Suriye’de Beşar Esad Rejiminin Sonu ve Gerçekçilik Üzerine 7 Not

Yrd. Doç. Dr. Serhat Erkmen, ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Ahi Evran Üniv. Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı
Gerek Türkiye’de gerekse dünyada neredeyse her hafta Beşar Esad Yönetimi’nin sonuna gelindiğine ilişkin haber ve yorumlara yer verilmektedir. Halkının demokratikleşme taleplerine karşı şiddete başvuran ve 1 yıldır binlerce insanın ölümüne neden olan bu yönetimin iş başında kalması insani değerlerle uyuşmamaktadır. Ancak, Esad Yönetimi’nin kısa bir süre içinde değişeceği beklentisini sürekli diri tutmak sorunun psikolojik savaş boyutu açısından önemli olsa da bu beklentinin bir an önce gerçekleşeceğini söylemek gerçeklerle çok uyumlu görünmemektedir.

Suriye’de gösteriler barışçıl bir biçimde başlamasına rağmen son 6 aylık süreçte yaşananlar ülkede bir iç savaşın başladığını göstermektedir. Literatürde devlet içi savaş (intrastate war) olarak bilinen tanımlamayla özdeş gelişmelerin yaşandığı Suriye’de halihazırdaki göstergeler ülkenin şu anda bir iç savaş (civil war) içinde olduğunu işaret etmektedir. (Konuyla ilgili literatürde bir devletin ülkesinde örgütlü silahlı güçler arasında bir yılda 1000 çatışmaya bağlı ölüme neden olan ya da en az 12 ay süren çatışmalar için devlet içi savaş ya da iç savaş nitelemesi yapılmaktadır.) Bu nedenle, Suriye’de kısa ya da uzun vadede bir iç savaş yaşanacağını ileri sürmek kavramsal olarak doğru değildir. Suriye’de iç savaş süreci halihazırda başlamıştır. Ne kadar süreceği ve hangi yöne doğru evrileceği ise (topluluklar arası savaş ya da bölgesel iç savaş gibi) içinde bulunduğumuz süreçte yaşanacak gelişmelere bağlı olacaktır. (Bu tür çatışmalara ilişkin ayrıntılı çalışmalar bir süredir Correlates of War adlı bir proje çerçevesinde yürütülmektedir. Detaylarda görüş ayrılıkları bulunmasına rağmen bazı konularda fikir birliği oluşmuştur. Yukarıda aktardığım tanımlama ve devlet içi savaşa ilişkin sınıflandırma Meredith Reid Sarkees’e aittir.)

Son dönemde, Suriye’de yaşanan çatışmaların çözülmesi gerekliliği ve nasıl çözülebileceğine ilişkin değerli görüş, değerlendirme ve yorumlar yazılmakta ya da basında dile getirilmektedir. Ulusal ve uluslararası basında Türkiye’nin de önemli roller üstlenmesini öngören çeşitli senaryolar ele alınmaktadır. Bu kısa yazı içinde bulabileceğiniz notlar Suriye’deki soruna çözüm bulabilmek için hazırlanan ve hazırlanacak olan senaryoları okurken yazarın aldığı notlardan ibarettir. Bu bağlamda ancak mevcut durum üzerine Ortadoğu’nun yakın tarihindeki iç çatışmalardan çıkartılan derslere ilişkin notlar olarak görülmelidir. Aşağıda birbiriyle ilintili, ancak her biri uzun tartışmalara neden olabilecek notları bulabilirsiniz.

1. Suriye güvenlik güçlerinin aradan geçen 1 yıl içinde çok daha büyük çözülmelere maruz kalması bekleniyordu. Bu beklentiler şu ana kadar büyük ölçüde boşa çıktı. Son 2 aylık süreçte, ordudan ayrılan üst düzey subayların sayısında bir artış meydana gelse de bunun Suriye’deki silahlı muhaliflerin başarıya ulaşması üzerindeki etkisi ciddi ölçüde sorgulanmalıdır.

