Mısır’da Devrim ve Karşı Devrim

Mısır’da yaklaşık 1 aydan beri devam eden çalkantılar sonunda Tahrir’de yeni çatışmaların yaşanmasına kadar vardı. Geçen haftalarda Mısır’ın değişik kentlerinde Müslüman Kardeşler yanlıları ile Cumhurbaşkanı Muhammet Mursi’nin karşısında oluşan muhalif cephe taraftarları arasında yaşanan olaylarda 2 genç hayatını kaybetmişti. Fakat Tahrir Meydanı’nda dün yaşanan olaylar devrim sonrası sancıların kolaylıkla dindirilemeyeceğinin en açık göstergesi oldu. Kahire sokaklarında iki ayrı siyasi cepheye mensup siviller arasında yaşanan olaylar sonucunda en az 3 kişinin öldüğü ve 300’den fazla kişinin de yaralandığı uluslararası haber ajanslarınca bildirildi. Peki, Mısır bu günlere nasıl geldi?
 
Bugünkü çatışmaları tetikleyen olaylar Cumhurbaşkanı Muhammet Mursi’nin kararlarını yasal düzenlemeden muaf tutan bir karar alması ve bunu 22 Kasım 2012’de ilan etmesiyle başladı. Mursi’nin bu çıkışına karşı kısa sürede farklı partilerden oluşan bir Ulusal Kurtuluş Cephesi adlı muhalefet cephesi kuruldu. Mursi gelen ilk tepkilerden sonra 26 Kasım’da Yüksek Yargı Konseyi ile bir görüşme yaptı ve bu görüşmeden sonra yargı muafiyetini sadece egemenliğe ilişkin kararlarla sınırlasa da bu kısmi geri adım muhalefet tarafından kabul görmedi. Bu süreçte krizi daha da ilerleten, muhalefetin boykot ettiği yeni anayasanın 30 Kasım 2012’de parlamentoda geçirilmesi oldu. Parlamentonun kararı üzerine ülke genelinde olaylar çıkmasına rağmen Mursi geri adım atmadı ve anayasayı 15 Aralık’ta referanduma sunacağını açıkladı. İşte bu karar bardağı taşıran son damla oldu ve Mısır’da bugünkü noktaya ulaşıldı.
 
Bugün Mısır sokaklarındaki kargaşanın nedeni anayasanın içerdiği bazı maddeler üzerinde uzlaşma sağlanamaması, anayasa yapım sürecinin demokratik olmaması, hatta cumhurbaşkanı Mursi’nin gücü tek elde toplaması çabası gibi nedenlerle açıklanabilir. Dahası ülkede taşların yerine oturmadığı tarafların taleplerinin farklılaşmasının da kargaşanın kaynağı olduğu ileri sürülebilir. Yaşanan gelişmelere bakıldığında bu savlar yanlış görünmemektedir. Örneğin Ulusal Kurtuluş Cephesi’ni oluşturan grupların talepleri birebir örtüşmemektedir. Bazı partiler anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesini yeterli görürken bazıları yapım sürecine karşı çıkmakta bazıları ise Mursi’nin çoktan diktatöryel bir tavra sürüklendiği için görevi bırakması gerektiğini ileri sürmektedir. Fakat Mısır’da yaşanan gelişmeler basit bir biçimde yasaların içeriği ya da yapılma biçiminden ziyade ülke siyasetinin temel bir çelişki içine sürüklenmesiyle ilişkilendirilmelidir. Bu çelişki Mısır’da devrim ve karşı devrim arasındaki mücadelenin henüz sonuçlanmamış olmasından kaynaklanmaktadır.
 
