İsrail'in İnsani Yardım Gemilerine Saldırısı ve Beklentiler

Yrd. Doç. Dr. Kürşad Turan, ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Gazi Üniversitesi U.İ.B., kursadturan@gmail.com
2007 yılında Hamas’ın Gazze’de kontrolü ele geçirmesiyle başlayan ve hem İsrail hem de Mısır tarafından yürütülen abluka, İsrailli yetkililere göre işsizliğin yüzde 40’ın üzerinde olduğu Gazze’nin 1,5 milyonluk nüfusu için yaşam şartlarını daha da zorlaştırmıştı. Bu dört yıl boyunca İsrail, bölgeye gelen insani yardımların bir kısmını Gazze’ye aktarmasına rağmen, yardımların akışını zorlaştırarak girişleri sınırlandırmayı tercih etmişti. İsrail’in abluka uygulama gerekçesi Hamas’ın İsrail’e yaşam hakkını tanımıyor olması ve Hamas militanlarının eylemlerde deniz yolu da dahil olmak üzere Gazze’ye çeşitli yollarla silah soktuğu iddiasıydı.[1] BM ise hazırladığı bir raporda ablukanın tarım sektörüne verdiği zararın bir sonucu olarak Gazze’de yaşayanların yüzde 60’ının beslenme sıkıntısı çektiğini açıklamıştı.[2]   Gazze’ye Özgürlük Hareketi’nin Ağustos 2008’den bu yana sekiz kez Gazze’ye yardım ulaştırmayı denediği biliniyor.[3] Ablukanın kırılmasını amaçlayan daha sınırlı girişimler ise vaktiyle İsrail ve Mısır tarafından engellenmişti. Bunların sonucu olarak bazı gruplar ambargoyu aşmak amacıyla bir filoyla deniz yolunu kullanma fikrini ortaya atmışlardı. Bu fikrin olgunlaşmaya başladığı andan itibaren İsrail filonun geçişine izin vermeyeceğini ilan etmişti. Buna rağmen birçok ülkeden yola çıkan ve liderliğini Gazze’ye Özgürlük Hareketi ve İnsani Yardım Vakfı’nın yaptığı altı gemilik filo, Doğu Akdeniz’de buluşmak üzere yola çıkmıştı. Yolcu ve kargo gemilerinden oluşan filo ağırlıklı olarak yiyecek, inşaat malzemeleri ve ilaçtan oluşan 15.000 ton insani yardım malzemesi taşıyordu.   İsrail’in yardım malzemelerinin kendilerine verilmesi halinde bunların Gazze’ye ulaştırılacağını ilan etmesine rağmen Ashdod limanında yardım malzemelerinin uzun sürelerle kontrollere tabi tutulacağını ve hedeflerine ulaşsalar bile bunun zamanında olmayacağını savunan filo yetkilileri bu teklifi reddetmişti.   Akdeniz’in uluslararası sularında 30 Mayıs 2010 Pazar akşamı İsrail savaş gemileri tarafından önü kesilen filoda, Gazze’ye Özgürlük Hareketi Sözcüsü Huwaida Arraf’ın ifadesine göre gemilerde sivillerin bulunduğunu İsrail askeri yetkililerine bildirilmesine rağmen Pazartesi (31 Mayıs 2010) sabahı bir müdahale bekleniyordu.[4] Beklenen müdahale Pazar gecesi İsrail kıyılarından 40 mil (64 km) açıkta[5] gerçekleşti ve farklı kaynaklara göre 10 ila 20 sivilin ölümüyle ve 30’la 60 arasında sivilin ve iki İsrail askerinin yaralanmasıyla sonuçlandı.    Gelinen bu noktada, tarafların yaptığı açıklamalara bakıldığında, İsrail’in gemilerin Gazze’ye ulaşmasına izin vermeyeceğini, Gazze’ye Özgürlük Hareketi’nin ise bir İsrail müdahalesine karşı direnmeyeceklerini müdahalenin öncesinde açıkladıklarını görüyoruz.[6] Görünen, iki tarafın da açıklamaları doğrultusunda hareket etmedikleridir. Özellikle ölümlerin yaşandığı Türk gemisinde ortada çelişkili ifadeler olsa da, İsrailli askerlerin müdahalesine karşı bir direniş olduğudur. İsrail ise sadece gemilerin Gazze’ye yaklaşmasını engellemekle kalmayıp uluslararası sularda müdahalede bulunarak uluslararası hukuku ihlal etmekle kalmamış, aynı zamanda orantısız güç kullanarak çok sayıda ölüme sebep olmuştur.   İsrail’in şiddet kullanımı konusunda yaptığı açıklamalar da çelişkili olmaları nedeniyle şüphe uyandırmaktadır. İlk yapılan açıklamalarda müdahaleye direnenlerin sopalar ve bıçaklarla karşı koydukları ve bir İsrail askerinin silahını almaya çalıştıkları[7] söylenirken daha sonra yapılan açıklamalarda gemidekilerin İsrail müdahalesine ateşli silahlarla karşı koydukları ifade edilmiştir.[8] Diğer bazı kaynaklarda ise İsrail askerlerinin gemiye ulaşmasıyla birlikte kendilerini çok iyi organize edilmiş bir linç girişimiyle karşı karşıya buldukları iddia edilmiştir.[9] En son olarak İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon’dan yardım filosunu organize edenlerden bir bölümünün uluslararası terörist gruplarla bağlantılı oldukları iddiası gelmiştir.[10] Neticede bu açıklamalar, İsrail’in büyük yankı yaratan olayla ilgili karşılaşacağı uluslararası tepkilerin şiddetini sınırlandırma çabası gibi görünmektedir.