Tüm dünyadaki ordularda olduğu gibi Suriye ordusunda da rejimin uygulamalarına tepkili subaylar bulunmaktadır. Yakın dönemde Ortadoğu’da meydana gelen bu tip olaylarda orduda görev alan üst düzey subayların çeşitli nedenlerle (halka yapılan zulme karşı tepki, verilen görevleri yerine getir(e)meme, o ana kadar yaptığı işbirliğinin ortaya çıkması ihtimali ya da korkusu ve rejimin değişmesi sonrası yeni kurulacak düzende kendisine yer bulma arayışı…) muhalif saflara geçtiği görülmüştür. Özellikle Irak ve Libya örneklerinde rastlanılan bu durum, çatışmaların gidişatında belirleyici bir etkide bulunmaktan ziyade ikincil etki yaratmıştır. Suriye ordusu tarihsel gelişimi itibarıyla farklı toplumsal yapılardan kişilerin yer aldığı geniş tabanlı bir ordudur. Ancak, geçmişte Irak’ta olduğu gibi ordunun iç politikada üstlenmiş olduğu belirleyici rol nedeniyle (1958-1979 arası Irak’ta ordunun oynadığı rolün benzerini hatta bazen daha da fazlasını 1940’lardan 1970’lerin sonuna kadar Suriye ordusunun oynadığı söylenebilir), ordunun savaşma kapasitesi güçlü otoriter yönetimler tarafından büyük ölçüde törpülenmiş ayrıca rejimin ya da liderin güvenliği için bir emniyet mekanizması oluşturmak için özel güvenlik güçleri kurulmuştur. (Bu konuda geniş bir literatür olmasına rağmen, özlü ve yararlı bir çalışma için James T. Quinlivan’ın “Coup-Proofing: Its Practice and Consequeces in the Middle East” iyi bir başlangıç olabilir. Ayrıca daha ayrıntılı olarak ilgilenenler için Jonathan Powell’in Regime Survival Strategies and the Onset of Civil Conflict: A Coup Proofing Paradox’u da hayli yararlı olabilir.) Suriye örneğinde Şabiha, Hava Kuvvetleri İstihbaratı, Cumhuriyet Muhafızları ve 4. Mekanize Tümen ya da adını bilemediğimiz benzeri yapılar son 40 yıldır, dış düşmandan ziyade “iç düşman”a karşı hazırlanmış birer sigorta olarak örgütlenmişlerdir. Bu kurumların varlığı, Suriye güvenlik güçlerinden büyük çaplı kopmaların önünü kestiği gibi rejimin tüm sıkıntılarına rağmen geniş çaplı operasyonlar düzenlenmesine olanak sağlamaktadır. Teçhizat, eğitim ve doktrin olarak genellikle düzenli ordudan daha iyi durumda olan bu güvenlik güçleri, aslında bir anlamda orduyu kontrol etme amacı taşımaktadır. Çoğunlukla rejimin yöneticisi olan kişi ya da grupla özel bir ilişki bağı olan kişilerden oluşan bu güçler, ordudan kopmaları tehdit yoluyla engellemektedir. Nitekim muhalefete katılmak isteyen subayların ya da askerlerin çoğunun temel korkusu aileleri ve akrabaları başta olmak üzere geride bıraktıklarının akıbetidir. Bu tür güvenlik güçleri, başta ordu olmak üzere diğer güvenlik yapılanmaları üzerinde bu baskıyı uygulamaktadır. 1991 ve 2003 yıllarında Irak’ta da benzer bir durum yaşanmıştır. Ordu mensuplarının çoğu ancak rejimin devrileceğine kesin olarak inandıkları zaman taraf değiştirmiş, o zamana kadar taraf değiştirmeler sınırlı kalmıştır.

Bu sürecin benzer bir biçimde Suriye’de yaşandığı görülmektedir. Mart ayında sayıları artmakla birlikte, ordudaki üst düzey subayların çoğunun hala çeşitli nedenlerle muhalefetin saflarına katılmadığı görülmektedir. Muhalefete katılanların az bir kısmının ise sahada kalarak direniş gösterdiği, önemli bir kısmının daha “büyük hedef”ler uğruna yurtdışına çıktıkları görünmektedir. Ancak, bu tür yurtdışından faaliyet gösterme arayışlarının moral motivasyon dışında pratik etkisinin sınırlı olduğu görülmektedir. (Ordudan ayrılmayı kafaya koyan subayların kendileriyle birlikte muhalif tarafa geçmeyi planlayanlara silah ve cephane sağlaması faktörünü de unutmamak gerekir.) Nitekim aşağıdaki bir başka maddede ele alınacağı gibi, Esad Yönetimi’ne karşı faaliyetin önemli bir kısmını orta rütbedeki subaylar ile ordu dışı güçler yürütmektedir.