Mısır’da Hüsnü Mübarek’in devrilmesi devrimin sadece kapılarını aralamıştır. Yüz binlerce Mısırlının Tahrir Meydanı’ndaki mücadelesi sonucunda Mısır’da 1952’den beri devam eden dönem sona erdiğinde devrimin gerçekleştiği yanılgısına kapılanlar devrimin bir süreç olduğunu unutmamalıdır. Eski rejimin sembolünü devirmek, devrimin ilk adımı olsa da devrimin nihayete ulaşması için eski rejimin sadece sembolleri değil, kurumları ve altyapısı da ortadan kalkmalıdır. Hüsnü Mübarek’in devrilmesi sonrasında ordu ve yargı başta olmak üzere eski rejimin koruyucusu olan kurumlar varlığını sürdürmüşlerdir. Dahası rejimi sembolize eden bazı isimler dışında ülkedeki temel siyasi aktörler ve elit varlığını korumaktadır. Mısır’daki yoksulluğu üreten üretim ilişkilerinin değiştiğine ya da değişeceğine yönelik bir işaret olmadığı gibi ülke ekonomisini kontrol edenlerin büyük bir kısmı hala yerlerinde durmaktadır. Tüm bunlara ek olarak Mısır’da 2011 yılının başlarından bugüne kadar yaşanan iki seçim ve konvansiyon meclisinde yaşanan olaylar devrim sürecinin sona ermediğini tersine tamamlanıncaya kadar süreceğini göstermektedir.
 
Bugün Mısır geçmişte devrim süreci yaşayan pek çok ülke gibi açıkça kutuplaşmış bir siyasal yapıya ulaşmıştır. Bir yanda Mübarek’in devrilmesiyle başlayan süreci nihayetinde İslami bir devrime çevirmeyi amaçlayan ve seçimler sayesinde bu devrimi mümkün olan en “legal” biçimde tamamlama arayışında olan İslamcı partiler bulunmaktadır. Diğer yanda Mısır’daki devrimi göreli batılı perspektiften algılayan liberal azınlık ile değişimi devrime dönüşmeden kontrol altında tutmayı hedefleyen geleneksel yapının savunucuları bulunmaktadır. İkinci kategorinin devrimden ya da değişimden anladığı şeyler birbirinden ayrı olmasına rağmen Müslüman Kardeşlerin başını çektiği İslamcı devrimden duydukları endişe bu grubu bir araya getirmektedir. Aslında son günlerdeki gösterilerde tarafların sloganları tabloyu açıkça göz önüne sermektedir. Bir yanda “diktatörlüğe hayır” diyenler diğer yanda “Mursi’yi savunmak İslamı savunmaktır” sloganları atılmaktadır.
 
Aslında Mübarek’in devrilmesinden sonra ülkedeki tüm siyasal çevreleri kapsayan bir yaklaşım geliştirileceği düşünülse de hem anayasa yapım sürecinde hem de başkanlık seçiminde ülkenin kutuplaştığı ortaya çıkmıştır. Ancak asıl kırılma noktası devrim sürecinde denge rolü oynayan ordunun kilit isimlerinin devreden çıkarılması olmuştur. Mübarek’in devrilmesinde kilit rol oynayan ve sonrasında Mısır’ı “hızlı bir dönüşümün getireceği kargaşadan koruma görevi üstlenen” ordunun devre dışı kalması aslında bir devrimi yürüten iki güç olamayacağının ilk işaretiydi. Mübarek sonrası anayasa yapım sürecinin koşullarını ordunun belirlemesi ve yargının da İslamcı partilerin seçim zaferini siyasi güce çevirmesini engellemeye yönelik yargı kararları, İslamcılar tarafından eski rejimin değişimi devrime çevirmeyi engelleme çabasının bir ürünü olarak görüldü. Bir yandan bakıldığında ordunun politikaya açık müdahalesi antidemokratik ve yargının siyasi kurumlar üzerindeki yaptırımı ise güçler ayrılığının ihlaliydi. Bu süreç İslamcıların gerçek anlamda iktidar sahibi olmak için devrim sürecini tamamlamanın kaçınılmaz olduğunu düşünmelerine neden oldu. Bu noktadan sonra Mursi’nin önce orduyu sembolize eden Mareşal Tantavi’yi Ağustos ayında devre dışı bırakması sonrasında da kısmen de olsa kontrol altına alma çabası geldi. Mursi’nin bir sonraki adımı ise karşısındaki diğer engel olarak gördüğü yargıyı devre dışı bırakmak oldu. Cumhurbaşkanlığı kararlarını yargı denetimi dışına taşıma çabasının yegane anlamı buydu. Fakat bu süreçte yargıya müdahalesi (başsavcı Abdülmecid Mahmut’u görevden alması) ve yargı kararlarını dışlayan yaklaşımları güçler ayrılığı ilkesinin İslamcılar tarafından da uygulanmayacağını gösteriyordu. Mursi’nin anayasa yapım sürecinde meclisteki protestoya karşı tavrı bu noktadan sonra yürütme erkini elinde tutanın tüm güçleri de elinde tuttuğu yeni bir sisteme gidileceği bir denge mekanizmasının olamayacağının açıkça ilanıydı.
 
