmaktadır. bu nedenle İran’a ekonomik veya askeri yaptırımların artırılması için İsrail’in ABD ve AB’nin diplomatik ve siyasi desteğine ihtiyacı vardır. Şu anda barış masasına oturması önerisinden kaçarak bunu desteği sağlayabilmesi mümkün değildir.
 
9. Darbe sonrası Mısır’ın izlediği politikanın Hamas’ı en azından askeri olarak zayıflatması, Suriye ordusunun iç savaş yüzünden büyük ölçüde zayıflaması, Hizbullah’ın Suriye’deki iç savaşa dahil olmasıyla gücünün önemli bir kısmını bu ülkeye kaydırması gibi nedenler İsrail üzerindeki somut güvenlik baskısını azaltmıştır. Pratikte İsrail üzerinde güvenlik tehdidi yaratabilecek tek askeri güç olarak İran kalmıştır. Bu durumda İran’a karşı diplomatik-askeri destek arıyorsa, güvenlik tehdidinin azaldığını düşündüğü yerlerde tavizler verebilir. Üstelik bu tavizlerin hemen stratejik olarak İsrail’i zayıflatmayacağı (diğerlerinin zayıflığı nedeniyle) düşünülürse güçlü durumdayken taviz vererek barış yapmak, zayıf durumdayken taviz vererek barış yapmaktan daha akılcı olabilir.
 
Filistin Tarafını Masaya Dönmesinin Nedenleri
 
İsrail gibi Filistin tarafı da uzun süredir görüşme sürecinden uzak duruyordu. Bunun en önemli nedenleri, Filistinlilerin önceliği kendi birliklerini sağlamaya vermeleri ve İsrail’de barış yapma iradesi olmadığına inanmaları ve bölgesel İsrail’i masaya oturtabilmek için uluslararası alandaki baskıyı artırma çabalarıydı. Hatta daha birkaç hafta öncesine kadar Mahmut Abbas, yerleşim birimleri inşası durmazsa barış masasına dönmem diyordu. Bu durumda İsrail tarafının güdüleri gibi Filistin tarafının güdülerinin de incelenmesi yararlı olacaktır.
 
1. Görüşmeyi yürüten Fetih ve Mahmut Abbas gücünü İsrail ile müzakere yapmaktan almaktadır. Filistin Sorunu’nun çıkmaza girdiği dönemde Hamas ve Fetih’in ayrı yollar izlediği açıkça görülmektedir. Hamas gücünü silahlı mücadeleyi sürdürmekten alırken, Fetih müzakere yoluyla Filistinlilerin haklarının alınabileceğine inanmaktadır. Bunun için diplomasiyi kullanma yolunu tercih etmiş durumdadır. Bu halde, özellikle kısa vadede bazı kazanımlar elde edeceğini düşünüyorsa masadan kaçma şansı yoktur.
 
2. 104 Filistinli mahkumun serbest bırakılması Abbas için önemli bir güdüleyiciydi. Geçen yıl BM’deki oylamanın etkisiyle Filistin’e çok daha geniş bir uluslararası tanınma sağlanması Abbas’ın eline önemli bir iç politika kozu vermişti. Aralarında yaşlı ve eski mahkumların da yer aldığı 104 Filistinlinin serbest bırakılması tüm Filistin’de olumlu karşılandı. Bu eylül ayında Filistin’in yeniden kalkması beklenen diplomatik atak öncesinde Abbas için yeni bir kazanım daha olarak görülebilir.
 
3. Her ne kadar ABD sürecin 9 ay içinde sona ereceğini ve nihai statü meselelerinin çözüleceğini ileri sürse de Filistinliler sürecin bu kadar uzamayacağını ve pek de başarılı olmayacağını düşünüyorlar. Fakat bu süreçte ABD’nin isteğine karşı çıkmaktansa sürecin kendiliğinden sonuçsuz kalmasını bekliyorlar. Zaten kendiliğinden çökecek bir süreç için ABD’yle ters düşmektense onun isteğini yerine getirip görüşmek daha mantıklı gelmektedir. Filistin tarafı, İsrail’deki iç çelişkilerin güçlü olacağını ve bu hükümetle barış için gerekli adımları atamayacaklarını, bu nedenle masadan kalkan ya da diplomasi sürecine taş koyan tarafın Filistinliler değil İsrailliler olduğunu göstermek istemektedir.
 
4. Barış sürecinin başlaması ve sonuca ulaşması için Filistinlilerde büyük bir beklenti yoktur. Filistin’de insanlar yaşam koşullarının düzeltilmesini bekliyorlar ve bu onların temel önceliği barış süreci gibi siyasi meseleler pek çoğu için defalarca tekrarlanmış ama içi boş süreçler gibi görülmektedir. Yani sürecin başarısız olması Abbas üzerinde ek bir siyasi külfet yaratmayacaktır.
 