2. Siyasi muhalifler gibi askeri muhaliflerin sayısı da sürekli artmaktadır. Ancak, bu artış olumlu ve olumsuz yönleri içinde barındırmaktadır.

 Sürekli olarak yeni silahlı gruplar ortaya çıktığının ilan edilmesinin en önemli boyutlarından birisi daha çok insanın eline silah alma cesareti göstermesidir. Bu olgu, rejimin devrileceğine olan inancın arttığı anlamına gelmektedir. Yani, bazılarını harekete geçiren güdü, rejimin devrilmesinin yarattığı/yaratacağı fırsatlardır. Fakat öte yandan, güvenlik güçlerinin aşırı derecede şiddet kullanmasına duyulan öfkeyle silahlananların sayısının da arttığı söylenebilir. Her iki durum da bağımsız ve hatta bazıları rekabet halinde yeni grupların kurulduğunu, buna bağlı olarak daha çok kişinin ya da yerel karizmatik önderlerin çıkar sağlamak amacıyla ön plana çıktığını gösteriyor. Bu durum, hem uluslararası alanda kendisini göstermek isteyen Özgür Suriye Ordusu, Özgür Subaylar Ordusu ve Yüksek Askeri Konsey gibi daha geniş çaplı yapılarda hem de aynı vilayet hatta kasaba civarında faaliyet gösteren küçük çaplı silahlı örgütlenmelerde görülmektedir.
İnsan sayısı artarken örgüt sayısı da artmaktadır. İdeolojisi olmayan, genel beklentileri birbiriyle örtüşen ancak tek çatı altında örgütlenmeyen birçok örgütün ortaya çıktığı gözlemlenmektedir. Muhtemelen bunların büyük bir kısmı 20-50 kişi civarındaki küçük ekiplerden oluşmaktadır. (Humus’taki Halit Bin Velid Tugayı ve Faruk Alayı gibi sayısının 1000’i bulduğu iddia edilen grupların dışındakilerin sayısının bu civarda olduğu kanaati yüksektir. Kısa bir süre önce Joseph Holiday’in Suriye’deki silahlı muhalefet üzerine yayınladığı ayrıntılı rapordaki bilgiler de bu görüşü doğrulamaktadır.) Bu grupların az sayıda hafif silahı olduğu, çoğunun kırsal alanda (son 2 aya kadar şehirlerde kurtarılmış bölgeler ilan etmişlerdi. Fakat ordunun operasyonları üzerine bu bölgelerini büyük ölçüde yitirdikleri görülmektedir) örgütlenip, rejimin canını acıtacak eylemlerin ötesine geçemedikleri görülmektedir. 2012 başından itibaren bazı şehirlerde kontrolü sağlamış olsalar da güvenlik güçlerinin operasyonları sonucunda kontrol ettikleri yerlerden birer birer çekilmek zorunda kaldılar. Ancak bu çatışmaların sonunun geldiğini anlamına gemlememektedir.

3. Suriye’deki düğümün çözülmesi baştan beri askeri yöntemleri gerekli kılıyordu. Şimdi de sonucu ne olursa olsun çatışma olmaksızın değişim gerçekleşmesi pek olası görülmemektedir.