Bu nedenle Cumhurbaşkanı Mursi’nin yeni bir parlamento seçilinceye kadar kendisine olağanüstü yetkiler tanıyan bir karar çıkarması, yeni seçimin yapılmasınınsa anayasa yapım sürecinin tamamlanmasına bağlı olması uzun süredir karşılıklı olarak kozlarını paylaşmaya hazırlanan taraflar açısından tetikleyici oldu. Anayasa yapım süreci çoktan tıkanmıştı ve bazı anayasa maddeleri toplumun pek çok kesimi tarafından kabul görmüyordu. Muhalefetin anayasa hazırlıklarını terk etmesine iktidarın kayıtsız kalması bilinçli bir tercihti. Bu durumda muhaliflerin önünde ya onaylamadıkları bir anayasayı kabul edip, yeni seçimden sonra başkanın yetkilerinin azalmasını beklemek kalacaktı ya da süreci toptan tersine çevirecek bir dalga yaratıp ne seçimi ne referandumu yaptırmayacaklardı. İkincisini seçtiler.
 
Özetle, Kasım ayının ortalarından bugüne kadar yaşanan gelişmelerin son 1,5 yılda Mısır’da başlatılan ancak tamamlanamayan bir devrim sürecinin tamamlanmasından ya da geri döndürülmesinden kaynaklanan çok daha derin bir çelişkiye işaret ettiği söylenebilir. Elbette her devrim kendi özgün koşulları içinde ortaya çıkar ve bir diğerinden önemli farklıklar arz eder. Fakat muhaliflerin iktidarı engellemek için sokaklara çıkıp şiddet içerikli gösteriler yapması da iktidar yanlılarının muhalefete saldırıp onları öldürmesi de toplumun açıkça kutuplaştığına ve bu kutuplaşmanın siyasal şiddete dönüştüğüne işaret olarak algılanabilir.
 
Mursi’nin Mısır Devrimi’ni korumak için yetkileri elinde toplamak istemesi dünya tarihindeki pek çok devrimde rastlanılmış bir olgudur. Artık açık olan bir şey varsa Mısır’daki devrimci sürecin bir şekilde tamamlanacağıdır. Bu sürecin sonunda devrimin bir karşı devrime mi dönüşeceği ya da Mısır’ın şu ya da bu şekilde bir devrimi gerçekleştireceği bilinmez fakat süreç tamamlanıncaya kadar ülkede siyasal şiddetin kol gezmesi şaşırtıcı olmamalıdır. Unutulmamalıdır ki; bir yöneticiyi devirmek devrimin her zaman bir aşaması olmuştur ama sonu olmamıştır. Şu ya da bu şekilde eski rejimi deviren geniş koalisyon kendi içinde hesaplaşmadan devrimler tamamlanmış sayılmaz ve bazı ülkelerde devrim sürecinin bittiğinin ilan edilmesi yıllar alabilir.