Olayın neden böyle bir noktaya ulaştığı bir yana, artık dikkatimizi gelişmelerin hangi yöne gittiğine odaklamamız gerekmektedir.   Yapılan açıklamalardan, Türk Dışişleri’nin tepkileri İsrail’in Ankara’daki Büyükelçisi’ne gereken şekilde ifade ettiğini ve uluslararası alanda da İsrail’e yönelik tepkilerin yavaş yavaş da olsa artmaya başladığını görüyoruz. Bu bakımdan filoda vatandaşları bulunan ama hiçbiri hayatını kaybetmemiş olan Yunanistan’ın İsrail silahlı kuvvetleriyle yapmayı planladığı tatbikatı iptal etmesi, AB’nin olayın araştırılacağını açıklaması, Arap Birliği’nin olayı terörizm olarak nitelendirmesi önemli gelişmeler sayılabilir. Ama İsrail’le ilgili hemen her krizde olduğu gibi esas önemli olan ABD’nin nasıl bir tepki vereceğidir. Bu yazının yazıldığı saate kadar ABD tarafından resmi bir açıklama yapılmamış olmasına rağmen Obama yönetiminin İsrail ile çalkantılı sayılabilecek ilişkileri dikkate alındığında sert bir tepki gösterme ihtimali vardır. Tabii bu tepkinin ne derece ABD yönetiminin politikalarına yansıyacağı tartışmalıdır.   İsrail’in daha önceki krizlerde olduğu gibi bu olayın ardından kısa ve orta vadede tepkileri bir şekilde göğüsleyerek gündemden düşmeyi bekleyeceği öngörülebilir. Ancak gemide kameraların bulunması ve görüntülerin ilk bakışta İsrail’in iddialarını desteklemiyor olması hem olayın daha uzun süre gündemde kalmasını sağlayacak, hem de normalde sadece bir kınamayla olayı geçiştirebilecek bazı ülkeleri daha net bir tavır almaya zorlayacak gibi görünmektedir.    Bütün bunlara rağmen kısa ve orta vadede İsrail Hükümeti’nin politikalarını değiştirmesi beklenmemelidir. İktidar partilerinin bugüne kadar izledikleri genel çizgileri düşünüldüğünde bu ülkede bir hükümet değişikliği olmadığı sürece olayların aynı çizgide gelişmeye devam etmesi kaçınılmaz olmuştur. İsrail açısından baktığımızda en büyük endişe kaynağı uluslararası tepkilerden çok kendi içinde yaşanabilecek gelişmeler olmalı. İsrail ile ılımlı ilişkiler yürüten Mahmud Abbas’ın bile olayı katliam olarak nitelendirmesi Filistinliler arasındaki huzursuzluğun bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Abbas’ın tepkisi, sessiz kalmasının Hamas’a avantaj sağlayacağı düşünüldüğünde anlaşılabilir sertliktedir. Böyle bir ortamda Üçüncü bir İntifada’nın başlaması olası görünmektedir. Şaron’u iktidara İkinci İntifada sonucunda geldiğini göz önünde bulundurduğumuzda Üçüncü İntifada da İsrail’deki mevcut iktidar dengelerini değiştirerek işbirliğine daha açık ve ılımlı bir yönetime yol açabilir.        [1] Isabel Kershner, “Defying Blockade, Cargo and Passenger Vessels Head for Gaza,” The New York Times, 27 Mayıs 2010. [2] Ibid. [3]Anshel Pfeffer ve Avi Issacharoff, “At Least 10 Activists Killed in Israel Navy ClashesOnboard Gaza Aid Flotilla,” Haaretz, 31 Mayıs 2010. [4] Isabel Kershner, “10 Reported Killed as Israel Attacks Boats Headed to Gaza,” The New York Times, 31 Mayıs 2010. [5] BBC News, “Deaths as Israeli Forces Storm Gaza Aid Ship,” http://news.bbc.co.uk/2/hi/world/middle_east/10195838.stm, s.e. 31 Mayıs 2010. [6] Ibid. [7] Ibid. [8] Isabel Kershner, “10 Reported Killed as Israel Attacks Boats Headed to Gaza,” The New York Times, 31 Mayıs 2010. [9] Yaakov Katz, “IDF: Soldiers Were Met by Well-planned Lynch in Gaza Waters,” Jerusalem Post, 31 Mayıs 2010. [10] Barak Ravid, “Israel: Gaza Flotilla Organizers Have Connections to International Terrorist Groups,” Haaretz, 31 Mayıs 2010.