Suriye gibi bir ülkede rejim karşıtı hareketlerin silahlı çatışmadan kaçınabilmesi mümkün değildir. Gösterilerin amacı ve göstericiler ne kadar barışçı olursa olsun iktidarını silahlı gücüne ve onun sağladığı siyasal şiddete bağımlı hale getiren ülkelerde rejimin barışçı bir biçimde değişeceğini beklemek gerçekçi görünmemektedir. Bu nedenle baştan itibaren Beşar Esad’ın çekilmesini, reform yapmasını ya da demokratikleşmenin önünü açmasını beklemek yararsızdı. Son 10 yıldır Ortadoğu’daki benzer örneklerde Tunus bir yana konulursa otoriter yönetimler iktidardan ayrılmak için bir silahlı güç tarafından zorlanmışlardır.  Bu güç bazen uluslararası bir koalisyon, bazen ülke içindeki silahlı gruplar ya da Mısır’da olduğu gibi doğrudan ordunun kendisi olmuştur. Saddam Hüseyin ya da Muammer Kaddafi nasıl iktidarından vazgeçmediyse Beşar Esad ve yakın çevresinin vazgeçmesini beklemek gerçekçi değildir. Özetle, Suriye’de olayların başladığı ilk günden bu yana gösterilerin çatışmaya dönüşeceğini kestirmek güç değildi. Nitekim gerek Türkiye’de gerekse uluslararası alanda uzmanlar bu değerlendirmeleri pek çok kez dile getirmişlerdir. Ancak, Arap Baharı’nın yarattığı ılımlı ve umutlu atmosfer Suriye’nin de yumuşak bir geçiş yaşayabileceğini düşündürmüş olabilir. Gelinen noktada, Suriye’deki sorunun reformla ya da kozmetik tedbirlerle çözülemeyeceği artık görülmüştür. Suriye’de olayların sona ermesi büyük bir olasılıkla evreler halinde gerçekleşecektir. Bu evrelerin çatışma yoluyla olacağından şüphe duyulmamalıdır. Fakat bu çatışmanın kazananını şimdiden belirlemek ve ömür biçmek pek mantıklı görünmemektedir. Çünkü doğrudan ya da dolaylı bir biçimde yabancı güçlerin askeri olarak desteklemediği muhalif hareketlerin bu tür rejimleri deviremediği pek çok kez görülmüştür. Bu tür çatışmalar pek çok nüansı olmasına rağmen iki şekilde cereyan etmektedir. Ya Afganistan veya Libya’daki gibi diğer devletler yerel silahlı muhalefete doğrudan silah aktarımı, hava operasyonu desteği ve özel kuvvet katkısı sağlayarak rejimi devirmeye çalışmaktadırlar. Ya da Irak’ta olduğu gibi doğrudan işgal sözkonusu olmaktadır. Halihazırda yaşanan “diplomatik” süreç konuyla ilgili tüm tarafların karşılıklı olarak nasıl çatışacaklarına ilişkin kuralların belirlendiği bir arenaya dönüşmektedir. Rusya ve Çin’in diretmesiyle BMGK’den bir karar çıkmaması süreci uzatmaktadır. Şu ana kadar yaşanan süreçten çıkarılabilecek ders, Suriye’de doğrudan bir yabancı devlet ya da devletler koalisyonunun işgalinin olmayacağı, sorunun insani tedbirler ekseninde ancak asıl olarak gayrinizami savaş biçiminde yürüyeceğidir. Basında sıkça tartışılan tampon bölge, Suriye’de rejimi devirmek için bir sığınma hattı olarak işlev görecektir. Ancak bu tampon bölgenin işlevini yerine getirebilme kapasitesi sınırlıdır. Suriye’deki çatışma Libya’da olduğu gibi bir uçuşa yasak bölge uygulaması, hava desteği ve özel kuvvetlerin yardımıyla (birçok ülkenin özel kuvvetlerine mensup askerlerin Libya’da Kaddafi yandaşlarına karşı savaştığı artık açıkça biliniyor) 6 ayda da sonuçlanabilir. Irak’taki gibi 12 yıl sürdükten sonra yine de bir işgal olmadan bir işe de yaramayabilir. Bunun öngörüsünde bulunabilmek için pek çok faktörün ve çatışma sürecinin detaylı olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Ancak, iç savaşlar için 2 yılın üzerinde bir zaman dilimi ortalama kabul edilmektedir. Yani, mevcut durumun en az 1 yıl daha sürmesi (hatta mevcut şartlar devam ederse çok daha uzun bir süre) hiç de şaşırtıcı olmamalıdır.

4. Suriye’deki silahlı muhalifler bir süre için bazı önemli şehirlerde kontrolü ele geçirmiş olsa da son dönemde yaşanan gelişmeler, bu askeri başarının sınırlı kaldığını hatta tersine döndüğünü göstermektedir.