5. Fetih, Filistin içindeki uzlaşmanın yakın olmadığını bilmektedir. Defalarca bir araya gelen Filistinli grupların aralarındaki anlaşmazlıklar kolaylıkla çözülebilecek gibi değildir. Üstelik şimdi Hamas’ın içindeki çatlaklar büyümeye başlamıştır. Meşal, Haniye ve Zahar’ın öncelikleri farklıdır. Bu Hamas’ın parçalanacağı anlamına gelmiyor, fakat ortak hareket etme konusunda sorun olduğu aşikardır. Tüm bunlara ek olarak, Müslüman Kardeşlerin Mısır, Ürdün, Suriye gibi ülkelerde aldığı farklı darbeler Hamas’ın arkasındaki uluslararası desteği de azaltmıştır. Mısır’daki darbe sonrasında Hamas’ın bu süreçten en olumsuz etkilenen taraflardan biri olduğu açıktır. Dolayısıyla Abbas, Hamas ile uzlaşma konusunda aceleci değildir. Bu durumda Hamas’ın karşı olduğu bir müzakereler zincirine dahil olması normal görünmektedir. Müzakereler devam ettikçe Hamas ile anlaşma da kolay görünmüyor. ABD, İsrail ve Avrupa ülkelerinin Hamas’a karşı tavrı ortada, Abbas durumu lehine çevirip Hamas’ı yeniden devre dışı kalmasını istiyor olabilir. Hamas Filistin içinde birlik sağlanmadan mücadelenin olumlu sonuç vermeyeceğini ileri sürerken, Fetih’in birlik çabasının sonucunu beklemeden barış görüşmelerine taraf olması onun Filistin içindeki önceliklerini de göstermektedir. Fetih ile Hamas arasındaki son dönemdeki gerginlik bununla da sınırlı değildir. Hamas, Mısır’ın kendisine karlı başlattığı karalama kampanyasına Fetih’in de dahil olduğunu ileri sürmekte ve bunu kınamaktadır. Özetle, Fetih için bu görüşmeler Hamas ile olan güç mücadelesinde kendisi açısından yararlı bir araca dönüşebilir.
 
Yeniden Başlayan Görüşmenin Önündeki Zorluklar Nelerdir?
 
1. Kerry’nin inisiyatifinin en hassas iki noktası tarafları uzlaşıya da başarısızlığa da götürebilir: Birincisi, müzakereler geçiş süreci ya da geçici tedbirleri değil 9 ay içinde nihai statü meselelerinin sonuca bağlanmasını içermektedir. İkinci olarak da Arap Barış Planı’nın canlandırılması söz konusudur. Yani barış olursa Arap Birliği İsrail’i tanıyacak ve Filistin devleti kurulurken İsrail ile Araplar arasında da yeni bir dönem başlayacaktır. Bu daha önce de gündeme gelmiş son derece iyimser bir senaryodur. 1993 Oslo İlkeler Bildirgesi’ne, Ortadoğu’daki güç dengelerinin değiştiği bir dönemde ulaşılmıştı. Şimdi Ortadoğu yeni bir dönemeçten geçiyor, Filistin Meselesinin ve Arap İsrail barışının gündeme gelmesi son derece normal, fakat başarılı olması sadece İsrail ve Filistinlilerin iradesine değil, Suriye’den Mısır’a, İran’dan Suudi Arabistan’a kadar geniş bir coğrafyada yaşanacak değişikliklere de bağlıdır.
 
 
2. Yerleşim Birimleri: 1970li yılların sonundan beri İsrail tarafından bilinçli ve programlı olarak inşa edilen yerleşim birimleri Filistin devletinin sınırlarını anlamsızlaştırma politikasını bir parçası olarak düşünülmüştür. İsrail’in yerleşim yerleri inşası mantığı egemenliği altındaki toprakları genişletmekten ziyade olası bir Filistin devleti içinde İsrail yerleşimlerinin bulunması sayesinde sınır çizmeyi güçleştirmeye dayanıyordu. Bu meselenin stratejik yanı bir tarafa, son yıllarda görüşmelerin başlaması ya da sürdürülmesi için bir önkoşul niteliği taşıması onu önemli kılıyordu. Filistinliler görüşmeye başlamak istemezse yerleşim yerlerini gerekçe gösteriyor, İsrail hükümetleri de masadan kaçmak için yeni inşaatlar başlatma kararı alıyordu. Fakat bu sorunun çözülmesi tamamen iradeye bağlıdır. Çünkü 1967 sonrası topraklarda yaşayan İsrailli sayısı yaklaşık 500.000 olmasına rağmen bunların