2011 yılının yaz aylarından itibaren Suriye’de rejime başkaldıran insanlar çok daha örgütlü bir biçimde askeri faaliyetler sergilemektedir. 2011 sonlarında bu askeri faaliyetlerin başarıya ulaşacağı beklentisi epey yükselmiştir. Hama, Humus, İdlib gibi şehirlerin yanı sıra pek çok önemli yerleşimde bazı kasaba ve mahallelerinin rejim karşıtı güçlerin eline geçmesi rejimin düşeceği beklentisini artırmıştır. Ancak, aşağıda ayrıntılı olarak sorunlarına değinilecek olan askeri güçler henüz olgunlaşamadan fazla genişlemiş, tutamayacağı büyüklükte alanları kontrol etmeye çalışmıştır. Bu yaklaşım, dünyaya gönderilmek istenilen “yardım ederseniz Esad’ı deviririz” mesajıyla uyumlu olsa da, bu tür iç çatışma süreçlerinin doğasına uygun düşmemektedir. Az sayıda eğitimli personel, hafif silahlar, dağınık bir örgütlenme, sınırlı taktik bilgi ve gerekli ölçüde uluslararası desteğe sahip olmadan (en azından savaşı sürekli kılabilecek bir komşu ülkeden yeniden ikmal yapabilecek hatları tesis etmeden) girişilen bu çaba rejime bağlı güçlerin sert saldırısı karşısında dağılmıştır. Muhalifler sürekli olarak “taktik gereği” çekildiklerini ilan etmektedirler. Bu durum, rejimin ülkede kontrolü kaybettiği algısını tersine çevirmeye başlamıştır. Bu noktada en kritik olan gösterge, rejime bağlı güvenlik güçlerinin muhaliflerin elinden aldığı yerleri kontrol altında tutabilme kabiliyetidir. ABD’nin Irak’ta uzun süre bocaladığı bu husus, en sonunda büyük bir miktar güçle bir merkez yaratıp, direnişçilerden arındırdığı bölgeleri kontrol altında tutabilmesiyle çözülmeye başlamıştı. Karşı ayaklanma literatüründe “temizle, tut ve inşa et” olarak özetlenen bu stratejiyi Suriye güvenlik güçleri kendilerine uyarlamışlardır. Suriye’de rejimin uygulaması, temizle ve insandan arındır şeklinde devam etmektedir. Nitekim Suriye güvenlik güçleri farklı illerde yaptığı operasyonlardan sonra yerleşim merkezlerini birer hayalet şehir haline getirmektedir. İnsanların temel ihtiyaçlarını bile göremediği bu yerleşimleri terk etmeleri halkın arasına karışmayı en temel taktik olarak gören silahlı muhaliflerin işini zorlaştırmaktadır. Özetle, Suriye’de silahlı mücadelenin geldiği aşama bu tür bir çatışmanın doğasına uygun olarak, bir çeşit gerilla savaşı ve onu bastırma hareketine doğru evrilmektedir. Ortadoğu’da diğer örneklerde yaşana gelişmeler bugünkü eğilimlerin devam etmesi halinde muhalif grupların askeri eylemleri rejime öldürücü bir darbe vurabilecek duruma gelemeyeceklerini göstermektedir. Fakat silahlı muhalifler mevcut halleriyle rejimin gücünü ülkenin farklı yerlerine yayması ve dikkatini dağıtmasına neden olabilmektedirler. Dahası askeri muhalefetin Suriye içinde yaratacağı güvenlik sorunu, ülkede istikrarsızlığı artırıp rejimden beklentiyi azaltabilir. Ayrıca rejimin bu grupları bastırmak için aşırı güç kullanımı ölü sayısını artırıyor, uluslararası müdahaleye ortam hazırlıyor ve rejimin hem iç hem de dış meşruiyetini azaltıyor. Şu haliyle, silahlı muhalifler rejimin operasyon yaptıktan sonra çekildiği yerlere yeniden yerleşebilir ve “başarılı” taktik çekilmeler yapabilirlerse başarılı olabilirler. Aksi taktirde kırsal alana sıkışıp, bir süre sonra dağılmaya mahkum hale gelebileceklerdir.

5. Silahlı muhalefet ile siyasi gruplar arasındaki ilişki bir türlü oturmamıştır. Silahlı muhalefetin siyaset üretme gücü olmaz ya da silahlı başarılar siyasi alana taşınmazsa yaşanacak süreç sadece şiddet sarmalı olur ve uzun bir süreye yayılır.

Suriyeli muhalifler arasında sürekli yeni grupların ortaya çıktığı görülmektedir. Hızla örgüt sayısının artmasının önemli bir yanı tek çatı altında örgütlenememenin siyasal boyutlarıyla ilişkilidir. Kısa ve orta vadede bir uluslararası müdahale gerçekleşirse ya da muhalif gruplar silahlı direnişi yeterince uzun sürdürebilirse (bu süre bir uluslararası müdahalenin gelmesine bağlı, ancak mevcut şartlarla yıllar bile sürebilir. Bu nedenle sabit bir süre vermek mümkün görünmüyor. Fakat bu tür iç savaşlarda kısa süre içinde başarılı olamamış rejim karşıtı hareketlerin süre uzadıkça başarı şansı azalıyor.), bu örgütlü olmama durumu rejimin varlığını garanti altına almaz. Yani, askeri muhalefetin örgütsüz olması, Suriye rejiminin bu süreçten kesin bir galibiyetle çıkacağı anlamına gelmiyor. Askeri muhalefetin örgütsüzlüğü kendi başına sadece Beşar Esad Yönetimi’ni kurtarmaz, sadece ömrünü uzatır. Fakat bu dağınıklığın Esad sonrası döneme etkisi çok büyük olur.

İçeride örgütlenen ve rejimin saldırılarına maruz kalan bu silahlı muhalefet başta Müslüman Kardeşler olmak üzere dışarıda örgütlenen siyasi yapıya her geçen gün daha fazla tepki duyuyor. Hatta bazı grupların dışarıda örgütlenen siyasi grupları “uluslararası güçlerle işbirliği” içinde olmakla suçladığı da görülüyor. Bu silahlı muhalefetin tamamının siyasi muhalefeti dışladığı ya da onları rakip gördüğü anlamına gelmiyor. Büyük siyasi muhalefet hareketlerinin Suriye’nin içinde fon aktardığı silahlı direniş gruplarının mevcut olduğu biliniyor. Bunların içinde büyük silahlı gruplar da var. Hatta Özgür Suriye Ordusu’nun Suriye Ulusal Konseyi’ne bağlı olduğu ilan edildi. Ancak, ÖSO da kendi başına çok geniş çaplı, hiyerarşik olarak örgütlenmiş ve tek bir siyasi amaç uğruna hedefe kenetlenmiş bir silahlı örgüt değildir. ÖSO’nun Suriye içindeki en büyük gücü, yere direniş örgütlerinin ya da komitelerinin kendi kendilerine propaganda yapabilme kapasiteleri sınırlı olması nedeniyle bu örgüte bağlı olduklarını ya da onun için faaliyet gösterdiklerini söylemeleridir. Bunun dışında, ÖSO’nun planlandığı bir stratejik plan doğrultusunda siyasi sonuçlar almaya yönelik askeri eylemlerin sayısının hayli az olduğu görülmektedir. Gerçekleştiği zamanlarda rejimin hassas noktalarına önemli darbeler vurabilen bu eylemlerin azlığı ÖSO’nun gücünü ölçmede bir veri olarak alınabilir. Merkezi ve planlı bir askeri eylemliliğin olmayışının muhtemelen en önemli sonucu silahlı faaliyetlerin siyasi sonuç yaratma kapasitesinin çok sınırlı kalmasıdır. Oysa bu tür çatışmaların özünde rejimi ya da yönetimi değiştirmek isteyen grubun silaha başvurması siyasi bir hedefe yönlendirilmelidir. Aksi takdirde, kendi içinde parçalanmalar, hedef dışı saldırılar nedeniyle halkın genelinde kabul görmeme ve sınırlı bile olsa aldığı uluslararası desteği yitirme başta olmak üzere pek çok faktör silahlı muhalefetin yenilmesine ya da istediği amaca ulaşamamasına ancak çatışmanın kilitlenmesine yol açmaktadır.

Suriye dışındaki siyasi muhalefetin kaynak sağladığı yerel direniş grupları ile göreli bağımsız ya da diğer kaynaklardan destek alanlar arasında sahadaki rekabetin kızıştığı görülmektedir. Bu rekabet hem ayaklanma hem de sonrasında radikalizmi körükleyebilir. Daha bağımsız ve milliyetçi olduğunu göstermek isteyenler, çatışma belli bir aşamaya gelinceye kadar eski rejimin unsurlarını, destekçileri ya da uluslararası işbirliği alenen bilinenleri daha çok cezalandırarak yerel halktaki desteğini artırmak isteyebileceklerdir. Bu ise muhalefet içindeki bir çatışmayı kaçınılmaz hala getirecektir. Örneğin, Irak’taki iç savaş sırasında yaşanan gelişmeler benzeri bir durum yaratmıştı. (2007-2008 yılları arasında Maliki’nin Dava Partisi ile Sadrcılar arasında görülen kanlı hesaplaşma hemen hemen böyle bir durumdu) Her geçen gün örnekleri artan, ülke içi ve ülke dışı muhalefet arasındaki sorunlar ya da bunların silahlı gruplara yansıması Esad Yönetimi devrilirse sonrasına da yansıyabilecektir. Muhtemelen bu eğilimin devam etmesi halinde, ülkede merkeziyetçiliğin istikrar getireceğini düşünenler bu hesaplaşmayı bir iç sorun olarak görüp merkezi hükümetin yanında yer alabileceklerdir. Ancak, bir kez kamu otoritesi ortadan kalktıktan sonra devletin yeniden inşasının güçlükleri merkezi otoritenin başında olanları zora sokacaktır. Irak’ta Şiiler arasında yaşanan bu tip bir hesaplaşma, Suriye’de muhtemelen tersine Sünni Araplar arasında yaşanabilecektir. Bu durum, devletin yerine getiremediği görevleri yerine getirmeye çalışan, olası bir iç çatışma ortamında çevresindekilere koruma sağlayan ve hükümet olmanın sorumluluklarını yüklenmek zorunda olmadığı için daha esnek hareket edebilen çeşitli Sünni direniş gruplarını Esad Sonrası dönemde de güçlü kılabilecek, bir tür El Kaide dışı köktenci ve milliyetçi bir grubun güçlenmesini sağlayabilecektir. Bu durumun muhtemelen en önemli nedeni, rejimin devrilmesinden sonra ortak bir düşman kalmaması olacaktır. Ortak düşmanın ortadan kalkmasıyla, Suriye’de hayli güçlü olan bölgeselci eğilimler ve kişisel liderlik rekabetinin ön plana çıkması şaşırtıcı olmamalıdır. Çünkü şu anda dahi bunun tohumları atılmaktadır.

6. Silahlı direnişi etkin bir biçimde yürüten gruplara bakıldığında üst düzey ordu mensuplarının etkinliğinin az olduğu, asıl itici gücün yerel önderler olduğu görülmektedir.

Bu durumun üç önemli sonucu bulunuyor. Birincisi yukarıda geniş bir biçimde aktarılan, üst düzey subayların etkisizliğinin askeri boyutudur. İkincisi ise bunların çatışma sürecinde Suriye Yönetimi üzerinde moral bozucu bir etki yaratmasına rağmen çatışma sonrası dönemde beklentilerini karşılama şanslarının düşük olmasıdır. Irak’ta Saddam Hüseyin’e karşı ayaklanan ya da savaş sırasında rejimin yanında çatışmaktan kaçınan aşiretlerin ya a üst rütbeli subayların işgalle birlikte nasıl bir hayal kırıklığına kapıldıkları görülmüştür. Irak örneği aşırı bir örnek olmasına rağmen orduda bulundukları yer itibarıyla muhalefet saflarında önemli bir konumda olmayı bekleyen kişilerin çoğu beklediğini henüz bulamamıştır. Muhtemelen gelecekte de bulamayacaktır. Bu kişiler ya da bunların yönlendirdiği gruplar, bazı örgütlü saldırıları, istihbarat operasyonları, stratejik noktaların tespiti ve imhası gibi önemli görevler ve işlevler yerine getirmelerine rağmen muhtemelen rejim devrilirse alacakları görevler danışmanlık ya da ordu içinde daha üst bir rütbe olacaktır. Siyasi makam elde etme şansları düşük görünüyor. Ayrıca, Suriye’deki silahlı muhalif hareketlerin içinde bunların sayıca ve etkinlikçe geride kalmaları üçüncü bir etkeni ortaya çıkartıyor. Bu etken, silahlı muhalefetin beklentilerin ötesinde istikrarsızlaştırıcı bir faktöre dönüşmesidir.

7. Suriye’deki silahlı muhaliflerin El Kaideci ya da radikal İslamcı örgütler olduğu iddiası büyük ölçüde Esad Yönetimi’nin kara propagandasıdır. Fakat bazı göstergeler El Kaide tipi örgüt ve yapıların yabana atılmaması gerektiğini düşündürmektedir.

Suriye’de özellikle bazı büyük çaplı bombalamaların El Kaide eylemleri olduğu varsayımı özellikle uluslararası basında sıklıkla işlenmektedir. ABD’li yetkililerin bu görüşü yabana atmadığı önemli yetkililerin açıklamalarından anlaşılmaktadır. Muhtemelen bu yaklaşımın en önemli nedeni, diğer faktörler nedeniyle Suriye’deki silahlı gruplara henüz açık bir destek vermek istemeyen ABD’li yetkililerin El Kaide’yi bir gerekçe olarak ileri sürmeye çalışmalarıdır. Bu yaklaşım Esad Yönetimi’nin de işine gelmektedir. Silahlı muhalifleri “küresel Cihat”ın bir parçası olarak gösterme çabası Esad Yönetimi’nin kendisinin alternatifinin El Kaide olduğu şeklindeki politikasının bir uzantısıdır. Fakat Suriye’de El Kaide’yi tamamen yok saymak da akıllıca değildir.

Pek çok sıkıntı yaşayan El Kaide’nin Suriye’deki durumu kendisi için bir avantaja çevirmek istemesi şaşırtıcı olmayacaktır. Fakat Suriye’deki silahlı muhaliflerin rejime karşı verdiği mücadelenin El Kaide tarafından istediği gibi kullanılması pek mümkün görünmemektedir. Irak’ta özellikle 2005-2007 yılları arasında yaşanan bu olgunun Suriye’de yaşanmasını güçleştiren bazı önemli farklılıklar vardır. Bunlardan birincisi El Kaide’nin eski gücünü kaybetmiş olmasıdır. Usame Bin Ladin’in öldürülmesi örgütsel, ideolojik ve finansal olarak bu örgütü sarstığını söylemek yanlış olmayacaktır. Örgütün mevcut lideri Ayman El Zavahiri’nin liderliğini kabul etmeyen pek çok önemli ismin ve grubun olduğu bilinmektedir. Diğer bir önemli fark ise, Suriye’nin yabancı güçlerin işgalinde olmamasıdır. Bu durum, onu küresel Cihat’ın çekim merkezi olmasını etkileyen önemli faktörlerden birisidir. Ancak, öte yandan El Kaide’nin Suriye’de güçlenmesi için bazı artıları olduğunu da atlamamak gerekmektedir. Bunlardan bir tanesi, Suriyelilerin El Kaide içinde yeni olmamasıdır. İşgal öncesi Irak’ta El Kaide neredeyse yok denilecek kadar zayıftı ve örgüt içinde önde gelen bir Iraklı liderlik ya da Iraklı grup yoktu. Hatta bu nedenle Irak’taki El Kaide’nin ilk ve en bilinen lideri Ebu Musab El Zarkavi Ürdün’lüydü. Ancak o öldükten sonra Irak El Kaide’sinin başına bir Iraklı (Ebu Ömer El Bağdadi) gelmişti. Oysa El Kaide içinde öteden beri Suriyeliler bulunmaktadır. Hatta Ebu Musab El Suri ya da Yasin El Suri gibi (birincisi 2000’lerin ortalarında El Kaide’nin stratejilerine yön verme çabasında olan önemli birisiyken diğeri örgütün para akışının sağlanmasında kritik isimlerden birisi olarak bilinmektedir. Bu kişilerden birincisi uzun süredir Suriye’de hapisteydi. Kısa bir süre önce salıverildiği dedikodusu yayıldı. İkincisi ise Amerikan kaynaklarına göre uzun süredir İran’da saklanıyor) isimler bunların en bilinenleri ya da şu anda en çok isimleri basına çıkanları. Yani, öteden beri El Kaide içinde Suriyeliler azımsanamayacak kadar bulunmaktadır. El Kaide Suriye’deki durumdan faydalanmak isterse (ki isteyecektir) kendisine yakın kişiler ve ülkedeki karmaşa ortamında ses getirecek eylemleri yapabilmesi mümkün olabilir. Söylem gücünü büyük ölçüde yitiren El Kaide’nin kendisine yeni bir cephe bulması çok önemlidir. Suriye’ye ABD başta olmak üzere bazı ülkelerin doğrudan ya da dolaylı müdahalesi ise gerek müdahale sırasında gerekse sonrasında El Kaide’nin isteyeceği bir şey olabilir. Suriye’de faaliyet göstermek için büyük miktarda kaynağa ve eleman ihtiyacına da gerek yoktur. Çünkü bir süredir Irak’ta ne yapacağını bilemeyen kişilerin bu durumu sömürmesi ihtimali azımsanmamalıdır. Irak’tan gelen haberler yerel piyasalarda silah fiyatlarının artığını işaret etmektedir. 2000’lerin ortasında Suriye üzerinden Irak’a silah ve direnişçi getirildiği söylenirken şimdi tersinin olması olasılığı yüksektir. Irak’ta yapılan röportajlar bu sürecin zaten başladığını göstermektedir.